المَهر [mehr] sözcüğüyle aynı kökten gelen مهارة[mahâret/beceriklilik] ve ماهر [mâhir/becerikli-uzman] sözcükleri yaygın olarak kullanılmaktadır.
المهر[mehr] sözcüğünün esas anlamı, "yüzmek"tir. [ Lisân, "Mhr" mad.] Buradan hareketle ve sözcüğün yaygın olan "beceriklilik" anlamı da dikkate alındığında mehr sözcüğünün, "işini yüzdürmek, her işi becerebilmek" veya "işi garantiye almak" anlamına geldiği söylenebilir.
Asıl anlamı bu olmakla birlikte mehr sözcüğü, "evlilik esnasında kocası tarafından kadına ödenen para ya da mal" anlamında kullanılır olmuştur. Fakat, sözcük Kur'ân'da bu anlamıyla kullanılmaz, "evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para" için Kur'ân, الصّدقة [saduqa], فريضة[farîza], اوجور[ucûr], sözcüklerini kullanır.
الصدقة[saduqa] sözcüğü, ص د ق[sdq/doğru söylemek] kökünden gelir. Dolayısıyla sözcüğün, "doğru söylemek" anlamı esas alınırsa, "evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para"yı ifade eden saduqa sözcüğünün Kur'ân'da, "geçimin sağlanacağına sadakat/doğru söz ile verilen güvence" anlamında kullanıldığı anlaşılır.
"Evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para" –ki "mehir" ismiyle yaygınlık kazanmıştır– için bazı âyetlerde, أجر [ecr/ücret; bir şeyin karşılığı] kelimesi kullanılır. Bunun da, "kadının onurundan feda ettiklerinin karşılığı" olarak anlaşılması mümkündür.
Aslında, evlenecek erkeğin kıza-kız tarafına para veya mal vermesi geleneği, değişik din ve kültürlerde bilinmekte ve bu uygulamanın geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu, değişik kültürlerde "başlık parası", "mohar", "drahoma", "kalın", "ağırlık", "namzetlik akçesi" gibi isimlerle anılmıştır. Bunun Kur'ân'daki örneği, Mûsâ peygamberin Medyen'deki evliliğidir:
27Kızların babası dedi ki: "Sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın."
28Mûsâ, "Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]" dedi.
(Kasas/27-28)
Mûsâ Reuel'in yanında kalmayı kabul etti. Reuel de kızı Sippora'yı o'nunla evlendirdi. [ Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 2:21.]
Bu geleneğin İslâm'a kadarki uygulamalarında dikkat çeken husus, yapılan ödemelerin daima kızın ailesine yapılmasıdır. Nitekim İslâm öncesi Araplarda da mevcut olan uygulamada da mehir, kıza değil, kızın ailesine verilirdi. İslâm'da ise mehir, evlenecek kadının bizzat kendisine verilir; verilen mal ya da para bizzat kadına ait olur.
KUR'ÂN'DA MEHİR
Kur'ân'da mehirin konu edildiği âyetler:
Bakara/236-237, Nisâ/4,23-25, Mâide/5, Ahzâb/50.
Yukarıdaki âyetlerden açıkça anlaşılacağı üzere Kur'ân'da konu edilen mehir, diğer din ve kültürdeki "başlık", "mahor", "drahoma"ya benzememektedir.
Mehir konusunun doğru anlaşılabilmesi için, İslâm dininin kadına bakışının iyi bilinmesi gerekir:
• Kadın, beden ve cesaret yönünden erkeğe göre zayıf, cinsel organ yönünden savunmasız (Nisâ/34) olmakla birlikte, öz benlik olarak erkekten farklı değildir. Çünkü öz benliğin cinsiyeti yoktur. Herkesin öz benliğinin iyi ve kötü tarafları, kişilerin özgür iradeleri ile oluşmuş inanç ve amelleri sonucu ortaya çıkar. Diğer taraftan ise kadın, şefkat, merhamet, eğiticilik, öğreticilik gibi hissî konularda erkekten daha güçlüdür.
• Kadın tarladır, kültürdür (Bakara/223). Toplumların, maddî ve manevî varlıklarını sürdürmeleri kadına bağlıdır.
• Kadınların geçimleri, erkekler üzerine yüklenmiştir. Böylece kadınların dağ-taş geçim temini peşinde koşmaları ve tek başlarına seyahate çıkmaları neticesinde taciz ve tecavüze uğrama riski ve istismar edilme olasılığı ortadan kaldırılmıştır.
(Nisâ/34)
• Kadının dul kalması hâlinde hemen evlenmesine izin verilmemiş, "iddet" kuralı getirilmiştir. (Bakara/228, Ahzâb/49, Talâk/4)
Bütün bu hususlar dikkate alındığında, İslâm dinindeki mehirin mahiyeti daha iyi anlaşılır. Kur'ân'a göre mehir; kadının "geçim sigortası"dır. Bu kural, kadının zayıflığından değil, –kadının sosyal ve kültürel yönden önemine binaen– korunması gerektiğindendir. Dul kalması durumunda "iddet" süresince geçinebileceği bir mal ya da paranın kadına verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, yuvasından uzaklaşıp sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Böylece kadın, taciz ve tecavüz riskinden uzak olacaktır. Kısacası Allah, kadını onurlandırmak, korumak ve mağduriyetini engellemek için ona mehir verilmesini emretmiştir.
Kur'ân'da mehirin miktarı belirlenmemiş; özüne uygun olarak her çağda, o çağın şartlarına uygun olarak belirlenmesi için toplumlara bırakılmıştır.
Mehirin amacı kadını himâye etmek olduğuna göre, ideal olanın; ekonomik açıdan kadının kocasına muhtaç olmayacak ölçüde ve sosyal açıdan özgüvene sahip nitelikte yetiştirilmesinin gerektiği ortaya çıkar. Nitekim Allah kocalara, Ve o kadınlara [yetimlerin kadınlarına] mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri ondan [alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz (Nisâ/4) ve Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır (Nisâ/25) buyurmuş ve ancak mehire muhtaç olmayan kadınların mehiri kocalarına bağışlamalarına izin vermiştir.
Yetim hukukunun konu edildiği pasajın 7. âyetinde, yetimlere erkek-kız ayırımı yapılmadan mirasta eşit pay verilmesi emredilmektedir. (Yetimlik çağını geçen erkek ve kız çocuklarının hükmü ayrı olup, 11. âyette yer almaktadır.)