الصّلوة [salât] sözcüğünün yapı olarak, ص ل ى [saly] ve ص ل و [salv] köklerinden türemiş olması mümkün görünmektedir. Dilbilgisi kurallarına göre her iki kökten de türemiş olabilir. Zira hem ص ل ى [saly] hem de ص ل و [salv] sözcükleri, son harflerinin "harf-i illet" olması sebebiyle "nâkıs"tırlar ve bu köklerden bir sözcük türediğinde, köklerin sonundaki harf-i illetler düşerek başka harfe dönüşür. Bu durumda, türeyen yeni sözcüğün, bu köklerin hangisinden türediği konusunda ciddi bir araştırma yapılmadığı takdirde ortaya bazı karışıklıklar çıkabilmektedir. Nitekim ص ل و [salv] kökünden olan kalıpların birçoğunun çekimlerinde و [vav] harfi, "galb" [değişim] neticesi ى ]ya]ya dönüşmekte ve bu şekilde türeyen sözcükler, ilk bakışta ص ل ى [saly] kökünden türemiş gibi görünmektedir.
Bu gibi durumlarda Kur'ân'ın mesajını doğru anlamak için yapılacak ilk iş, sözcüğün türemiş olabileceği köklerin anlamlarına bakmaktır. Bu sebeple biz de tahlilimize, الصّلوة [salât] sözcüğünün türemiş olabileceği ص ل ى [saly] veص ل و [salv] köklerinin anlamları ile başladık.
صلى [saly, sıla]; "pişirmek, yakmak, ateşe atmak-ateşe girmek, yaslamak" anlamına gelir. Sözcük bu manada Hâkka sûresi'nde geçmektedir:
Sonra cehenneme [صلّوه/sallûhû] yaslayın onu. (Hâkka/31)
Bundan başka, sözcük Kur'ân'da birçok kez, bu kökten türemiş olan إصلوها [islavhâ], يصلى [yeslâ], وسيصلون [veseyeslavne], ساصليه [seüslîhi], لايصلاها [lâ yeslâhâ] gibi farklı kalıplar hâlinde yine aynı anlamda yer almıştır. Meselâ, صلى [s-l-y] kökünden türemiş olan المصلّين [musallîn] sözcüğü, "destek veren, yardım eden" anlamında değil, "hayvanının sırtına, uyluğuna yaslanan" anlamında kullanılmaktadır. [ Lisân, 5/387; Tâc, 19/606.]
صلى[saly] sözcüğü, Türkçe'deki "sallamak" ve "yaslamak" sözcüklerinin de kaynağıdır.
Ancak, konumuz olan salât sözcüğünün kökünün saly olduğu varsayılırsa, Kur'ân'da geçen tüm الصّلوة [salât] sözcüklerinin ve türevlerinin "ateşe atmak, yaslamak" anlamında olduğunu kabul etmek gerekecektir ki bu durumda, meselâ Kevser sûresi'ndeki صلّ [salli] emrinden, "onu ateşe at" veya Ahzâb/56'daki صلّواعليه [sallû aleyhi] ifadesinden, "onu [Muhammed'i] ateşe sallayın/atın" anlamını çıkarmak gerekecektir. Sonuç olarak, "yardım, destek, çaba, gayret" anlamlarına gelen الصّلوة [salât] sözcüğüyle, "ateşe atmak, ateşe yaslamak, pişirmek, yakmak" anlamındaki صلى [saly] sözcüğü arasında herhangi bir mana ilişkisi kurma imkânı yoktur.
ص ل و[salv]: İsim olarak "uyluk, sırt" demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], "insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası" anlamına gelir. [ Lisân, 5/387; Tâc, 19/606.]
Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; "uyluklamak, sırtlamak" anlamına gelir ki, uyluğun [bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün] yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan "uyluklamak" da, bir yükü sırta almak demek olan "sırtlamak" da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder.
Bize göre salât sözcüğünün kökü saly değil, salv'dir. Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın "vav"ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklindeو [vav] ile yazılır.
Diğer taraftan, صلو [s-l-v] kökünden türemiş olan صلّى [sallâ] (mastarı salât) sözcüğünün anlamı, Kıyâmet/31-32'de, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:
فلا صدّق ولا صلّى ولاكن كذّب و تولّى [felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ (31Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. 32Fakat o, yalanladı ve geri durdu. 33Sonra da gerine gerine yakınlarına gitti.].
Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: صدّق [saddaqa]nın karşıtı olarak كذّب [kezzebe], yani "tasdik etme"nin karşıtı olarak "tekzib etme, yalanlama" fiili kullanılırken, صلّى [sallâ] fiilinin karşıtı olarak da تولّى [tevellâ] fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle "süreklilik" anlamı taşıyan tevellâ sözcüğü; "sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek" demek olduğuna göre, تولّى [tevellâ]nın karşıtı olan صلّى [sallâ] da; "sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak" anlamına gelmektedir.
Anlamı Kur'ân'da bu kadar açık olarak belirtilmesine rağmen salât sözcüğü, ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî'nin Müfredât adlı eserinde, "Lügat ehlinin çoğu, salât: 'dua, tebrik ve temcit'tir demiştir" ifadesiyle âdeta geçiştirilmiştir.
Sonuç olarak الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını; "destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak" şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, "yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım" boyutuna indirgemek doğru olmayıp, "topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek" boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise "zihnî" ve "mâlî" olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:
• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.
Bu âyette geçen الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vusta] ifadesi, Müslümanlar arasında çok tartışılmasına rağmen bugüne kadar net bir şekilde açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu ifadenin "orta namaz" olarak anlaşılmasında bir mutabakat olmasına karşılık, "orta namaz" ile hangi namazın kasdedildiği hususunda 40 civarında rivâyet ve 19 farklı görüş ortaya çıkmıştır.الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vusta], kimine göre "sabah namazı", kimine göre "öğle namazı", kimine göre de "ikindi namazı"dır. Sonuç olarak, es-salâtu'l-vusta hususunda, ne salâtı "namaz" olarak değerlendiren klâsik anlayışla, ne de sorgulayıcı zihniyetin mantıkî yaklaşımlarıyla, herkesin kabul edebileceği bir sonuca ve gerçeğe ulaşılamamıştır.
Biz de, derin bir araştırma yapmadığımız bu konuda, mevcut görüşlerden en sağlamını doğru olarak kabul etmek durumunda kalmıştık. Ancak, Kur'ân ve dil yönünden yaptığımız çalışmalar, meseleyi daha iyi anlamamıza sebep oldu. Sonuçta ulaştıklarımızı burada paylaşmak istiyoruz.
Hemen şunu belirtelim ki biz, Peygamberimizin ve ilk Müslümanların salâtu'l-vusta'nın ne olduğunu gayet iyi bildikleri kanaatindeyiz. Çünkü salâtu'l-vusta hakkında Peygamberimiz ve sahabe döneminde ne Peygamberimize bir soru yöneltilmiş, ne de bir tartışma meydana gelmiştir.
Konunun tahliline başlarken, öncelikle âyetlerdeki ifadelerle ilgili olarak iki hususun göz önüne alınması gerekir:
1) Âyetteki الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vusta], muarref [belirtili] bir sıfat tamlamasıdır. Bir başka ifade ile sıfat ve mevsuf, lam-ı tarifli olup nekre [belgisiz] değildir. Yani, muarref bir ifade olan salâtu'l-vusta, özel isim konumunda olup herkesin bildiği bir salâttır.
2) Âyetteki," Salâtları ve salâtu'l-vusta'yı koruyun" ifadesinde, iki mef'ul [tümleç; belirtili nesne] bulunduğundan, salâtu'l-vusta'nın bildiğimiz salâtlardan ayrı, başka bir salât olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden, salâtu'l-vusta'yı, günlük salâtlardan biri olarak kabul etmek bir hatadır.