SEMANİYETE ثمانية
Hakka/17'de yer alan " ثمانيةsemaniyete" sözcüğü genellikle "sekiz" sayısı anlamında; aynı sözcüğün " ثُمُنsümün" kalıbı ise "sekizde bir" anlamında kullanılır. " ثمانيةsemaniyete" sözcüğünün hep "sekiz" sayısı ekseninde kullanıldığı göz önünde tutulduğunda, doğal olarak bu ayettekinin de aynı anlamda kullanıldığı kabul edilmektedir. Ancak bu ayetteki "semaniyete" sözcüğüne de "sekiz" anlamını vermek ayetin anlaşılmasında zorluklar oluşturmaktadır. Bu nedenle sözcüğün başka bir anlamının olup olmadığına bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle ki:
Sözcüğün kökü olan " ثَمَنsemen", "kendisiyle her hangi bir şey hak edilen şey" demektir. [ (Lisanü'l-Arab, c.1, s. 705-707, Tacü'l-Arus; c. 18, s. 97-99 " ثمنsmn" mad.)] Türkçede bu anlam "bedel, fiyat; malın kıymeti" sözcükleriyle ifade edilmektedir. Sözcük Kur'an'da da bu anlamda kullanılmıştır:
41Sizinle beraber olan Tevrât'ı doğrulayıcı olarak indirdiğim Kur'ân'a iman edin, O'nun hak kitap olduğunu bilerek reddedenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın. Ve sadece Benim korumam altına giriniz.
(Bakara/ 41)
20Ve o'nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yûsuf'un satılmasında azla yetinenlerden idiler.
(Yusuf/ 20)
187Ve hani Allah, kendilerine Kitap verilen kimselerden sağlam sözünü almıştı: "Kitabı kesinlikle insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz." Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu az bir bedel karşılığı sattılar. İşte, satın aldıkları şeyler ne kötüdür!
(Al-i Imran/ 187)
Aynı kökten gelen " ثمانىSemaniye" ise "biten, bitki" demektir. Bunu Ebu Ubeyde, Esmaî'den nakletmiştir. [ (Lisanü'l Arab, c.1, s. 705-707, Tacü'l Arus; c. 18, s. 97-99 " ثمنsmn" mad.)]
Buradan anlaşıldığına göre, "semen" sözcüğünün "bedel, kıymet, paha" anlamı, "biten; tohumun yerine ortaya çıkan bitki" anlamından gelmektedir. Yani satılan bir malın yerine bedel olarak yeni bir şey elde edilmektedir.
Bütün bu anlamlar düşünüldüğünde; konumuz olan ayetteki " ثمانيةsemaniyet" sözcüğü ile "şimdiki evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek yeni varlıklar" anlamına ulaşılmaktadır.
O gün, Allah'ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)
Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz yapanlarız.
(Enbiya/ 104)
Sözcüğün sonundaki " ةt" eki ise ya seci' [armoni] nedeniyle gelmiştir. Bunun Şems, Nur ve Ahzab surelerinde örnekleri vardır:
Ya da bu surenin 19. ayetinden itibaren yer alan "كتابيه kitabiyeh, حسابيهhısabiyeh, ماليهmaliyeh" sözcüklerinin sonundaki " هh" harfleri gibi noktasızdır. Noktasız harfleri noktalayanlar [ Hicrî 65 tarihinde Abdulmelik b. Mervan (v.86/705) zamanında Ebu Esved ed-Düelî (v.68/688) halifenin emriyle Kur'ân-ı Kerime ilk olarak noktalama işaretlerini koymuştur.] sehven veya kasten "ه h"yi noktalayarak "ة t" haline getirmişlerdir. Bu harflerin/zamirlerin anlamı söz konusu değildir. Bu demektir ki yüce Rabbimiz, yanlışa gitmememiz için bu özelliği gözümüzün önüne serivermiş. Ama biz dikkat etmemekteyiz.
"ثمانية Semaniyetün", sözcüğünün nekre oluşu ve seci' için olan " ةte" nin özelliklerinden olan "mübaleğa (abartma, çoğaltma)" anlamı [ (Lisanü'l Arab, c. 9, s. 9, " هh" mad.) ] dikkate alınırsa, " ثمانيةsemaniyeten" ifadesini "Bitenler (eski varlıkların yerine oluşturulan yeni varlıkların tümü)" anlamı elde edilir. Tıpkı "Allame", "Ebuhanife" sözcüklerinde olduğu gibi. " علاّمةAllame" ve " ابو حنيفةEbuhanife" sözcüklerinin sonlarındaki " ةt" harfi dişillik alameti olmayıp övgüyü mübaleğa alametidir. Kur'an'da yüzlerce yerde örnekleri mevcuttur.
"Arşı taşıyanlar" ile ilgili olarak Mü'min suresinde gerekli detay verilmişti. Bu ifade ile kastedilenler, "Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar"dır. Hatırlanacağı üzere, dünyada iken Arş'ı taşıyanların, Arş'ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle "Allah" bilgisini, "tevhid"i bir yerden bir yere götürenler, Allah'ı tanıtıp öğreten peygamberler olduğunu belirtmiştik. Kıyamet sonrası Arş'ı taşıyacak olan, yani Allah ile ilgi bilgileri yansıtacak olanlar ise yok edilen varlıkların yerine yaratılmış olan ve daha fevkalade varlıklardır. Ayetteki "onların fevkinde" ifadesiyle yeni oluşumun eskisinden daha güzel, daha üst seviyede olacağı ifade edilmektedir.
106Biz, bir âyetten/alâmetten/göstergeden her neyi kaldırır veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah'ın şüphesiz her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi?
(Bakara/106)
Klasik anlayışta " ثمانيةsemaniyete" sözcüğü "sekiz" anlamında alınmış ve bu sayının ma'dûdu [sayılan varlık] belirtilmediği için de genellikle "sekiz melek", "sekiz şahıs" gibi anlamlar takdir edilmiştir. Ya da "sekiz" sayısı ile ne kastedildiğinin insan anlayışının ötesinde olduğu açıklamasıyla yetinilmiştir. Biz ise Allah'ın izniyle "semen" kökünden hareket ederek yukarıdaki anlama ulaşmış bulunuyoruz.
Bu konuya ait klasik eserlerde yer alıp da herkesin taklit ettiği bir görüşü naklediyoruz:
"O günde üstlerinde bulunan sekiz [melek] Rabbinin Arş'ını yüklenir" buyruğu hakkında İbn Abbas şöyle demiştir: Bunlar sayılarını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği sekiz saf melektir. İbn Zeyd dedi ki: bunlar sekiz melektirler. el-Hasen de: "Onların kaç tane olduklarını en iyi bilen Allah'tır. Sekiz mi yoksa sekiz bin mi?"
Peygamber (sav)'den şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Bugün Arş'ı taşıyanlar dörttür. Kıyamet günü olacağında Yüce Allah onları dört melekle daha destekleyecektir. Böylelikle sekiz melek olacaklardır." Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir. e]-Maverdî de bunu Ebu Hureyre'den rivayet etmektedir. Ebu Hureyre dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Bugün onu [Arşı] dört melek taşımaktadır. Kıyamet gününde ise bunlar sekiz olacaktır
el-Abbas b. Abdi'l-Melik dedi ki: Bunlar dağ keçisi suretinde sekiz melektirler. Bunu Peygamber (sav)'den rivayet etmektedir. Hadiste de şöyle denilmektedir: "Bu meleklerden her birinin dört tane yüzü vardır. Biri adanı yüzü, biri aslan yüzü, biri öküz yüzü, biri de kartal yüzüdür. Bu yüzlerin her biri o tür için Allah'tan rızık diler. [ (Kurtubi; el Camiu li Ahkami'l Kur'an)]
Bu ayet "müteşabihat"tandır. Tam olarak manasını bilmemiz zordur. Arş'ın nasıl olduğu, kıyamet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağını bilemiyoruz. Her ne olursa olsun Allah'ın arş üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Ayette, Allah'ın arş üzerine oturmuş olacağına dair böyle bir ifade yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh olduğu için Kur'an-ı Kerim böyle düşünmemize manidir. Çünkü taşımak eylemi için bir cismin ortada olması lazımdır. Bu konuları fazla kurcalamanın, bir mana bulmaya çalışmanın insanı dalâlete düşürme tehlikesi vardır. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, Kur'an'da, Allah'ın hükümranlığı ve benzeri konuları anlatmak için bizim dünyada kullandığımız terminoloji kullanılmaktadır. Yalnız, bu kelimelere harfi harfine bir anlam vermekten kaçınmalıyız. [ (Mevdudi; Tefhimü'l Kur'an)]
Kur'an'da kıyametin kopuşunun tasvir edildiği birçok ayet vardır. Bunların çoğu geçmiş surelerde (Zümer/68, Tur/9- 12, İbrahim/48-51, Neml/88, Kehf/47, 48, Mümin/85, Ta Ha/105- 107, Vakıa/5, Meariç/9, Müzzemmil/14, Mürselat/10, Nebe'/20, Tekvir/3, Kariah/5) yer almıştı.