" خلافةHilâfet" sözcüğünün; "Allah'ın yeryüzündeki temsilciliği, vekilliği" olarak anlaşılması ve "halife"nin de; "Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi, vekili", bir başka ifade ile de "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi"(!) sayılması sonucunda, bu sözcükler öz anlamları dışında kavramlaşmış ve sözcüklerin anlamları konusunda "bilenler" arasında bile ayrılıklar oluşmuştur.
Üzerinde ciltler dolusu kitaplar yazılmış olan "halife" ve "hilâfet" kavramları kimileri tarafından suistimal edilerek sömürü konusu yapılmış ve tarihteki birçok kanlı olay da bu kavramlar yüzünden meydana gelmiştir.
"Halife" ve "hilâfet" sözcüklerinin, sözcük anlamları dışında kullanılmasının ve kabulünün en önemli sonucu ise Müslümanlar arasında kendisini göstermiş, her zamanki gibi yine yanlış inançlar; hurafeler ortaya çıkmıştır. İşte bu sebeple sözcüklerin Kur'an'daki kullanımlarının iyice araştırılması ve anlamlarının doğru bir şekilde anlaşılması gereği vardır ve bu yazımız ile sözcüklerin Kur'an'daki konumu gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.
"Halife" sözcüğü, "arka" demek olan "hlf" kökünden ism-i fail kalıbında bir sözcüktür. Aslı "hilâfetün" olan sözcüğün sonundaki "t" harfi mübalâğa için olup, sözcük halk arasında "halife" şekline dönüşmüştür ve "halifeh" diye okunur. Sözcüğün anlamı da; "arkadan gelen" yani "zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçen" demektir. Örneğin bir ülkenin 16. başkanı, 15. başkanının halifesidir. Keza bir kurumun mevcut yöneticisi, kendisinden evvelki yöneticinin halifesidir. Türkçe'deki "kalfa sözcüğü de "halife" sözcüğünün değişime uğramış bir biçimidir.
"Hilâfet" sözcüğü ise; "zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçmek" demektir.
"Halife" sözcüğü tekil olarak Kur'an'da iki kez yer alırken, çoğulu olan "hulefa" ve "halaif" sözcükleri yedi kez yer almıştır. Konumuz olan "halife" sözcüğünün iyi anlaşılması için, önce sözcüğün çoğul olarak geçtiği ayetlere bakmakta yarar vardır:
Görüldüğü gibi bu ayetlerde yer alan "halifeler" sözcüklerinin hepsi de; "arkadan gelip eskilerin yerini alanlar" manasındadır. Yani, bütün "halifeler" sözcükleri, sözcük anlamı ile kullanılmış olup, hiçbiri "yeryüzünde Allah'ın yerini alan, O'na vekâlet eden, O'nun adına hareket eden" anlamında değildir.Yukarıdaki ayetler haricinde bir de "half" kökünün "istif'al" kalıbıyla kullanıldığı ayetler vardır ki, bu ayetlerdeki sözcükler de yine "halef, halife bırakmak, birisini başkasının yerine geçirmek" anlamındadır:
Gerek "halifeler" sözcüğünün geçtiği ayetlerde gerekse "half" sözcüğünün istif'al kalıbında olanlarının geçtiği ayetlerde "hilâfet"; "kendinden evvelkinin yerine geçmek" anlamına gelmektedir. Yani bütün bu ayetlerde halifeliği konu edilen kişi veya toplumlar, hep başka kişilerin veya yok edilmiş toplumların yerini almışlar, ama hiç Allah'ın halifesi, temsilcisi, vekili olmamışlardır.
"Halife" şeklinde tekil hâliyle Kur'an'da sadece iki kez yer alan sözcüklerin ilki, iniş sırasına göre Sad suresinde geçmektedir:
Sad; 26:
26Ey Dâvûd! Gerçekten Biz/biz seni bu yerde eski yöneticinin yerine yönetici yaptık. O hâlde insanlar arasında hak aracılığıyla, haksızlık ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla. Keyfe, arzuya uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Kesinlikle Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır.
Acaba bu ayette halife yapıldığı söylenen Davud peygamber Allah'ın yerini mi almış, O'nun yerine mi halife olmuştur? Tabiî ki bu sorunun cevabı "Hayır!" olmalıdır. Çünkü hem Kur'an hem de tarihî bilgiler bize Davud peygamberin, İsrailoğullarının o günkü yöneticisi olan Talut'un yerini aldığını bildirmektedir. Kitab-ı Mukaddes ve İbranî tarihinde ise Davud peygamberin yönetimi, bir söylentiye göre kayınpederi olan Saul'den aldığı bilgisi yer almaktadır. Yani, Davud peygamber Allah'ın halifesi değildir, yeryüzünde O'nun yerini almamıştır; Talut'un (veya Saul) ölümü üzerine onun yerine İsrailoğullarının kralı olmuştur.
Kur'an'da yer alan "halife" sözcüklerinin ikincisi Bakara suresindedir:
Bakara; 30:
30Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, "Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım" demişti. Doğadaki güçler, "Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz" demişlerdi. Senin Rabbin, "Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim" demişti.
Bu ayette, birçoklarının anladığı gibi, insanın ilk yaratılışı değil, halife yapılışı anlatılmaktadır. Çünkü insanın halife yapılışı, "takdir etmek, biçim vermek, yaratmak" anlamındaki "halk" fiiliyle değil, "bir hâlden başka bir hâle dönüştürmek" anlamındaki "ca'l" fiiliyle anlatılmıştır. Ayrıca ayetten, halife kılınacak olanın, daha önce yaratılmış melekler tarafından tanınıp bilindiği anlaşılmaktadır ki, bu husus da ayetin ilk yaratılışı anlatmadığını göstermektedir.
Bakara suresinin 30. ayetindeki halifenin kimliği, Sad suresinde halife kılınan Davud peygamber gibi açıkça belirtilmemesine rağmen, bir sonraki ayette Allah'ın Âdem'e isimleri, yani konuşmanın temeli olan kelimeleri öğrettiği ve bunları meleklerin bilmeyip Âdem'in bildiği, onun için hali feliğe ehil olduğu anlatıldığından, halife yapılanın, insan olduğu anlaşıl maktadır. Ama buradaki "insan halife"nin kime halife kılındığı belli değildir.
Bir insanın; Âdem'in veya Davud'un Allah'tan sonra gelip O'nun yerine geçmesi söz konusu edilemeyeceğine göre bu ayetteki halifenin kime halife kılındığı düşünülmelidir, araştırılmalıdır.
Bu noktada, Rabbimizin geçmişte birçok kavimleri yok edip onların arkasından yenilerini getirdiği; halifeler kıldığı ve gelecekte de dilediği takdirde toplumları yok edip onların yerine yenilerini getireceği; halife kılacağı yolundaki mesajlarını hatırlamakta yarar vardır. Bu mesajlardan; bizim bildiğimiz insan türünden başka varlıkların daha evvel yeryüzüne hâkim oldukları, o dönemde insan denen ve kan döküp fesat çıkaran varlıkların da bilgilendirilmemiş hâlde mevcut oldukları, Yüce Allah'ın hâkim olanları ortadan kaldırmasından sonra onların arkasından kan döküp fesat çıkaran insanoğlunun yeryüzüne halife kılındığı, daha sonra da bu kan döküp fesat çıkaranların Allah'ın lütfu ile bilgilendirilmeleri sayesinde, yani kendilerine ruh üfürülmesi (vahy gönderilmesi) sayesinde erdemli bir konuma geldikleri anlaşılmaktadır. Fakat, insanoğlunun kimlerin ya da nelerin halefleri olduğu, başka bir söyleyişle insanoğlunun seleflerinin kimler ya da neler olduğu ise bu mesajlardan anlaşılamamaktadır. Bunların ne tür yaratıklar olduğu belki ilerideki zamanlar içinde anlaşılacaktır.
Sonuç olarak, "halife" ve "hilâfet" sözcükleri Kur'an'da işte bu şekilde yer almıştır. Dolayısıyla Kur'an'ın bahsettiği "halife", bugün herkesin anladığı gibi siyasî anlamdaki "halife" değildir. Hele (hâşâ) birilerinin zannettiği gibi yeryüzünü adaletle yönetmede Allah'ın temsilcisi anlamındaki halife; "Halife-i rûy-u zemin" hiç değildir. (Yavuz Sultan Selim'den sonraki Osmanlı padişahlarına "Halife-i rûy-u zemin" denirdi.)