Takvâ sözcüğü, وقاية [vikâye], توقية [tevkiye], وقاءة [vikâe] köklerinin mastarı olan وقي [vekâ] sözcüğünden türemiştir. Vekâ "bir şeyi korumak, himaye etmek, ona zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle bir tehlikeye karşı korumaya almak, zararlı şey ile korunacak şey arasına bir engel koymak" anlamına gelir. [ (Lisanü'l Arab, el İsfehani; el Müfredat ; "vky" mad.)] Sözcük Kur'ân'da da bu anlamda kullanılmıştır:
5-22Şüphesiz, "iyi adamlar", kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve "Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız" diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları içerler.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, -kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir.
(İnsan/10-11)
6,7Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş'ten koruyun. Ateşin üzerinde, Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba görevli güçler vardır. Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz!
(Tahrîm/6)
16O nedenle gücünüz yettiğince Allah'ın koruması altına girin, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de benliğinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir.
(Teğâbün/16)
Vekâ fiilinin mezidatından [harfleri artırılmış kalıplarından] olan اتّقاء [ittikâ] sözcüğü ise, "korumayı kabul etmek, acı ve zarar verecek şeyden sakınıp kendini korumaya almak, sakınmak; Allah'ın koruması altına girmek" demektir. Bu sözcük de Kur'ân'da sözlük anlamıyla kullanılmıştır:
18,19Ey inanmış olan kişiler! Allah'ın koruması altına girin; her kişi yarın için ne hazırladığına bir baksın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, işlediklerinize haberdardır. Ve Allah'ı umursamayan kimseler gibi olmayın: Böylece Allah, onlara kendilerini umursatmaz. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir.
(Haşr/18-19)
131Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış olan ateşten de sakının. 132Merhamet olunmanız için Allah'a ve Elçi'ye itaat edin.
(Âl-i İmrân/131)
24Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun.
(Bakara/24)
Takvâ sözcüğü de ittikâ sözcüğünün ismidir ve sözlük anlamı olarak "kuvvetli himayeye girmek, korunmak, kendisini koruma altına almak" demektir.
Takvâ ve ittikâ sözcüklerinin ikisi de sözlük anlamları ekseninde kavramlaşmış ve Kur'ân'da hep sözlük anlamlarına yakın manalarda kullanılmıştır. Bu sözcüklerin türediği vekâ fiili ve türevleri Kur'ân'da tam 258 yerde geçmektedir.
Kur'ân'ın en önemli kavramlarından olan takvâ ve ittikâ, kulun Rabbi karşısındaki durumunu en iyi anlatan sözcüktür. Kur'ân'da birçok âyette insanlara Allah'tan ittikâ etmeleri söylenmiş, birçok peygamberin de kavimlerini İslâm'a davet ederlerken onları "Allah'tan ittikâ etmez misiniz?" sözleriyle uyardıkları anlatılmıştır. Çünkü insan için en önemli şey, bir yaratıcının varlığı, yaratılışın sebebi ve kendisinin Yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikle kendini var edeni tanımakla ve O'nun razı olacağı bir yaşam sürmekle yükümlüdür. İnsan, her şeyin sahibi olan Allah tarafından başıboş, kendi haline bırakılmamıştır; hayatının hesabını vermek üzere kendisine döndürülecektir. Bu sebeple Kur'ân, Allah fikrini ve O'na ait ulûhiyeti ısrarla gündeme getirerek âlemlerin Rabbi olan Allah'ı bütün sıfatları ve O'na ait en üstün yücelik makamları ile tanıtmakta ve insana bu yücelik karşısında kendisine çeki düzen vermesini, kendisini iyi amellerle koruma altına almasını tavsiye etmektedir. Amaç, insanın O'nun her yerde kendisini gördüğünün ve yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının bilincinde olan bir varlık olmasını; Allah'ın yüce makamı karşısında çekinmesini; O'na kuvvetli bir imanla bağlanmasını ve yaptığı hatalardan dolayı O'na sığınmasını sağlamaktır. Özetle, insanı muttakî /ittikâ eden/ takvâ sahibi bir varlık yapmaktır.
Bugüne kadar takvâ'nın birçok tanımı yapılmıştır. Bu tanımların hepsinde de değişik kelime ve ifadelerle aynı anlamlar gözetilmiştir. Bu nedenle tanımlar arasında herhangi bir çelişki yoktur. Meselâ takvâ'yı "Allah'ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçmak" diye tarif edenler olduğu gibi, "Yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmektir" ya da "Allah'ın cezalandırmasından korkarak O'nun verdiği bir nur ile O'na itaat etmektir" veya "Allah'ın dışındakileri Allah'a tercih etmemektir" şeklinde tanımlayanlar da olmuştur.
Biz de şöyle bir tanım yapabiliriz: Takvâ, "insanın kendisini Allah'ın koruması altına koyarak âhirette kendisine zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılması"dır.
Ancak konu ile ilgili diğer Kur'ân âyetleri de göz önüne alınarak daha geniş bir tarif de yapılabilir:
Takvâ; iman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve elçilerine boyun eğmek, inkârcılarla mücâdele etmek, bollukta ve darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, salat etmek, salatı ikame etmek, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, ana-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir.
Bütün bu tariflere dayanarak özlü bir ifade ile takvâ'nın "iman ve onun yansıması" olduğunu söylemek de mümkündür.
Bu noktada takvâ ile ibâdet arasındaki bağlantının belirtilmesinde yarar görüyoruz. Bize göre, "ilâhî emir ve yasakları yerine getirmek" demek olan ibâdet, "zarar verecek davranışlardan sakınmak" demek olan takvâ'nın kendisi değildir, ama kişiyi takvâya ileten davranışlardır.
Takvâ sözcüğünün anlamında "korku" ve "korkmak" unsurları bulunmasına rağmen, takvâ'nın sadece "korku" olarak anlaşılması doğru değildir. Fakat ne yazık ki, birçok meal ve tefsir, takvâ ve ittikâ sözcüklerini sadece "korkmak" anlamıyla açıklamıştır. Takvâ ve ittikâ sözcüklerinin ifade ettiği korunma ve sakınmanın Arapça'da havf, mehâfet, rehbet gibi sözcüklerle ifade edilen "basit korku" sebebiyle korunmak ve sakınmak ile aynı anlama gelmediği yukarıda görülen İnsan/10, 11. ayetlerden de açıkça anlaşılmaktadır.

Takvâ, içerdiği "korku" unsuru da belirtilerek "Kişinin korktuğu şeylerden kendini korumasıdır" şeklinde de tanımlanabilir. Ancak bu önemli kavramın basitçe "Allah korkusu" olarak ifade edilip geçiştirilmesi bize göre son derece yanlıştır. Çünkü Rabbimiz, "Allah korkusu" anlamına gelen haşyet sözcüğü ile ittikâ [takvâlı davranış] sözcüğünü aynı âyet içinde zikretmek sûretiyle, bu sözcüklerin farklı anlamlara geldiğini bizlere göstermiştir:
52Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat eder, Allah'a saygı, sevgi ve bilgiyle ürperti duyar ve O'nun koruması altına girerse, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir.
(Nûr/52)
Kur'ân'daki bu açık belirlemeye rağmen takvâ sözcüğü ve tüm türevleri "korkmak" anlamında anlaşılarak Müslümanlar arasında tam bir korku furyası oluşturulmuştur. Bunun sonucu olarak da, Allah ile kul arasındaki ilişkiler sevgi, saygı ve rahmetten çok korku üzerine kurulmuş, ortaya birçok yanlış ve olumsuz anlayış ve davranışlar çıkmıştır. Oysa ne takvâ ve ittikâ "haşyet" [Allah korkusu] demektir, ne de haşyet "havf", "mehâfet", "rehbet" gibi sözcüklerle ifade edilen basit "korku" anlamındadır.