Allah'ın güzel isimlerinden biri olan " الملكMelik", "hükümdar, kral" demektir. "Melik" sözcüğü, " م ل كMe-Le-Ke" fiilinden türemiştir. "Me-le-ke", "malik ve sahip olmak [yönetim gücü]" demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve malik anlamında "melik, malik, melîk" kelimeleri kullanılır. Mastarı olan "mülk" veya "milk", sahip olunan ve üzerinde tasarrufta bulunulan şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta bulunmayı da ifade eder. Bu tasarruf öncelikle insanlar, daha sonra da mallar üzerindeki tasarruftur. Nitekim Yüce Allah için "İnsanların Meliki" denilirken, O'nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir.
Melik ya da malik olma, malik olunan şey üzerinde istenildiği gibi tasarrufta bulunmayı gerektirir. Bu anlamda, mutlak melik ancak ve ancak Allah'tır; çünkü Kur'an'da mülkün yalnızca Allah'a ait olduğu defalarca tekrarlanmaktadır. Bütün kâinat Allah'ın mülküdür ve Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir. Ne var ki, Allah adil, hak ve tek ilâh olduğu için kâinatta hiçbir dengesizlik ve haksızlık olmaz.
İnsan mükerrem kılınarak yeryüzü ve yeryüzündeki varlıklar kendisinin hizmetine verilmiş, Allah'ın indirdiği ile yeryüzünde tasarrufta bulunacağı için yeryüzü mülkü üzerinde kendisine izafî bir meliklik yetkisi tanınmıştır. Bu yetki mutlak anlamda bir yetki olmadığı gibi, insanın keyfine de bırakılmamıştır. Allah'ın yeryüzündeki hayatın gereği olarak çeşitli biçimlerde, renklerde, yeteneklerde ve çeşitli mesleklere sahip olacak şekilde yarattığı insanlar bu meliklik yetkisine hep birlikte sahiptirler. Dolayısıyla herkesin belli bir tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf hiç bir zaman mutlak olmayıp Allah'ın insana tanıdığı alanla sınırlıdır. Bir anlamda sadece bir emanettir. Öte yandan, tek tek insanların nasıl mülk sahibi olacaklarını ve mülklerinde nasıl tasarruf edeceklerini belirten kuralları da Allah her insana ayrı ayrı değil, insanlar arasından seçtiği elçiler vasıtasıyla tüm insanlığa bildirmiş ve genel anlamda yeryüzündeki mülkiyetinin bu elçiler aracılığıyla bildirdiği kurallar doğrultusunda yürütülmesini emretmiştir.
Böylece gerçek Melik olan Allah, yeryüzündeki melikliğini kendi belirlediği sınırlar içinde ve kendi seçtiği elçiler aracılığıyla bildirdiği kurallara uygun olmak üzere, insanlar vasıtası ile kullanır. Allah'ın melikliğini yine O'nun belirlediği sınırlar içinde ve emaneten kullanan insanların görevi, kısmen de olsa kendi tasarruflarına verilen yeryüzünde [Allah'ın mülkünde], Allah'ın iradesinin hâkim olmasını sağlayacak sistemler kurmak, yöneticiler seçmektir. Eğer insanlar bu görevi lâyıkıyla yerine getiremezlerse, Yüce Allah, insanların hak ettikleri özelliklere sahip kişilerin melik/yönetici olmalarına izin vermek suretiyle, yanlış yapan insanları bu dünyada da cezalandırmış olur. Nitekim Musa peygamber ile uğraşan Firavun ve İbrahim peygamber ile uğraşan Nemrut, bu tip cezalandırmanın iki tipik örneğini teşkil etmektedirler.
"Melik" sözcüğünün "hükümdar" veya "devlet başkanı" anlamında kullanılmasına İslâmiyet'in ortaya çıkışından önce de rastlanmakla birlikte, İslâmiyet'i kabul eden devletlerdeki hükümdarlar bu unvanı İslâmiyet'ten önceki dönemlerde genellikle kullanmamışlardır. O zamanlar bu sözcük, yabancı ülkelerin hükümdarlarını ifade etmek için kullanılıyordu. "Melik" sözcüğü İslâm tarihinde ilk olarak Emevî devletinin kurucusu Muaviye tarafından kullanılmıştır. Ancak bu sözcük, peygamberimiz yönetimindeki dönemden [Asr-ı saadetten], Dört Halife [Hulefa-i râşidin] Döneminin sonuna kadar olan zaman içinde, icra edilen yönetim ilkelerine aykırı bir idareyi akıllara getirdiği için, Muaviye'nin "melik" unvanını alması iyi karşılanmamış, hatta bazı âlimler tarafından şiddetle kınanmıştır.