Dil bilginlerinin bu iki kelimenin söylenişi ile ilgili olarak farklı açıklamaları vardır. Cebrail adının on şekilde söylenişi söz konusudur:
1- Cibril: Hicazlıların şivesinde böyledir. Hassan b. Sabit şöyle demiştir: "Ve Allah´ın elçisi Cibril bizim aramızda..."2- Cebrîl: el-Hasen ve İbn Kesir´in kıraati bu şekildedir. İbn Kesir´in şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.s)´i rüyada gördüm. O bunlarıCebril ve Mîkâil şeklinde okuyor idi. Ben de ebediyyen bu şekilde okuyup duracağım.3- Cebraîl: Kûfeliler bu şekilde okurlar. Bu okuyuşlarına delil olarak şu beyti gösterirler:"Savaşlarda bulunduk, zaman boyunca bizim bütün askerî birliklerimizin önünde mutlaka Cebraîl vardı."Bu da Temim ve Kayslıların şivesidir.4- Cebrail: (Medsiz olarak.) Bu da Ebu Bekr b. Âsım´ın okuyuşudur.5- Bir önceki okuyuş gibi fakat sondaki lam´ı şeddeli okumak. Bu da Yahya b. Ya´mer´in okuyuşudur. [Cebrail şeklinde].6- Cebrail: İkrime´nin okuyuşudur.7- Onun gibi fakat hemzeden sonra yâ ile. [Cebrâyil şeklinde].8- Cebrayîl: el-A´meş ve Yahya b. Ya´mer aynı şekilde böyle de okumuşlardır.9- Cebraîn10- Cibrîn: Bu da Esedoğulları'nın şivesidir.
BİZİM TAHLİLİMİZ:
Arapçada " جبرائيلcebrail"den başka " جبريلcibril" şeklinde de sık kullanılan ve on üç tane söyleniş biçimi olan sözcüğün kökeni ile ilgili olarak araştırmacılar iki ihtimal üzerinde birleşmişlerdir:
1- Sözcük, " جبرcebr" ve " ئيلiyl" sözcüklerinden oluşmaktadır. "İyl" sözcüğü eski Arapçada "Allah" demek olduğu için tamlama halindeki "cibril, cebril veya cebrail" sözcüğü "Allah'ın gücü, onarımı" manasını taşır.
2- Aslı İbranice olup Arapçaya sonradan girmiş olan sözcük çekimsizdir. İbranicede "cebr" sözcüğü "kul", "il" sözcüğü de "Allah" demek olduğu için, sözcük tamlama hâlinde "Allah'ın kulu" anlamına gelir. Burada "cebr" sözcüğü, "güçlü insan" manasınadır. Biz, sözcüğün Arapça olduğunu düşünüyor ve tahlilimizi birinci şıkka göre yapmış bulunuyoruz.
الجبرCEBR
İbn-i Menzur, Lisanü'l-Arab adlı eserinde "cbr" maddesine Yüce Allah'ın "Cebbar [yapılmasına karar verdiği şeyi zorla yaptıran / en iyi onarımı yapan]" adı ile başlamış ve "cebr" sözcüğünün "büyüklük, zorbalık" anlamlarını beyan ettikten sonra bu sözcüğün temeline ait bilgileri çok ayrıntılı olarak vermiştir. Bu bilgilerin özü şudur:
"Cebr", " كسرkesr" sözcüğünün karşıtıdır. "Kesr" sözcüğü "kırılmak", bunun karşıtı da "kırılmış şeyin onarılması" demektir. Meselâ hakikat manasıyla "kemiği cebretti" derler. Mecazen de "fakiri ve yetimi cebretti" derler. Böylece hakikat anlamıyla "kırılmış kemiğin sarılıp onarılması", mecaz anlamla da "fakirin zenginleştirilmesi, yetimin kimsesizlikten kurtulması" anlatılmış olur. Ayrıca kurumaya yüz tutmuş bitkinin yaprak ve çiçek açması da "cebr" sözcüğüyle ifade edilir. (Lisan ül Arab; c:2, s:14-18)
Tacü'l-Arus'ta da Lisanü'l-Arab'takiler ile paralel beyanlar vardır. (Tacü'l-Arus; c:6, s:158-162)
Kur'an terimleri üzerine muteber kaynaklardan biri olan Müfredat'ta ise Ragıb el İsfehani şu açıklamalarda bulunmuştur:
"Cebr"in aslı, bir çeşit zor kullanarak bir şeyi onarmaktır. Hükümdarlara "cebr, cebbar" denilmesinin sebebi, insanları dilediklerinde zorlamaları ya da insanların işlerini düzeltmeleri, onarmaları nedeniyledir. Matematikte "cebr", düzeltilmek istenen şeyi düzeltmek için eklenen şeydir. "Cebr" sözcüğünün mübalâğa kalıbı olan "cebbar" sözcüğü, "hak etmediği yüksek bir makam sahibi olduğunu iddia ederek kendi kusurunu kapatmaya çalışan" demektir. Bu sözcük genelde kınama amaçlı kullanılır ve İbrahim/15, Meryem/32, Maide/22, Mümin/35, Kaf/45'te örnekleri görülür. (Müfredat; s:85, 86, "cbr" mad.)
Yukarıdaki açıklamalardan, "cebr" sözcüğünün öz anlamının "onarmak, islah etmek" demek olduğu anlaşılmaktadır. Yani "cebr", "bozulmuş, kırılmış şeylerin onarılıp tekrar işe yarar hâle getirilmesi" demektir. Nitekim Tıp'ta da "ameliyat", "kırk kemiğin sarılıp bütünlenmesi", "kırık ve çıkık organa sarılan tahta" hep "cebr" sözcüğüyle ifade edilmiştir.
Buna göre Rabbimizin "Cebbar" adını "dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli" olarak açıklamak yerine, "bozuk işleri, toplumları düzelten, onaran" şeklinde açıklamak daha uygun düşmektedir.
ئيلİYL

"İyl" sözcüğü İbraniceden Arapçaya geçmiş olup her iki dilde de anlamı "Allah" demektir.
Bu durumda, "cibril - cebril" sözcüğünün Arapça ve İbranice dillerinde iki sözcükten tamlama yapılmak suretiyle meydana getirilmiş, tıpkı "Ruhü'l-Kudüs" gibi bir ifade olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarz tamlamaların Arapçada kullanılan İsrail, İsrafil, İsmail, Mikail, Azrail gibi başka örnekleri de vardır."Cibril" sözcüğünü oluşturan "cebr" ve "iyl" sözcüklerinin her ikisi de Arapça söylenecek olursa, sözcük "cibrullahi" şeklini alır. Bu sözcüğün tamlama hâlindeki anlamı da "Allah'ın onarımı" yani "vahyin kişileri ve toplumları onarması" demek olur. Bu ise "Allah'ın vahyi; canlandırması, diriltmesi" anlamına gelen "ruhullah" veya "ruhulkudüs" ifadelerinin bir başka anlatım tarzıdır. Buradan ortaya çıkan gerçek şudur: "Cibril" ile kastedilen yine vahiydir ve vahy, kişileri ve toplumları canlandırdığı gibi aynı zamanda da onarmaktadır. Başka bir ifade ile; vahyin [Kur'an ayetlerinin] bir bölümü "ruh [can]", bir bölümü de "cibr, cebr [onarım, ıslah] görevi yapmaktadır. Bu gerçeğin konumuz itibariyle ifadesi ise üç kelime ile özetlenebilir: Cebrail [Cibril] Allah'ın vahyidir.
Gerçek bu olmasına rağmen "ilkbaharın yeşilliği" anlamındaki "hızır" sözcüğü nasıl kişileştirilip hayalî bir kimliğe dönüştürüldüyse, "Allah'ın vahyi, onarımı" anlamındaki "cebrail-cibril" sözcüğü de kişileştirilmiş ve "Cebrail veya Cibril" [Vahy getiren, Kur'an'ı indiren melek]" yapılmıştır. Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce ayetle alenen çelişen bu yanlış kabule kaynak olarak ise, peygamberimizin ölümünden iki yüz sene sonra ortaya çıkmış ama peygamberimizin yaşadığı döneme ait söylentiler gösterilmiş, hatta bu söylentiler ansiklopedilere bile aktarılmıştır:
Dört büyük melekten biri. Cebrâil (a.s.)`in görevi Allah ile peygamberleri arasında elçiliktir. Allah`tan aldığı emir ve hükümleri peygamberlere bildirir. Bütün kitap ve vahiyler Cebrâil vasıtasıyla indirilmiştir. Cebrâil (a.s.) her şekle girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onu biri vahyin başlangıcında Hıra`dan Mekke`ye gelirken, diğeri Mirâc`dan dönüşte Sidretü`l-Münteha`da olmak üzere iki defa kendi aslî şekliyle görmüştür. (es-Saâtî, el-Fethu`r-Rabbânî, VIII, 5). Cebrâil (a.s.) bazan da insan kılığına girerek Rasülullah (s.a.s.)`a vahiy getirirdi. Bu durumda çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahabî olan Dıhye el-Kelbî`nin sûretinde görünürdü (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 35). Cebrâil (a.s.) İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah (s.a.s.)`a Mekke`den Kudüs`e ve oradan Sidretü`l-Münteha`ya kadar eşlik etmiştir (Buhârî, Bed`u`l-Halk 6; Salât 1) (İslâm Ansiklopedisi)
Bu söylentiler arasında, Cebrail'i beyaz bir ata binmiş, beyaz elbisesinin üzerine zırh kuşanmış, elinde oku, yayı, kılıcı ile Bedir'de Mekke müşriklerine karşı savaşırken tasvir edenler de vardır (Buhari; Kitab ül Megazi, Meleklerin Bedir'de görülmesi Babı, 4-43. Hadisler). Bu çarpıtmada İsrailiyatın da etkisinin olduğu bir gerçektir. Zira Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında "Gabriel" şeklinde bir melek kişi vardır ve "gabriel" sözcüğü de "güçlü insan" anlamındaki "geber" sözcüğü ile "tanrı" manasındaki "el" sözcüğünden oluşmuştur. Kitab-ı Mukaddes'teki Daniel; 8/ 15-26, 9/ 21-27, Tobit; 12/15, Enok; 9/1, 9, 10, 20/ 7, 40/1-9, 54/6, Luka; 1/11-20. cümlelerde bu kişiden söz edilmektedir. Ama bu konudaki çarpıtmalar söylentilerde kalmamış, Tekvir, Necm ve Şuara surelerindeki ayetler de çarpıtılmış, Kur'an'daki "Ruhülkudüs", "er-ruhülemin", "güçlü elçi" ifadeleri hep Cebrail yapılmıştır.
Kur'an'da "cebrail" olarak değil de "cibril" olarak geçen sözcük, ikisi Bakara suresinin 97. ve 98. ayetlerinde biri de Tahrim suresinin 4. ayetinde olmak üzere üç kez yer almıştır:
Bakara/ 97, 98:
97De ki: "Kim Cibrîl'e/Kur'ân'a düşmansa, öfkesinden, kıskançlığından çatlasın, gebersin. - Şüphesiz Allah Cibrîl'i/Kur'ân'ı, Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakileri/ içindekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine indirmiştir. Ki onlar işte bundan dolayı düşman kesilmişlerdir.- 98Kim ki Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibrîl'e/Kur'ân'a, Mîkâl'e/Elçi Muhammed'e düşman ise, üzüntüsünden, kahrından ölsün." –Şüphesiz işte bu yüzden, Allah da kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlere düşmandır.-

Tahrim/ 4:
4Ey Peygamber'in iki eşi, hatalarınızdan Allah'a dönerseniz sizin için iyi olur. –Çünkü kesinlikle ikinizin kalpleri kaydı; inançlarınız bozuldu, sapıklığa düştünüz.– Yok eğer Peygamber'e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, o'na mevladır; yardımcıdır, destekçidir, koruyucudur, yol göstericidir. Cibrîl/Kur'ân ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra inecek âyetler de o'na arka çıkarlar.
Bakara suresinin 97. ayetine dikkat edilirse orada "onu" ve "o" diye iki tane üçüncü şahıs zamiri vardır. Bu zamirler anlamlandırılırken maalesef genellikle "... onu [Kur'an'ı] O [Cebrail] ... indirmiştir" denilmektedir. Fakat böyle bir meal yanlıştır. Zira ayette, hatta pasajda "o" zamirinin gösterdiği "Kur'an" ya da "vahy" diye bir sözcük mevcut değildir. Bu ayet ayrı bir necm olmayıp Yahudileri tanıtan bir paragrafın ara cümlesidir. Ayetteki "onu" zamiri, ayetin kendi içindeki "cibril" sözcüğüne racidir. " فإنّهFeinnehü [bilsin ki şüphesiz O]" ifadesindeki "O" zamiri ise Allah'ı göstermektedir.
Bu ayette dikkat edilecek bir diğer husus, buradaki " نزّلnezzele" fiilinin, yukarıda sunduğumuz Nahl suresinin 102. ayetindeki "nezzele" fiilinin aksine, geçişli olarak "indirmiştir" anlamıyla çevrilmiş olmasıdır. Bunun sebebi, ayetteki " على قلبكala kalbike" ifadesinin başındaki " علىala" edatıdır. "Ala" edatı, genelde "üzerine" anlamını ifade eder. Ama Arap dilinde " بbe" edatının "ilsak [yaklaştırma, bağlama]" anlamı da çok kullanılır. Zaten dikkat edilirse tüm meallerde "kalbinin üzerine" diye değil, "kalbine" olarak verilmektedir. Ayetteki "ala" edatı "be" anlamına kullanıldığında Arapça dili kuralları gereği "lazım [geçişsiz]" fiili "müteaddi [geçişli]" hâle getirir. Burada da işte bu nedenle geçişsiz "nezzele [indi]" fiili, geçişli "enzele [indirdi]" anlamına dönüşmüştür. Bu durumun Kur'an'da onlarca örneği mevcuttur. "Nezele" fiilinin "tef'il" babından olan fiil ve mastarları incelenirse, ya lâfzen veya takdiren "harf-i cer" ile müteaddi yapıldığı, ya da sözcüğün "be" edatına gerek kalmadan kıraat farklılığı ile geçişli anlama dönüştürüldüğü görülecektir. Örneğin klâsik kaynaklarda, İsra suresinin 82. ayetindeki " ننزّلnünezzilü" sözcüğünün " نُنْزِلُnünzilü" ve " يُنْزِلُyünzilü" şeklindeki kıraatlerinin de varlığı görülmektedir. Yani İsra/82'deki "nünezzilü" ifadesi geçmişte "nünzilü" veya "yünzilü" olarak da okunmuştur. Şimdi de okunabilir. Bizim tercihimiz de bu yöndedir.
"Nezzele" fiilinin sadece geçişsiz anlamda manalandırıldığı Nahl/102. ve Şuara/194. ayetlerde değil, geçişli anlamda manalandırıldığı Bakara/97. ayette de, zamirler doğru isimlere gönderildiği takdirde görülmektedir ki, Kur'an'ın orijinal ifadesinde Cibril "indiren" değil, "indirilen"dir, yani "inen"dir.
Fakat tüm bunlara rağmen Bakara/97, Nahl/102 ve Şuara/194. ayetler çarpıtılarak Kur'an'ın "Cebrail" tarafından indirildiği anlamına gelen çeviriler yapılmıştır. Hâlbuki bu ayetlerin ön veya arkasında yer alan ayetlerde yine Kur'an'ı indirenin bizzat Allah olduğu açıklanmaktadır. Ne hikmetse, art arda gelen bu ayetlerdeki bu çelişki üstünde durulmamıştır, belki de işin farkında olunmamıştır.
SONUÇKur'an'da Kur'an'ın indirilmesi, kitabın indirilmesi, ayetlerin indirilmesi, surelerin indirilmesi, meleklerin [vahylerin] indirilmesi, hikmetin indirilmesi, Tevrat'ın indirilmesi, İncil'in indirilmesi, Furkan'ın indirilmesi ile ilgili üç yüz civarında ayet mevcuttur. Bu ayetlerin hepsinde de bunları indirenin Allah olduğu bildirilmiştir. Kur'an'ı başkasının indirdiğini bildiren hiçbir ayet yoktur, olamaz da. Çünkü Kur'an asla ve kat'iyen kendisiyle çelişmez.