İblis’i tanımanın yolu şeytanı tanımaktan geçer. İblis’i tanıtmadan evvel şeytan sözcüğünü Kur’an’a göre tanıtmak gerekmektedir. Şeytan ile ilgili geniş açıklama “Kur’an’da Şeytan” adlı çalışmamızda verilmiştir. Burada özet olarak biraz bilgi sunuyoruz.

“شيطان Şeytan”, sözlük anlamı olarak “Hakk’tan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise, “hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve karakteristik adı”dır.

Şeytanın kimler ve neler olabileceği, bunların özellikleri, nitelikleri, alâmet-i farikaları (ayırt edilecek özellikleri) Kur’an’da detaylı olarak mevcuttur. Kur’an’a göre şeytan:

– Haramın yenmesini, haksız kazanç elde edilmesini emreden ve öneren,

– Kötülük, hayâsızlık ve Allah’a karşı bilmediğimiz şeyleri söylememizi emreden,

– Bizi fakirlikle korkutan,

– Bizi kuruntulara düşüren,

– Allah’ın yarattıklarını değiştirmeyi emreden,

– Bizleri kandırmak için bizlere yaldızlı sözler fısıldayan,

– Bize vesvese verip, kışkırtıp kafa bulandıran,

– Yaptığımız amellerimizle bizi şımartan,

– Bizi azdıran,

– İçki (uyuşturucu) ve kumarla, aramıza düşmanlık ve kin sokmak isteyen,

– Allah’ı anmaktan ve O’na kulluk etmekten bizi geri durdurmak isteyen, kişiler ve güçlerdir.

Bu tanımlamalara göre şeytan, yakınımızda yaşayan, gördüğümüz, bildiğimiz birileri veya göremediğimiz ama içimizde hissettiğimiz birşeylerdir. Zaten Rabbimiz şeytanın insanlar ve görünmez güçler (enerjiden yaratılanlar: Aşağıdaki okuyacağınız Şeytan-i Racim (İblis) gibi) olduğunu bildirmiyor mu?

En’am/ 112:

112,113.Böylece Biz, her peygamber için gizli-açık şeytanlarını düşman yaptık: Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan hoşnut olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü gizlice telkinde bulunur/fısıldar. –Ve şâyet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve uydurdukları şeyleri bırak!–

Kur’an’da, yukarıda sıralanmış olan şeytanî özellikleri taşıyan insanlara “شيطان şeytan” denmiştir. Meselâ Enfal suresinin 48. ayetinde geçen “شيطان şeytan” sözcüğünün, o gün için Mekkelileri kışkırtan Beni kenâne kabilesi, Müdlic oğullarından Sürâka bin Mâlik bin Cu’şum için kullanılmıştır.

Enfal; 48:

48,49.Hani o münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk kimseler, “Şu adamları dinleri aldattı” dedikleri sırada, o kötü niyetli komutan, onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara, “Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Sonra da, ne zaman ki iki topluluk birbirini görür oldu, o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: “Şüphesiz ben sizden uzağım. Şüphesiz ben, sizin görmediğinizi görmekteyim, şüphesiz ben, Allah’tan korkmaktayım” dedi. Ve Allah, sonuçlandırması/ cezalandırması pek şiddetli olandır. Ve her kim Allah’a işin sonucunu havale ederse bilsin ki şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

Enfal/48’de geçen şeytandan Haşr 14-16’da da söz edilmiştir.

Tarih ve siyer kitapları incelenerek Bedir savaşının ayrıntıları dikkate alındığında görülmektedir ki, bu kişi tıpkı ayette belirtildiği gibi önce müşriklere cesaret ve destek vermiş, sonra da onları yüzüstü bırakmıştır.
Eski tefsirciler, bu ayette geçen “şeytan” sözcüğü ile Sürâka’nın kastedildiğini ama Bedir savaşındaki Sürâka’nın gerçek Sürâka olmayıp, Süraka kılığına girmiş şeytan olduğunu, dolayısıyla da Kur’an’ın aslında Sürâka kılığına girmiş “şeytan”ı işaret ettiğini söylerler. İddialarını dayandırdıkları delil ve gerekçe ise; gerçek Sürâka’nın savaşa gitmediği, hatta savaştan haberi bile olmadığı yolunda kendisinin yapmış olduğu açıklamadır. Tabi ki ileri sürülen bu iddia, delil ve gerekçe hiç inandırıcı değildir. Çünkü askerî bir otorite olan Sürâka’nın, o günkü Mekke’nin 300-400 hanelik nüfusu içinde yaşayıp, mehter takımına benzer grupların çaldığı cenk havalarını, şair kadınların herkesi hem tahrik eden hem de savaş havasına sokan gösterilerini duymaması ve savaştan habersiz olması mantık dışıdır.

Şeytanî özellikleri olan insanları “şeytan” olarak isimlendiren Kur’an’dan bir diğer örnek de Bakara/ 14. ayetidir:

Bakara; 14:

14.Onlar, inanmış kimselere rastladıkları zaman da, “İnandık” dediler. Kötü niyetli elebaşlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, “Şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz sadece alay edenleriz” dediler.

Bu ayette söz konusu edilen şeytanlar da, münafıkların (ikiyüzlülerin) akıl hocaları olan insanlardır.

Bir diğer örnek de Al-i Imran suresi ayet 175′te geçen “şeytan” ifadesidir ki klasik tefsirlere baktığınız zaman bunun Nuaym İbn Mes’ud adında bir kafir olduğunu okursunuz.

Şeytan-ı Racim

Pek çok kimse “şeytan” ile “الشّيطان الرّجيم şeytan-ı racim”i birbirine karıştırmakta ve ikisinin de aynı olduğunu düşünmektedir. Bize göre ise “Şeytan-ı Racim”; genel olarak şeytan adı altında toplanan özelliklerden başka özellikler de gösteren özel bir şeytan (!) sıfatıdır. Bu özelliği sebebiyle de Kur’an’ın kendisine verdiği özel isim; “ابليس İblis”tir. Başka türlü ifadeyle İblis şeytanlık yaptığından ötürü Rabbimiz ona “Şeytan-ı Racim/kovulmuş şeytan” adını takmıştır. Hıcr suresi ayet 34; Sad suresi ayet 77; Tekvir suresi ayet 28 ve Nahl suresi ayet 98′e bakabilirsiniz.
Kur’an nasıl ki şeytanî özellikler gösteren insanları “şeytan” diye nitelemişse, aynı şeytanî özellikleri gösterdiği için bazı ayetlerde (Bakara; 36 , A’râf; 14, 15, İsra; 64) İblis’i de “şeytan” olarak nitelemiş, fakat Bakara; 34, A’râf; 11 – 27, Hicr; 28 – 44, İsra; 61 – 65, Kehf; 50, Ta Ha; 116 – 123, Sad; 71 – 85, Şuara; 94, 95, Sebe; 15 – 21 gibi bir çok ayette de İblis’ten bahsederken özel ismi ile bahsetmiştir. Boyun eğmeyişi, itaat etmeyişi ve inatçı oluşu nedeniyle de Saffat suresinin 7. Ayetinde “”شيطان مارد Şeytan-ı Marid” olarak nitelenmiştir.

Racim:

“رجيم Racim” sözcüğünün mastarı “رجم recm” olup, bu sözcüğün ilk anlamı; “قتل öldürmek” demektir. Öldürmeye “recm” denmesinin sebebi, Arapların öldürecekleri kimseyi taşlamak suretiyle öldürmeleridir. Sonradan her öldürme işine “recm” denilir olmuştur. Kur’an’da yeri olmamasına rağmen zina suçlularına verilen cezanın adı da buradan gelir.

“Recm” ve türevleri Kur’an’da 14 kez yer almasına rağmen hiçbir yerde bu anlamda kullanılmamıştır.

“Öldürmek” anlamı dışında “recm” sözcüğü şu anlamlarda da kullanılır olmuştur: “taş atmak”, “lânet etmek”, “sövmek, yermek”, “hicran”, “tart etmek, kovmak”, “zann ve zanna dayalı söz söylemek” (Lisan ül Arab Cilt 4 S.90).

Şeytan için bu anlamların hepsi uygun görülerek ism-i mef’ul anlamıyla “taşlanmış şeytan”, “lânetlenmiş şeytan”, “kovulmuş şeytan”, “sövülmüş şeytan” …” denilmiştir.

Bize göre ise, konumuz itibariyle şeytanı tanımlayan en uygun ifade; “zan ve zanna dayalı söz” anlamından hareketle, sözcüğün ism-i fail anlamıyla kullanılması sonucu ortaya çıkan; “katil şeytan, aslı astarı olmayan söz söyleyen şeytan, karanlığa taş atan şeytan, kafadan atan şeytan, palavracı şeytan” ifadeleridir.

Marid:

“مارد Marid” sözcüğü; “azgın, inat ve isyanda benzerlerinden çok ileri giden, karşı çıkan” demektir. Bu sözcüğün mübalâğa kalıbı olan “مريد merid” sözcüğü, “şeytan-ı merid” olarak Hacc suresinin 3. ve Nisa suresinin 117. ayetlerinde, geçmiş zaman kipiyle de “مردوا على النّفاق mered-u alennifakı/ münafıklık üzerine inatlarını sürdürdüler” şeklinde Tövbe suresinin 101. ayetinde yer alır. “Marid” sözcüğünün mastarı olan “مرد merd” sözcüğünün türevleri, sözcüğün öz anlamı ekseninde farklı kalıplarda bir çok değişik anlam kazanmıştır. Bunlardan en önemlisi, “معرّى soymak -soyunmuşluk” anlamıdır. Araplar, yapraktan soyunmuş (yaprağı olmayan) ağaca “شجر امرد şecerün emred”, bitki bitmeyen kumluklara “رملة مرداء remletin merdai”, köseye (sakalı bitmeyen kimseye) de “امرد emred” derler. Detay Lisan ül Arab cilt 8, S. 247-250′de mevcuttur.

“تمرّد Temerrüt (uzun bir süre inat etme)” sözcüğü de aynı kökten türemedir.

“Marid” sözcüğü, “soymak, soyunmuşluk, çıplaklık” anlamıyla değerlendirildiğinde “şeytan-ı marid”; ism-i mef’ul anlamıyla “hayırlardan, güzelliklerden soyunmuş şeytan”; ism-i fail anlamıyla “hayırlardan, güzelliklerden soyan şeytan” demek olur. Bu anlam, A’râf suresinin 27. ayetinde farklı bir üslûp ile kullanılmıştır.

“Marid” sözcüğü ile İblis’e (düşünce yetisi) yakıştırılan “inat ve isyanda çok ileri gitme” sıfatı, Kur’an’da anlatılan olaylardaki İblis’in (Şeytan-ı Racim’in) davranışları ile birebir örtüşmektedir. İblis’e (düşünce yetisi), Âdem’e secde et (Âdem’e boyun eğ) denildiğinde secde etmeyerek isyan etmiş, kendisine yapma denileni yapmış, yap denileni yapmamış, Âdem’i yaklaşılması yasaklanan ağaca yaklaştırmıştır.

“ابليس İblis” sözcüğünün anlamı; “hayırdan son derece ümitsiz olan, Allah’ın rahmetinden umudunu kesen” demektir. Araştırmacılar bu sözcüğün aynı “Âdem” sözcüğü gibi Arapça olmadığını, Arapça’ya başka dillerden geçtiğini belirtmişler ve Yunanca “Diabolos” sözcüğünün değişmiş hâli olduğunu ileri sürmüşlerdir.
“İblis nedir?” sorusuna eski düşünürlerin birçoğu; İblis’in asıl adının Azâzil olduğu, meleklerin ileri gelenlerinden biri iken Âdem’e secde etmediği için Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldığı şeklinde bir açıklama getirmişlerdir.

Şimdi Kur’an ayetleri doğrultusunda İblis’i anlamaya çalışalım.

İblis’in özellikleri:

a)  İblis cinlerdendir.

Kehf/ 50:

50.Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem’e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu!

“الجنّ Cinn” sözcüğü, “kapalı, gözükmez varlık ve güç” demektir. Detayı “Cinn Kavramı” çalışmamızda verilmiştir.

b)      İblis, ateşten yaratılmıştır.

A’raf/ 12:

12.Allah, “Sana emrettiğim zaman, seni boyun eğip teslimiyet göstermekten ne alıkoydu?” dedi. İblis, “Ben, ondan hayırlıyım; beni ateşten/enerjiden oluşturdun, onu da çamurdan/maddeden oluşturdun” dedi.

Ayetlerde İblis’in yaratıldığı “النّار ateş” ise, günümüzde “enerji” olarak isimlendirilen “güç”e karşılık gelmektedir. Adem’in yaratıldığı تراب toprak, طين balçık da “madde” diye adlandırılan varlığa karşılık gelmektedir. Bilindiği gibi “ateş” Pythagoras tarafından ortaya atılan kurama göre, evreni oluşturan dört ana maddeden (hava, su, toprak, ateş) birisidir ve günümüzdeki “enerji” kavramı ile örtüşmektedir. Bir başka ifade ile “ateş”, Kur’an’ın indiği dönemdeki insanlar için, bilinmezleri de temsil eden bir ilk maddedir. Çünkü insanlar havayı solumakta, suyu içmekte, toprağı işlemektedirler ama yıldırım ve şimşeğin ateşini yakından tanımamaktadırlar. Dolayısıyla Kur’an’da İblis’in yaratıldığı “şey”in “ateş” olarak açıklanması, konuya bugünkü bilgiler ışığı altında bakanlar tarafından yadırganmamalıdır.

c) İblis, insanların sudûrundadır (beyinlerindedir, zihinlerindedir).

Nas/ 4, 5:

1-6.“Gözükmeyen varlıklardan, bilinen varlıklardan; hepsinden, insanların akıllarında kötülük fısıldayan sinsi düşmanın kötü fısıltılarının kötülüğünden, insanların ilâhına, insanların hükümdarına ve insanların Rabbine sığınırım” de

d) İblis vesvese verir.

Ta Ha/ 120:

120.Sonunda şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana sonsuzluğun ağacı ve eskimez/çökmez mülk/saltanat için rehberlik edeyim mi?”

A’raf/ 20:

20.Derken İblis, onların kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek/iradesiz güç olmanız ya da sonsuz olarak kalıcılardan/gelişmeyen, değişmeyen birer varlık olmanız için sizi girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeyden; maldan-mülkten, paradan-puldan men etti/ bunları size yasakladı” dedi.

Kaf/ 16:

16.Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. 17,18Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın.

وسوسة Vesvese: “Gizli bir sesle, fısıltı ile düşünce aşılamak, bir işe, eyleme yöneltmek” demektir. Burada İblis’in yani Şeytan-ı Racim’in neler fısıldayacağı, neleri gizlice telkin edeceğini yukarıda konuya girerken arzettiğimiz şeytanî karakterleri göz önüne alarak öğrenebiliriz.

e) İblis bir melektir.

“Hani meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişti. İblis dayatmıştı.”

İblis’in Adem’e secde etmeyişini anlatan ayetlerde İblis’in meleklerin içinden istisna edildiğini görüyoruz.

İstisna terim olarak “Bir ismi istisna edatlarından biriyle cümledeki yargıdan çıkarmak” demektir. Arapça Dilbilgisine göre şekil olarak üç çeşidi olmasına rağmen, anlam olarak istisna iki çeşittir.

Birincisi. Muttasıl istisnadır (müstesnanın müstesna minh cinsinden olduğu istisna).

İkincisi: Munkatı istisna’dır (müstesnanın müstesna minh cinsinden olmadığı istisna).

Melek, cinn ve şeytan kavramlarını özümseyememiş yorumcular ayetteki yapılmış istisnayı, munkatı istisna kabul edip İblis’i yani Şeytan-ı Racim’i melekten sayamamışlardır. Halbu ki İblisi konu alan Taha suresi ayet 116; sad suresi ayet 73; Hıcr suresi ayet 31′de “meleklerin hepsi, toplu halde” ifadeleri yer almaktadır. Bu vurgular kesinlikle ayetteki istisna cümlesinin Muttasıl istisna olduğunu gösterir. Bunun anlamı şudur; İblis diğer hemcinsleri gibi Adem’e secde etmemiştir. İblis, melek grubundan secde yargısında istisna edilmiştir. Öyleyse İblis kesin olarak melektir.

Bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor: İblis, melektir tamam ama melek nedir? Çünkü bu yargı klasik melek anlayışı çerçevesinde kesinlikle kabul edilemez.
Detayı “Melek Kavramı” çalışmamızda olmakla birlikte burada kısa bir açıklama verelim:

Melek:

Arap Dilbilimi uzmanları “ملك melek” sözcüğünün kökeni ile ilgili altı tane farklı tespitte bulunurlar. Bu tespitlerin izahı sayfalar dolusu açıklamaları gerektirir. Biz bunların en isabetlisi olan iki tespiti dikkate alacağız. Olayın geniş açıklamasını arzu edenler, Kitab-ül-Ayn, Tehzib, Camî, Keşşaf, Mecma’, Garaib, Lübâb, Rûh, El-Bahr-ül Muhît, Müfredat gibi kaynaklara başvurabilirler.

Birincisi: Melaike ve bunun tekili olan melek sözcükleri “ؤلوك Ulûk” kökünden türemiştir. Bu sözcük elçi göndermek anlamını taşımaktadır. Kelimenin aslı “مألك me’lek” dir. İsm-i zaman, ism-i mekan ve mastardır. Dolayısıyla başındaki “م mim/m” ektir. Sonra elifle lam yer değiştirmiş “ملئك mel’ek” yapılmıştır. Allah’tan elçi anlamında isim olarak kullanılmaya başlayınca hemze terk veya tahfif yoluyla “ملك Melek” şeklini almıştır.

İkincisi: Başındaki “م mim/m” kelimenin aslındandır, ek değildir. Kuvvet/yönetim gücü anlamındaki “ملك melk” kökünden türemiştir. Mülk, milk, malik ve melik sözcükleri bu kökten türemedirler. Anlamları da bu kök anlama göredir. Genellikle eski tefsirciler birinci şıkkı tercih etseler bizim tespitlerimize göre her iki kökten de türemiştir. Ve ayrı kök ve ayrı anlamlarda kullanılmıştır. Yani bazı yerlerdeki “ملائكة melaike” sözcüğü birinci şık kapsamına bazı yerlerde geçenler de ikinci şık kapsamına girmektedir. Bunları yer aldıkları pasaj içerisindeki söz akışından kolayca ayırt edebiliriz.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda anlaşılıyor ki “ملك melek”, “Kuvvet, yönetim gücü, elçi ve haber verici” demektir.

Kur’an’ı iyi anlayıp dini doğru yaşayabilmek için bu kavramın Kur’an’daki yer alışlarını iyi bilmemiz gerekmektedir.

Görüldüğü üzre melek sözcüğü iki farklı anlamlı kökten gelebilmektedir. Buna göre “üluk” kökünden anlamına göre “elçiler/haberciler”; “Melk” kökünden anlamına göre ise “yönetim güçleri” anlamına gelmektedir. Ne yazık ki bu ayırım yapılmadan Kur’an’daki “melek, melaike” sözcüklerinin hepsi aynı anlamda kabul edilmiştir. Halbuki konu akışı çerçevesinde bu ayırım yapılabilir. Yapılmalıdır da. Zira konu içerisinde bunlar farklı farklı anlamlar içermektedir.
Bizim konumuzu ilgilendiren yani Adem’e secde eden (boyun eğen) melekler ve secde etmeyen melek İblis konusundaki ayetlerdeki geçen “ملائكة melaike” sözcüğü “melk” kökünden türemedir ve anlamları “güçler” demektir.

f) İblis, Racim’dir, Marid’dir. (yukarıdaki açıklamaları hatırlayınız)

İlgili ayetleri biliyorsunuz. Burada tekrarın gereği yok. Şu unutulmamalıdır: İblis Rabbine boyun eğer, O’na yalvarır ondan dileklerde bulunur. Konu ettiğimiz ayetlerin pasajlarını bütün olarak okursanız bunları görürsünüz.

g) İblis insan var oldukça vardır insandan başka bir varlıkla ilişkisi yoktur..

Sad/ 79-81:

79.İblis, “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.

80,81.Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi.

A’raf/14- 17:

15.Allah, “Sen süre verilmişlerdensin” dedi.

16,17.İblis, “Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler bulmayacaksın” dedi.

” dedi.

Ve benzeri ayetler.

h) İblis gökyüzüne çıkamaz. Gökyüzü ondan korunmuştur.

Hıcr suresi ayet 16-18 ve Saffat suresi ayet 6-10. Ayetler. Detay için Kulak Hırsızlığı Yapan Şeytanlar adlı yazımızı okuyunuz.

Şimdi düşünelim bakalım Kur’an’a dayalı bu ipuçlarını değerlendirirsek hangi yargıya varırız?

Yani, Gözükmeyen, insanların içinde (beyinlerinde) bulunan, sürekli vesevese veren, kıyamete kadar da bu işlevini sürdürecek olan, insandan başka bir varlıkla ilişkisi bulunmayan, insana boyun eğmeyen ve enerjiden yaratılmış olan bu güç nedir?

Bu soruya herkesin (özellikle de psikolojiden az da olsa anlayanların) verebileceği tek cevap vardır. Bu nitelikli tek güç, insanın DÜŞÜNME YETİSİDİR. (Buna mutlaka bir ad koyun; ne koyabilirseniz.)
“Düşünme Yetisi”, “Beynin indirect yaptığı bir tepkidir.” diye tanımlanır Psikoloji biliminde. Bu yeti canlılardan sadece insanda vardır. Diğer canlılarda yoktur. Fikir/düşünme yetisi endirect bir tepki olduğundan fikir ve Tefekkür ancak kalpte tasavvuru mümkün olan şeyler (üç boyutlu varlıklar) hakkında yapılabilir. Onun için, Allah`ın yarattığı varlıklar hakkında fikir ve tefekkür mümkündür. Fakat Allah`ın zatı hakkında tefekkür mümkün değildir. Çünkü Allah hiç bir şekilde suret olarak vasıflandırılamaz ve şekil olarak hayal edilemez. Ahiret hayatı ile ilgili de fikir ve tefekkür yapılamaz. Ahiret; cennet ve cehennem ile ilgili Kur’an’daki anlatımlar örneklemedir, semboliktir (Ra’d suresi 35, İsra suresi âyet 60, Muhammed suresi âyet 15, İnsan suresi âyet 16). Uzayda (boşlukda) uzay ile fikir ve tefekkür mümkün değildir Hıcr suresi ayet 17.)

Yukarıda sıraladığımız Kur’an kaynaklı İblis’e ait özellikleri tek tek insandaki “düşünme yetisi”ne uygulayabiliriz.Yani Düşünme yetisi:

_ Göze gözükmez,

_ İnsanın zihninde sürekli vesvese verir

_ Sadece insana özgüdür, varlığı onun varlığına bağlıdır,

_ Marid’dir. İnsana secde etmez (insana boyun eğmez, insanın kontrolüne girmez),

_Enerjiden ibarettir (ateşten yaratılmıştır, madde halinde varlığı yoktur),

_ Bir güçtür (melektir).

_ Racimdir. (Ham düşünce üretenler, kuru kuru felsefe yapanlar, sevilmezler, dışlanırlar.)

_ Gökyüzü (uzay) ondan korunmuştur. Yani herhangibir varlığın olmadığı yerde işlev yapamaz.

Ana Britannica’da “düşünce” maddesinin karşısında yazan şu sözleri dikkate almakta yarar vardır:

“Psikanalize göre, ‘birincil süreç düşüncesi’ bilinç dışı ve sözcük ötesi bir süreçtir. Yani sözcüklerle simgeselleşmemiştir. Örneğin bir isteğin bir insanı baskı altında bırakması sözcüklere dökülemez. Bu düşünce türünde karşıtlar bir arada bulunabilir; böyle düşünce mantık kurallarına uymaz, zaman ve yer tanımaz, neden-sonuç bağıntısı taşımaz ve bütünüyle haz ilkesi doğrultusunda gerçeklikle bağıntısı olmayan bir biçimde gelişebilir. Oysa ‘ikincil süreç düşüncesi’ gerçeklik ilkesine bağlı olarak dış nesnelerin gerçekliğini gözetir, söze dökülür, dil ve mantık kurallarına uyum gösterir.” (Cilt: 11 s: 20)

Bu açıklamalardan anlıyoruz ki insan, kendisinde var olan akıl, irade, bellek, dikkat, merak, korku, düşünce gibi zihinsel melekleri (güçleri) arasında, sadece düşünce meleği (melekesi de denilebilir) üzerinde tam kontrole sahip değildir. Yani ‘birincil süreç düşüncesi’ adı verilen düşünme; bilinç dışı, insanın kontrol edemediği bir melektir.

İşte, iğvalarından Allah’a sığınmamız gereken Şeytan-ı Racim (İblis) budur.

Aşağıdaki ayetleri tetkik ederseniz de göreceksiniz ki Şeytan-ı Racim, insanın (bu insan peygamber de olsa) kendi içindedir.

Tekvir/ 15-29:

15-21.Kur’ân’ı dinlememek için saklananların, kaçanların durumunu, gerçeği örtbas etmenin-cehaletin gidişini, aydınlığın- reşitliğin gelişini kanıt gösteririm ki kuşkusuz bu, güçlü, Arş’ın/en büyük tahtın sahibi’nin yanında çok değer verilen, itaat edilen, güvenilen değerli bir elçi sözüdür. 22.Arkadaşınız delirmiş/ gizli güçler tarafından desteklenen biri değildir. 23.Andolsun O, O’nu açık ufukta gördü. 24.O kimsenin görmediği, duymadığı, sezmediği, kendisine verilen vahiyler hakkında cimri de değildir. 25Bu, kendi düşünce yetisinin ürünü olan söz de değildir.

26.Durum böyleyken siz nereye gidiyorsunuz? 27,28Bu, âlemler için; sizden doğru gitmek isteyenler için öğütten başka bir şey değildir. 29Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz.

Necm/ 1-5:

1.Gurup gurup inmiş âyetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki 2.arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. 3.O, boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. 4.Onun size söyledikleri; inen o ayet gurupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. 5.Arkadaşınıza o konuştuklarını müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi, egemenlik kurmuş olan öğretti.

Hakka/ 38 – 47:

38-43.Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz Kur’ân, şerefli bir Elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. –Siz ne az inanıyorsunuz!– Bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az düşünüyorsunuz/öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.

44-47.Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O’ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O’ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O’na siper de olamazdınız.

Eğer biz, bilinç dışı düşüncelerimizi şeytanî özelliklerden arındırabilir ya da onun esiri olmayıp kontrol edebilirsek, insanlığa yararlı olabiliriz. Bu düşünceleri arındırabilmenin, kontrol altına alabilmenin tek yolu ise; öncelikle Allah’a sığınmak ve sonra da bu düşünceleri Kur’an mizanında tartmaktır. Çünkü düşünce sürekli olarak kontrolsüz üremektedir ama bu düşüncelerin eyleme geçmesi ise insanın inisiyatifindedir.

Önemli not:

“Düşünme Yetisi”, İslam’ın üzerinde hassasiyetle durduğu “Tefekkür” ile karıştırılmamalıdır. İkisi farklıdır. “Fikr” (Düşünce Yetisi” İslam’da kınanırken tefekkür emredilir, zorunlu görev haline getirilir. Detay “Tefekkür” adlı çalışmamızdadır.

Bu açıklamalarımızdan dolayı zihinlerde İblis’in sayısıyla ilgili ve İblis’in yaratıldığı boyut hakkında istifhamlar oluşacaktır. Onların izalesine gelince:

İblis ve Şeytan-ı Racim’i konu alan ayetler incelendiğinde ikisinin aynı şey olduğunu görürürüz. Hatta İblis’e Şeytan-ı Racim’den başka şeytan-ı Marid ve Hannas yaftalarının da vurulduğuna şahit oluruz.

Her insanın bir İblisi vardır ve herkesinki birbirinden farklıdır. İblis yukarıdaki yapılan açıklamalarda gördüğünüz gibi, tedbir alınmazsa, şerrinden Allah’a sığınılmazsa insanı dünyada ve ahirette felakete sürükler. Aşağıdaki ayete baktığınızda görüyoruz ki insanı felakete sürükleyen bu güç uzakta değil insanın kendi boynunda asılıdır.

İsra/ 13:

13,14.Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”

Şu ayette de Şeytan-ı Racim “Küll” kelimesiyle birlikte kullanılmış böylece İblis’in yani Şeytan-ı Racim’in tek bir tane olmadığı açıklanmıştır.

Hıcr/ 17:

17,18.Ve uzayı, az da olsa vahye kulak veren, kendilerini alev sütunu takip edenler/roketlerle uzaya gidenler hariç tüm düşünce yetilerinden koruduk.

Bir tek İblis’in ilk insandan son insana kadar yeryüzüne gelmiş, geçmiş ve gelecek herkesi etkilemesini kabullenmek İblis’e Allah’a ait nitelikleri vermek olur. Ki bu, eski İranlıların inançları doğrultusunda bir kabul olur. Eski İranlılar iki tane ilah’ın varlığına inanırlardı. Birine iyilik tanrısı Yezdan; ötekine de kötülük tanrısı Ehremen (şeytan) derlerdi.

İblis bizim yaşadığımız evrenin bir parçasıdır. Yani üç boyutlu alemdendir. Cismi gayri mücessemdir yani cisimlenmemiş varlıktır. İnsanın ayrılmaz bir parçasıdır. Aksi bir durum Allah’ın adaletine uygun düşmezdi. Kimse hissedemeyeceği tedbir alamayacağı başka bir boyuttan bir yaratık ile başetme imkanına sahip değildir. Böyle bir yaratığın insanlara musallat edilmesi adil bir davranış olmazdı. Hem de bu sünnetüllah’a aykırı olurdu. “Allah hiç kimseye gücünün üstünde yükümlülük vermez (Bakara 233, 286; En’am 252; A’raf 42; Mü’minun 62; Talak 7).”

Kafirler kendilerine peygamber olarak bir melek gönderilmesini istemişler Rabbimiz de onların beklentilerine şöyle cevap vermiştir.

İsra/ 95:

95.De ki: “Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.”

Evet Peygamber bile insana aynı boyuttaki varlıklardan gönderilmektedir. Zira farklı bir boyutun yaratığı ile iletişim söz konusu edilemez.

İblise Niçin mühlet verilmiştir:

İblis’in yaratılmasında ve İblis’e kıyamete kadar süre verilmesinde birçok hikmet ve yarar vardır. İblise süre verilmesini konu eden âyetlere dikkat ederseniz İblis “Beni azdırmanın karşılığında yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Birçoklarını şükreder bulamayacaksın. Rabbim! Beni azdırmana/saptırmana karşılık, kesinlikle ben yeryüzünde onlar için mutlaka süslemeler yapacağım ve onların tümünü kesinlikle azdıracağım. Yemin olsun, eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, hükmüm altına alacağım.” demektedir. Yani İblis insanlara dünyayı sevdirecektir; ihtiraslar, tutkular oluşturacaktır. Bu tutkular sayesinde de mücadele, yarışma, bir ötekinden üstün olma gayret ve çabaları artacaktır. Hayatın Allah’ın koyduğu ölçülere uygun sürmesi ve sorumlu insanların sınanması için böyle alternatif bir gücün, enerjinin insanın içinde olması lazımdır. İnsan bu güç/enerji sayesinde seçici olacaktır. Robotluktan kurtulacaktır. Yani bu güç sayesinde dilerse kimanı ve taatı dilerse küfür ve isyanı seçebilecektir. Kişilerin İblis sayesindeki seçiciliği sonucunda Rabbimizin üstünlük ifade eden Kahhâr, Müntekîm, Adl, Dâll, Şedidü`l-ikâb, Serîul`-hisâb, Hâfid, Rafi`, Muizz, Müzill isim ve sıfatları, hıfz, afv, mağrifet, rahmet, günahları örtme ve bağışlama gibi yücelik sıfatları tecelli edecektir. Onun için İblis yaratılmış ve kendisine böyle bir mehil verilmiştir.

Bu açıklamalardan “şeytanın cennette Adem ve eşini nasıl kandırmış olabileceği yani şeytanın cennette ne işinin olduğu, secde Allah’tan başkasına yapılamazken bizzat Allah’ın melekleri Adem’e secdeye zorlaması, meleklerin Adem’e, dinden çıkmadan, müşrik olmadan nasıl secde ettikleri, ” konularında ön bilgiye sahip olmuş olduk. Ayrıca Adem’e secde eden meleklerin, Düşünce yetisi dışındaki enerjik güçler ve doğadaki canlı cansız tüm güçler olduğunu da vurgulayalım. Ve ilginç bir örnekle mevzuyu kapatalım. Bakara suresinin 248. ayetinde yük taşıyan manda, öküz, eşek, katır gibi hayvanlar “ملائكة melaike”; Ali imran 80’de zorbalar   da melaike olarak ifade edilmiştir.

Hakkı Yılmaz