" الحقّ Hakk" sözcüğünün esas anlamı "uygunluk ve denklik" demektir. Aynı zamanda Allah'ın bir sıfatı olan "Hakk" sözcüğü, esas anlamından hareket edilerek "batıl olmayan, yerine getirilen hüküm, adalet, varlığı sabit olan, doğruluk, gerçeklik, İslâm, mal-mülk, pay, vacip, sadık, yaraşır, kesin şey" anlamlarında da kullanılmıştır.
Bu ikincil anlamlar bir ana eksen etrafında toplanacak olursa, "Hakk" kavramı şu şekilde tanımlanabilir: "Sabit ve aklın inkâr edemeyeceği derecede gerçek olan şey." Bu şey aynı zamanda "doğrudur", "isabetlidir", "maksada uygundur", "arzu edilene denk düşendir."
Anlam sahası geniş olan bu sesteş sözcük Kur'an'da " الحقّ el-Hakk" olarak 227, " حقّا Hakkan" olarak 17, " حقّه Hakkahu" olarak da 3 olmak üzere toplam 247 kez yer almıştır.
Âyetlerde işaret edilen "Hakk", bize göre, "gerçek iman"dır. Zann ile iman edilemeyeceği için, insanlar Rabblerinden gelen hidayet ile "zann"dan "yakin"e [hakka, kesin bilgiye] ulaşmalıdırlar. Rabbimizin hidayeti ise peygamberine indirdiği Kur'an ve bizlere bahşettiği aklıselimden [sağduyudan] başka bir şey değildir.
Her an ve her yerde gerçek ve değişmez olarak bulunan Allah, gerçek Hakk'dır. O'ndan gelen vahyler de "hakk"tır. O'nun gönderdiği peygamberler de "hakk"tır. O'nun gönderdiği din [İslâm], dinin bütün hükümleri [Kur'an] ve dinin haberleri [Kur'an'daki haberler, ölüm, kıyamet, mahşer, cennet, cehennem…] de "hakk"tır.
"Hakk" kavramının, "Allah'ın hakkı", "insanların hakkı", veya "Allah'ın ve insanların müşterek hakkı" gibi bizzat Rabbimiz tarafından belirlenmiş değişik şekilleri de vardır. Ancak bu ayette geçen "hakk", kavramın iman boyutu ile alâkalıdır.
"Hakkın tavsiyeleşilmesi" deyimi, kavramın toplumsal boyutta da ele alınması gerektiğini, yani kişileri ilgilendirdiği kadar toplumu da ilgilendirdiğini ifade etmektedir. Toplumsal açıdan ele alındığında ise müminlerden oluşan toplumun sürekli bir duyarlılıkla, hakka karşı batılın yayılmasına seyirci kalmaması anlamına gelir. Batıl, hakka göre temelsiz, boş, gerçek olmayan, uymayan, geçersiz demektir. Yani toplumdaki her fert, hakkı, doğruluğu, adaleti sadece kendisi yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Bu tavsiye bir zorunluluktur. Çünkü hakka sarılmak zordur; nefsin arzuları, menfaatler, azgınların zulmü, zalimlerin adaletsizliği, kendisine batılı örnek almış insanların baskısı, cehalet gibi birçok husus hakka sarılmaya engel teşkil etmektedir.
Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve koyduğu yasaklardan kaçınmakla birinci derecede kendi nefsinden sorumlu olan Müslüman, bu ayetle "neme lâzımcılık" ruhunu, "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" zihniyetini terk etmeye çağırılmaktadır.
Müslüman, başta aile fertleri olmak üzere çevresindeki diğer insanlar arasında da hakkın uygulanması ve batılın engellenmesi için var gücü ile çalışacaktır. İnsanlar hakkı birbirlerine tavsiye edecekler, hatırlatacaklar ve birbirlerini bu yolda teşvik edeceklerdir. Böylece gaye ve hedef birliği sağlanacak, bireylerin akıllarına, her türlü koşulda sorumlulukta ortak olunduğu bilinci yerleşecektir. Bu davranışların yaygınlaşması sonucunda kişisel gayretler birleşip toplumsal gayrete dönüşecek, bu davranışlarda bulunan bireylerden oluşan toplum da her alanda güçlü hâle gelecektir. Zaten hakkın kendisi olan dinimiz de bizlerden birbirine bağlı, birbirini destekleyen, birbiriyle yardımlaşan ve birbirine doğru tavsiyelerde bulunan bir toplum olmamızı istemektedir. Eğer bir toplumda bu ruh yoksa o toplum hüsrandan/zarardan kurtulamaz. Çünkü bir toplumu ahlâkî düşüş ve çöküşten korumak ancak bu şekilde mümkündür.
Müslümanların birbirlerine hakkı tavsiye etmeleri bir zarurettir. Hakkı tavsiye etmek demek, hakkı her zaman başkalarına hatırlatmak, başkalarını hakka uygun davranmaları için teşvik etmek, hakka uygunluğu toplumda ortak amaç hâline getirmek demektir. Hakkı birbirine tavsiye eden bireylerden oluşmuş bir toplum, ortak sorumluluk bilinci gelişmiş bir toplum olduğundan, pek çok sorununu bu sayede aşmış bir toplumdur. Çünkü toplumdaki her birey bilir ve görür ki, hakkın bekçisi sadece kendisi değildir. Böyle bir toplumda kişisel amaçlar birleşerek hakkı yaşamak ve yaşatmak hedefine yönelmiştir. Bireyler, böyle bir toplumun mensubu oldukları için asla mahcup olmazlar, aksine kıvanç duyarlar. Zaten hakkın kendisi olan bu din de ancak birbirine bağlı, birbirini destekleyen, birbiriyle yardımlaşan ve birbirine tavsiyelerde bulunan bireylerin bekçiliği altında yaşanabilir.
Bu ayetler aslında dehşetli bir tehdidi işaret etmektedir. Bu, eğer önerilenler yapılmazsa tüm insanlığın hüsrana [kayba-zarara] uğrayacağı tehdididir. Ne var ki, doğru yolu öğreten Rabbimiz bizi tehdit ettiği felâketten nasıl kurtulabileceğimizi de göstermiş ve bize hakkı tavsiyeleşmemizi önermiştir.
Son olarak, bu konuda şu husus asla akıllardan çıkarılmamalıdır: Kişisel olarak "hakk" üzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalmaları hâlinde kendileri de "hakk" üzerinde kalamazlar. Bunun doğal sonucu olarak da hüsrandan [kayıptan-zarardan] kurtulamazlar.