Meryem/52 de geçen “ط و ر tvr” ifadesi, klasik anlayışta “طُور tûr” diye okunduğundan “dağ” olarak anlamlandırılmıştır. Kastedilen dağın da Filistin’deki Tûr Dağı olduğu; genel kabul görmüştür.
Ayetteki “ايمن eymen” sözcüğü de “جانب cânib” söcüğü ile birlikte değerlendirilerek “Ona Tûr Dağının sağ tarafından seslendik” anlamı elde edilmiştir. Sonuçta Musa ile ilgili ayetlerdeki tüm “ر و ط tvr”ler; “Tûr Dağı” olarak anlaşılmış ve Musa ile Tûr Dağı birbirinden ayrılmaz olmuştur. Yani Musa’ya yapılan ilk vahiy ve sonraki vahiylerin çoğunun; Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda gerçekleştiği kabul edilmiştir.
Tüm lügatlerde “طور tûr” sözcüğü, “üzerinde ağaç olan dağ” anlamındadır. Ne var ki Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda hiç ağaç yoktur.
Ayetteki “طور tvr” sözcüğü, “hal, aşama” anlamına gelen “طَوْرُ tavr” şeklinde de okunabilir ve “ايمن eymen” sözcüğü de “طَور tavr” sözcüğünün sıfatı olur. Sıfat tamlaması olarak “الطور الأيمن et tavri'l-eymen” de “en kutlu aşama” anlamına gelir. Bu hal, bu aşama, elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir şekilde nitelenmesidir.

Ayetteki sözcük, “طور tûr” diye okunur; “ايمن eymen” sözcüğü de ”طور tûr” sözcüğünün sıfatı yapılırsa “en kutlu dağ” anlamı oluşur. Sıfat tamlamasıyla yapılan bu niteleme ile de elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir anlatımı gerçekleşir. Bu anlatım, Ta Ha/12, Naziat/16’daki “الوادى المقدس mukaddes vadi” ve Kasas/30’daki الوادى الأيمن el-vadi’l-eymen” ifadesinin peygamberlik makamını nitelediği durumlarda da görülmektedir.
Yukarıda açıklananlara göre; Musa’ya “Tûr Dağı’nda vahyedildi” anlayışının yanlışlığı; kendini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca bu kabulleniş “Vahiy, Musa’ya dağda mı geldi; yoksa vadide mi geldi?” sorununu da karşımıza çıkarmaktadır.

Kur’an’da yalın olarak geçen “طورt v r” sözcükleri “ طَوْرtavr” veya طُور tûr olarak okunmasında bir engel bulunmamaktadır. Her iki kıraat de kutlu peygamberlik makamını, rütbesini ifade eder. Mü’minun/ 20 ve Tin/2’de geçen طور “t v r tûr” diye okunmalıdır. Mü’minun/ 20’de “وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ tûri seynâe… “, ve Tin/2’dek “وَطُورِ سينين  tûri siniyne” ifadeleri, sıfat tamlaması olarak; “ağaçlıklı, güzel, mübarek, üzerinde ağaçlar olan dağ” anlamındadır. Bu nitelik, “Güney Doğu Toros Dağları’nı ifade etmekte olup bunların Musa ile herhangi bir ilgisi yoktur. Ayrıntılı bilgi Tîn Suresi’nde verilmiştir.

Ayetteki “جانب cânib” sözcüğü ile “الطور الأيمن et tavril el eymen/ et-tûri’l-eymen” ifadelerinden oluşan tamlamadan da “en kutlu aşamanın kenarından/ en kutlu dağın kenarından (yani henüz elçi olmadan)” anlamı ortaya çıkar. Bu ayet, Musa’nın henüz elçi olmadan kendisine yapılan ilk vahiyden söz etmekte ve bununla kendisinin elçiliğe atandığını beyan etmektedir. İlk vahiy ile Mekkeli Muhammed’in elçi yapılış anının anlatıldığı; Necm/ 1-18 ve İsra/1’deki ifade de bunun gibidir. Bu ayetlerdeki anlatımın aynısını Kasas/ 29, 30’da da görmekteyiz.

سيناء SEYNÂE - سنينSİNİYNE
Kadim lügatlerde طور tûr sözcüğünün Süryanice olduğu ve Şam’da (Suriye’de) bir dağın adı olduğu belirtilir. Araştırmalara göre Arami dilinde, “طور ”, dağ demektir. Güneydoğu Toros Dağları, dili Aramice olan Asur İmparatorluğunun kuzeydeki topraklarındadır. Demek oluyor ki, “ طورtûr” sözcüğü Toros sözcüğünden gelmektedir. (Toros, Boğa demektir) Araplara da Süryanilerden gelmiştir.
İlk sözlüklerin yazılmış olduğu yıllarda bu topraklar Suriyelilere aittir. O zamanlar, Suriye topraklarında olan Güneydoğu Toros Dağları, الطورet-Tûr olarak adlandırılmıştır.
Eski sözlüklere göre, “ طورtûr”, “üzerinde ağaç olan dağ” demektir. Eğer üzerinde ağaç yoksa ona “tûr” denmez. Günümüzde, “ طور سيناTûr’i Sinâ” olduğu iddia edilen Sinâ dağında ağaç, bitki örtüsü yoktur. Oysa Toroslar, ağaç bitki örtüsü ile kaplıdır.
Mü’minun/ 20’de Tûr-i Seynae’den zeytinin çıktığı/zeytin ağacının yetiştiği bildirilir. Zeytinin ana vatanı, Türkiye-Suriye sınırı olarak bilinir ve bilimsel verilere göre de bu Kahramanmaraş, Hatay, Mardin üçgenidir. Bu yöre, Güneydoğu Toros Dağları yöresidir. İddia edilen Sinâ dağında, değil zeytin ağacı, hiçbir ağaç yoktur.

سيناء SEYNÂE- سنينSİNİYNE
Mü’minun/20 ve Tin/2’de geçen bu sözcüklerde kıraat karmaşası vardır.
Resmi Mushaf’ta Mü’minun/ 20 deki “ سيناء seynâe” kelimesi, Nâfi, İbn-i Kesir, Ebu Amr, Ebu Cafer, İbni Muhaysın, Yezidi ve Hasan tarafından “ سِيناءSiynâe” diye;
Mutavva tarafından “ سِناءsinâe” diye, A’meş tarafından “ سَيْناSeynâ” diye okunmuştur.
Resmi Mushaf’ta Tin/ 2’de “ سنينsiniyne” kelimesi, İbn-i ebi İshak, Amr b. Meymun, Ebu Reca tarafından “ سينينseyniyne” diye;
Ömer b. Hattap, İbn-i Mesud, Talha ve Hasan tarafından “ سيناءsiynâe” diye;
Ömer b. Hattab, Zeyd b. Ali ve Abdullah b. Mesut tarafından “ سَيناءseynâe” diye okunmuştur. (Mu’cem’ül Kıraat’il Kur’aniyye)
Buradan anlaşılan o dur ki her iki ayette farklı yazılmış olsa da bu sözcükler, aslında aynı sözcüktür.
Kadim kitaplarda bu sözcüklerin anlamı ile şu bilgiler verilmiştir:
Bu sözcükler çekimli değildir. Arapçaya başka dilden gelmiştir.
Sözcüklerin anlamı hakkında farklı görüşler vardır.
Katade: “Güzel demektir”, diye açıklamıştır.
Mücahid: “Mübarek” anlamına gelir demiştir.
Mukatil der ki: Üzerinde meyveler bulunan her bir dağ seynâ'dır, yani güzeldir. (Razi, Kurtubi)

Netice olarak “ طورtûr” ve “ سَيْناءseynâe” kelimeleri ile kastedilmiş olan, ağacı bol dağlardır, ormanlık alandır. Açıkçası GÜNEY DOĞU TOROS DAĞLARIDIR. Bugün “SİNA DAĞI” olarak adlandırılan dağ değildir.