" الذّكرZİKR" sözcüğünün sözlük anlamı "bir şey için korumak; anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamak, akla gelenin hazır hale getirilmesi, öğüt almak, unutmamak, ibret almak" demektir. (Lisan, Tac, el Müfredat; zkr mad.) Sözcük, gerek "zikr" mastarı ve gerekse diğer tüm türevleri olarak Kur'an'da hep bu sözlük anlamıyla kullanılmıştır.
Ayrıca bu anlam ekseninde vahyin (Kur'ân'ın ve Tevrat'ın) de adı olmuştur.
Not: "Zikr" sözcüğünün aslı olan "Z k r" kökünden türetilen "zeker" kalıbı, "erkek" ve erkeklerin cinsel organından "penis" anlamında kullanılır. Bunun nedeni, akla gelen cinsel isteğin penisi cinsel ilişki için hazır hale getirmesidir.
Zikir sözcüğü de Zeker sözcüğünden öz anlamı ekseninde türetilmiştir. Zihinde düşünülen şeyin bedende tazahürü; eyleme dönüşmesi demektir. Nitekim Rabbimiz Bakara/200'de Allah'ı babalarınızı andığınız; zikrettiğiniz gibi anın/zikredin; hatta daha kuvvetli bir anışla/zikirle anın/zikredin" buyurmuştur.
Ayetlerden açık ve net olarak anlaşıldığı gibi, Yüce Allah kendisini babalarımızı andığımız gibi, hatta daha kuvvetle/şiddetle anmamızı emretmektedir. Bu durumda öncelikle babalarımızı nasıl andığımızı düşünmemiz gerekmektedir. Bir insanın herhangi bir sayaçla gece gündüz "Baba, Baba ..." diye diliyle babasını anması söz konusu olamayacağına göre, burada düğümü çözecek olan ipucu, babamızı anmamızın, onu düşünmemizin nasıl olması gerektiğindedir.
Evlatlarına "Oğlum/kızım, beni unutma!" diye tembih eden babaların bu sözle evlatlarının kendilerini sayıklamalarını kastetmedikleri kesindir. O hâlde babalarımızı anmamız, onları düşünmemiz, onları aklımızdan çıkarmamamız, üzerimizdeki haklarını düşünüp onlara olan maddî ve manevî sorumluluklarımızı hatırlamamız, sevgide ve saygıda kendilerine kusur etmememiz demektir.
"Zikrullah"ı belirli sayıdaki ifade kalıplarıyla yapmayı doğru bulan zihniyetin, Allah'ın Bakara/152'de verdiği "Beni anın ki, ben de sizi anayım" mesajı hakkında ayrıca kafa yormaları ve Allah'ı "Allah, Allah ..." diye anan kimselerin, Allah'tan da kendilerini "kulum, kulum ..." diye anmasını bekleyip beklemediklerini düşünmeleri gerekir.
Bu dini en iyi anlayan ve en iyi uygulayanların, peygamberimiz ile onun çağdaşı olan ve dini eğitimlerini ondan alan sahabe olduğu şüphesizdir. O güzide Müslümanlar bu ayetleri bugünkü tarikat, tekke ve tasavvuf anlayışıyla anlayıp uygulamamışlardır. Onların belirli sayılarla "Allah, Allah ..." diye zikrettiklerini kimse duymamış, hiçbir kitap yazmamıştır. Onlar, kişinin aynasının "iş" olduğunun, lâfına bakılmayacağının bilincindeydiler. Bu nedenle de ömürlerini hep öğrenerek, öğreterek, Allah için mücadele [cihad] ederek geçirmişlerdir.
Zikrullah / Allah'ın anılması, halk arasında uygulandığı şekliyle elde tespih, dil ile "Allah, Allah ..." demek değildir. Zikrullah / Allah'ın anılması, Allah'ın biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, O'na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizi ikide bir kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmaktır.