"الدّين Din" sözcüğü üzerinde hem Arap-İslâm âlimleri hem de Mac Donald, A. Jeffery, L. Gadret gibi oryantalistler ciddî araştırmalar yapmışlar, İbranice'de ve Eski Farsça'da bu sözcüğe yazılış ve okunuş olarak benzeyen sözcükler bulmuşlardır. İbni Menzur'un Lisanü'l-Arab ve Zebidî'nin Tacü'l-Arus adlı eserlerinde, örnekleriyle açıkladıklarına göre; "دين din" sözcüğü "د dal", " ى ye" ve "ن nün" harflerinden meydana gelmiştir. "دين Deyn" sözcüğünü oluşturan harfler de aynı harflerdir. Üstelik "Deyn" sözcüğünde " ى y" harfi, cezim hâliyle bir mastar veznini korurken "دين din" sözcüğündeki "ى y" harfi harekesini kaybederek harf-i med [uzatma harfi] durumuna dönüşmüş ve böylece "دين din" sözcüğü isimleşmiştir. Bu durum "din" sözcüğünün "deyn" sözcüğünden türediğini göstermektedir.
"Deyn" sözcüğünün ilk anlamı "borç" demektir. Aslında "din" sözcüğü de başlangıçta "borç" anlamında kullanılmaktaydı. Fakat zaman içerisinde insanlar arasındaki alma-verme işlemleri kapsam olarak genişleyince, buna bağlı olarak bu ilişkileri ifade eden sözcüğün de anlamı genişlemiş ve ceza [her şeye bir karşılık verilmesi], hak-hukuk, nizam-intizam, sosyal düzen gibi kavramlar da "din" sözcüğüyle ifade edilir olmuştur.
"Din" sözcüğü, konumuz olan ayette "ceza" anlamındadır. Kısaca "karşılık" demek olan "ceza" sözcüğü, Türkçede sadece kötülüğün karşılığı olarak anlaşılmaktadır. Oysa " جزاء ceza", iyi ya da kötü, her türlü davranışın karşılığıdır. Bu ayette konu edilen ve "ceza" anlamına gelen "din" sözcüğü, ahirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını göreceği anlamını ifade etmektedir.
"Din" sözcüğünün Kur'an'da ceza/karşılık anlamında kullanıldığına Nur/25, Zariyat/6, İnfitar/9 ve Tin/7 gibi bir çok ayet örnek olarak gösterilebilir. Saffat suresinin 53. ayetinde ise sözcük yine aynı anlamda ama "مدينون medînûn" şeklinde kullanılmıştır. Ayrıca Kur'an'da geçen tüm "يوم الدّين yevmüddin [din günü]" tamlamalarının anlamı da İnfitar suresinde detayı verildiği gibi, "Karşılık günü"dür.
Aynı kökten gelen ve Yüce Allah'ın sıfatı ya da ismi olarak kullanılan "الدّيّان ed-Deyyân" da "Yapılan işlerin karşılığını veren, hesaba çeken, hiçbir ameli karşılıksız bırakmayıp hayra da şerre de karşılık veren" demektir.
"Din" sözcüğü daha sonra da istiare yoluyla ve mutlak olarak "toplumsal alış-veriş, toplumsal ilişkiler, şeriat [sosyal nizamı belirleyen ilkeler]" anlamında kullanılır olmuştur. "Şeriat" anlamında kullanılan "din" terimi, Kâfirun suresinin tahlilinde açıklanacaktır.
Ayetteki "Sen gördün mü?" hitabı, görünüşte peygamberimizedir. Ancak; Kur'an üslûbu gereği, bu hitap her çağda ve her coğrafyada geçerli olup yaşayan her akıl sahibi insanadır. Ayrıca "duydun mu?" değil de "gördün mü?" ifadesinin kullanmasının nedeni, dini yalanlayarak icraatta bulunanların bu yalanlayıcı tavırlarını fikir düzeyinde değil, toplumda eylem olarak ortaya koyduklarını belirtmek içindir. Ancak bu soru, "evet gördüm" ya da "hayır görmedim" diye cevabı beklenen bir soru değildir. Tam tersine, ortaya çıkan bir durum karşısında "teaccüb [hayret etme] hislerini ifade eden bir soru tipidir. Böyle hayret ifade eden bir soruyla başlanması, dini yani iyi-kötü her amelin mutlaka karşılığının alınacağını yalanlamanın şaşkınlık uyandıran, hayret verici, tuhaf ve enteresan bir tavır olduğunu ifade eder. Bu üslûp, muhatabını ahireti inkâr eden insanda ne gibi bir karakter meydana geleceğini düşünmeye davet etmektedir. Hatırlanacak olursa, aynı soru tipi Alak suresinde de kullanılmıştı:
11,12Hiç düşündün mü, eğer o salât eden kul, doğru yol üzerinde idiyse ya da takvâyı [Allah'ın koruması altında olmayı] emrettiyse!... 13Hiç düşündün mü, eğer salât edeni engelleyen o kişi, yalanlamış ve yüz çevirmiş ise!... 14Salâta engel olan o kişi, bilmedi mi, Allah'ın kesinlikle görmekte olduğunu?
(Alak 11-14)
KÂFİRun/6. Ayet:
6Sizin dininiz/inanç ve yaşam ilkeleriniz sadece sizin için, benim dinim/inanç ve yaşam ilkelerim de sadece benim içindir.
Bu ayette "دين din" sözcüğü, Mâûn suresinde gördüğümüz "ceza/karşılık" anlamından ayrı olarak, "toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü, yani şeriat" anlamında kullanılmıştır. Ancak bu sözcük ile kastedilen düzen, sadece Allah'ın koyduğu ilkeleri kapsayan Hakk Düzen'den ibaret olmayıp insanlar tarafından kurulan beşeri düzenleri de kapsamaktadır. Bu anlamda din, ister Hakk ister batıl olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü demektir.
İnsanların kurdukları düzenlere de din denmesinin Kur'an'daki diğer örnekleri şunlardır: Âl-i Imran 73, En'âm 70, A'râf 51, Yusuf 76, Mümin 26.
Bu durumda gerek Mekkelilerin ve Mısırlıların oluşturdukları düzenler, gerekse bugünkü toplumlarda oluşmuş bulunan kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, komünizm gibi ekonomik düzenler de birer din sayılmalıdır.
Kurallarını Allah'ın koyduğu Hakk Din ise Kur'an'da "Allah'a ait din", "E'd-Dinü'l-Hanif", "E'd-Dinü'l-Kayyim", "Muhlisine lehü'd-Din", "E'd-Dinü'l-Halis" ve "İslâm" adlarıyla yer almıştır. Dinle ilgili bu tanımlamaların kullanıldığı ayetler şunlardır:
Bakara 132, 193, 217, 256,Ankebut 65, Âl-i Imran 19, 83, Rum 30, 43,Nisa 46, 146, Lokman 32, Maide 3, 54, 57,Ahzab 5, En'âm 161, Zümer 2, 3, 11, 14, A'râf 29, Mümin 14, 65, Enfal 39, 49, 72, Şûra 13, 21, Tövbe 11, 12, 29, 33, 36, 122, Fetih 28, Yunus 22, 104, 105, Mümtehıne 8, 9, Yusuf 40, Saff 9, Nahl 52, Beyyine 5, Mâûn 1, Hacc 78, Kâfirun 6, Nur 2, Nasr 2.
Bu ayetlere dayanarak Kelâm bilginleri "Hakk Din"i şöyle tarif etmişlerdir: "Hakk Din, Yüce Allah'ın kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümlerdir."
Hakk Din ile diğer dinler arasındaki şu çok önemli farka mutlaka dikkat edilmelidir: Hakk Din dışındaki dinlerde kurallara inanmadan uymak veya kurallar karşısında pasif/edilgen kalmak mümkün iken, Hakk Din, konulmuş kurallara hem samimiyetle inanmayı hem de bu kuralları bütün gönlüyle uygulamayı emretmektedir. Böylece iman olmadan yapılan tüm ameller Hakk Din'de "taklit" ve "boşa çıkmış" olarak nitelenip kınanmakta, amele dökülmemiş iman ise "… İnandık deyince bırakılacaklarını mı sandılar?" sözleriyle amel olmadan değerlendirmeye alınmaya layık görülmemektedir. Dolayısıyla Hakk Din'de iman ile amelin birbirini tamamlayan ögeler olduğu unutulmamalı ve şu ayetler yardımıyla bu konu sık sık hatırlanmalıdır: Müminun 1-11, Enfal 2-4, Tövbe 16, 111, Saff 10, 11, İbrahim 23-25, Furkan 63-77, Bakara 103, 214, Â'l-i Imran 142, Yunus 62, 63, A'râf 156, Maide 93, Ankebut 1-7, Hucurat 14-16, Ahzab 35, 36.
Hakk Din ile diğer dinler arasındaki bir diğer fark ise diğer dinlerde konulan hükümlere uymakla zorunlu kılınan insanın Hakk Din'de tamamen özgür bırakılmasıdır:
29Ve de ki: "O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın." Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
(Kehf/ 29)
Ancak, Hakk Din'de özgür bırakılan insanların, eksilterek veya arttırarak Hakk Din'in bütünlüğünü bozma ya da tamamen değiştirme gibi bir yetkileri olmamasına karşılık, diğer dinleri istedikleri gibi değiştirmeleri mümkündür. Hakk Din'de dinin birazına inanıp birazına inanmamak veya başka dinlerle sentez yapmak suretiyle Hakk Din'i yozlaştırmak, Hakk Din'in dışına çıkmak demektir. Böyle bir durumda, Hakk Din kendisini bozmak isteyenlerle savaşılmasını emretmiştir (Bakara 193, Maide 33, Enfal 39)
Hakk Din ile diğer beşeri dinler, yasama ve yürütme açısından birbirlerinden farklıdırlar, ayrıktırlar; birleşemezler, kesişemezler. Zaten birleşmemeli ve kesişmemelidirler.
Hakk Din'in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri vardır. Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. Bu noktada Müslüman kendi dinini, Müslüman olmayan da kendi dinini/düzenini yaşamalıdır. Kimse bir diğerininkine karışmamalıdır. Fitne olmadığı sürece Müslüman, Müslüman olmayana zor kullanmamalıdır. Müslüman da İslam'ın ilkelerinin tamamını kabullenmeli, saf dinine yapay dinlerin ilkelerinden karıştırmamalıdır. Hak Din'deki herhangi bir ilkenin yerine yapay dinlerden bir ilke benimsenmesi, Rabbimizin Bakara suresinin 85. ayetindeki beyanı gereği, KÂFİRliktir. Herkesin mertçe, sonucuna katlanmak kaydıyla mümin veya kâfir olma özgürlüğü vardır.
Bu surede kimliklerin netleşmesi, ayrışması, vurgu üzerine vurgu yapılarak emredilmektedir.
Kur'an'ın din anlayışıyla ilgili olarak birçok araştırma ve çalışma yapılmıştır. Bu konuda daha fazla detay için bu tür eserlere başvurulabilir.