Şehâdet, "Şe-hi-de" fiilinden türeyen bir mastardır. Aynı zamanda, müstakil bir isim olarak da kullanılır. "Şehâdet" mastarının anlamı, "Bir konuda eksiksiz bilgiye sahip olma ve bu bilgiyi ihbar etme, açıklama" demektir. (Tac ve Lisan) Karşıt anlamı, "gayb"dır. Bilinen, görünen; algılanan âleme şehâdet âlemi dendiği gibi, görünmeyen, bilinmeyen algılanmayan âleme de gayb âlemi denir.
"Şâhid" ve "Şehîd" sözcükleri de bu kökten gelir. Ki bir yerde bulunan, bir şeyi gören ve gördükleri ile bildikleri konusunda bilgi veren kimseye, bir akdin yapılması sırasında taraflardan birinin yanında hazır bulunan, doğrulayan, ispat eden, kimseye "Şâhid" bunu en iyi derecede yapabilene de "ŞehÎd" denir. Bu işlemlere de "şehâdet denir.
Kur'an'da Şehâdet mastarından türemiş, isim, fiil vs. 151 sözcük bulunmaktadır.
Bir Müslümanın Allah ve Allah Elçisi ile ilgili en mükemmel bilgiye sahip olması; Allah'ın varlığını birliğini, Kendisinden başka ilah olmadığına ve Muhammed'in de Allah elçisi olduğuna şehadet edebilmesi gerekir. Ama…
Zaman içerisinde bu şehadet, Kelime'i şehadet getirmeye dönüştürüldü.
Kelime-i Şehâdet:
"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" cümlesidir.
Kelime-i Şehâdet getirmek;
""Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" cümlesini söylemektir.
Bu cümlenin anlamı: "Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Onun kulu ve elçisidir."
Mevcut anlayışta kelime-i şehâdet getirmek (anlamı bilinsin- bilinmesin) islamın 5 şartından ilki olarak kabul edildi. Bu cümle, bir nevi İslâm dinine giriş sayılır. Bu cümleyi inanarak söyleyen kişi, imân sahibi olarak kabul edilir. Böylece iş, bigi ve bilinç olmaktan çıkarılıp ritüelleşti (anlamı bilinmeden taklit olarak yapılan bir iş oldu). Bilinçli bilinçsiz bir söylem haline getirildi.
Kelime-i Şehâdet'i söyleyen kişi müslüman ve İslam toplumunun bir üyesi sayıldı.
Bu takdirde bu cümlenin anlamı:
"Ben eksiksiz olarak bilirim ve bildiririm ki Allah'tan başka ilah yoktur. Ve yine eksiksiz olarak bilirim ve bildiririm ki, Muhammed Onun kulu ve elçisidir." Görüldüğü üzere Kelime-i Şehâdet'in ilk kısmında Allah'tan başka ilah olmadığına, ikinci kısmında ise Muhammed'in (as) Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık edilir.
Bu ne kadar doğru???????????
Bu günkü müslümanlar gerçekten Allah'tan başka ilah olmadığının, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğunun tanığı mıdırlar? Yani bu mevzuları iyi biliyorlar ve bildirebiliyorlar mı?
Allah'tan başka ilahları da kabul eedenlere Allah'tan başka ilah olmadığını,
Muhammed'in elçiliğini kabul etmeyenlere (Ki bu gün dünyada dört milyar kişi, Muhammed'in elçiliğini kabul etmiyor) Muhammed'in elçiliğini ispat edebilirler mi?
Diğer bir ifadeyle bu konuların gerçekten tanıklığını yapabilirler mi?
Yoksa şehâdet getirmeleri havada mı kalıyor?
Bunu müslümanların iyi düşünmesi lazım.
Konuyu Kur'an'a götürelim:
RA'D/43
43Ve küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler: "Sen elçi değilsin" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda en iyi tanık olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi bulunan kişi yeter."
Bu ayete göre, Muhammed'in elçiliğine insanlardan, ancak kendisinde Kitab'ın bilgisi (Kur'an ve önceki indirilmiş kitaplara ait bilgi) olan kimselerin tanık olacağı; şehâdet edebileceği bildirilmektedir. Demek ki, Muhammed'in tanıklığına şehâdetin yolu, vahyin ne olduğuna dair bilgi ve Kur'an'da anlatılan Muhammed'i öğrenmekten geçiyor. Rivayetlerdeki Muhammed ise Muhammed'in elçiliğine gölge düşürüyor.
Yine kendimizi sorgulayalım. Hakikat bu iken, bugün için günde beş vakit minarelerden on kerre; kametlerde de on kerre "Eşhedü enne muhammeden rasülüllah" diye avaz avaz bağıran müezzinlerden, günde kırk kerre namazlarda "et Tahıyyatü" okuyup "Eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasülühü" diyen müslümanlardan kaç kişi, Müslüman olmayan ülkelerin içinde yaşayan müslümanların kaç tanesi Muhammed'in elçiliğine gerçek anlamıyla şehâdet edebilir? Kitab'ın bilgisi kaç kişide var. Olanlarda da hangi ölçüde var?
SEBE/6:
6Kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler de görüyorlar ki Rabbinden sana indirilen şey, hakkın ta kendisidir. Ve o indirilen şey/Kur'ân, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, övülen, övgüye lâyık bulunanın yoluna kılavuz oluyor.
Bu ayette, insanlardan bilgi sahibi olanların diğerleri gibi Allah'ın ayetlerini örtmek için yarışmadıkları, onların peygambere vahyedilenlerin hakk olduğunu ve insanları Allah yoluna kılavuzladığını bildikleri nakledilmektedir.
Ayette "ilim sahipleri"nin kim olduğu açıklanmamıştır. Ancak Kur'an'dan anlaşıldığına göre denebilir ki, Kur'an'ın konu ettiği ilim sahipleri başta o günkü Yahudi ve Hıristiyanların bilgili, bilge insanları olmak üzere tüm zamanların bilgili insanlarıdır. Nitekim bugün de Kur'an'ı inceleyen her bilgin, o dönemdeki gibi onun hakkın ta kendisi olduğunu kolayca anlayabilmektedir.
(Al-i Imran/18, İsra/105- 109, Kasas/52- 55, En'am/114, Bakara/121, Âl-i İmrân/199)