Ruh kavramı bugüne kadar dinli veya dinsiz, müslim veya gayrimüslim birçok kişinin ilgi alanına girmiş, cahil veya bilgin birçok kimse tarafından ruh hakkında yüzlerce kitap kaleme alınmıştır. Bu eserlerde genellikle şu konular işlenmiştir: Ruh nedir? Ruh kaç tanedir? Ruhlar nerede bulunur? Ruh ve nefis aynı şey midir? Ruh cisim midir, mahlûk mudur, enerji midir, kozmik bilinç midir, melek midir, varlıkların aslı mıdır? Ruh şeffaf, billûr, cins-i lâtif midir? Ruh mu yoksa ceset mi önce yaratılmıştır? Ruh ölür mü? Ruh kabirde cesede geri döner mi? Dirilerin ruhları ölülerin ruhlarıyla buluşur mu? Her şey ruhtan mı meydana gelmiştir? Hayatı, hareketi, idraki sağlayan güç ruh mudur? Ruhun insanî, hayvanî, nebatî olmak üzere çeşitleri var mıdır? Olgun ruh ile geleceği görebilmek, gelecekten haber verebilmek, zaman ve mekân dışına çıkmak mümkün müdür?
Bütün bunlardan başka, ruh ile ilgili bu eserlerde ruh çağırma, telepati, medyumluk, yoga, doğru rüya, büyü, sihir ve reenkarnasyon [ruh göçü] gibi konuların açıklanmasına da çalışılmıştır.
İnsanlık çok eski çağlardan beri bu konuların ardına düşmüş, psikoloji biliminin gelişmediği ve kuramlaşmadığı bu uzun süreçte vahyin doğrulamadığı, modern psikoloji biliminin de desteklemediği pek çok görüş ve anlayış ortaya çıkmıştır. Vahiy kontrolü dışında gerçekleşen zihin işçiliğinin en belirgin örneklerinden biri olan Eski Yunan Felsefesi kendi döneminde çok etkili olmuş, bu vahiy dışı felsefenin zihnin gizemli labirentlerindeki akıl sürçmeleri VIII. Yüzyılın ortalarında başlayan tercüme hareketleri sonrasındaki süreçte bazı Müslüman bilginleri de etkisi altına almıştır. Dolayısıyla evrensel merak konularından biri olan ruh ve ruha ilişkin konular İslam dünyasının da ilgi alanına girmiştir. Bazı Müslüman düşünürler Eski Yunan-Lâtin kabullerini güya İslamileştirerek kitaplarında İslâmî bilgiler olarak takdim etmişler, ruhun mahiyeti ve çeşitleriyle ilgili olur olmaz düşüncelerle dolu yüzlerce risale ve ciltlerce kitap yazmışlardır. Bu konuda yazılan en ciddî eser, İbn Kayyim el-Cevziyye [1299-1351, Hicrî 691-751] tarafından kaleme alınan "Kitabu'r-Rûh"dur. Ayrıca İmam Gazâlî de Eski Yunan felsefesinden derlediği bilgileri muhtelif eserlerinde dile getirmiştir. Ancak bunların hepsi de Kur'an'ın ifade ettiği "ruh" kavramından çok uzaktır. Sonuç olarak bugüne kadar bu konuda Kur'an kaynaklı ciddî bir çalışma yapılmamış, tabir yerinde ise asırlardan beri havanda su dövülmüştür. Ne var ki, yazarlarının isimlerinin önünde saygınlık belirten unvanlar bulunan bu kitaplardaki bilgiler hem doğru, hem de İslâmî kabul edilmiştir. Fakat asıl esef edilmesi gereken konu, bin dört yüz seneden beri yazılmış olan "tefsir" adlı kitapların hiç birinin Kur'an'a dayandırılmamış olması ve bu kitaplarda hep "Rivayet Tefsiri"nin ön plâna çıkarılmış olmasıdır. Her bakımdan açık ve mufassal olan Kur'an'ın bir takım asılsız rivayetlere ve İsrailiyat kaynaklarına kurban edilmesi Müslümanlar için çok acı bir durumdur. Öyle ki, rivayetlerin çokluğu ve farklılığı zihinleri iyice karıştırmış, gerek temel kavramlarımız ve gerekse inanç ve amel konularındaki bilgilerimiz çoğu zaman bu rivayetler doğrultusunda şekillenmiştir.
Tekrar "ruh" konusuna dönülecek olursa, öncelikle şunun belirtilmesi gerekir ki, yukarıda sayılan konular arasındaki "ruh" kavramının araştırılıp incelenmesi dinin değil psikolojinin konusudur. Psikoloji ilmi geliştikçe Kur'an'ın bu alandaki müteşabih sözcüklerinin de te'vil edileceği kesindir. Kur'anî ve bilimsel olmamasına rağmen sırf saygın unvanlı isimlerce ileri sürülüp kitaplara geçirilen bir takım ilkel görüşler, bu tür müteşabih konuların teviline katkı sağlaması bir yana, meselelerin daha da kördüğüm olmasına yol açacak bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle o tür görüşlerin nakli ve tahlili yerine, Kur'an'daki "ruh" kavramının yine Kur'an ile açıklanması yoluna gidilmelidir. Amacımız Kur'an'ı belirsiz rivayetlerle değil, Kur'an'ın kendi iç imkanlarıyla anlamaya ve açıklamaya gayret etmektir.
Ruh sözcüğünün esas anlamı "can" demektir. Sözcük "vücuh" ifade eden yani hakikat ve mecaz olarak birçok anlamda kullanılabilen bir sözcüktür.
Ansiklopedik anlamda ruh, "Genel olarak varlığın maddî olmayan boyutu ya da özü" olarak tarif edilmiştir [Ana Britannica, cilt: 26, s: 383]. Bununla uyku anında geçici olarak, ölüm anında ise sürekli olarak bedenden ayrılan "nefis", yani beyindeki ana fonksiyon olan bilinç kastedilmiştir.
"Ruh" sözcüğü, yukarıda verdiğimiz hem sözlük hem de ansiklopedik anlamlara uygun olarak, "manevî benlik" ve "can" kavramları ile eş anlamlı kabul edilmiştir. Geniş anlamda "canlılık, duygu" demek olan ve ayrıca "karakter" anlamına da gelen "ruh" sözcüğü, mecazen bir şeyin özünü, en önemli ve en can alıcı noktasını ifade eden bir anlam taşımaktadır. Meselâ pasif kimseler hakkında kullanılan "ruhsuz" sıfatı sözcüğün geniş anlamına, "meselenin bütün ruhu buradadır" şeklindeki deyimleşmiş cümle de mecaz anlamına birer örnek teşkil eder. Sonuç olarak, yukarıdaki anlamlar etrafında "ruh" ile ilgili yüzlerce deyim üretilmiştir.
"Ruh" sözcüğünün geleneksel dinî terim anlamı, çok genel bir ifadeyle "Bedensel varlığı yaratıldıktan sonra Allah tarafından üflenmek suretiyle insana kazandırılan canlılık" şeklinde tanımlanmaktadır.
Ruh Sözcüğünün Kur'an'daki Kullanımı
"Ruh" sözcüğü Kur'an'da "İlâhî esinti, vahy/bilgi" anlamında kullanılmıştır. Vahyin, bilgisizlikten dolayı ölü sayılan kalbe hayat verdiği, canın bedendeki işlevi ne ise vahyin de insanlık için aynı işlevi gördüğü, bu işlevi dolayısıyla bireyi ve toplumu kokuşmaktan koruduğu düşünülürse, "ruh" sözcüğünün sözlük, ansiklopedik ve dinî terim anlamlarıyla Kur'an'daki anlamı arasında bir paralellik var gibi gözükebilir. Ancak sözcüğün kullanıldığı ayetler incelendiğinde, bu paralelliğin "ruh"un ne olduğu konusunda değil, sadece insan üzerindeki etkileri konusunda olduğu anlaşılır.
Kur'an'da bahsedilen "ruh" [ilâhî esinti, vahiy] sadece bilerek ve isteyerek bu ruha sahip olan ve onu hayatına geçiren kişilere ve toplumlara anlamlı bir canlılık veren, onları kokuşmaktan koruyan bir şeydir. Fakat asla ölümün dışındaki canlılığı temsil eden ve her türlü rezilliği de kapsayan sihirli bir nefes değildir:
~Ve sana vahiyden soruyorlar. De ki: "Vahy, Rabbimin işindendir. Size ise az bilgiden başka bir şey verilmemiştir." (İsra/ 85)
~O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır. (Mümin/ 15)
İkinci ayette ruhun hululü [inişi] "القائ ilka [bırakmak, koymak]" sözcüğüyle ifade edilmiştir. Nitekim Âdem'e yapılan vahyler [Bakara 37] ve Kur'an'ın inişi için " وحى vahy" veya " انزال inzal" yerine "ilka" fiili kullanılmıştır [Neml 6].
İsra suresinin 85. ayetinden başlayıp 93. ayetine kadar devam eden pasaj bir bütünlük içerisinde değerlendirilirse, burada konu edilen ruhun rivayet tefsirlerinde anlatıldığı gibi insan ya da herhangi bir canlının ruhu olmayıp açıkça "vahiy" olduğu görülür. Ancak İsra suresinin 85. ayetinde de belirtildiği gibi, insana ruh konusunda verilen [vahyin şekli ve mahiyeti hakkındaki] bilgiler gerçekten azdır. Dolayısıyla bu konuda verilen bilgi ile yetinilmeli, temelsiz ve mesnetsiz görüşlerle bu konularda bilgi üretmeye kalkışılmamalıdır.
Ruhun indirildiği bildirilen birçok ayette aynı zamanda ruhun Rabbimizin emrinden olduğu da belirtilmektedir. Günlük dilde genellikle "buyruk" anlamında kullanılan "امر emr" sözcüğü, Kur'an'da "iş [oluş]" anlamında da kullanılmaktadır. Sözcük tekil haliyle Kur'an'da 153 kez geçmektedir. Sözcüğün çoğulu olan "ümûr [işler]" sözcüğü ise Hud suresinin 97. ve Âl-i Imran suresinin 128. ayetlerinin de aralarında bulunduğu 13 ayette yer almaktadır. Bu bilgiler ışığında, "emrimizden bir ruh vahyettik" ifadesinden, Allah'ın işlerinden olan ruh vahyetme işinin yine O'nun tarafından gerçekleştirildiğini anlamamız gerekir.
Necm suresinde de değinildiği gibi, "ruh" Allah'ın işlerinden biridir ve ruh indirilmesi [hulûl ettirilmesi] de sadece O'na aittir.