İlk Mushaflarda, ميكال [mîkâle] şeklinde yer alan bu sözcük, Arap diline İbrânice'den geçmiştir. Bunun, "Cibrîl" sözcüğü gibi, ميك[mîk] ve ئيل[îl] sözcüklerinden oluşmuş bir bileşik isim olması da söz konusu değildir. Zira Arapça'da م و ك[m-v-k] ve م ي ك [m-y-k] harflerinden oluşmuş kök sözcük yoktur. Sözcüğün ك ي ل[k-y-l], و ك ل[v-k-l] ve م ك ل [m-k-l] sözcüklerinden türediği de, hem kalıbı, hem de Mushafta "belgisiz" olarak yazılı olması nedeniyle iddia edilemez. Ayrıca, bu sözcüklerin anlamının konuyla ilgisi yoktur.
Kehf ve Enbiyâ sûrelerinde de, "Ye'cuc" ve "Me'cuc" kelimelerinin Arapça olmadığı, İbrânice'deki anlamının dikkate alınması gerektiği kanaatini belirtmiş ve sözcükleri buna göre değerlendirmiştik.
Burada ميكال[mîkâl] sözcüğünü, İbrânilerin anlayışı doğrultusunda anlamaya çalışacağız:
"O zaman senin halkını koruyan büyük önder Mîkâel görünecek. Ulusun oluşumundan beri hiç görülmemiş bir sıkıntı dönemi olacak. Bu dönemde halkın –adı kitapta yazılı olanlar– kurtulacak. Yeryüzü toprağında uyuyanların bir çoğu uyanacak: Kimisi sonsuz yaşama, kimisi utanca ve sonsuz iğrençliğe gönderilecek. Bilgeler gökkubbe gibi, bir çoklarını doğruluğa döndürenler yıldızlar gibi sonsuza dek parlayacaklar. Ama sen, ey Daniel, son gelinceye dek bu sözleri sakla, kitabı mühürle. Bir çokları orada burada dolaşacak, bilgi artacak." Ben Daniel baktım, biri ırmağın bu kıyısında, diğeri öbür kıyısında duran başka iki varlık gördüm. İçlerinden biri, ırmağın suları üzerinde duran keten giysili adama, "Bu şaşırtıcı olayların son bulması ne kadar zaman alacak?" diye sordu. Irmağın suları üzerinde duran keten giysili adamın sağ ve sol elini göğe kaldırarak sonsuza dek Diri Olan'ın adıyla and içip, "Bir vakit, vakitler ve yarım vakit olacak" dediğini duydum, "kutsal halkın gücü tümüyle kırılınca, bütün bu olaylar son bulacak." Adamın söylediklerini duydumsa da anlamadım. Bunun için sordum:
-- Ey efendim! Bunların sonu ne olacak?
Şöyle yanıtladı:
-- Sen git, Daniel. Bu sözler, son gelinceye dek saklanıp mühürlenecek. Bir çokları kendilerini arıtıp temizlenecek, lekesiz duruma gelecek, ama kötüler kötülük etmeyi sürdürecek. Kötülerin hiç biri anlamayacak, bilgeler anlayacak. "Günlük sununun kaldırılıp yıkıcı iğrenç şeyin konduğu zamandan başlayarak 1.290 gün geçecek. Bekleyip 1.335 güne ulaşana ne mutlu! Sana gelince, ey Daniel, son gelinceye dek yoluna devam et. Rahatına kavuşacak ve günlerin sonunda payına düşen mirası almak için uyanacaksın. [Kitab-ı Mukaddes; Daniel, 12:1-13.]
DANİEL'İN DİCLE IRMAĞI'NDA GÖRDÜĞÜ GÖRÜM
Pers Kralı Koreş'in krallığının 3. yılında Belteşassar diye çağrılan Daniel'e bir giz açıklandı. Büyük bir savaşla ilgili olan bu giz gerçekti. Daniel görümde kendisine açıklanan gizi anladı. O sırada ben Daniel üç haftadır yas tutuyordum. Üç hafta dolana dek ağzıma ne güzel bir yiyecek ya da et koydum, ne şarap içtim, ne de yağ süründüm. Birinci ayın 24. günü, Büyük Irmak'ın, yani Dicle'nin kıyısındayken, gözlerimi kaldırıp bakınca keten giysi giyinmiş, beline Ufaz altınından kemer kuşanmış bir adam gördüm. Bedeni sarı yakut gibiydi. Yüzü şimşek gibi parlıyordu. Gözleri alevli meşalelere benziyordu. Kollarıyla bacakları cilalı tunç gibi parlıyor, sesi büyük bir kalabalığın çıkardığı gürültüyü andırıyordu. Görümü yalnız ben Daniel gördüm. Yanımdakiler görmediler, ama dehşete düşerek gizlenmek için kaçtılar. Böylece ben yalnız kaldım. Bu büyük görümü seyrederken gücüm tükendi, benzim büsbütün soldu, kendimi toparlayamadım. Sonra adamın sesini duyunca yüzüstü yere düşüp derin bir uykuya daldım. Derken bir el dokundu, titredim; beni dizlerimle ellerimin üzerine kaldırdı. Bana, "Ey Daniel! Sen ki çok sevilen birisin!" dedi, "Ayağa kalk ve söyleyeceklerime iyi kulak ver. Çünkü sana gönderildim." O bunları söyler söylemez titreyerek ayağa kalktım. "Korkma, ey Daniel!" diye devam etti, "Anlayışa erişmeye ve kendini Tanrı'nın önünde alçaltmaya karar verdiğin gün duan işitildi. İşte bu yüzden geldim. Pers krallığının önderi 21 gün bana karşı durdu. Sonra baş önderlerden Mikael bana yardıma geldi, çünkü orada, Pers krallarının yanında alıkonulmuştum. Son dönemde halkının başına neler geleceğini sana açıklamak için geldim şimdi, çünkü bu görüm gelecekle ilgilidir." O bunları söyleyince, suskun suskun yere baktım. Derken İnsanoğlu'na benzeyen biri dudaklarıma dokundu. Ben de ağzımı açıp konuşmaya başladım. Karşımda durana, "Ey efendim! Bu görüm yüzünden acı çekiyorum, kendimi toparlayamıyorum" dedim, "ben kulun nasıl seninle konuşayım? Gücüm tükendi, soluğum kesildi." İnsana benzeyen varlık yine dokunup beni güçlendirdi. "Ey çok sevilen adam, korkma!" dedi, "Esenlik olsun sana! Güçlü ol! Evet, güçlü ol!" O benimle konuşunca güçlendim. "Konuşmanı sürdür, efendim, çünkü bana güç verdin" dedim. Bunun üzerine, "Sana neden geldiğimi biliyor musun?" dedi, "Çok yakında dönüp Pers önderiyle savaşacağım. Ben gidince Grek önderi gelecek. Ama önce Gerçek Kitap'ta neler yazıldığını sana bildireceğim. Onlara karşı önderiniz Mîkâel dışında bana yardım eden kimse yok." [Daniel, 10:1-21.]
Bütün bunları bildiğiniz hâlde, size hatırlatmak isterim ki, Rabb Kendi halkını önce Mısır diyarından kurtardı, ama iman etmeyenleri daha sonra mahvetti. Yetkilerinin sınırı içinde kalmayıp kendilerine ayrılan yeri terk etmiş olan melekleri, büyük yargı günü için çözülmez bağlarla bağlayarak karanlığa hapsetti. Sodom, Gomora ve çevrelerindeki kentler de bunlara benzer şekilde kendilerini cinsel ahlâksızlığa ve sapıklığa teslim ettiler. Sonsuza dek ateşte yanma cezasını çekmekte olan bu kentler ders alınacak birer örnektir. Buna rağmen, aranıza sızan bu kişiler aynı şekilde hülyalara dalıp öz bedenlerini kirletiyorlar. Rabbin yetkisini hiçe sayıyor, yüce varlıklara dil uzatıyorlar. Oysa baş melek Mîkâîl bile, Mûsâ'nın cesedi konusunda İblis'le çekişip tartışırken, dil uzatarak onu yargılamaya kalkışmadı. Ancak, "Seni Rabb azarlasın" dedi. Ama bu kişiler anlamadıkları her şeye dil uzatıyorlar. Öte yandan, mantıktan yoksun hayvanlar gibi içgüdüleriyle anladıkları ne varsa, onları yıkıma götürüyor. Vay bunların hâline! Çünkü Kâbil'in yolundan gittiler. Kazanç için kendilerini Belam'ınkine benzer bir yanılgıya kaptırdılar. Korah'ınkine benzer bir isyanda mahvoldular. Sevgi şölenlerinizde sizinle birlikte pervasızca yiyip içen bu kişiler, birer kara lekedir. Yalnız kendilerini besleyen çobanlardır. Rüzgârın sürüklediği yağmursuz bulutlara, iki kez ölmüş, kökten sökülmüş, sonbaharın meyvesiz ağaçlarına benzerler. Köpüğünü savuran denizin vahşi dalgaları gibi, ayıplarını etrafa savururlar. Serseri yıldızlar gibidirler. Onları sonsuza dek sürecek koyu karanlık bekliyor. [Yahuda, 5-14.]
Gökte savaş oldu. Mîkâîl ve melekleri ejderhaya karşı savaştılar. Ejderha kendi melekleriyle birlikte karşı koydu, ama gücü yetmedi. Bu yüzden gökteki yerlerini yitirdiler. Büyük ejderha, İblis ya da Şeytân diye adlandırılan ve tüm dünyayı saptıran o eski yılan, melekleriyle birlikte yeryüzüne atıldı. [Vahy, 7-9.]
Kısaca özetlersek İbrânî anlayışında, mîkâl/mikâîl, "büyük reis", "İsrâîloğulları'nın hâmisi, İsrâîloğulları'nı, Perslere ve Yunanlılara karşı koruyan"dır.
Âyette, Kim ki, Allah'a, meleklerine, elçilerine, cibrîl'e, mîkâl'e düşman olursa… buyurularak, geçmiştekilere değil yaşayanlara hitap edildiğine göre, "Mîkâl"in, İsrâîloğulları'nın binlerce sene evvelki Mîkâl'i olması mümkün değildir. Zira, binlerce sene evvele düşmanlık etmenin bir anlamı olmadığı gibi, Kur'ân'ın böyle bir mantığı söz konusu etmesi de mümkün değildir. O nedenle, yeni bir "büyük reis", yeni bir "hâmi" tesbit etmek zorundayız. Öyleyse kim olabilir bu hâmi, bu büyük reis?
128Andolsun, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, sadece inananlara çok şefkatli, kolaylık sağlayan, çok merhametli bir elçi gelmiştir.
(Tevbe/128)
150,151Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Haram/ dokunulmaz eğitim-öğretim kurumu tarafına çevir. Ve siz, her nerede olsanız, insanlardan, –onlardan şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermem gibi, size olan nimetimi tamamlamam için ve doğru yolu bulabilmeniz için hemen yüzünüzü onun tarafına çevirin. Artık onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın, Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun.
(Bakara/150-151)
164Andolsun ki Allah, mü'minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.
(Âl-i İmrân/164)
Burada 91. âyete tekrar göz atalım: Ve onlara, "Allah'ın indirdiğine iman edin" denildiği zaman, onlar, "Biz, kendimize indirilene iman ederiz" dediler. Ve onlar, o [Allah'ın indirdiği], kendilerinin beraberindekileri doğrulayan bir hakk olmasına rağmen, ondan [kendilerine indirilenlerden] ötesini inkâr ediyorlar. De ki: "Peki eğer mü'minler idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyorsunuz?"
Artık rahatlıkla burada zikredilen cibrîl ve mîkâl'in, İbrânilerin Cibrîl ve Mîkâl'i ile ilgisinin olmadığını, cibrîl'in,"Kur'ân", mîkâl'in de –tıpkı Zülkarneyn'in "Rasûlullah Muhammed" olduğu gibi– "Rasûlullah Muhammed" olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca mîkâl'e yakıştırılan "abdullah, ubeydullah" manalarını kabul etsek bile, bununla "Rasûlullah Muhammed" kasdedilmiş olur. Çünkü Kur'ân'da abdullah ile "Rasûlullah Muhammed" kasdedilir, ki bu, A'lâ, Cinn ve İsrâ sûrelerinde görülebilir.