İBADET (KULLUK) العبادة
" عبادة İbadet" sözcüğü, dilimize fonetik olarak Arapça orijinaliyle girmesine rağmen kök anlamı olan "kulluk, kölelik etme" konusundaki insanın tarz ve tavrıyla ilgili asıl anlamını büyük oranda kaybetmiş ve sadece bir takım ritüel, ayin ve davranışlar için kullanılan bir kavram haline dönüşmüştür.
"A-be-de" kök fiilinin mastarı olan "ibadet" sözcüğü, "kulluk yapmak, kölelik etmek" anlamına gelir. Bu anlamlar bir insanın kayıtsız şartsız teslim olmasını, itaat etmesini, boyun eğmesini ifade eder.
"İbadet"in dinî terim olarak anlamı ise; "kulun sahibine/yaratanına karşı, sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi" demektir.
Her şeyin yaratıcısı olan Allah, yarattığı kulları için belirlediği davranış ve yaşam tarzını kullarına çeşitli şekillerde bildirmiş ve en son olarak bütün bu bildirileri Kur'an'da toplamıştır.
Bu gerçekler ışığı altında "ibadet", Allah tarafından bir talimatname [Kur'an] ile kullara bildirilen görevlerin kullar tarafından kayıtsız şartsız itaat edilerek ve teslimiyet gösterilerek [boyun eğilerek] yerine getirilmesidir.
Öyleyse "ibadet", halk arasında yaygınlaştığı gibi sadece üç-beş ameli yapmaktan ibaret değildir. İbadet, Allah'ın kulluk talimatnamesinde vermiş olduğu görevlerin tümünü yapmaktır, hepsini uygulamaktır. Bu durumda kulların ilk görevleri arasında okumak, yazmak, temiz olmak, çevredekileri uyarmak, yetimleri himaye etmek, yetimlerin mallarını yememek, daima helal kazanıp-yemek, marufu emredip münkerden nehyetmek [toplumda aktif olup iyi ve güzeli emretmek, kötülüklere de engel olmak], doğru, dürüst ve güvenilir olmak, ölçü ve tartıda hile yapmamak, rüşvet almamak-vermemek, zina ve fuhuştan uzak durmak gibi görevler sayılabilir.
Hâl böyleyken, Allah'ın vermiş olduğu görevlerin yüzlercesini arka plâna atıp halk arasında sloganlaşan şekliyle "İslâm'ın şartı beştir" gibi kabullere sarılmak doğru bir İslâm algısı değildir. Çünkü kulluk talimatnamesi olan Kur'an'daki her emir ve yasak, her öğüt ve öneri birinci derecede önemli ve birbirleriyle eş değerde olan görevlerdir. İslâm dininde sloganlaşmış herhangi bir şart ve kabul olmayıp İslâm'ın tek şartı Allah'a teslim olmaktır. Allah'a teslim olmak ise, O'nun gönderdiği kulluk talimatnamesindeki görevlerin tümünü, emirlerini, yasaklarını, önerilerini aynen kabul edip uygulamaktır.
İbadet [kulluk] etmenin amacı sosyal bir varlık olan insanı olgunlaştırmak; böylece bilgilendirilmiş, eğitilmiş, olgunlaşmış ve aşırılıklarından arındırılmış insanlarla toplumda huzur ve barışı temin etmektir. İnsan denen varlık, "zalim, cahil, nankör, zayıf, cimri, aciz, hırslı, huysuz, şehvet ve mal düşkünü, egoist, tembel, vahşî, sadist" gibi fıtri özelliklere sahip olarak yaratılmıştır (İbrahim 34, Hud 9, 10, İsra 67, 100, Nahl 4, Rum 54, Fussılet 49, Mearic 19, Adiyat 6, Âl-i Imran 14). Bu fıtri özellikleri onun başkalarının hak ve hukukuna tecavüz etmesine, toplumda zulmün, fesadın, kavganın oluşmasına, dolayısıyla da barışın bozulmasına neden olmaktadır. Yüce Allah insanın bu olumsuz özelliklerini ortadan kaldırıp onun "âlim, adil, vefakâr, güçlü, cömert, erdemli, iffetli, paylaşımcı, barışsever" birisi olmasını sağlamak ve onu kendisine, ailesine ve toplumuna yararlı bir birey haline getirmek için ona ibadet/kulluk görevi vermiştir. Bu görevlerin Allah'a herhangi bir yarar veya zararı yoktur. O'nun insanların yapacağı bu kulluğa ihtiyacı da yoktur. Verilmiş bu görevler insanların kendi iyiliklerine ve mutluluklarına yöneliktir.
İbadet/kulluk görevinin özü bu olmasına rağmen uygulamada çok sapmalar olmuş, Yüce Allah da ibadetin özü hakkındaki bu sapmaları Kur'an'da belirterek insanların dikkatini çekmiştir. İbadet hakkındaki sapmalar meleklerin, peygamberlerin, cinlerin, evliyaların veya Allah'tan başka herhangi bir varlığın sahte ilâhlar edinilip Allah'a ortak koşulması şeklinde ortaya çıktığı gibi, hevâ, para, kadın, makam, mevki, ideoloji gibi tağutların farkında olarak ya da olmayarak yedek ilâh edinilmesi şeklinde de ortaya çıkmıştır. Geçmişte böyle olduğu gibi, bugün de böyledir.
Şu bir gerçek ki, bireysel ve toplumsal hayatın sağlıklı sürdürülmesi için ortada belirli kurallar ve prensipler olmalıdır. Aksi halde kargaşa meydana gelir. Bu kurallar ve prensipler insanlar tarafından konulacak olursa, insanın yukarıda bahsedilen negatif özellikleri ve zaafları nedeniyle kusursuz bir ana kural, mükemmel bir sistem konulamaz. Bu da topluma sağlam, kusursuz bir yaşama rejimi oturtulamayacağı anlamına gelir. İnsan denen varlık yetkisini daima kendi çıkarı doğrultusunda kullanarak başkalarını ezme, zulmetme, sömürme gibi toplumsal barışı bozacak eylemlerde bulunur. Ama Allah, ezelden ebede her şeyi en iyi bilen ve en iyi gören olduğuna göre, kulları arasında hiçbir ayırım ve kayırma yapmayacağına göre, kullarından herhangi bir çıkarı olmayacağına göre, her türlü noksanlıktan münezzeh olduğuna göre, O'nun koyacağı kurallar ve prensipler hem mükemmel hem de evrensel olur. Onun içindir ki, kullarının yapacağı görevleri/ibadetleri bizzat kendisi belirlemiş ve peygamberleri aracılığı ile insanlara bildirmiştir.
İnsanların belirli kişilere, güçlere, ideolojilere, otoritelere gösterdikleri mutlak itaat ve teslimiyet bu kapsamdadır. Müminûn suresinin 45-47. ayetlerinde anlatılan Firavun ile İsrail oğulları arasındaki ilişki de bu anlamı teyit eder niteliktedir.:
45,46Sonra da Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik/elçi yaptık. Bunun üzerine kendilerinin büyüklüğüne inandılar ve ululuk taslayan bir toplum oldular.
47Sonra da: "Bu ikisinin toplumları bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız?" dediler.
فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ ﴿ ٤٧ ﴾
48Böylece ikisini yalanladılar da onlar, değişime/ yıkıma uğrayanlardan oldular.
49Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya onlar kılavuzlandıkları doğru yola girsinler diye o kitabı verdik.
Bu ayetlerde, Musa ve Harun peygamberlerin Firavun ve ileri gelenlerini uyarmak için elçi gönderilişleri, Firavun ve ekibinin bu iki elçiye karşı ortaya koydukları küstah ve müstekbirce tavır nakledilmektedir. Firavun ve ileri gelen kadrosu iki elçiye "Bu ikisinin kavimleri bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız" diye karşı çıkmış, bu kibir ve küstahlıkları yüzünden Allah'ın helak etme cezasına uğramışlardır.
Kur'an'dan öğrendiğimize göre, Firavun kendisini toplumunun ilahı ve rabbi olarak görüyor, İsrailoğulları'nı sosyal statü, hukuk ve ekonomik açılardan kul olarak kullanıyordu.
Kısacası ibadet, kulun sahibine/yaratanına itaat etmesi, sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabul edip yerine getirmesi demektir. Allah Kur'an adındaki talimatnameyle kullarına bir takım görevler bildirmiş ve bu görevlerin kayıtsız şartsız bir itaat ve teslimiyet içinde yerine getirilmesini istemiştir. Seçtiği peygamber, bir usta, bir öğretmen gibi verilen görevleri önce kendisi uygulamış, sonra diğer insanlara öğreterek nasıl uygulanacağını bizzat göstermiştir.
İbadetin sadece Allah'a yapılması gerektiği Kur'an'da tekrar tekrar vurgulanmış, peygamber bile olsa Allah'tan başkasına yapılacak ibadetin şirk olacağı belirtilmiştir.