Ey Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlar!
Şüphesiz Biz, Allah, elçimiz Muhammed’in günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, ona olan nimetini tamamlasın, onu dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah, ona çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye, ona apaçık bir fethi açtık.Şüphesiz, size de günahlarınızdan geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, size olan nimetini tamamlasın, sizi dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah size çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye, size apaçık bir fethi açacak.
Allah, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah’ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
(111/48, Fetih/1-4)
-667-
Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah’ındır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Ey iman etmiş olan kimseler!
Şüphesiz Biz, Allah’a ve Elçisi’ne iman etmeniz, O’na yardım etmeniz, O’na saygı göstermeniz ve her zaman O’nu her türlü noksanlıktan arındırmanız için;
mü’min erkekler ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi ve onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur–;
ve Allah hakkında kötü zanda bulunan o münâfık erkekler ve münâfık kadınları, Allah’a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları dışlamış; rahmetinden mahrum bırakmış ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!–; seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.
(111/48, Fetih/7-9, 5-6)
-668-

Ey elçi/Ey Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlar!
Şüphesiz size bağlılık yemini eden şu kimseler, gerçekte Allah’a bağlılık yemini etmektedirler. Allah’ın gücü; nimetleri, yardımları onların güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin üzerindedir. O nedenle kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah’a verdiği söze vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.
Bedevi Araplardan geri bırakılmış; sizinle gelmemiş olanlar, size yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti/alıkoydu. Hadi Allah’tan bizim bağışlanmamızı dileyin” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. Deyin ki: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir yarar dilediyse O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Tam tersi Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
Aslında siz, Elçi ve mü’minlerin, ailelerine/yakınlarına sonsuza dek geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel göründü. Ve siz kötü zanda bulundunuz ve değişime/yıkıma uğramış bir toplum oldunuz.
Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler için çılgın bir ateşi hazırlamışızdır.
Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Siz ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar: “Bırakın bizi de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. Deyin ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra onlar: “Tam tersi, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Tam tersi onlar, pek az şey dışında anlamazlar.
Bedevi Araplardan, geri bırakılmış olanlara de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir topluma karşı çağırılacaksınız, onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.”
Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah’a ve Elçisi’ne itâat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.
(111/48, Fetih/10-17) 
-669-
Andolsun o ağacın altında elçimiz Muhammed’e bağlılık yemini ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu/ moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile ödüllendirmiştir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 
Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah’ın sizin için kuşattığı başka şeyleri, siz yararlanasınız ve mü’minlere bir alâmet olsun, Allah sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte Allah, bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.
Ve eğer Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah’ın öteden beri gelen kanunu/ uygulaması olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir yol gösteren, koruyan yakın ve yardımcı da bulamazlardı.
Ve Allah, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke’nin vadisinde; Hudeybiye’de, Allah’ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyen ve sizi Mescid-i Haram’dan ve ayarlanmış hedylerin/ hac yapanlara gönderilen yiyeceklerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı kesinlikle onlardan Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.
Hani Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kimseler, cahiliye kalıntısı gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah, Elçisi’nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu/ morali indirmiş ve o mü’minlerin “takvâ/Allah’ın koruması altına girme” sözüne ilzam etmişti/sadık kalmalarını sağlamıştı. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.
(111/48, Fetih/18-26) 
-670-

Ey inananlar!
Andolsun ki Allah, Elçisi’ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz” vizyonunu hak ile doğru çıkardı. Öyleyse Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast/yakın bir fetih kıldı.
Allah hak dini bütün dinlere üstün kılmak için, Elçisi’ni doğru yol kılavuzu Kur’ân ve hak din ile gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.
(111/48, Fetih/27-28) 
-671-

Ey insanlar!
Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onunla beraber olan kimseler de, Allah’ın, kendileriyle düşmanları öfkelendirmesi için Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimselere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah’ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek Allah’ın birliğini öğretenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak görürsün. Onların Allah’a teslimiyetlerinden nişanları, tüm varlıklarında/ her taraflarında belli olur. Bu, onların Tevrât’taki örnekleridir. Onların İncîl’deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere bağışlama ve büyük bir ödül söz vermiştir.
(111/48, Fetih/29)

Burada Hudeybiye Barış Antlaşması ve Rıdvan Bitati’nden bahsedilmektedir. Hicretin üzerinden 6 yıl geçmiş ve bu süre içerisinde kimse öz yurdu ve akrabaları ile temas kuramamıştı. Muhâcirlerde hasret ve gurbet duyguları kabarmış, Ensâr’da da Ka‘be’ye karşı özlem oluşmuştu. Bu nedenle Rasûlullah, Mekke’ye gitmek isteyenlerin hazırlanmasını istedi. Zilkâde’nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] 1.400 kişi ile Mekke’ye doğru hareket edildi. Amacın barış olduğunu göstermek için yanlarına, yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almadılar. Durumu öğrenen Mekkeli müşrikler, ne pahasına olursa olsun Rasûlullah’ı Mekke’ye sokmama kararı aldılar ve o’nun Mekke’ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak için de Hâlid b. Velîd komutasında 200 atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler. Bu arada Rasûlullah ile mü’minler Mekke yakınlarındaki Hudeybiye mevkiine gelmişlerdi. Rasûlullah, amaçlarını bildirmek, Mekke müşriklerinin tutumunu öğrenmek için Mekke’ye, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Ka‘be’yi ziyaret için geldiklerini ve umre yapıp döneceklerini bildiren bir elçi gönderdi. Buna rağmen müşrikler devesine vurup elçiyi yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan bazı kimseler araya girip elçiyi kurtardılar. Elçi geri dönerek durumu Rasûlullah’a anlattı. Mekkeli müşrikler, Müslümanların Mekke’ye girmesini kendileri için büyük onursuzluk sayıyor ve Arapların gözünden düşeceklerini düşünüyorlardı. Mekke’de hâlâ hatırı sayılan ve etkin birçok akrabası bulunan Osman’ın elçi olarak gönderilmesi önerisi üzerine Rasûlullah Osman’ı Kureyş’e gönderdi. Osman, önce Rasûlullah’ın mesajını iletti ve, “Biz muharebeye gelmedik, yalnızca umre yapmak için geldik” dedi. Kureyşliler Osman’a, “İstersen Ka‘be’yi tavaf et; ancak hepinizin Mekke’ye girmesine ve Ka‘be’yi tavaf etmesine izin veremeyiz” dediler. Reddetmesi üzerine de Osman’ı Mekke’de alıkoyup göz hapsinde tuttular. Müslümanlar arasında, Osman’ın öldürüldüğü şayiasının çıkması üzerine Rasûlullah, mü’minleri biata davet etti. Bütün mü’minler, ölüm pahasına da olsa savaştan kaçmamak üzere o’na biat ettiler. Bu konu, sûrenin 10, 18 ve 19. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerden hareketle bu biata, “Biatu’r-Rıdvân” [razılık biatı] ve biat esnasında altında durulan ağaca da “Şeceretu’r-Rıdvân” [razılık ağacı] adı verilmiştir. Sonra, Osman ile ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşıldı. Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler Müslümanları Mekke’ye sokmamaya kararlı gözüküyorlardı. Rasûlullah ise, “Biz savaşmak için gelmedik. Amacımız Ka‘be’yi ziyarettir, umre yapmaktır. Kureyşliler savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde ölünceye kadar onlarla savaşırım” diyerek barış öneriyordu. Mekkeli müşrikler, Allah Rasûlü’nün kararlılığı yüzünden savaşı göze alamayarak; Osman’ı ve Mekke’deki bir kısım Müslümanı serbest bıraktılar. Arkasından, Suheyl b. Amr’ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak üzere Rasûlullah’a gönderdiler. Burada “Hudeybiye Andlaşması” yapıldı. Buna göre; 1) Müslümanlarla müşrikler 10 yıl savaşmayacaklar. 2) Müslümanlar bu yıl Ka‘be’yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke’de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silâh taşımayacaklar. 3) Mekke’den birisi Müslüman olarak Medîne’ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medîne’den Mekke’ye sığınanlar iade edilmeyecek. 4) Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklar. 
Şartlarının, görünüşte Müslümanların aleyhine olması sebebiyle Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar ve Rasûlullah’a, “Sen Allah’ın Rasûlü değil misin? Davamız hak dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?” diye serzenişte bulundular. Hudeybiye’de 19 gün kalındıktan sonra Medîne’ye doğru yola çıkıldı. Yolda, bu sûre indi.

Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf’tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Tebyîn.