"Ağaç yaprağı" ve/veya "kitap yaprağı" olarak meşhurlaşmış olan الورق[varak] sözcüğü; Arap dilbilimcilerinden Cevherî'ye göre, "gümüşlerden yapılma ve develerden meydana gelme mal varlığı"; İbn-i Sîde'ye göre, "koyun ve develerden meydana gelen mal varlığı";[ Lisânü'l-Arab; c. 9, s. 277, 280.] Râgıb'a göre, "kitap ve ağaç yaprağından başka, ağaçtaki yaprağın çokluğuna benzetilerek 'çok mal' için de varak tabiri kullanılır.[ el-Müfredât; s. 520, "Verk" mad.] Ebû Ubeyde'ye göre, "gümüş ve her türlü canlı hayvan"; Ebû Sa'îd'e göre, "basılmış gümüş" [gümüş para] anlamlarına gelmektedir.[ Tâcü'l-Arûs; c. 13, s. 476-480.]
Bu açıklamalara göre, âyetteki ورق الجنّة[varaku'l-cennet=cennet yaprağı] ifadesi, "insana haz veren para, mal, mülk ve çeşitli nimetler" anlamına gelmektedir ki Rabbimiz bunların neler olduğunu başka bir âyette bildirmiştir:
14Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır.
(Âl-i İmrân/14)
Âdem ve eşi, Kur'ân'da varaku'l-cennet olarak adlandırılmış olan "iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeyler"e dadanmışlar ve bu tarz süsleri üst üste koyarak [bütün süsleri bir araya toplayarak] üzerlerine almışlardır [yaşamlarının ayrılmaz parçası hâline getirmişlerdir].
ZEVK: الذّوق[zevk], "lezzet alma, hoşa gitme; bir şeyin tadını almak, tadına varmak, bir şeyin müptelâsı olmak" demektir. Bu şey, iyi bir şey olabileceği gibi, çirkin bir şey de olabilir. Bir şeyin tadını almak ağız yoluyla olabileceği gibi başka yollarla da olabilir. Nitekim Kur'ân'ın birçok âyetinde azabın-belanın tam içerisine düşme de zevk sözcüğüyle ifade edilir.[ Lisânü'l-Arab; c. 3, s. 535 "Zvg" mad.]
Esas anlamı bu olmasına rağmen sözcük genellikle "dil ucuyla tatma" anlamında anlaşılmaktadır. Hâlbuki esas anlamı "iliklere işleyecek ölçüde hissetmek" demektir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur'ân'da 60 kez yer almış ve "nimetlerin veya cezanın azıcık dokunup geçivermesi" olarak değil de "gerçekten, iyice yaşanması" anlamında kullanılmıştır.
Burada da Âdem ve eşinin konu edilen ağaçtan [altından, gümüşten, deveden, arpadan, buğdaydan ve hurmadan] basitçe tatmayıp onun iyice tadına vardıkları, müptelâsı [tutkunu] oldukları anlaşılmaktadır. Zaten Tâ-Hâ/121'de bu durum, zâka [tadına vardılar] sözcüğü yerine, ekele [yediler] sözcüğü ile dile getirilmiştir.
Görüldüğü gibi, âyetteki ifadeler tam anlamıyla hayatın gerçeklerini yansıtmaktadır. Âdem ve eşinin, nimetlerin tadına varınca onların esiri olmaları ve tutkuyla bağlandıkları bu nimetlerden ayrılmamak için onlara sımsıkı sarılmaları, bugün de karşılaşılabilecek manzaralardır. İğreti dünya hayatının süslerinden bir tanesini bile dışarıda bırakmadan hepsine sahip olan veya olmak isteyen, faydalandığı süsleri âdeta üzerine yapıştırıp tam anlamıyla bir süs istifçisi hâline gelen insanlar hiç de az değildir. O hâlde, Rabbimizin sözleri kesinlikle bir masal gibi algılanmamalı ve bilinmelidir ki, "kendisine ilham edilmiş fücûrun İblis'in etkisiyle dışa vurması" şeklinde ortaya çıkan çirkin insan davranışları, Âdem ve eşine kadar dayanmaktadır.
Tekâsür sûresi'nde bu hastalığın dünyayı cehenneme çevirdiğini bildiren Rabbimiz, Âdem ve eşinin davranışlarıyla dünyanın cehenneme dönüşmeye başlaması karşısında, âyetin son cümlesi ile duruma müdahale etmiştir: Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve size 'bu şeytân kesinlikle sizin için apaçık düşmandır' demedim mi?
Klâsik eserlerde ileri sürülen "yasak ağaçtan yedi de avret yerleri açığa çıktı, avret yerleri açığa çıkınca da incir yapraklarıyla onları örtmeye çalıştı" anlayışı, Kur'ân'ın ifadelerine aykırıdır. Çünkü âyetin teknik yapısı buna izin vermez. Âyete göre, Âdem ve eşi ağaçtan/maldan tadınca iki olay meydana gelmiştir: Önce çirkinlikleri [kötülükleri] ortaya çıkmış, sonra da tekasür hastalığına yakalanarak biriktirmeye başlamışlar, tadını aldıkları bütün süslerin kendilerinin olmasını istemişlerdir.
İşinin ehli uzmanların burada dikkat etmeleri gereken önemli bir nokta daha vardır: Âyetteki وطفقا [ve tafikâ] diye başlayan cümlenin önündeki bağlaç, ف[fe] değil, و[vav]dır ve vav bağlacı بدت [bedet=belli oldu] fillinin üzerine atfedilmiştir. Dolayısıyla Arap dilini bilen kişilerin âyetin bu yapısına itibar ederek safsata anlamlara kulak asmamaları gerekir.