Takva yazımızda uzunca değindiğimiz gibi, takva sözcüğü ve tüm türevleri “korkmak” anlamına alınıp Müslümanlar arasında bir korku furyası estirildiğinden Allah ile kul arasındaki ilişkiler sevgi, saygı ve rahmetten daha ziyade, korku üzerine kurulmuştur. Bunun sonucunda da birçok yanlış ve olumsuz sonuçlar doğmuştur. O nedenle “takvâ” konusunu işlerken kısa da olsa bu hususların açıklığa kavuşturulmasını zorunlu görmüş bulunuyoruz. Biz korku ve Allah korkusu konularına değinirken meseleyi şu üç ana başlık altında inceleyeceğiz.

a)  Eğitimde korku

b)  Mehâfetüllah

c)  Haşyetüllah

EĞİTİMDE KORKU

Dünya üzerindeki tüm eğitmenler tarafından kabul edilen gerçek şudur ki: Baskı ve korku ile disiplin sağlanamaz. Baskı ve korku ikiyüzlü, tutarsız, âsi, anarşist ve samimiyetsiz bireyler meydana getirir.

Baskıcı, korkutucu ana-babanın çocukları, baskıcı korkutucu öğretmenin öğrencileri, baskıcı korkutucu işverenin işçileri, baskıcı korkutucu devletin yurttaşları hep ikiyüzlü, âsi, anarşist, çıkarcı, tutarsız ve samimiyetsizdirler. Sonuç olarak diyebiliriz ki, baskı altında; dayakla-deynekle ceza ile korkutmakla  verimsiz, tersine işleyen bir görüntü söz konusu olur.

Bilimsel gerçek bu olmasına rağmen ne yazık ki, toplumumuzda korku ile disiplin kurulmaya çalışılmıştır. Maalesef korkunun, baskının sözde kerâmetleri ile ilgili “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter”, “Dayak cennetten çıkmadır” gibi bir çok atasözü hayatımıza girmiştir.

MEHÂFETÜLLAH/ ALLAH KORKUSU

Tüm inanç duygularına bakıldığı zaman iki temel unsur görülecektir; birisi sevgi diğeri de korku. Bu duygular aynı zamanda insanın davranışlarını yönlendirir. Allah sevgisi aşılanacağı yerde  toplumda özellikle de henüz sabi çağda; aklı gelişmemiş henüz reşit olup mümeyyiz duruma gelmemiş çocuklara Allah korku duygusu aşılamaya çalışmak yanlış bir tutumdur. Çocuğun davranışlarının, eğitmeni (İster ana-baba, ister öğretmen) tarafından hoş karşılanmaması sonucu onlara “Allah seni taş yapar”, Allah senin gözünü kör eder”, Allah seni cehennemde yakar” vb. ifadelerle çocukları terbiye etmeye çalışmaları son derece zararlı bir harekettir.

Halbuki çocuk Allah tarafından mükellef tutulan bir çağda değildir. Din, iman, İslam, çor-çocuk işi de değildir. Din, iman, erişkin ve yetişkin kimselerin işidir. Ayrıca Allah-ü Teâlâ’nın Celâl (Kâfirleri kahreden, cezalandıran) sıfatları yanında pek çok Cemâl (kullarını seven, koruyan, affeden) sıfatları da vardır.

Kısaca baskı ve korku ile hiçbir yere varılmaz, disiplin sağlanmaz. Bir müddet sağlanmış gibi gözükse de bu kalıcı olmadığı gibi bir takım zararlı sonuçlar da doğurur.

Aşağıda göreceğiniz gibi Allah korkusu çok farklı bir mefhum olmasına rağmen, sözcüklerin anlam farklılıkları göz ardı edilerek, yeterli bilgi verilmeden oluşturulmuş olan Allah korkusu mefhumu, İslam’ın ön gördüğü Allah korkusu değildir. Mutlak, basit korku anlamındaki “Havf, mehafet” Müslümanlar arasına yabancı kültürlerden intikal etmiştir. Herkesin bildiği, bir çok Hat sanatlarının icrasıyla değişik değişik tablolar halinde resmedilmiş, câmi iç duvarlarına ve sözde dindar geçinen kimselerin evlerinin salonlarına asılmış olan o meşhuuur      رأس الحكمة مخافة الله  Ra’sül hikmet-i mehâfetüllah/Hikmetin başı Allah korkusudur.” sözde hadisi de aslında Rasülüllah efendimizin sözü olmayıp Kitab-u Mukaddes’in Süleymanın Meselleri bölümünün I. Bab’ın 7. âyetidir. Bu ifadelerin Tevrat’ta önü ve arkası da vardır. İsteyen tetkik edebilir.

İslam dininde basit korku ( خوف havf,  مخافة mehâfet) anlamıyla Allah korkusu mefhumu yoktur. İslam dininde  خشية HAŞYET vardır.  خشية الله Haşyetüllah vardır. Bu fark üzerinde durulmadığından değişik kesimlerden özellikle de tasavvufçular tarafından Allah korkusu konusu ile ilgili lüzumsuz ve anlamsız görüşler ve yorumlar ortaya konulmuştur. Bunlar konumuz kapsamı dışında olduğundan burada değinmiyoruz.

HAŞYETÜLLAH

“ خشية Haşyet” sözcüğü Türkçe’ye çevrilirken basit korku anlamındaki “ خوف havf” sözcüğüyle yanlış olarak eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Halbuki “haşyet” basit korku demek değildir. “Haşyet”, “Bilgi, idrak neticesinde oluşan hayranlık ve saygının doğurduğu hasret kalma, uzak düşme korkusudur.” Kesinlikle basit korku değildir. Nitekim Ra’d suresi âyet 21’de her iki sözcük bir âyette ayrı ayrı anlamlarda kullanılmıştır.

Ra’d/ 19-24:

19-24.Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;

Allah’a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,

Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,

( و يخشون ربهم ve yehşevne rabbehüm) Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden ( ويخافون  yehâfüne) korkan kişiler,

Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,

salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],

kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış

ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”

Basit korku (havf) duygusu fıtraten herkeste var olmasına rağmen “haşyet” herkeste olmaz. Basit korkuya (havf) kapılan kişi korktuğundan uzak durmaya çalışır. Mesela: Ateşten korkan ateşin yanına yaklaşmaz. Hastalıktan korkan hasta olmamak için gerekli tedbiri alır. Cehennemden korkan isyan etmez. Düşmanından korkan, vahşi hayvandan korkan onlarla karşılaşmamaya, yaklaşmamaya gayret eder. Kesinlikle korktuklarının karşısına çıkmaz. Ama haşyet sahibi öyle değildir. O, haşyet duyduğuyla hep beraber olmayı arzular. Ondan uzak kalmaktan korkar. Ona derin bir sevgi ve saygı duyar. Onun darılmaması, gücenmemesi için gayret eder. Daima hayran olduğuna kendisini sevdirmeye, beğendirmeye çalışır.

Haşyet, havf gibi fıtrî bir duygu değildir. Haşyet duygusu sonradan oluşur. Bilgi ve idrake dayanır. Bilgi ve idrak ile doğru orantılıdır.

Fâtır/ 28:

28.İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.

“İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler haşyet ederler/ derin hayranlık ve saygı duyup ondan uzaklaşmaktan korkarlar. Evet Allah güçlüdür, bağışlayıcıdır.”

Âyette kasr vardır. Ancak bilgi sahipleri Allah’a karşı haşyet duygusuna sahip olurlar. Onlar bilgileri aracılığıyla Allah’ı bilgisizlerden daha iyi tanır ve idrak ederler. Onun gücü karşısında sonsuz bir hayranlık ve saygı duyarlar. Atomun içini; nötron, elektron, kuantum vs.  gören bir fizik bilgini, Maddenin yapısındaki akıl almaz incelikleri bilen kimyacı ve hücrelerin DNA, RNA vs.sini bilen bir biyolog ve tüm evreni incelemeye çalışırken sonsuz ahenkleri keşfeden astronomi ve astrofizik uzmanı ile sıradan bir kimsenin Allah’ı idraki ve Allah’a karşı duyduğu saygı ve hayranlık aynı değildir.

İşte Allah’ın sonsuz gücünü ve programını (Rabb olma özelliğini) gören ve bilen bilginler Allah’tan uzak kalmaktan, ona saygısızlık etmekten korkarlar (haşyet duyarlar).

Allah’a  saygı ve hayranlıkta Rasüller ve melekler  ön plandadır. Zira onların da Allah’ı tanıma ve idrakleri başkalarının tanımasından daha ileri düzeydedir.

Ahzab/ 39:

38,39.Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyde Peygamber üzerine, daha önce gelip geçen kimselerde; Allah’ın verdiği elçilik görevini tebliğ eden, O’na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve Allah’tan başka kimseye saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayan kimselerle ilgili Allah’ın uygulaması olarak bir güçlük yoktur. Allah’ın emri, ayarlanmış, belirlenmiş bir kaderdir. Hesap görücü olarak Allah yeter.

Rasülüllah efendimiz de bir ifadelerinde özetle şöyle buyurmuştur:

“Ben, Allah hakkında sizden daha çok bilgiye sahibim ve benim haşyetim sizinkinden daha fazladır.” (Buhârî Edeb 72, Müslim Fezâil 127-128)

 Mü’minun/ 57:

57-61.Şüphesiz Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O’ndan uzaklaşma korkusundan tir tir titreyen şu kimseler, Rablerinin âyetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve iyilikler için önde gidenlerdir.

 Enbiya/ 26-28:

26-28.Ve onlar: “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], çocuk edindi” dediler. Rahmân, bundan arınıktır. Aksine onlar armağanlar verilmiş kullardır. Onlar, O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, Rahmân’ın çocukları saydıkları şeylerin önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O’nun hoşnut olduğu kimselerden başkasına yardımda/destekte bulunmazlar. Bununla birlikte onlar O’na duydukları derin saygı ve sevgiden dolayı ondan uzaklaşma korkusundan tir tir titrerler.

İşte İslam’daki Allah korkusu bu haşyet duygusudur, sıradan korku değildir.

Haşyet konusu ile ilgili olarak, Yasin suresi âyet 11, Naziat suresi âyet 45, Ta Ha suresi âyet 3, 44, A’lâ suresi âyet 10, Enbiya suresi âyet 49, Fatır suresi âyet 18, Kâf suresi âyet 33, Maide suresi âyet 44, 52, Tevbe suresi âyet 18, Nur suresi âyet 52, Beyyine suresi âyet 8, Zümer suresi âyet 23, Ahzab suresi âyet 37, Bakara suresi âyet 74 ve Haşr suresi âyet 21’e de bakılabilir.

TAKV  

التقوى  Takvâ’nın sözcük anlamı:

‘Takvâ’ sözcüğünün aslı, ‘وقاية vikâye’, ‘  توقيةtevkiye’, ‘    وقاءة    vikâe  ’ köklerinden türemiş olan “    وقيvekâ’ fiilidir.  Bu fiilin sözlük anlamı, ‘Bir şeyi korumak, himaye etmek, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak’ demektir. Öz olarak ifade edersek, ‘zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymak’ tır.

Bunun Kur’ân’daki örnekleri:

İnsan /10, 11:

… evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız”

Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur;  (فوقاهم      fevegâhüm);

Tahrim/ 6:

6,7.Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş’ten koruyun. (قوا       Gû). ……”

Teğâbün/ 16:

16.O nedenle gücünüz yettiğince Allah’ın koruması altına girin ( اتقوا ittegû), dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de benliğinin açgözlülüğünden korunursa  (  يوق Yûga) işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir.

 ‘Vekâ’ fiilinin mezidatından olan ‘اتّقاء    ittikâ (aslı ivtika’dır)’ ise sözlükte; ‘Korumayı kabul etmek’ demektir. Başka bir ifadeyle: “Acı ve zarar verecek şeyden koruyan birinin korumasına girmek” demektir.

Kur’ân’dan örnekler:

Haşr / 18, 19 :

18,19.Ey inanmış olan kişiler! Allah’ın koruması altına girin اتّقوا ittegû) ; her kişi yarın için ne hazırladığına bir baksın. Ve Allah’ın koruması altına girin اتقوا ittegû). Şüphesiz Allah, işlediklerinize haberdardır. Ve Allah’ı umursamayan kimseler gibi olmayın: Böylece Allah, onlara kendilerini umursatmaz. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir.

Âl-i Imran/ 131:

130.Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazancı] yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah’ın koruması altına girin. 131Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenkimseler için hazırlanmış olan ateşten de koruma altına girin (اتقوا ittegû). 132Merhamet olunmanız için Allah’a ve Elçi’ye itaat edin.

Bakara/ 24:

24.Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenkimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun.   (اتقوا  ittegû).”

Ve daha birçok âyette bu ifadeyi görürüz.

‘Takvâ’ sözcüğü, “ittikâ’ sözcüğünün ismidir. Sözlük anlamı olarak, “kuvvetli himayeye girmek, korunmak, kendisini koruma altına almak” demektir.

متّقى Mütteki’ sözcüğü ise, “ittikâ eden, takvâ sahibi olan, takvalı davranan, yani koruyanın birinin koruması altına giren kimse” demektir. Çoğulu ‘ متّقون müttekûn’olarak gelir. Cümledeki yerine göre (mensup veya mecrur olduğu durumlarda) “ متّقين müttekîn” şeklini de alır

 Kavram olarak takvâ:

Kur’ân’ı kerimde yer alan ‘takvâ’ ve ‘ittikâ’ sözcükleri incelendiğinde, bu sözcüklerin tümünün sözlük anlamına yakın manalarda kullanıldığını ve sözlük anlamı ekseninde kavramlaştığını  görürüz.

Takvâ sözcüğü korkmak anlamında değildir. Arapça’da korku ve korkmak anlamı ‘ خوف havf’, حزر hazer’, ‘ خشية haşyet’, ‘ اشفاق işfâk’, ‘ رهبة rehbet’, ve ‘ وجل vecel’ gibi sözcüklerle ifade edilir. Bu sözcükler tefsir ve meallerde eşanlamlı sözcükler olarak ele alınsa da aslında birbirinden anlamca farklıdırlar. Bu incelik ayırt edilmediğinden bu konuda çok hata yapılmaktadır. Birçok meal ve tefsir takvâ ve ittikâ sözcüklerini “korkmak” anlamıyla açıklamıştır. Halbuki korku anlamına olan haşyet ile ittikâ bir âyeti celilede ayrı sözcüklerle ifade edilmiştir.

Nur/ 52:

“Ve kim Allah’a ve Elçi’sine boyun eğer, Allah’tan korkar ( يخشى الله yehşallaâhe) ve ondansakınırsa ( و يتقه ve yetteghi), işte başarıya ulaşanlar, onlardır.”

İnsan/ 10, 11:

“Evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız (  انا نخاف من ربنا İnnânehâfü min rabbina).

Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur ( فوقاهم fevegâhüm); onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, …”

İnsanın fıtratında korku ve ümit duyguları vardır. İnsan, bazı şeyler karşısında aciz kalır, ondan korkar ve sığınılacak bir kucak arar. Bu korku ve ümit çizgisi, onun çalışmalarına ve hayatına yön verir. Bu duygular onu hayata bağlar.

Kur’ân, insandaki bu yaratılışı göz önünde bulundurur. Ondaki bütün lüzumsuz korkuları ayıklar, korkulması gereken yerden korkmayı, ümit edilmesi gereken şeyi ümit etmeyi ona öğretir.

İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah’tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi,  bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. İnsan tarih boyunca böylesine lüzumsuz korkular yüzünden sayısız tanrı edinmiştir. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları ilah edinmiş; Firavunlardan ve diktatörlerden korkmuş, onları ilah edinmiş; açlıktan korkmuş, ekmek ve maaş verenleri ilah edinmiş; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya başka şeyleri ilah edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar aramış, ancak çoğu zaman, sığındığı kucaklar kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur.

Kur’ân, insan yaratılışındaki korku ve ümit duygularını yine fıtrata en uygun bir biçimde değerlendiriyor. Bu duyguları kulluk faaliyeti çerçevesinde, insana en faydalı bir şekilde yönlendiriyor. Asıl korkulması gereken makamı gösteriyor.

Takvâ, korku duygusunu içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlak ve ibadet olarak gösterilmesidir. İslâm, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur’ân, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin manevi olarak yücelmesinin yolunu açıyor.

En geniş ve kapsamlı koruma Allah’ın korumasıdır. Allah’ın rahmet sıfatı bütün yaratılmışları korur. Ancak insan, kendi isteği ile kendine zarar veren şeylerden Allah’ın korumasını ister, ya da işlediği fiillerin kötü karşılığı hakkında Allah’tan korkar. Buradaki koruma isteği daha çok, yapılan amellerin sonuçlarından dolayı duyulan bir korkudur.

Özetlersek: ‘Takvâ’, insanın kendisini Allah’ın koruması altına koyarak ahirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır.

‘Takvâ’nın birçok tanımı yapılmaktadır. Bu çeşitli tanımlar arasında bir çelişki yoktur. Hepsi de aynı anlamı değişik kelime ve ifadelerle anlatmaktadır.

Söz gelimi ‘takvâ’yı, ‘Allah’ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçmak’ diye tarif edenler olduğu gibi; ‘yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmektir.’, ‘Allah’ın cezalandırmasından korkarak, O’nun verdiği bir nur ile O’na itaat etmektir’, ‘Allah’ın dışındakileri Allah’a tercih etmektir’ şeklinde tanımlayanlar olmuştur.

Takvâ’nın türediği ‘veka’ fiili ve türevleri Kur’ân’da tam ikiyüzellisekiz yerde geçmektedir. Kur’ân’ın en önemli kavramlarındandır. Takvâ veya ittikâ, kulun, Rabbi karşısındaki durumunu en iyi anlatan bir sıfattır. Birçok âyette insanlara ‘Allah’tan ittikâ edin’ denilmektedir. Birçok peygamber kavimlerini İslâm’a dâvet ederken, ‘Allah’tan ittikâ etmez misiniz” diyerek onları, O’nun korumasına girmelerini istemişlerdir.

Kur’ân ısrarlı bir şekilde Allah fikrini, yani O’na ait ulûhiyyeti gündeme getirir.  Zaten insan için en önemli olay, yaratılışın sebebi, yaratıcının varlığı ve yaratılan insanın bir yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O’nun razı olacağı bir hayatı yaşamaktan sorumludur. Hayatın  ve nimetlerin sahibi olan Allah, en sonunda bütün insanları ölümle beraber kendisine döndürüyor. Bu bakımdan insan başıboş değildir ve hayatının hesabını vermek üzere ölecektir. Kur’ân, alemlerin Rabbi Allah’ı bütün sıfatlarıyla, O’na ait en üstün yücelik ve makamlar ile tanıtıyor. Sonra da insanın bu yücelik karşısında kendisine çeki düzen vermesini, kendini iyi amellerle korumaya almasını tavsiye ediyor.

İnsan, her halde kendinden yüce gördüğü ve bir makam sahibi kimselerin önünde kötü ve çirkin iş yapmaktan çekinir. Bu çirkin işleri daha çok gizli yapmak ister. Allah’a kuvvetli bir imanla bağlanan kimse; O’nun her yerde kendisini gördüğünü bilen, yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının şuurunda olan bir kişi, şüphesiz kendine çeki düzen verir. Allah’ın yüce makamı karşısında çekinir, yaptığı hatalardan dolayı da O’na sığınır.

Demek oluyor ki takvâ, iman ve onun yansımasıdır. İbadet, takvânın kendisi değil, fakat takvâya ileten davranışlardır. İbadet, ilahi emir ve yasakları yerine getirmek, takvâ ise zarar verecek davranışlardan sakınmaktır.

İnsan takvâya yaklaştıkça, “ihsan)” derecesine ulaşır. İhsan, iyileştirme, güzelleştirme demektir. Allah cc. de Muhsinler ile beraberdir.

Nahl / 128:

128.Şüphesiz ki Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişiler ve kendileri, iyileştiren-güzelleştiren kişilerin ta kendisi olanlar ile birliktedir.

Tevbe/ 123:

123.Ey iman etmiş kimseler! İnkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve şüphesiz Allah’ın, Kendi koruması altına girmiş kimseler ile birlikte olduğunu biliniz.

Konumuz içerisindeki âyetlerden  özetlersek göreceksiniz ki TAKVA:

İman etmek, şirkten uzak durmak, Allah’ı unutmamak, Allah ve Rasülü’ne boyun eğmek, inkarcılarla mücadele etmek, bollukta-darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekat vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, anaya-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir.

Bu özellikleri taşıyanlara da MÜTTEKİ deriz.

Takvânın anlamdaşları:

Kur’ân’da ‘takvâ’ sözcüğüyle eş anlamlı olarak başka sözcüklerin kullanıldığını da görüyoruz. O nedenle bu sözcük üzerinde durmamız ve Kur’ân’daki yer alışını göz önünde bulundurmamız gerekecek. Böylece hem gerçek ve sağlam bir iman sahibi olacağız, hem de Kur’ân’ı iyi tanımış olacağız.

Birr:

Takvâ sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan “ برّ Birr” sözcüğünün aslı “Berr”’dir. Çoğulu da “ ابرار Ebrar” olarak ifade edilir.

“Berr”sözcüğünün lügat anlamı, “deniz” sözcüğünün karşıtı olan “kara parçası” (kıta) dır. ( فى البر و البحر filberri velbahri/karada ve denizde) diye kullanılır. Ki burada ifade edilmek istenen şey “yaygınlık”tır.

Hadis ve fıkıh kitaplarında da bu ifade çok kullanılır; “ بر الوالدين Birr-ül Valideyn” adıyla özel başlıklar bulunur. Ki bu sözcükle anaya-babaya bol bol iyilikte bulunmak konusu genişçe işlenir.

Geniş anlamıyla  “birr”, “her türlü hayır ve iyilik işinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik” demektir. Kısacası bu sözcük her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı kapsar.

“   البرّ  El Berr” sıfatı hem Allah için hem de itaatkar kullar için kullanılır. Allah için kullanıldığında anlamı: Kullarına karşı şefkati, ihsanı geniş ve yaygın olan demektir. Allah, el Berr’dir. O, kullarına merhametli olduğu için, onların hakkında kolaylık diler, zorluk dilemez. Onların  günahlarına bir karşılık verir. Buna karşın onların iyiliklerine, hayırlı amellerine kat kat, sayısız karşılık verir.

Buna örnek:

Tur/ 25-28:

25-28.Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O’na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir.”

البرّ El Berr sıfatı kullar için kullanıldığında “itaati yaygın, çok itaatkar, sadık/sözünde duran” anlamına gelir. Ki bu Anlamıyla İsa  ve Yahya As.lar için kullanıldığını görüyoruz.

Meryem/ 12-15:

12-15.“Ey Yahyâ! Kitab’ı kuvvetle al!” O henüz çocuk iken o’na yasa, tarafımızdan sevecenlik ve temizlik verdik ve o, Allah’ın koruması altına çokça girmiş biriydi. Ve anne-babasına (براًberren) çok iyi davranandı. Ve o bir zorba ve itaatsiz biri olmadı. Ve doğurulduğu gün ve öleceği gün ve yeniden diri olarak kaldırılacağı gün o’na selâm olsun!

Meryem/ 32:

32.Ve beni, ( براً berren bi validetî) anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı.

Aynı kökten müştak olan “ بررة berare” sözcüğü ise “berr” sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcük Kur’ân’da bir yerde meleklerin nitelenmesinde kullanılmıştır.

Abese/ 11-16:

11-16.Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Kur’ân, değerli sayfalar içinde, yüceltilmiş, tertemiz temizlenmiş, (  بررة     beraretin) saygın, iyi yazıcıların ellerinde bir düşündürücüdür. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.

Aynı kökten türemiş “teberru”, fiil olarak iyi olma, iyilik yapmak anlamındadır. Türkçe’de de herhangi bir sosyal yardım amacıyla yapılan yardımlara, iyiliklere “teberru” denir.

 Birr’in kapsamı:

“Birr” sözcüğü isim olduğu gibi aynı zamanda “ismifâil-özneisim”dir de. Ki bu yönüyle  çok çok iyilik yapan anlamındadır. Müminler, çok çok iyilik yaparak Birr’in bizzat kendisi haline gelirler. Böyle kimseleri Kur’ân, bize “ ابرار     Ebrar” olarak tanıtıyor.

 Kur’ân Birr’i şöyle tanımlıyor:

Bakara/ 177:

177.Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlar”, Allah’a, Âhiret Günü’ne/Son Gün’e, meleklere, Kitab’a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah’a/mala/vermeye sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah’ın koruması altına girmiş kişilerin ta kendileridir.

Bakara/ 189:

189.Sana hilallerden soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac/programlı ilâhiyat eğitim dönemleri için zaman ölçüleridir.” Evlerinize arka taraflarından girmeniz/dinde Allah’ın ilkelerinden başka ilkeler benimsemeniz, “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlık”, Allah’ın koruması altına girmektir. Öyleyse, evlerinize kapılarından girin; dini, din sahibi Allah’ın çizdiği çerçevede yaşayın. Ve başarıya erenlerden, kurtulanlardan olmanız için Allah’ın koruması altına girin.

Al-i Imran/ 92:

92.Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla “iyi adamlık” mertebesine eremezsiniz. Ve siz, her neyi bağışlarsanız kesinlikle Allah, onu en iyi bilendir.

Bakara/ 44:

44.Siz, insanlara birr’i/iyi adam olmayı buyuracaksınız da kendinizi umursamayacak mısınız? Oysaki Kitab’ı okuyup duruyorsunuz. Hâlâ akletmeyecek misiniz?

Görüldüğü gibi Kur’ân,  “Ebrar” sözcüğünü “Müttekin” sözcüğü anlamıyla kullanmış ve Müttekin’e sunulan nimetlerin Ebrar’a da sunulacağını bildirmiştir.

Al-i Imran/ 198.

198.Ama, Rablerinin koruması altına girmiş kişilere gelince, onlar için, Allah katından bir yolcu ikramı olarak, altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Ve Allah katındaki, “iyi adamlar” için daha iyidir.

İnfitar/ 13:

13.Şüphesiz ki “ebrar/iyi adamlar”, elbette bol nimet, mutluluk cennetinin içindedirler.

Mutaffifin/ 18-28:

18-21.Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin’dedir. –Illıyyin’in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!–

22-28.Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim’in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim’dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.–

Dehr/İnsan/ 5-22:

5-22.Şüphesiz, “iyi adamlar”, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları içerler.

 Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, -kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan… Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir.

Neticede Birr, takvâ sahibi müminin, olmazsa olmaz bir özelliğidir. Buna bizzat takvâ diyemesek de takvâlı olma halidir diyebiliriz. O nedenle de Rabbimiz bize “Ebrar” (İyiler/yardımseverler) ile beraber ölmemiz için dua etmemizi bile buyuruyor.

Al-i Imran/ 190-194:

190-194.Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: “Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş’in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına işyapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır.

Birr, sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemlidir. İnsanlar arasındaki kaynaşma bu özelliğe bağlıdır.

“ صدق Sıdk” ve “ إحسان ihsan” sözcüklerinin de “Takvâ” sözcüğüyle yakın anlamlı olarak Kur’ân’da kullanıldığını görüyoruz. Bakınız:

Nisa/ 69, 87, 122, 125, Bakara/ 23, 111, 112, 193, 195, Ali Imran/ 134, 147, 148, 168, Maide/ 13, 85, 93, 119, En’am/ 40,154, A’raf/ 57, Tevbe/ 119, 120, Ankebut/ 69, İsra/ 23, Ahkaf/ 15, Rahmân/ 60, Nahl / 127, 128, Hacc/ 37, Kasas/ 77, Münafikun/ 1, Meryem/ 41, 54, 56, Hadid/ 19, Zariyat/ 5, Hıcr/ 64, Ahzap/ 24,35.

 Takvânın zıddı kavramlar:

Fücûr- füccâr:

“Takvâ” kavramının zıddı olan “ فجور fücûr” sözcüğünü iyi anlamamız gerekmektedir. Zira bu kavramların hakkıyla kavranamayışı iman-amel ilişkisi yönünde bir çok yanılmalara neden olmaktadır. Biz bu sözcükleri tahlile köklerinden muhtasaran başlıyacağız.

‘ فجور Fücûr’, sözlükte, yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak anlamına gelmektedir. Kur’ân’da bu eylemlerin olumlusunun “    فجر  fecr”, olumsuzlarının da “    فجور  fücûr” olarak kullanıldığını görüyoruz. “fecr” kelimesi Kur’ân’da olumlu anlamda; yarılıp açılmak, fışkırmak, yeri açıp kaynak fışkırtmak manalarında kullanılmıştır.

Kamer/ 12:

12.Yeri de kaynaklar hâlinde ( فجّرنا feccernâ) fışkırttık; derken sular ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu.

Kehf/ 33:

33.Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarında da ırmak ( فجّرنا feccernâ) yardık/akıttık.

Bakara/ 74:

74.Sonra da kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taş gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır( يتفجّر yetefeccerü), öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah’ın saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpertisinden düşerler. Allah yaptıklarınızdan habersiz, duyarsız değildir.

Olumsuz anlamdaki yarmak, yırtmak anlamını ise “fücur” kelimesi karşılamaktadır. “Fücur”, iman ve din örtüsünü yırtıp atmak” demektir.

Bu şekilde din-iman örtüsünü yırtıp atanlara “fâcir” denir. Bu sözcüğün çoğulu “ فجّار füccâr veya “ فجرة fecere” şeklinde ifade edilir.

Kur’ân’ın olumsuz anlamda kullandığı “fücur”, dil ve din bilginlerince: “Şakku setri-d-diyanet= diyanet örtüsünün yırtılması çatlaması” olarak ifade edilir. Yani din ile zabtu rapta alınan tüm davranışlara karşı çıkma, din adına kural tanımama, din ile getirilen kısıtlamaları tanımama, kendini top yekün özgür kabul edip, her türlü; irili ufaklı (zina, fuhuş, yalan vb.) günahı işlemektir.

İnsanın Allah inancı gereği haram-helal, cennet-cehennem, hayır-şer gibi bir takım bağlarla bağlı olması onun fücur işlemesine engel olur. Zaman zaman hataya düşse de hemen tevbe eder. Bir daha o kötülüğü yapmaz, fücur işlemez. Tevbe edip de sözünde durmamak, yalan söylemek de fücur işlemektir.

İmanın dışa yansıması nasıl ki takvâ, ameli sâlih ise, küfrün dışa yansıması da fücurdur. Fucûr işlemek gerçek imana sahip olmayanların bir karakteridir.

Kıyamet/ 5, 6:

5.Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü ليفجر liyefcüre) din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: 6Soruyor: “Kıyâmet günü ne zamanmış?”

 Nuh/ 27:

26-28.Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece فاجراَ fâciren) din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedençocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır.”

 Bu âyetlerde bahsedilen fücur işleyen insanlar kâfir insanlardır. Allah’a mülaki olmayacaklarını, dünyada yaptıklarının ahirette hesabını vereceklerine inanmayan insanlardır.

Günümüzde de görmekteyiz ki ahiret inancı olmayanlar; öldükten sonra hesap vermeye inanmadıkları için, ellerinden gelen her türlü fücuru yapmaktadırlar.

Kur’ân incelendiğinde görüyoruz ki “fücur”u kâfirler işler. Fücur kâfirliğin dışa vurumudur. Takvâ da imanın dışa vurumudur. Kur’ân’ın bildirdiğine göre fücur işleyenler cehennemliktir.

İnfitar/ 14:

14-16.Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır.

“Evet, Füccâr/inançsızlar kesinlikle Cahim-Cehennem’de olacaklar.”

 Muttaffifin/ 7-13:

7-13.Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin’dedir. –Ve “Siccin”in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.–

 Dikkat edilirse bu âyetlerde tüm insanlar iki grup olarak ele alınmaktadır. Müminler sınıfı “Ebrar”, kâfirler sınıfı da “füccar” olarak isim almaktadır. Yani ebrar ile füccar kelimeleri birbirinin tam zıddı olarak kullanılmaktadır.

Bu âyetlerden anlaşılacak olan odur ki, fücur ehli, İslâm dışı yaşayan, Allah’a teslim olmayan din-diyanet tanımaz kimselerdir. Ve onlar cehenneme gireceklerdir. Onları kimse de kurtaramayacaktır.

Abese/ 40-42:

40,41.Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak; tozu-toprağı da bir is bürümüştür.42.İşte bunlar, evet bunlardır küfreden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler, din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar.

Sad/ 28:

28.Yoksa, iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, yeryüzündeki o bozguncular gibi mi yaparız? Yoksa Allah’ın koruması altına girmiş o kimseleri din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar gibi mi yaparız?

Müminler/müttekıller ise mutludurlar.

Kıyamet/ 22, 23:

22.Yüzler var ki, o gün apaydınlıktır; 23.Rablerine nazar edicidirler; Rabblerinden nimet beklemektedirler.

 Netice olarak diyebiliriz ki, ‘Fücur’, ‘Takvâ’nın karşıtıdır.

Takvânın boyutları:

Takvânın aşamaları:

Kur’ân-ı Kerim’de görüyoruz ki, Takvâ; İslâm öğretisine paralel bir şekilde yer alıyor. Henüz namaz, abdest, oruç gibi ameller meşrulaşmadan, sadece iman üzerinde durulurken de takvâya dikkat çekiliyor. Henüz o aşamalarda takvâ, imanı şirkten korumaktır.

Meryem/ 97:

97,İşte şüphesiz Biz bu Kur’ân’ı, kendisiyle Allah’ın koruması altına girmiş kişileri müjdeleyesin, inat eden toplumu da uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık.

“Biz bunu, yalnızca kendisiyle takvâlıları müjdeleyesin ve kavgacı bir toplumu uyarasın diye, senin dilinde kolaylaştırdık.”

 Fetih/ 26:

26,Hani kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kimseler, cahiliye kalıntısı gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah, Elçisi’nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu/ morali indirmiş ve o mü’minlerin “takvâ/Allah’ın koruması altına girme” sözüne ilzam etmişti/sadık kalmalarını sağlamıştı. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Zümer/ 27, 28:

27,28,Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah’ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân’da insanlar için her türlüsünden örnek verdik.

Daha sonraları ise takva, “verilmiş emir ve konulmuş yasaklara uyup azaptan korunma” manasını içeriyor.

Tevbe/ 119:

119,Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girin ve doğru kimselerle birlikte olun.

 Maide/ 35:

35,Ey iman etmiş olan kişiler! Kurtulmanız, zafer kazanmanız için, Allah’ın koruması altına girin, O’na, yaklaştıracak/ ulaştıracak şeyleri arayın ve O’nun yolunda gayret gösterin.

 Enfal/ 29:

29,Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girerseniz, O, size hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir.

Muhammed/ 36:

36,Şüphesiz şu dünyadaki basit hayat, ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, Allah size ödüllerinizi verir, sizden mallarınızı da istemez

Bakara/ 21:

21,22,Ey insanlar! Allah’ın koruması altına giresiniz diye, sizi ve sizden öncekileri oluşturan, yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık olarak ürünlerden çıkaran Rabbinize kulluk edin. Artık siz de, bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.

İnsan şirkten korunup tüm emir ve yasakları yerine getirdiğinde de takvâ, “Bütün benliğiyle insanın Allah’a dönmesi, Allah’a teslim olması ve insanı Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden sakınması” anlamı olarak kendini gösteriyor.

Ali Imran/ 102:

102,Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girmiş kişiler olmanız için nasıl koruma altına alınmanız gerekiyorsa kendinizi öyle Allah’ın koruması altına alın ve ancak müslimler olarak can verin.

Aklımızdan çıkarmayalım ki: Mü’minler Allah’tan, onun istediği ölçüde ittikâ edemezler, takvâ sahibi olamazlar. Bu konuda gücün yettiği kadar çaba harcanmalıdır.

Teğabün/ 16:

16.O nedenle gücünüz yettiğince Allah’ın koruması altına girin, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de benliğinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir.

İMAN AMEL İLİŞKİSİ

Konumuzun iyi anlaşılması için mutlaka iman ve amel ilişkisine de değinmek gerekiyor. Zira bu konunun hakikatinin bilinmemesi nedeniyle toplumda amelsiz insanlardan geçilmez oldu. Ameli olmadığı hâlde Müslümanlığı kimse elden bırakmıyor. Bu konu herkes tarafından doğru dürüst öğrenilmelidir ki, kimin gerçek kimin sahte Müslüman olduğu anlaşılsın.

İman, dil bilimcilerine göre; “Kesb / çalışma ve ihtiyar / özgür iradeyle seçim ile kalpte hâsıl olan tasdik” demektir. Yani iman, kelime anlamı olarak “verilen haberi kabul ve itiraf ederek haber sahibini yalanlamamak”tır.

Dinî terim olarak iman ise sadece tasdik olmayıp “Peygamberin Allah tarafından getirdiği ve dinden olduğu zarurî ve kesin olarak bilinen haber ve hükümleri kendi irade ve ihtiyariyle tasdik ederek bunları kabul ve itiraf etmek”tir.

Bizim üzerinde duracağımız nokta, bu tasdik, kabul ve itirafın nasıl olacağıdır:

–  Kalben kabul ve itiraf yeter mi?

–  Sadece dil ile kabul ve itiraf yeter mi?

–  Yoksa hem kalben hem de dil ile kabul ve itiraf mı gerekir?

–  Ya da bu ikisiyle birlikte pratikte de uygulamaları olması mı gerekir?

Bu noktalarda geçmişte İslâm bilginleri arasında birçok tartışmalar olmuş ve bu husus ile ilgili olarak Kerrâmiye, Havâriç, Mu’tezile, Selef/Muhaddisûn gibi birçoğu ifrata ve tefrite kaçan mezhepler/ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan kimisi ameli olmayan bir Müslüman’a çekinmeden kâfir demiş, (hâlbuki amelinin olmamasının imansızlıktan başka bir sebebi olabilir,) kimisi de ameli olmayan bütün Müslümanları cennetle müjdelemiş ve böylece günahkârlığı cesaretlendirmiştir. Bu geniş mevzu İlm-i Kelam kitaplarında duradursun, biz iman-amel ilişkisini zoraki yorumlara tevessül etmeden, temel kaynağımız Kur’an’dan görelim. Konuyla ilgili Yüce Rabbimizin açık beyanlarına dikkat edelim:

Kur’an’a baktığımızda Allahü Teala, iman etmeyi mutlaka bir fiille beraber zikreder. Kur’an’ın tanımladığı müminler aksiyon halindedirler.

1.Kesinlikle, inananlar durumlarını korudular/ zafer kazandılar.

2.Onlar, salâtlarında [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarında; toplumu aydınlatmaya çalışmalarında] gösterişsiz/ samimi olan kimselerdir.

3.Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir,

4.Ve onlar, zekâtı işleyen/vergiyi veren kimselerdir,

5-7.Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, –eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.–

8.Ve onlar, emanetlerine ve antlaşmalarına riâyet eden kimselerdir.

9.Ve onlar, salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] koruyan kimselerdir.

10,11.İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine son sahip olan son sahiplerin ta kendileridir.

  (Müminûn/ 1–11)

Elli civarında ayette Allahü Teala “İman edenler ve salihatı işleyenler” ifadesini kullanarak iman ile davranışı [salihatı işlemeyi] bir daha ayrılmayacak şekilde birbirine bağlamıştır. Bu ifadeyle “iman” ve “salihatı işlemek” bir bakıma aynı şey haline gelmektedir. Bundan dolayıdır ki, Maide suresinin 44, 45 ve 47. ayetlerinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler “kâfirler”, “zâlimler” ve “fasıklar” olarak değerlendirilmiştir.

Gerçek Müminlerin nitelikleri sayılırken de şu hususlara dikkat çekilmiştir:

2-4.Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,

O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,

salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]

ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.

           (Enfal/ 2–4)    

111,112.Şüphesiz Allah, tevbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah’ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah’ın hududunu koruyan inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân’daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver!

    (Tövbe/ 111,112)

10-13.Ey iman etmiş kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve O’nun eElçisi’ne inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir: Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere girdirir. İşte bu, büyük kurtuluştur. Ve sizin seveceğiniz başka bir şey daha: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih… Ve inananlara müjde ver.

       (Saff/ 10-13)

24,25.Görmedin mi; hiç düşünmedin mi, Allah nasıl bir örnek verdi? Güzel bir söz, kökü, sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle örnekler verir.

26.Kötü bir söz’ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.

 (İbrahim/ 24–26)  

Ayrıca Furkan suresinin 63-77. ayetlerinde belirtilen özelliklerin de göz önüne alınması gerekmektedir. Bu özellikler şunlardır:

Yeryüzünde kibirlenmeden yürümek, geceleri secde ve kıyam etmek, duada bulunmak, malı harcarken savurgan ve cimri olmayıp orta yolu tutmak, haksız yere adam öldürmemek, zina etmemek, yalana tanıklık etmemek, boş lâkırdıya kulak asmamak, okunan ayetlere duyarlı olmak.

Bütün bu ayetler imanın amelden bağımsız, soyut bir şey olmadığını göstermektedir. Allah yolunda mücadele, iyiliği emir, kötülükten nehy, salât, oruç, infak, tövbe ve benzeri kulluk görevleri iman ile aynı kefede tartılmaktadır.

Allah insan için iki yol bulunduğunu bildirerek iman edenlerin Allah yolunda, etmeyenlerin ise Tağut yolunda mücadele vereceklerini açıklar. Müminlerle fasıkları bir tutmayacağını bildiren Rabbimiz, imanı yüceltmiş ve onu kalplerimize hoş göstermiş; küfür, fısk ve isyandan ise nefret ettirmiştir.

214.Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar; hatta elçi ve beraberinde iman edenler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” derlerdi. –Dikkat edin! Gerçekten Allah’ın yardımı pek yakındır.–

      (Bakara/ 214)

142.Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

( Âl-i Imran/ 142) 

16.Sizden çaba harcayanları, Allah’ın Elçisi’nden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır.

(Tövbe/ 16)

Ve Yunus/ 62, 63, A’râf/ 156, Bakara/ 103, Maide/ 93, Ankebut/ 2-3, Hucurat/ 14-16.

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, insanlar kesinlikle “inandık” demekle kurtulamayacaklardır. Çünkü iman aynı zamanda inandığını yaşamaktır da… Yaşanmayan kuru bir imanın ne anlamı ne de önemi vardır. İslâm’dan başka din arayan kimselerden bu dinlerin kabul edilmeyeceğini hatırlatan Rabbimiz, “Biz iman ettik” diyen bedevîlerin imanlarını bile onların yüzlerine çarpmakta ve “Hayır, siz henüz iman etmediniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi” buyurmaktadır. Zira eğer gerçekten iman etmiş olsalardı, Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla mücadele ederlerdi. Rabbimiz o bedevilere “eslemna [teslim olduk, Müslüman olduk]” demeleri gerektiğini öğütlemektedir. Bu öğüt zımnen şu anlama gelmektedir: “Kimlik belgenize Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yoktur. Kimliğinizi belirtmek bakımından Mecusî, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt veya benzer bir dinden olmayıp Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki, bu doğrudur. Ama size gerçek anlamda mümin denemez.” Gerçek müminlerden olmanın yolu, dinin gerekli gördüğü eylem ve davranışları da yerine getirmekten geçmektedir.

36.Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.

      (Ahzab/ 36)

Kur’an’ın üzerinde durduğu mesele, inandığımız doğruların hayatımızda uygulanmasıdır. İman ile ameli birbirinden ayırıp ayrı ayrı kategoride değerlendirmek Kur’an’a göre uygun değildir. Kur’an bizden inandığımızı bizzat yaşayarak kanıtlamamızı istemektedir. “Mümin şu işleri yapar” denilirken aslında o işleri yapanların ancak iman etmiş sayılacakları ifade edilmiş olmaktadır. Ayetlerde görüldüğü gibi, cennet salt inanmışlara değil, imanla birlikte salih amel işleyenlere; takva sahiplerine, salihlere, muhsinlere, ebrara vaat edilmektedir.

İnandığı hâlde [mazeretsiz] amel işlemeyen insanların kâfir mi, değil mi olduklarını tartışmak yerine, bu tür insanların mümin olup olmadıklarının cevabı araştırılmalıdır. Her ne kadar “amel imandan bir cüzdür” önermesi doğru değilse de, kesinlikle bilinmelidir ki, “amel imanın bir gereğidir, icabıdır, dışa vurumudur.”

Takva konusuna dönüyoruz:

İslâmî hükümlerin yerine getirilmesi müminlere takvâyı kazandıracaktır. Kur’ân, İslâm’ın çeşitli konulardaki hükümlerini bildirdikten sonra bunların yerine getirilmesi konusunda Allah’tan ittikâ edilmesini belirtiyor.

Bakara/ 183:

183,184.Ey iman etmiş kimseler! Karşılıklı, beraberce oruç  tutmak, Allah’ın koruması altına giresiniz diye, sizden öncekilere, ‘sayılı günlerde, o nedenle sizden her kim hasta olursa veyahut çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim- öğretim gibi gidiş gelişli; hareketli bir iş üzere olursa diğer günlerden sayısıncadır. Oruca gücünü kaybetmiş olanlar/gücü yetenler üzerine ise bir yoksulun yiyeceği, kurtulmalık olarak borçtur. Kim de gönüllü hayır-iyilik yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır/yararlıdır. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için hayırlıdır/yararlıdır’ şeklinde farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.

Bakara/ 187:

187. Karşılıklı, beraberce oruç  Oruç tutma gecesinde kadınlarınıza cinsellikle ilgili sözler, cinsel ilişki, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir giysidir, siz de onlar için bir giysisiniz. Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık kadınlarınıza yaklaşın ve Allah’ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden, beyaz iplik siyah iplikten iyiden iyiye sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin-için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz ilâhiyat eğitim merkezlerinde programlı ibâdet hâlinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, artık Allah’ın sınırlarına yaklaşmayın. Allah, Kendisinin koruması altına girsinler diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar.

Bakara/ 179:

179.Ey kavrama yetenekleri olanlar! Allah’ın koruması altına girersiniz diye bu âdil karşılık ilkesinde sizin için hayat vardır.

Bakara/ 222, 223:

222.Sana kadınların aybaşı hâlinden de soruyorlar. De ki: “O, bir eziyettir. Onun için aybaşı hâlinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Artık iyice temizlendikleri zaman da Allah’ın emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz Allah, hatadan iyice dönenleri sever ve çok temizlenenleri sever.”

223.Kadınlarınız, sizin için bir tarladır/kültürdür. Öyleyse tarlanıza/kültürünüze dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için de önceden gönderin ve Allah’ın koruması altına girin. Şüphesiz O’na kavuşacağınızı da bilin. –Ve mü’minlere müjdele!–

Bakara/ 283:

282.Ey iman etmiş kimseler! Adı konmuş bir süreye borçla borçlaştığınız zaman onu hemen yazın. Aranızda bir kâtip de adaletle yazsın. Ve o kâtip, Allah’ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Hak kendi üzerinde olan kişi de söyleyip yazdırsın ve Rabbi olan Allah’ın koruması altına girsin ve haktan bir şey eksiltmesin. Şâyet hak kendi aleyhine olan kişi/borçlu bir aklı ermez veya zayıf biri veya bizzat söyleyip yazdırmaya güç yetiremeyen biri ise, yetkilendirilmiş yakını adaletle söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şâhit yapın. Şâyet iki erkek şâhit olmazsa, o zaman razı olacağınız şâhitlerden bir erkekle iki kadın –bunlardan birisi yanılırsa-şaşırırsa, öbürü hatırlatsın diye– olsun. Şâhitler de çağrıldıklarında kaçınmasınlar. Siz, küçük veya büyük, onu vâdesine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah nezdinde daha hakkaniyetlidir, şâhitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemenize daha elverişlidir. Aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret hariçtir; o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım-satım yaptığınız vakit yine şâhitlendirin. Yazan ve şâhitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar verirseniz, şüphesiz o, size dokunacak bir hak yoldan çıkış olur. Allah’ın koruması altına girin. Allah, size öğretiyor ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Talak/ 1-3:

1.Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri için boşayın ve iddeti sayın. Ve Rabbiniz Allah’ın koruması altına girin. Apaçık bir aşırılık, iffetsizlik yapmaları hâli dışında, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Artık kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, kesinlikle kendine haksızlık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir iş ortaya çıkarıverir.

2,3.Artık sürelerinin sonuna vardıklarında onları örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde tutun yahut örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde onlardan ayrılın. Ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şâhit tutun. Şâhitliği de Allah için ayakta tutun. İşte bu, Allah’a ve son güne inanan kimseye öğütlenendir. Ve kim Allah’ın koruması altına girerse, Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a işin sonucunu havale ederse, O ona yeter. Şüphesiz Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, kesinlikle her şey için bir ölçü koymuştur, belirlemiştir.

 Muhammed/ 36:

36.Şüphesiz şu dünyadaki basit hayat, ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, Allah size ödüllerinizi verir, sizden mallarınızı da istemez.

Maide/ 4:

4.Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi ve temiz şeyler ve Allah’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların avları helal kılındı.” Artık onların sizin için tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın ve Allah’ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.

Maide/ 100:

100.De ki: “Her ne kadar pisliğin [kötünün, kötülüğün, kötü şeylerin] çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz.” Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar! Kurtulmanız için Allah’ın koruması altına girin.

Enfal/ 1:

1.Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/savaş bahşişleri Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah’ın koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin.

TAKVÂNIN ÖNEMİ:

Kur’ân takvâ olayının üstünde çok sıkı durmaktadır. Bütün peygamberlerin tebliğlerinin özünde takvâ vardır. Zamanlar ve mekanlar değişse de takvâ emri veya takvâ bilinci hiç değişmemiştir.

İslâm ümmetinden önce gelip geçen bütün ümmetlere takvâ emredildiği gibi Muhammed ümmetine de takvâ emredilmektedir. Yine bütün peygamberlerin kendi kavimlerine, -inansınlar inanmasınlar- Allah’tan ittikâ etmeyi tavsiye ettiklerini görüyoruz. Takvâ, Allah’a kullukla beraber anıldığı gibi, Allah’a itaat etmekle veya peygambere itaat etmekle de beraber anılmaktadır. Allahtan ittikâ etmenin bir gereği, gönderilen elçiyi dinlemek ve ona itaat etmektir.

Ankebut/ 16:

16,17.İbrâhîm’i de elçi gönderdik/kurtardık. Hani o, toplumuna: “Allah’a kulluk edin ve O’nun koruması altına girin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Şüphesiz siz Allah’ın astlarından birtakım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki sizin Allah’ın astlarından mabut diye o taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödeyin. Yalnızca O’na döndürüleceksiniz” demişti.

 Şuara/ 177-184.

177-184.Hani Şu‘ayb onlara demişti ki: “Siz Allah’ın koruması altına girmeyecek misiniz? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle Allah’ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir. Ölçeği tam ölçün ve hak yiyenlerden olmayın. Ve doğru terazi ile tartın. Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Ve, sizi ve sizden önceki nesilleri oluşturan o Zat’ın koruması altına girin.”

Al-i Imran/ 50:

49-51.Ve o’nu İsrâîloğulları’na; ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”) tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah’ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, sosyal ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm. -Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.- Tevrât’tan sadece İncîl’de yer alanları doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir alâmet/gösterge de getirdim size. Artık Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O’na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.

 Saffat/ 123-127:

123.Şüphesiz İlyâs da kesinlikle gönderilen elçilerdendir.

124-127.Hani o, toplumuna: “Siz Allah’ın koruması altına girmez misiniz? Oluşturucuların en güzeli, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın Rabbi Allah’ı bırakıp da Baal’e mi yalvarıyorsunuz?” demişti de, onlar o’nu yalanlamışlardı. Bu yüzden onlar kesinlikle hazır bulundurulacaklardır.

Hatta, Allah son peygamberine bile “Allah’tan ittikâ et” demektedir.

Ahzap/ 1:

1.Ey Peygamber! Allah’ın koruması altına gir, kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere ve münâfıklara da itaat etme. Şüphesiz Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

Müminler  Allah’tan ittikâ etmekten sorumludur.

Al-i Imran/ 186:

186.Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız konusunda yıpranacaksınız/imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine Kitap verilen kimselerden ve ortak koşan kimselerden birçok eza; can sıkıçı, sinir bozucu şeyler de işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir.

A’raf/ 35:

35.Ey Âdemoğulları! Size, aranızdan, âyetlerimi anlatan elçiler geldiğinde, kim Allah’ın koruması altına girer ve iyileştirirse, işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de.

 Hucurat/ 3:

3.Şüphesiz Allah Elçisi’nin huzurunda seslerini kısan kimseler; işte onlar, Allah’ın, kalplerini Kendisinin koruması altına girmesi için imtihan ettiği kimselerdir. Onlara bağışlanmışlık, korunmuşluk ve büyük bir ödül vardır.

Mü’minler takvâda yardımlaşmalıdırlar.

 Maide/ 2;

2.Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytü’l-Haram’a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve “iyi adam”lık ve Allah’ın koruması altına girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah’ın koruması altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır.

Allah’ın koyduğu ölçüleri yüceltmek işi kalplerin takvâsındandır.

Hacc/ 32:

32,33.İşte böyle! Her kim Allah’ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, –ki şüphesiz bu saygı gösterme, kalplerin Allah’ın koruması altına girmesindendir– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik’e/eski eve/özgür eve/Ka‘be’yedir.

Necm/ 31,32:

31,32.Göklerde ne var, yerde ne varsa; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, iyileştiren-güzelleştiren kimseleri; –bazı küçük sürçmeler dışında– günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınan kimseleri de “En güzel” ile ödüllendirmesi için Allah’ındır. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O’dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. Allah’ın koruması altına girmiş kimseyi O daha iyi bilir.

İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. Kimilerine göre soy, kimilerine göre derilerin rengi, kimilerine göre malk-mülk, servet vs. üstünlük sebebidir. İslâm’a göre ise üstünlük ölçüsü takvâdır.

Hucurat/ 13:

13.Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek ile bir dişiden oluşturduk, birbirinizle tanışasınız diye sizi uluslar ve oymaklar yaptık. Şüphesiz ki, Allah katında en değerliniz, en çok Allah’ın koruması altına girmiş olanınızdır. Gerçekten Allah, en iyi bilendir, en çok haber alandır.

Allah akıl sahiplerini kendisinden ittikâ etmeye davet ediyor. Zira takvâ en iyi, en hayırlı azıktır.

Bakara/ 197:

197.Hac/programlı ilâhiyat eğitimi, bilinen aylardır. Artık her kim o aylarda haccı; programlı ilâhiyat eğitimini, başlayıp kendisine farz ederse/mutlaka yapacağım derse, artık hac; programlı ilâhiyat eğitimi süresince kadına yaklaşmak, çirkin söz söylemek, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz de Allah onu bilir. Ve azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah’ın koruması altına girmedir. Ve ey kavrama yetenekleri olanlar! Benim korumam altına girin!

Talak/ 10:

10,11.Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey kavrama yetenekleri olan iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girin. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah’ın açık açık âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini okuyan bir elçi indirdi. Ve her kim, Allah’a inanır ve sâlihi işlerse, Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sonsuza dek kalacakları cennetlere girdirir. Allah, onun için rızkı güzelleştirmiştir.

Takvânın önemi şu âyetle çok net bir şekilde ortaya konuyor.

Lokman/ 33:

33.Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin. Ve babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlamadığı, çocuğun da babasına hiçbir şeyle yarar sağlamadığı günden ürperin. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O hâlde basit dünya yaşamı sizi aldatmasın. Ve sakın o çok aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın.

Kur’ân birçok âyette ittikâ edenleri övmekte ve onlara ait güzel özellikleri sıralamaktadır. Kur’ân böylece insanları bu sıfatları kazanmaya, gerçek anlamda ittikâ sahibi olmaya davet ediyor.

Bakara/ 2-5:

2-4.İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ıssız yerlerde iman eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan], kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden Allah’ın koruması altına girmiş kişiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar– için bir kılavuzdur.

5İşte bunlar, Rablerinden bir kılavuz üzerindedirler. Yine işte bunlar, kurtulanların, kazançlı çıkanların ta kendileridir.

Al-i Imran/ 14-17:

14.Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır.

15-17.De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah’ın koruması altına girmiş; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş’in azabından koru!” diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir.

Al-i Imran/ 133-136:

133-135.Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever.

136.İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde sonsuza dek kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Yapıp edenlerin karşılığı/ödülü ne güzeldir!

Zümer/ 33-35:

33.Ve doğruyu getiren ve onu tasdik eden kişi; işte onlar, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerin ta kendileridir.

34,35.Onlar için Rableri nezdinde diledikleri şeyler vardır. İşte bu, Allah’ın, onların önceden yaptıklarının en kötüsünü örtmesi, işlemekte bulunduklarının en güzeline, ecirlerini karşılık olarak vermesi için iyilik-güzellik üretenlerin karşılığıdır.

Tevbe/ 44:

44.Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla çaba harcamaya senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş kimseleri en iyi bilendir.

Maide/ 8:

8.Ey iman etmiş kişiler! Allah için, hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olunuz. Ve bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sürüklemesin. Adaletli olun, adaletli olmak, Allah’ın koruması altına girmeye daha yakındır. Allah’ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır.

 Maide/ 93:

93.İnanan ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere, Allah’ın koruması altına girdikleri, inandıkları, düzeltmeye yönelik işler yaptıkları, sonra Allah’ın koruması altına girdikleri, inandıkları ve sonra Allah’ın koruması altına girdikleri ve iyilik-güzellik ürettikleri zaman, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Ve Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever.

A’raf/ 35:

35.Ey Âdemoğulları! Size, aranızdan, âyetlerimi anlatan elçiler geldiğinde, kim Allah’ın koruması altına girer ve iyileştirirse, işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de.

Zümer/ 33:

33.Ve doğruyu getiren ve onu tasdik eden kişi; işte onlar, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerin ta kendileridir.

Teğabün/ 16:

16.O nedenle gücünüz yettiğince Allah’ın koruması altına girin, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de benliğinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir.

Bakara/ 177:

177.Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlar”, Allah’a, Âhiret Günü’ne/Son Gün’e, meleklere, Kitab’a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah’a/mala/vermeye sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah’ın koruması altına girmiş kişilerin ta kendileridir.

Enbiya/ 48, 49:

48,49.Ve andolsun ki Mûsâ ve Hârûn’a Furkân’ı ve görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen ıssız yerde Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan, kıyâmetin kopmasından içleri titreyen, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için bir ışığı ve öğüdü verdik.

Al-i Imran/ 76:

76.Hayır, kim O’nun ahdine/ O’na verdiği söze vefalı olursa ve Allah’ın koruması altına girerse, bilsin ki şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.

Rum/ 30- 32:

30.O hâlde sen yüzünü, eski inançlarını terk eden biri olarak dine, insanları üzerine ilk olarak yoktan yaratmış olduğu Allah’ın fıtratına doğrult. Allah’ın oluşturuşunda değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ ayakta tutan din, budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.

31,32.Kalben O’na yönelenler olarak, Allah’ın koruması altına girin, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun], ortak koşanlardan; dinlerini parça parça bölmüş, ayrılıkçı gruplara ayrılmış kimselerden de olmayın. –Her ayrılıkçı grup kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.–

Tevbe/ 7:

7.Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç, o ortak koşan kimseler için Allah katında ve Elçisi katında herhangi bir antlaşma nasıl olabilir? Artık onlar size karşı doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.

Hud/ 49:

49.İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.

Takvânın kazandırdıkları:

Buraya kadarki açıklamalarımızda takvâ’nın sözcük ve kavramsal anlamlarını açıklamıştık. Önemini de belirtmiştik. Şimdi de Takvâ’nın insana dünya ve ahirette sağlayacağı kazançları Kur’ân’da görelim.

Takvânın dünyada kazandırdıkları:

a)Allah takvâ sahiplerine (müttekılere) Veli (yakın, yardımcı, yol gösterici, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı) olur.

Casiye/ 19:

19.Şüphesiz onlar, Allah karşısında sana hiçbir şekilde yarar sağlayamazlar. Ve şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların bazısı bazısının yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlarıdırlar, Allah ise Kendisinin koruması altına girmiş kişilerin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır.

Enfal/ 34:

34.Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm’ın/dokunulmaz kılınmış ilâhiyat eğitimi merkezinin ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah’ın kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri sadece Allah’ın koruması altına girmiş kimselerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar.

b)Takvâ sahiplerine dünya ve ahirette korku olmaz.

Yunus/ 62-64:

62,63.Açın gözünüzü! Allah’ın yakınlarına, yardımcılarına –ki onlar inanan ve Allah’ın koruması altına girmiş kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

64.Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah’ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.

c)Takvâ sahipleri diğer insanlara verilen ceza ve sıkıntılardan korunurlar.

Neml/ 51- 53:

51.İşte bak! Onların tuzaklarının âkıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan yerle bir ettik. 52.İşte, onların, şirk koşmak sûretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet/gösterge vardır.

53.İman eden ve Allah’ın koruması altına girmiş olan kişileri de kurtardık.

d)Takvâ sahiplerine kimse zarar veremez.

Al-i Imran/ 120:

120.Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, onların hileleri size hiçbir şekilde zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır.

A’raf/ 201:

201,202.Kendi kardeşleri onları sapıklığa sürüklediği ve bırakmadığı hâlde şüphesiz Allah’ın koruması altına giren şu kimseler, kendilerine şeytândan bir vesvese, karanlık kuruntu, sırnaşma gibi bir tufan iliştiği zaman, hatırlarlar/d üşünürler. Sonra bir de bakarsın ki onlar görüp bilmişlerdir!

e) Allah Takvâ sahiplerine meleklerle yardım gönderir:

Al-i Imran/ 123-127:

123-127.Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir’de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden;Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah’ın koruması altına girin.

Nahl/ 30-32:

30-32.Ve Allah’ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah’ın koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar, oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah’ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler.

f) Takvâ sahipleri bereket/bolluk içinde yüzerler.

A’raf/ 96:

96.Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah’ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik.

g)Takvâ sahiplerine Allah Furkan’ı/iyiyi kötüyü ayırma gücü verir.

Enfal/ 29:

29.Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girerseniz, O, size hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah çok büyük armağan sahibidir.

Hadid/ 28:

28,29.Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girin, O’nun Elçisi’ne inanın ki –Kitap Ehli, Allah’ın armağanlarından hiçbir şey elde edemeyeceklerini ve şüphesiz armağanların Allah’ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler diye–Allah size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir ışık yapsın ve sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Ve Allah, büyük armağan sahibidir.

h)  Takvâ sahiplerine her şey kolaylaştırılır.

Leyl/ 5-7:

5-7.Bu nedenle kim malını/ kazancını verir, Allah’ın koruması altına girer ve en güzeli doğrularsa, Biz ona, o en kolay olan için kolaylık sağlayacağız.

i)  Takvâ sahiplerine Allah, kurtuluş yollarını ve problemlerin hal çarelerini ihsan eder.

Talak/ 2:

2,3.Artık sürelerinin sonuna vardıklarında onları örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde tutun yahut örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde onlardan ayrılın. Ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şâhit tutun. Şâhitliği de Allah için ayakta tutun. İşte bu, Allah’a ve son güne inanan kimseye öğütlenendir. Ve kim Allah’ın koruması altına girerse, Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a işin sonucunu havale ederse, O ona yeter. Şüphesiz Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, kesinlikle her şey için bir ölçü koymuştur, belirlemiştir.

j)  Takvâ sahiplerine Allah, yeryüzünün varisliğini, sonucun güzelliğini verir.

A’raf/ 128:

128.Mûsâ, toplumuna dedi ki: “Allah’ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. Mutlu son da Allah’ın koruması altına giren kimseler içindir.”

k) Takvâ sahipleri rahmet ve mağfireti hak ederler.

En’am/ 155:

155-157.Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah’ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.

L) Takva sahipleri cennete girerler.

Zümer/ 20:

20.Lâkin Rablerinin koruması altına girmiş olan o kişiler, kendileri için Allah’ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, kat kat köşkler olanlardır. Allah vaadinden caymaz.

m)  Takva sahiplerinin istekleri kabul edilir.

Maide/ 27-29:

27-29.Onlara iki Âdemoğlunun haberini de hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. O: “Seni kesinlikle öldüreceğim” dedi. Diğeri: “Allah, yalnız Kendisinin koruması altına girmiş kişilerden kabul eder. Sen, beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben, elimi, seni öldürmek için uzatacak değilim [ben, elimi seni etkisiz kılmak için uzatırım]. Şüphesiz ben, âlemlerin Rabb’i Allah’tan korkarım. Şüphesiz ben, isterim ki sen, beni öldürmen nedeniyle oluşacak günahı ve kendi günahını yüklenip de Ateş’in ashâbından olasın! Şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanların da cezası budur!” dedi.

  Takvânın âhirette kazandırdıkları:

a)    Gerçek kurtuluşa ancak takvâ sahipleri ererler.

Maide/ 35:

35.Ey iman etmiş olan kişiler! Kurtulmanız, zafer kazanmanız için, Allah’ın koruması altına girin, O’na, yaklaştıracak/ ulaştıracak şeyleri arayın ve O’nun yolunda gayret gösterin.

Maide/ 100:

100.De ki: “Her ne kadar pisliğin [kötünün, kötülüğün, kötü şeylerin] çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz.” Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar! Kurtulmanız için Allah’ın koruması altına girin.

Al-i Imran/ 130:

130.Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazancı] yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah’ın koruması altına girin. 131Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenkimseler için hazırlanmış olan ateşten de koruma altına girin. 132Merhamet olunmanız için Allah’a ve Elçi’ye itaat edin.

 Al-i Imran/ 200:

200.Ey iman etmiş kimseler! Kurtulmanız, başarı kazanmanız için sabredin ve birbirinizin sabırlı olmasını sağlayın, birbirinize bağlanın ve Allah’ın koruması altına girin.

b)   Ahiret yurdu takvâ sahipleri içindir.

En’am/ 32:

32.Ve basit dünya hayatı, sadece eğlence ve oyundur. Son yurt/Âhiret yurdu ise, Allah’ın koruması altına girenler için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?

Zuhruf/ 33-35:

33-35.Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddedentoplum olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân’ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ı] bilerek reddeden/ inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişiler içindir.

Meryem/ 60-63:

59-61.Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki, salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı] kaybettiler/hayatlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler cennete; Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] kullarına –görmedikleri hâlde– vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun vaadi kesinlikle yerini bulacaktır.

62.Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!” işitirler. Orada onlar için her zaman rızıkları da vardır.

63.İşte bu, kullarımızdan Allah’ın koruması altına girmiş kişilere miras olarak/zahmetsizce ve son sahipleri olmak üzere vereceğimiz cennettir.

c)  En iyi sonuç takvâ sahiplerinindir.

 Hud/ 49:

49.İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.

Yusuf/ 56, 57:

56.–Ve işte Biz böylece Yûsuf için o yerde iktidar; ülke yönetimi verdik. Neresinde isterse orada konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin ödülünü kaybetmeyiz.57.Ve iman eden ve Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için elbette âhiret ödülü daha hayırlıdır.–

d) Akıllı insanlar ancak bu güzel yurdu kazanmaya çalışırlar.

Nahl/ 30-32:

30-32.Ve Allah’ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah’ın koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar, oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah’ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler.

e)Takvâ sahipleri korkmazlar, üzüntü çekmezler.

Yunus/ 62, 63:

62,63.Açın gözünüzü! Allah’ın yakınlarına, yardımcılarına –ki onlar inanan ve Allah’ın koruması altına girmiş kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

 Zümer/ 61:

61.Allah’ın koruması altına girmiş olan kişileri de Allah başarıları sebebiyle/korunaklarında kurtarır. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar üzülmezler de.

f)Takvâ sahipleri derece bakımından başkalarından üstündürler. Onlar cennete bölük bölük girecekler.

Bakara/ 212:

212.Basit dünya hayatı, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenkişiler için süslü gösterildi. Onlar, iman edenlerle eğleniyorlar. Hâlbuki Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, kıyâmet günü onların üstündedir. Allah, dilediği kimseye hesapsız rızık verir.

Kalem/ 34, 35:

34.Şüphesiz ki Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için Rableri yanında nimetleri bol cennetler vardır. 35.Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız?

Zümer/ 73:

73.Rablerine karşı Allah’ın koruması altına girmiş olan kişiler de kesinlikle cennete bölük bölük sevk edilecek. Sonunda oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: “Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman “Sonsuz olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!” denilecek.

Nebe’/ 31-36:

31-37.Kesinlikle Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân’dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/ kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O’nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.–

Hıcr / 45-50:

45,46.Şüphesiz ki Allah’ın koruması altına giren kişiler, cennetlerde ve pınarlardadır: “Selâmetle güven içinde oraya girin!”

47.Ve Biz Allah’ın koruması altına girmiş kişilerin göğüslerindeki kinleri çıkarıp attık. Onlar kardeşler hâlinde yüz yüze sedirlere otururlar.

48.Cennette kendilerine hiçbir yorgunluk dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacak da değildirler.

49,50.Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver!

Kaf/ 32-35:

32-35.İşte bu, çokça yönelen ve çokça koruyan Rahmân’dan; yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’tan görülmediği, duyulmadığı; sezilmediği yerlerde bile saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperen ve gönülden bağlı olan herkes için söz verilendir.–“Selâm ile oraya girin. İşte bu sonsuzluk günüdür.”– Orada onlara ne isterlerse vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.

Sad/ 49,50:

49-52.İşte bu, bir öğüttür/ şereftir/ hatırlatmadır. Şüphesiz ki Allah’ın koruması altına giren kimseler için güzel bir dönüş yeri; içlerinde yaslanarak birçok meyve ve içecekler istedikleri ve de yanlarında hepsi de aynı yaşta, gözleri karşılarındakinden başkasını görmeyen hizmetçilerin bulunduğu, kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır.

 Ra’d/ 35:

 35.Allah’ın koruması altına girmiş kişilere söz verilen cennetin örneği şöyledir: Onun altından ırmaklar akar, nasiplikleri; meyveleri, renkleri, tatları ve gölgeleri süreklidir. İşte bu, Allah’ın koruması altına girmiş kişilerin âkıbetidir. Kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin âkıbeti de Ateş’tir.

Zariyat/ 15-19:

15-19.Şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak bahçelerde ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce iyilik-güzellik üretenler idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve isteyemeyen için bir hak vardı.

Tur/ 17-20:

17-20.Şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –“Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için!”–

 Kamer/ 54, 55:

54.Hiç şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kimseler cennetlerdedir, ırmaklardadır/ aydınlıklardadır. 55.Çok güçlü sahip, yöneticinin huzurundaki “doğruluk oturma yerleri”nde; doğru kimselere mahsus olan, yalan söylenmesi mümkün olmayan, yok olma ihtimali bulunmayan sabit makamlardadırlar.

 Mürselat/ 41-44:

41.Ve sen bir seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver; 42.o gün, o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bu çıkış, diriliş günüdür.

43.Gerçekten Biz, evet Biz, hayat veririz ve öldürürüz. Dönüş de yalnızca Biz’edir.

44.O gün yer onlardan çabuk yarılır. İşte bu, sadece Bize kolay bir toplamadır.

Bu kısımda Rahmân suresi âyet 40-78. âyetleri de okunursa iyi olur. Orada da, müttekilere, Yüce Rabb’imizin lütuflarının dökümü görülecektir.

g)Takvâ sahipleri her zaman birbirinin Velisidir. (yakını, yol göstereni, yardımcısı, karanlıklardan aydınlığa çıkaranıdır.)

Zuhruf/ 67:

67.O gün Allah’ın koruması altına girmiş kişiler hariç tüm önderler/ birbirinin izinden gidenler, birbirlerine düşmandırlar.

Takvâda yardımlaşmak:

Maide/ 2;

2.Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytü’l-Haram’a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve “iyi adam”lık ve Allah’ın koruması altına girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah’ın koruması altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır.

Mücadele/ 9:

9.Ey iman etmiş kimseler! Fısıldaştığınız zaman günahı, düşmanlığı ve Elçi’ye karşı gelmeyi fısıldamayın. İyi adam olmayı ve Allah’ın koruması altına girmeyi fısıldaşın. Kendisine toplanacağınız Allah’ın koruması altına girin.

Takvâ’da yozlaşma:

Dinimizde ‘takvâ’nın ne derece önemli olduğunu yukarıda açıkladık. Ne yazık ki insanoğlu zaaflarını takvâ konusunda da göstermiş, onu da yozlaştırmıştır. Kaş yapacağım derken göz çıkarmıştır. Takvâ  hayat yaşayacağız derken iş ekseninden çıkmış zühd ve ruhbanlık gibi İslâm’ın onaylamadığı uç yaşamlar ortaya çıkmıştır. Takvâyı Allah’ın çizdiği sınırlar içinde yaşayabilmek için mutlaka bu uç yaşam tarzlarının yakînen bilinmesi zorunludur.