Bu tamlama hem mekân zarfı hem de sıfat olarak kullanıldığı için, Türkçeye en uygun ifadeyle "alçakların en alçağı" şeklinde çevrilebilir. Çünkü "alçak" sözcüğü, hem sıfat olarak imansız insanın bir niteliğini dile getirmekte, hem de mekân zarfı olarak bir mekânın en altı anlamına gelmektedir. [ (Lisanü'l-Arab, cilt 4, sf. 604, sefl mad.)]
Eski tefsircilerin bir kısmı bu tamlamayı "cehennem" olarak anlamışlardır. Ne var ki, tamlamanın kasem cümlesinin içinde yer alması, kasem cümlesindeki tez ve kanıtların da bu dünyaya ait olması gerektiği gibi nedenlerle "esfel-i safilin" ifadesinin cehennemdeki ileri derecedeki rezillik olarak anlaşılması isabetli olmaz.
Bazıları da Hacc suresinin 5. ve Ya Sin suresinin 68. ayetlerini delil göstermek suretiyle, "esfel-i safilin" ifadesini "erzel-i ömür [yaşlılıktaki düşkünlük]" olarak anlamışlardır:
5Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
(Hacc/ 5)

68Ve Biz kime uzun ömür verirsek, oluşturuluşta onu tersine çeviririz/ tepesi üstü dikeriz. Buna rağmen hâlâ akıllanmayacaklar mı?
(Ya Sin/ 68)
"Esfel-i safilin" tamlamasını "erzel-i ömür" olarak anlayanların delil olarak getirdikleri ayetlere bakıldığında, "erzel-i ömr"ün iyisiyle kötüsüyle, peygamberiyle peygamber düşmanlarıyla, herkesin mukadderatı olduğu görülür. Oysa konumuz olan "esfel-i safilin", sadece imansız ve amelsizlere has bir konumu ifade etmektedir. Dolayısıyla eskilerin her iki görüşü de bize göre doğru değildir.
Dikkat edilirse, 5. ve 6. ayetler aslında tek bir cümle olup 6. ayetteki istisna 5. ayetten yapılmıştır. Buna göre, iki ayetten oluşan cümle şu şekilde takdir edilebilir: "Biz, en mükemmel biçimde yaratılmış olan insanların iman eden ve salihatı işleyenlerini saygın, onurlu [cennetlik], diğerlerini ise alçağın alçağı yaptık. Buna da peygamber gönderdiğimiz yörelerin halkı tanıktır, kanıttır."
Buradaki "esfel-i safilin" [alçakların alçağı, aşağıların aşağısı, aşağılıkların aşağılığı] ifadesi, Rabbimiz tarafından farklı ayetlerde tefsir ve tebyin edilmiştir:
179Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir.
(A'râf/ 179)
43Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü/hiç düşündün mü? Peki, onun üzerine sen mi vekil oluyorsun?
44Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar/şaşkındırlar/aşağıdırlar.
(Furkan/ 43, 44)
50Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık [şaşkın, aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez.
(Kasas/ 50)

26Ve andolsun ki Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık; size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular vermiştik. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir yarar sağlamadı/ kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi.
(Ahkâf/ 26)
Kur'an ayetlerinden yola çıkarak "Esfel-i safilin" nitelendirmesinden ne anladığımızı şöyle özetleyebiliriz:
İnsan "ahsen-i takvim" üzerine yaratılmıştır. Ne var ki, yaratılışındaki bu fiziki ve psikolojik özellikleri kötü yolda kullanır da iman etmez, salihatı işlemez ve aklını kullanmaz; tam tersine, hevasını ilâh edinir, hırsa kapılır, tamah eder, bencillik yapar, şehvete düşer, tekasür hastalığına yakalanır, büyüklenir, istiğna, tuğyan ve yalanlama cihetine giderse, aşağılıkların en aşağılığı durumuna gelir. Bu tür insanlar, kalplerine, kulaklarına damga basılıp gözlerine perde çekilmek suretiyle hayvandan beter duruma getirileceklerdir. Bu duruma gelen insan görünümlü varlıkların neler yapabildikleri, görmek isteyenler için meydandadır: Bu kan emiciler, edindikleri ilâhlar uğruna doğayı katlederek insan, hayvan, bitki, milyonlarca canlının yaşam hakkını yok sayarlar. Hemcinslerinin kanlarını son damlasına kadar emerek kendi soylarını yok ederler. Öyle ki, kendi hırs ve tutkularını tatmin uğruna hemcinslerine ve diğer canlı türlerine katliam düzeyinde şiddet uygularlar. Açlıklarını giderme zorunluluğu duymadıkça başka canlılara zarar vermeyen vahşî hayvanların yapmadığını bile yaparak zulmün şahikasına erişirler. İşte, Rabbimizin, aşağılıklar aşağısı, alçaklar alçağı olabileceğini bildirdiği imansız, ahireti yalanlayan insanın rezillik kompozisyonu budur.