Hatırlanacak olursa, bu konu daha önce A'râf Sûresi'nin 148. Âyetinde geçmiş ve orada tahlil edilmiştir. Ancak önemine binaen konu burada tekrar ele alınmış ve aynı paralelde bir daha açıklanmıştır.
Bilindiği gibi, buzağı sığır yavrusuna denir. Ancak buzağı sözcüğü burada hakikat anlamıyla, yani yeryüzünde var olan milyonlarca sığır yavrusundan biri kastedilerek kullanılmamıştır. Zaten Rabbimiz de burada buzağı'yı iki ayrı özellikle nitelemek sûretiyle sözcüğün anlamını te'vil etmiş ve dolayısıyla buzağı sözcüğünün Müteşâbih olduğunu göstermiştir. Rabbimizin nitelemelerine göre bu buzağı böğürmesi [çekiciliği] olan bir buzağıdır. Buzağının ikinci niteliği ise bir ceset mesabesinde olmasıdır. Ceset, ölü vücut demektir. Fakat buradaki ceset sözcüğü de bize göre Müteşâbih olup hakikat anlamının dışında kullanılmıştır. Ceset sözcüğünün hakikat anlamı dışında kullanılışının Kur'ân'daki bir diğer örneği de Sâd Sûresi'nin 34. Âyetindedir. Ceset sözcüğü orada kinâye yollu bir anlatımla Süleymân peygamberin iktidarı sırasında bir dönem iyi işler yapmadığını belirtmek için kullanılmıştır. İşte, ceset sözcüğü nasıl Sâd Sûresinde Süleymân peygamberin iyi işler yapmadığını, Arapça deyimi ile meyyit-i müteharrik = hareketli ölü bir tutum sergilediğini anlatmak için kullanıldıysa, burada da söz konusu buzağının hiçbir işe yaramadığını, kendine veya başkalarına yarar veya zarar verebilecek iradeye ve etkinliğe sahip olmadığını belirtmektedir. Nitekim buzağının bu işe yaramaz özellikleri, A'râf Sûresi'nin 148. Âyetinde Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi? ifadesiyle; konumuz olan 89. Âyette de Onlar görmüyorlar mıydı ki, o, [buzağı] kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu ifadesiyle vurgulanmıştır. Buzağının bu nitelikleri aslında insanların Allah'ın astlarından edindikleri sözde ilâhların nitelikleridir. Rabbimiz pek çok Âyette tekrarlayarak bu nitelikleri insanlara iyice tanıtmış ve bu nitelikteki şeylerin ilâh edinilmemesini öğütlemiştir: Bu konu için aşağıdaki Âyetlere de bakılabilinir.
Yûnus Sûresi'nin 18, 106; Meryem Sûresi'nin 42; Enbiyâ Sûresi'nin 66; Mâide Sûresi'nin 76; Ra'd Sûresi'nin 16; Şu'arâ Sûresi'nin 73; Furgân Sûresi'nin 3, 55 ve Hacc Sûresi'nin 12. Âyetleri.
BÖĞÜRME: HUVÂR:
وار - Böğürmesi olan ifadesindeki "böğürme" sözcüğünün orijinali خوار - huvâr sözcüğüdür. Leys tarafından "boğa sesi" olarak, İbn-i Side tarafından "sığır, koyun, geyik ve havada uçan nesnelerin sesi" olarak açıklanan huvâr sözcüğü, Lîsânü'l-Arab'ta şöyle açıklanmıştır:
Huvar'ın aslı: Avcı geyik yavrusunu yakalar, onu bir yere bağlar ve onun kulaklarını ovalar. İşte o zaman geyik yavrusu böğürür (bağırır). Bunu duyan yavrusunu kaybetmiş olan ana geyik, yavrusunun yanına koşar ve avcıya yakalanır.[(Lîsân ül Arab; c: 3 s: 245)]
Lîsânü'l-Arab'ın verdiği bu bilgiye göre huvâr, bir hayvanın normal böğürmesi değil, bir hayvanı tuzağa düşürmek için başka bir hayvana çıkartılan sestir. Yani "çeken, aldatan bir ses"tir. Nitekim bu, bir yöntem olarak ördek ve keklik avında da yaygın şekilde kullanılmakta, hatta "huvar" bir nevi boru ile taklit bile edilmektedir.
Konumuza bu bilgiler ışığı altında bakıldığında, Âyetlerde böğürtüsü [çekici, aldatıcı sesi] olan ceset olarak nitelenmiş buzağının [altının] insanları tuzağa düşüren bir özelliğe, aldatıcı bir cazibeye sahip olduğu anlatılmaktadır.
Sonuç olarak bize göre burada konu edilen buzağı, [böğürmesi, çekici, aldatıcı sesi olan ceset] altın'dır. Nitekim 148. Âyetteki kendi kadınlarının süs takılarından bir buzağı ifadesi de buzağı'nın "ziynet" olduğunu bildirmek sûretiyle bu görüşü doğrulamaktadır. "Altın"ın [ziynetin] insanları nasıl tuzağa düşürdüğü, nasıl onları kendisine köle yaptığı, [insanların "altın"ı ilâh edindiği] günlük hayatın içinde hiç çaba sarf etmeden görülebilecek bir olgu durumundadır. Ayrıca aynı kıssanın Bakara Sûresi'nin 67–71. Âyetlerindeki anlatımında, ilâh edinilen sığır için kullanılan sarı, lekesiz ve bakanlara haz veren ifadeleri de aynen "altın"ın özelliklerini yansıtmaktadır.
Bu konu, orada Rabbimizin Bakara [sığır] ifadesinin te'vilini yapışı ile daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bakara Sûresi'nde geçen bakara [sığır] sözcüğü de mecaz anlamda kullanılmıştır. Çünkü hakikat anlamıyla çifte koşulmayan, tarla sürmeyen, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırın varlığından söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla gerek Bakara Sûresindeki sığır, gerekse A'râf Sûresinde ve bu sûrede konu edilen buzağı, bilinen sığır ve yavrusu değil, te'vilinden anlaşıldığına göre "altın"dır. O hâlde, hem Bakara Sûresindeki bakara, hem de A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerindeki buzağı sözcüklerinden "altın" anlaşılmalıdır. Ancak 88. Âyette geçen buzağı sözcüğünün meallerde parantez içi ekleme şeklinde de olsa "altın buzağı" olarak ifade edilmesi yanlıştır. Sözcük sadece buzağı olarak ifade edilmeli fakat "altın" olarak anlaşılmalıdır.
Buzağı'nın mecazen "altın" anlamında kullanılmış olması, hadiseye İsrâîloğulları'nın sapmasına yol açması bakımından yaklaşıldığında da konu ile tam bir uyum göstermektedir. Çünkü, "altın"ın insanları nasıl tuzağa düşürdüğü, onları nasıl kendisine köle yaptığı, yani insanların "altın"ı nasıl ilâh edindiği, günlük hayatın içinde hiç çaba sarf etmeden görülebilecek bir olgu durumundadır.
Klâsik kaynakların çoğunda söz konusu buzağının canlı bir buzağı olduğu ve Sâmirî'nin kerametiyle gerçekleştirildiği yönünde nakiller yer almaktadır. Güya Samirî, denizden geçerken İsrâîloğulları'na öncülük eden Cebrâîl'in atının bastığı yerden bir avuç toprak almış, o toprağı potada eriyen altınların içine atmış, eriyen altını da kalıba dökerek ondan canlı, böğüren bir buzağı çıkarmıştır.
Kimileri de buzağının canlı olmadığı görüşündedir. Bunlara göre, Sâmirî buzağı şeklinde bir heykel yapmış ve bu heykele rüzgârın gireceği, böylece buzağı sesine benzer bir ses çıkarmasını sağlayacak bazı delikler, kanalcıklar koymuştur. Heykel bu sebeple böğürmektedir.
BUZAĞI; BÖĞÜRMESİ [ÇEKİCİ, ALDATICI SESİ] OLAN CESET
Konumuz olan A'râf suresinin 148. ve Ta Ha suresinin 88. ayetlerine dikkat edilecek olursa, bu ayetlerde buzağı "böğürmesi olan bir ceset" olarak nitelenmiş ve insanların buzağı edinmek suretiyle şirke bulaşıp kendilerine zulmettikleri açıklanmıştır.
Bilindiği gibi, buzağı "sığır yavrusu" demektir. Ancak; günümüzde olduğu gibi, söz konusu olayın cereyan ettiği zamanlarda da yeryüzünde milyonlarca buzağının var olduğu gerçeği, ayetlerde geçen "buzağı" sözcüğünün müteşabih olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Zaten Rabbimiz de "buzağı"yı niteleyerek sözcüğün anlamını tevil etmiş ve "buzağı" ifadesinin müteşabih olduğunu bizzat göstermiştir.
Ceset, herkesin bildiği gibi "ölü vücut" demektir. Ama bu sözcük de müteşabihtir ve bize göre burada hakikat anlamı dışında kullanılmıştır. Hatırlanacak olursa "ceset" sözcüğü Sad suresinin 34. ayetinde de karşımıza çıkmış ve biz orada "ceset" sözcüğünün Süleyman peygamberi nitelediğini belirterek şu açıklamayı yapmıştık:
"Süleyman peygamberin tahtının üzerine bir ceset bırakılması, bize göre kinaye yollu bir anlatım olup bu ifade Süleyman peygamberin bir dönem tahtta yani iktidarda işe yarar işler yapmadığından kinaye olabilir. Nitekim Arapçada toplumda işe yaramayan kişilere " الميّت المتحرّكmeyyit-i müteharrik [hareketli ölü] denmektedir. Muhtemelen Süleyman peygamber bir dönem elinde olarak veya olmayarak pasifleşmiştir, çok zayıf düşmüştür, iktidarda olmasına rağmen muktedir değildir, âdeta yaşayan bir ölü durumuna düşmüştür."
Bize göre, "ceset" sözcüğü nasıl Sad suresinde Süleyman peygamberin "hareketli ölü" hâlini belirtmek için kullanıldıysa, burada da buzağının aslında hiçbir işe yaramadığını, iradesinin olmadığını, kendi kendine veya başkalarına yarar veya zarar vermeye malik olmadığını belirtmektedir. Buzağının bu işe yaramaz özelliği de A'raf/148'de "Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi?" ve Ta Ha/89'da "Onlar görmüyorlar mıydı ki, o [buzağı], kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu" ifadeleriyle pekiştirilmiştir.
Buzağının bu nitelikleri aslında insanların Allah'ın astlarından edindikleri sözde ilâhların nitelikleridir. Rabbimiz pek çok ayette tekrarlayarak bu nitelikleri insanlara iyice tanıtmış ve bu nitelikteki şeylerin ilâh edinilmemesini öğütlemiştir: Yunus/18, 106, Meryem/42, Enbiya/66, Maide/76, Ra'd/16, Şuara/73, Furkan/3, 55, Hacc/12 ve Bakara/102.
"Böğürmesi [çekici, aldatıcı sesi] olan" ifadesindeki "böğürme" sözcüğünün orijinali " خوارhuvar" sözcüğüdür. Bu sözcük, Lisanü'l-Arab'ta şöyle açıklanmıştır:
"Leys, "boğa sesi" olarak, İbn-i Side, "sığır, koyun, geyik ve havada uçan nesnelerin sesi" demişlerdir. "Huvar'ın aslı: Avcı geyik yavrusunu yakalar, onu bir yere bağlar ve onun kulaklarını ovalar. İşte o zaman geyik yavrusu böğürür [bağırır]. Bunu duyan yavrusunu kaybetmiş olan ana geyik, yavrusunun yanına koşar ve avcıya yakalanır."[ (Lisanü'l-Arab; c: 3 s: 245)]
Lisanü'l-Arab'ın verdiği bu bilgiye göre "huvar", bir hayvanın normal böğürmesi değil, bir hayvanı tuzağa düşürmek için başka bir hayvana çıkartılan sestir. Yani "çeken, aldatan bir ses"tir. Nitekim bu, bir yöntem olarak ördek ve keklik avında da yaygın şekilde kullanılmakta, hatta "huvar" bir nevi boru ile taklit bile edilmektedir.
Konumuza bu bilgiler ışığı altında bakıldığında, ayetlerde "böğürtüsü [çekici, aldatıcı sesi] olan ceset" olarak nitelenmiş buzağının [altının] insanları tuzağa düşüren bir özelliğe, aldatıcı bir cazibeye sahip olduğu anlatılmaktadır.
Sonuç olarak bize göre burada konu edilen buzağı, [böğürmesi, çekici, aldatıcı sesi olan ceset], "altın"dır. Nitekim 148. ayetteki "kendi kadınlarının süs takılarından bir buzağı" ifadesi de buzağının ziynet olduğunu bildirmek suretiyle bu görüşü doğrulamaktadır. "Altın"ın [ziynetin] insanları nasıl tuzağa düşürdüğü, nasıl onları kendisine köle yaptığı [insanların "altın"ı ilâh edindiği], günlük hayatın içinde hiç çaba sarf etmeden görülebilecek bir olgu durumundadır. Ayrıca aynı kıssanın Bakara/67–71. ayetlerindeki anlatımında, ilâh edinilen sığır için kullanılan "sarı, lekesiz ve bakanlara haz veren" ifadeleri de aynen "altın"ın özelliklerini yansıtmaktadır. Bu konu, orada Rabbimizin "Bakara [sığır]" ifadesinin tevilini yapışı ile daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bu pasajda anlatılanlar Kitabı Mukaddes'in Çıkış/ 19 ve 32. Bölümlerinde yer almaktadır.
Kur'an'daki anlatım Kitabı Mukaddes'teki anlatımdan farklıdır. Hele Musa peygamberin ilâhî emirlerin yazılı olduğu levhaları parçalayacak derecede hiddetine yenik düşmesi ve yere atılan taş levhaların üzerindeki yazılar okunmayacak şekilde parçalanması kabul edilir şeyler değildir.