KABİR AZABI VAR MIDIR?

BERZAH ÂLEMİ DİYE BİR ÂLEM VAR MIDIR?

Bu konuyu tarafımıza soru olarak soran kardeşimize teşekkür ediyor ve konuyu bu soru çerçevesinde sunuyoruz:

Muhterem Hocam!

Bizleri uzun zamandır meşgul eden, hatta bazılarımızın uykularını kaçıracak derecede zihinlerimizi işgal eden bir meseleyi sizlere danışıp öğrenmeye karar verdik. Meselemiz, Kabir Azabı ile ilgili….

Ma’lumunuz birçok tefsir kitabında Kabir azabına delalet ettiği söylenen âyeti kerime ve hadislerden bahsedilmekte. Örneğin “Mü’min 46. âyette Firavun’a yönelik “Onlar sabah akşam ateşe arzolunurlar..” ifadesi ve akabinde “Kıyametin kopacağı gün de Firavun ve ailesini azabın en çetinine sokun.” İbareleri kabir Azabına delil gösterilmekte…

Ayrıca Sahih-i Buhârî Tecrid-i Sarih tercemesinde, İbn-i Abbas’ın rivayet ettiği “Bevlinden sakınmayan ve koğuculuk eden iki insanın (4. cilt- 672-673-674-675.inci) hadislerde Kabir Azabından Allah’a sığınma ile ilgili dualar ve yine (4. cilt 676) hadiste Ebu Eyyub el Ensârînin rivayetinde Peygamberin işittiği bir ses üzerine –Yahudiler mezarlarında azap olunuyor” demesi ve yine Haz. Aişe’nin (3. cilt 550.) hadisi rivayet ederken: “bir Yahudi kadının, diğer bir rivayette iki Yahudi kadının Kabir Azabı ile ilgili sorusuna Peygamberin cevap ve istiazesi ve yine “2. cilt 460. ıncı hadiste” Aişe’nin muttasıl senet ile rivayet ettiği KABİR AZABINDAN Allah’a sığınma ile ilgili hadisi ve buna benzer hadislerden istinbat edilerek “KABİR AZABI’na delalet ettiği öne sürülüyor. Yukarıda sunduğumuz âyet ve hadislerden kabir azabının var olduğu…. Ömer Nesefî’nin Akaid kitabında da “Ölü idrak edemez, dolayısıyla Azap mümkün değildir” diyenler kafirlerdir diyor. Ve bu konu Ehl-i Sünnet mezhebinin temel görüşlerinden birisi imiş. -( Bayrak yayınları 1971 sahife 128)

Peki bu mesele böyle ise, uykularınızı kaçıran nedir? diye sorarsanız, Eğer kabir azabı varsa, insanlığın ilk döneminde ölen kimse ile kıyamete yakın ölen bir kimsenin kabirde kalma süreci arasındaki büyük fark, kabir azabı açısından bir adaletsizlik olmuyor mu?,

HULASA:

(1)– Allah kabir azabı konusunda hâşâ adaletsiz mi?


(2) – Kabir azabından istiâze ile ilgili hadisi nasıl anlamalıyız?


(3) – Peygamber kabirden ses işitmiş midir?


(4) – Peygamber kabirdeki ölülere sesini işittirebilir mi?


(5) – Bu soruların neticesinde, Kabir Azabı var mıdır?


(6) – Mü’min 46. âyeti nasıl anlayacağız?


(7) – Kabir azabını inkar eden kafir midir?


Abdullah G. Çam 01 11 2002

Konuya girerken evvela şu hususu açıklamak gerekiyor. İ’tikatta mezhep olmaz. Bu konu önemli ve hassas bir konudur. İ’tikatlar sağlam ve açık delillere dayanmalıdır. Şekk üzerine yakin bina olunmaz. İ’tikatlar ise hep yakin konulardır. Zanna dayanmaz. Mesela Allah’ın varlığı, birliği, cehennem vs. Mezhep, içtihâdi konularda kişilerin farklı yorumları ve anlayışlarıdır. Ki yorum yapılan, farklı algılanan o konular hakkında sarih bir nass (âyet) yoktur. İşin aslında Ehl-i Sünnet diye de bir mezhep yoktur. Bu ad sonradan makyaj olarak ileri sürüldü, kullandırıldı. Eş’ariyye ve matûridiyye ekollerinin gölgesi altında geliştirildi. Kendi görüşlerinin dışındaki tüm görüşleri Fırak-i dâlle/sapık mezhepler olarak nitelediler. Yine Rasülüllah’ın adını kullanarak “Yakında ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, hepsi helak olacak, ancak birisi müstesna …” gibi rivayetler uydurdular. Ve tabii kurtulacak olanların kendileri olduğunu iddia ettiler. Ki bunu da “yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” siyaseti icabı, bilinçli olarak gerçekleştirdiler. Ana umdeleri, İhtilafta rahmet aramak, fasık imama itaatin vacipliği gibi Kur’ân’a tam ters görüşleri benimsemiş olmalarıdır. Esas adı “Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat”’tir. Ki “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” , “Ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez” rivâyetleriyle amel temel esaslarıdır. Bunlara göre ehliyet ve liyakat önemli değildir; “on tane âlim, âdil ve fâdıl, râsih adamın görüşüne, on bir tane câhil eşkiyânın görüşünü tercih ederler.(Aynen bugünkü demokrasi gibi. Ki konunun uzmanı on tane Prof.’un oyundan onbir tane cahil çobanın oyu daha tercihlidir.) Böyle bir görüşün sahiplenilmesi, Muaviye ve Yezid’in idarelerinin meşrûluğuna zemin hazırlama amacına yöneliktir. İttihat ve ittifak olunması, kesinlikle tefrikaya düşülmemesi hakkında Allah’ımızın kesin âyetleri olmasına rağmen, bu, ihtilafta rahmet vardır görüşü benimsetilmiştir. Ayrıca İmamı Azam Ebu Hanife bu hususta zındanı, kırbacı, ölümü yeğlemişken Ehl-i Sünnet mezhebi diye bu yanlışlıklar bizlere yutturulmuştur. Muarızlar, zındıklıkla, mülhidlikle itham edilmiştir. Yani “yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” mantığıyla hareket edilmiştir. Maalesef başarılı olmuşlardır da. Kısaca, bizim bu gün Ehl-i Sünnet dediğimiz ekol aslında sünnetle hiç ilgisi olmayan, Emevî, Selçukî, ve Osmanî siyasetini meşrulaştıran görüşleri sahiplenenlerin mezhebidir. Bu görüşlerin bir çoğu İmam A’zam zındanda kırbaçlanıp öldürülürken, Rasülüllah’ın torunu. Hüseyn ve beraberindekiler Kerbelâ’da çoluk çocuk lime lime doğranırlarken saraylarda saray beslemeleri kişilere böyle inançlar uydurtulmuştur. O nedenle uyanık olalım, i’tikatımıza sadece Kur’ân’ı temel alalım. Adında sünnet oluşu bizi aldatmasın: O, tuzaktır. Sünnete kurban olalım. Ama bize sunulan kesinlikle sünnet değil, Emevî zihniyeti, siyasetidir.

Şimdi gelelim esas konuya:

Kabirde hayat ve azap:

Kabir azabı konusunu açıklarken bu konuyu iki açıdan ele almak gerekir.

Birincisi: Kabirin içinde hayat ve azap.

İkincisi:Hayat ve azap kabirde olmayıp, öldükten sonraki dirilişe kadar geçen sürededir. (Berzah)

Birincisi:
Kabir içinde azap olabilmesi için, ruhun, kabirde cesede geri dönmesi gerekir. Böyle olması lazım geldiğinden de konuyla ilgili tüm rivâyetlerde, ruhun cesede döndüğü ve azap meleklerinin ruh maalcesed azap ettikleri söylenir.

Kabir soruları ve azabı:

Rivâyetler:

Hadis kitapları, Kabir Azabı’nı konu eden tüm rivâyetleri toplamışlardır. İmam Buhârî Sahih’inde, Cenaze Kitabı bölümünde konuya ait “Kabir Azabı Hakkında Gelen Hadisler” başlığı altında (86. Bab) 8 adet rivâyete yer vermiştir. Ayrıca “Kabir Azabından Allah’a Sığınma” ve “Gıybet ve Sidikten Dolayı Kabir Azabı” ve de “Ölüye Sabah Akşam Kendi Oturacağı Yerin Gösterilmesi” başlıkları altında açtığı bölümlerde de birer rivâyete yer vermiştir.

Zikrettiğimiz bu bölümlerde, “Aişe’nin bir Yahudi bayandan kabir azabını öğrenip, Rasülüllah’a onaylattığı, Rasülüllah’ın kabir azabı ile ilgili ümmetine bir hutbe irat ettiği (enteresandır ki, bu hutbeyi rivâyetçiden başka nakleden sahabe olmamış), Yahudi mezarlığında Yahudilerin azap çektiklerini Rasülüllah’ın bildirmesi, Rasülüllah’ın sürekli kabir azabından korunmak için duada bulunması, gıybet ve sidik sıçramasının kabir azabına neden olacağı, ölen insana sabah akşam oturacağı yerin gösterilmesi” yer alır.

Biz burada konuyla ilgili aynı hadisin Buhârî ve Tirmizî’deki şeklini, kelimesi kelimesine size sunuyoruz:

Buharî, Kitab-ül Cenaiz 128 numaralı rivâyet:

“…. Enes ibn-i Malik onlara şöyle tahdis etmiştir: “Rasülüllah şöyle buyurdu: “Kul, kabri içine konulduğu ve arkadaşları ile cemaati geriye dönüp gittikleri zaman –ki ölü bunların yürürken çıkardıkları ayakkabılarının seslerini bile muhakkak işitir- ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona:


_ Şu Muhammed adlı kimse hakkında ne der idin? Diye sorarlar.

Bu soruya muhatap olan mü’min kul:

_ O’nun allah’ın kulu ve rasülü olduğuna şehadet ederim, der. Bunun üzerine melekler tarafından:


_ Cehennemdeki oturacak yerine bak. Allah bu azap yerini senin için cennetten bir oturacak makama tebdil etti, denilir de o mü’min kul, cehennem ve cennetteki o iki makamını beraberce görür”.

Katade: “O mü’mine, kabri içinde bir genişlik verileceği bize zikrolundu” dedi ve sonra yine Enes hadisine döndü. Rasülüllah şöyle buyurdu:

“münafık ve kafir olan kula gelince, ona da:

_ Ben O’nun hakkında bir şey bilmiyorum. Ben sadece insanların onun hakkında söyleye geldikleri sözü söylerdim, diye cevap verir.

Bunun üzerine ona:


_ Anlamadın ve uymadın, denir ve ona demirden tokmaklarla öyle bir vuruş vurulur ki, derhal şiddetli bir sayha ile bağırır. Bu bağırışı insan ve cinlerden ibaret olan iki ağırlıktan başka bu ölüye yakın olan her şey işitir.”

Tirmizî, Kitab-ül Cenaiz 70 numaralı rivâyet:

“Ölü kabre konulunca birine Münker, diğerine Nekîr denilen iki siyah, çakır gözlü melek gelir. “Bu adam hakkında ne diyorsun?” derler. O da hayatta söylediği gibi:


_ O, Allah’ın kulu ve elçisidir. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de

Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim, der. Melekler:
_ Senin böyle söylediğini biliyorduk, derler.

Sonra onun kabrinde, yetmiş çarpı yetmiş arşın yer açılır, kabrinin içi aydınlatılır. Ona:

_ Uyu, denilir. O der ki:


_ Gideyim, aileme haber vereyim. Melekler derler ki.


_ Gelin gibi uyu. Kendi ailesi içinde en sevdiği kimseden başkasının uyandıramayacağı gelin gibi uyu. Tâ Allah onu yattığı yerden kaldırıncaya kadar. Münafık ise:


_ Ben onun hakkında insanların bir şeyler söylediğini duydum, ben de öyle dedim. Bilmiyorum, der. Melekler derler ki:


_ Zaten biz senin böyle dediğini biliyorduk!

Toprağa da:


_ Onu sıkıştır! Denilir.


Toprak onu öyle sıkıştırır ki kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah kıyamette onu yattığı yerden diriltinceye kadar ona böyle azap edilir.”

Aynı rivâyetin sağlam addettiğimiz iki kaynak kitaptaki şeklini gördünüz. Aslında ikisi aynı rivâyettir. Fakat ağızdan ağıza, dilden dile dolaşırken içine bir sürü saçmalıklar sokulmuştur. Herkes peygamberin adını kullanarak kendi düşüncelerini müslümanlara empoze etmiştir. Rivayetlerin içinde cümle düşüklükleri, anlam bozuklukları, birinci şahıstan üçüncü şahsa geçmeler vs. gibi bozukluklar vardır. Biz bütün bunlardan Rasülüllah Rasülüllah’ı tenzih ederiz. Bu rivâyet yine Enes ibn-i malik çıkışlı olarak Buhârî’nin yine Cenazeler Kitabı’nın 67. Bab, 94 numarada yarı yarıya sözcük değişiklikleriyle yer alır.

Rivâyetler içinde bir de Buhârî’nin Cenazeler Kitabı, 93. Bab 140 numarada verdiği uzun bir rivâyet vardır. Ki bu rivâyette, Rasülüllah’ın, sabah namazlarını kıldırdıktan sonra cemaate dönüp, “içinizde rüya gören var mı?” diye sorması, rüya görenlerin anlatması, ama bir gün kimsenin rüya görmemiş olduğu, o gün Rasülüllah’ın, “bu gece ben gördüm” diyerek anlattığı, âhirete ait uzun bir rüyayı anlatmasından söz edilir. Haberi mütevater olması gereken bu rivâyet maalesef haberi vahıd’dir. Yani yüzlerce sahabenin bunu aktarması lazım gelmektedir. Zira, denildiğine göre bunu Rasülüllah mescidindeki tüm sahabeye sormaktadır, anlattırmaktadır ve kendisi de mescidinde anlatmıştır. Enteresandır ki bu olayı sadece Semre b. Cündep nakletmiştir. Ayrıca biliniyor ki, rüyanın ilimde ve dinde değeri yoktur. Sakın ha, vahy ile olduğu iddia edilmesin, o zaman bu rüyanın Kur’ân’da yer alması zorunlu duruma gelir.

Metinleri incelediğimizde görüyoruz ki, Kütüb-ü Sitte’de de yer alan bu rivâyetlerin tümü Kur’ân’a zıttır. Bırakın diğer, sıradan hadis ve İlm-i Hal kitaplarında yer alan binlerce rivayeti.

İşte İslam düşmanları surda gediği bu rivâyetler ile açıp içimize, Yahudi, Hint fikirlerini İslam inançları olarak yerleştirdiler. Ayıklayın ayıklayabilirseniz.

Yukarıdaki rivâyetlerin hepsi Haber-i Vâhıd mertebesindedir. Haber-i Vahıd olan rivayetler İnanç konularında delil, hüccet kabul edilmezler. Ayrıca aynı rivâyetin elden ele dilden dile dolaşırken ne şekillere dönüştürüldüğünü sizler de fark ettiniz. Meallerdeki çarpıklıklar, anlam bozuklukları, ilaveler ve eksiltmeler bizim meallendirmemizden kaynaklanmadı. Orjinalinden titizlikle aktardık. Evet, kabir azabı ile ilgili rivayetlerin tümü Kur’ân ile çelişir. Hem de birçok açıdan çelişir. Biz örneği, ruhun cesede döneceği cihetinden vereceğiz. Diğer cihetleri siz tespit edebilirsiniz. Bakınız:

Kendilerinden önce nice kuşakları değişime, yıkıma uğrattığımızı ve bunların kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi? Onların hepsi de toplanıp sadece Bizim huzurumuzda hazır bulundurulacaklardır. (Ya  Sin/ 31, 32)

Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde, “Rabbim, terk ettiğim şeylerde sâlihi işlemem için beni geri döndür” dedi. Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Bu, şüphesiz onun söylediği bir sözdür. Onların tekrar diriltilecekleri güne kadar onların arkalarında bir engel vardır.(Mü’minun/ 99, 100)

Siz Allah’ın ilâhlığını, rabliğini nasıl örtersiniz? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz. (Bakara/ 28)

Ruhun kabirde cesede dönmesi Hint kültüründe mevcut bir inançtır. Kabir azabı yukarıda ki rivâyetlerde gördüğünüz gibi Yahudilerden geçmiş de olabilir. Hinduların inançlarında kuyruk sokumunun büyük sırları vardır: “İnsanın omurga kemiklerinin ortasından beyne ulaşan bir boşluk vardır. Alt kısmında da kuyruk sokumunu da içine alan, çok sağlam yapılı kapalı bir üçgen bulunmaktadır. Eğer mücâhede ile bu üçgeni kapatan sed açılırsa beyinle üçgen arasında bir bağlantı kurulur. O zaman zır cahil olan birisi bile dünyanın tüm bilgilerine kavuşur.”

Tasavvufçular, kuyruk sokumunun, ilim ve sır yeri olduğunu, ibadet ve ruh terbiyesiyle, kuyruk sokumu ile beyin arasındaki mechul seddin açılacağını ve o zaman insanın bütün ilimleri öğrenmiş olacağını söylerler.

Görülüyor ki, tasavvufçular, Hint felsefesini kendilerine şiar edinmişler. Kuyruk sokumunun ilim ve sırlar kaynağı olması düşüncesi, kuyruk sokumunun ölmeyeceği ve insanın hem kabirde hem de mahşerde bu kuyruk sokumundan dirileceği anlayışını getirmiştir. Ve bu doğrultuda birçok hadis de uydurulmuştur.

Münker ve Nekîr:

Buhârî’deki rivayette sorgucu meleklerin adları geçmez. Tirmizî’de bunlara Münker = Çirkin veNekîr = Kötüadları verilir. İlm-i Hal kitaplarını bir tarafa bırakırsak tüm akıllı, izanlı, vicdanlı din adamı ve herkes meleklere böyle isim yakıştırmanın uygun olmadığı kanaatini taşır. Bu Münker ve Nekîr ismi geçmişte de çok yadırganmış, ehli insaf bilginler kesinlikle bunu kabul etmemişlerdir.

Meleklerin (Münker ve Nekîrin) sorgulamaları:

Evet, rivâyetler böyle; Kur’ân’ın bize bildirdiği sorgu ve sorgulama ise şöyle:

Karun, “Bu servet, bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı, birikimi olan kimseleri kesinlikle değişime/yıkıma uğratmıştı. –Ve bu günahkârlar, diğerlerinin günahlarından sorumlu tutulmaz.–(Kasas/ 78)

Artık işte o gün, bildik-bilmedik, gelmiş-gelecek hiç kimse, bir başkasının günahından sorumlu tutulmaz.

Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

Suçlular nişanlarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler.

Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir. Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar.

Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?(Rahman/ 39-45)

O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah’a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah’ındır!’–

Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.(Mü’min/ 16, 17)

Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan şu kimselere gelince de, “Peki size âyetlerim okunmadı mı da siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir toplum oldunuz? Ve ‘Allah’ın sözü kesinlikle gerçektir; ve kıyâmet anına gelince, onda kuşku yoktur’ denildiğinde, ‘Kıyâmet anının ne olduğunu bilmiyoruz, yalnızca biz, sadece zannediyoruz, kesin bir bilgi edinmiş değiliz’ dediniz.

Ve işledikleri şeylerin kötülükleri kendilerine belli oldu ve onları, kendisiyle alaya aldıkları şeyler kuşatıverdi.

Ve denilmiştir ki: “Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/ terk ederiz/ cezalandırırız. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve basit dünya yaşamının sizi aldatması sebebiyledir.” Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/ Allah’ı hoşnut etmeleri de istenmez.(Casiye/ 31- 35)

Örtüp durduğunuz/ inanmadığınız şeyler nedeniyle hadi bugün yaslanın ona! Bugün Biz onların ağızlarının üzerine mühür vururuz; Bize elleri konuşur, ayakları da kazandıkları şeylere şâhitlik eder.(Ya Sin/ 65)

Ve Allah’ın düşmanlarının bir araya getirilip toplandıkları gün, artık onlar, ateşe dağıtılırlar.

Sonunda oraya geldiklerinde, onların işitme, görme duyuları ve derileri yaptıkları şeyler ile ilgili kendi aleyhlerinde şâhitlik ederler.

Ve onlar kendi derilerine, “Niye aleyhimize şâhitlik ettiniz?” dediler. Onlar dediler ki. “Her şeyi konuşturan Allah, bizi konuşturdu ve sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülmektesiniz. Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şâhitlik eder diye gizlenmiyordunuz. Velâkin yapmakta olduklarınızdan birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğine inandınız. İşte sizin bu inancınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz inancınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerden oldunuz.”

Şimdi eğer onlar direterek ortak koşma inancını, yalanlamayı sürdürürlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer özür bildirmeye çalışsalar, onlar, özrü kabul edilecek kimseler değildirler.

Ve Biz onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan “Söz” onların üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler.(Fussılet/ 19-25)

Bu âyetlerde suçlulara günahlarında sorulmayacağı belirtiliyor. Ama bu suçluların sorumlu olmayacağı anlamına gelmez. Herkes yaptığından sorumludur. Ancak âhirette, insanın dünyada yapmış olduğu işler o kadar açık biçimde görünecektir ki artık suçlunun suçunu sorup araştırmağa gerek yoktur. Herkesin dünyada yaptıkları, ruhuna işlemiştir. Yaptıklarının izleri, ameline göre alametleri dışa vurmaktadır. Bütün organlar yaptıklarını dışa yansıtmaktadır.
Kur’ân’ı kerim, âhiretteki hesabı, sorguyu- süâli bu kadar net olarak açıklamış olmasına rağmen, İlm-i Hal kitaplarında zayıf ve mürsel rivâyetlere dayanılarak yapılmış Münker ve Nekîr senaryoları kesinlikle uydurmadır. Bu meleklerin “Rabbin kimdir? Nebin kimdir?” gibi sorular soracağına dair rivâyetlerin uydurma olduğu ortadadır. Kur’ân suçlulara, günahlarından sorulmayacağını, herkesin ne yaptığının ortaya çıkacağını, sorguya gerek bulunmayacağını vurgularken, uydurmacı işgüzarlar, Münker ve Nekîr’e sorular sordurmadan edememişlerdir. Halbuki ölen kişinin alası dışına vurmuştur. Münker ve Nekîr kör müdür ki de o alametleri, o izleri görememektedirler! Gördükleri halde soruyorlarsa biraz ayıp ediyorlar. Melekler böyle yapmazlar. Yapıyorlarsa ve de görmüyorlarsa kesinlikle onlar melek olamazlar.

Bakalım insana neler sorulacak:

Sonra, o gün siz, nimetten kesinlikle sorulacaksınız.

(Tekasür/ 8)

Onlar Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi saydılar. Onlar, onların yaratılışına tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.(Zuhruf/ 19)

Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür/şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız.(Zuhruf/ 44)

Ve ortak koşanlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. –Allah’a andolsun ki siz uydurageldiğiniz bu şeylerden kesinlikle sorgulanacaksınız.–(Nahl/ 56)

Ve Allah dileseydi elbette hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de doğru yolu kılavuzlar/ dileyeni saptırır, dileyene kılavuzluk eder. Ve şüphesiz ki siz, bütün yaptıklarınızdan sorulacaksınız/sorumlu tutulacaksınız.(Nahl/ 93)

Öyle ki onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı. –Hızla uzaklaşıp kaçmayın, sorgulanmanız için, içinde şımarıp azdığınız şeylere ve evlerinize dönün.–(Enbiya/ 13)

Arşın Rabbi Allah, yaptığından sorumlu olmaz, onlar ise sorumlu olacaklardır.              (Enbiya/ 23)

Bu âyetler, suçluların, Allah adına uydurdukları şeylerden, yaptıkları günahlardan, Kur’ân’a karşı sorumsuz davranışlardan sorulacaklarını bildirmektedir. Bu sorgulama, suçlulardan neler yaptıklarını öğrenme sorgulaması değil; yaptıklarını onların yüzlerine vurup onları azarlama, yaptıkları suçlardan onları hesaba çekme şeklinde bir sorgulamadır. Münker ve Nekîr senaryolarındaki tarz bir soru sorup cevap alma değildir. Bu âyetlerin amacı, insanın, yaptığı hareketlerden, davranışlardan sorumlu olduğunu; suçluların cezalandırılacağını vurgulamaktadır. Yoksa kişinin sorguya cevap verip vermemesi önemli değildir. Çünkü ruh üzerindeki eylemin işaretleri her şeyi apaçık göstermektedir. Görünen bir şeyi sormanın anlamı ve gereği yoktur.

İnsanlar kabire sokuldukları zaman Münker ve Nekîr gelecekmiş. Hesap soracaklarmış. Sonra da kötü işler yapanlara mezarın içinde azap edilecekmiş!! Peki kabire gömülmeyenlerin ahvali nasıl olacak? Mesela, denizde boğulan ve cesedi balıklarca yenilen ya da vahşi hayvanlarca parçalanıp yok edilen birisi! Ateşte yanıp kül olmuş birisi! Herhangi bir feci kaza sonucu cesedi paramparça olmuş ve kabre konulmamış birisi! Hatta cesedi dondurulup soğutucuda bekleyen ya da inançları gereği yakılıp kavanozlarda bekletilen birisi! Evet bunların sonu ne olacak dersiniz?

Mezar başında ölüye yapılan telkın:

Uydurma rivayetlere göre Münker ve Nekîr kabire gelecek, ölmüş olanın ruhu kabirde cesede girecek ve Münker ve Nekîr sorgu soracakmış kabirdeki kişi dışarıdakilerin ayak seslerini de duyuyormuş ya! O zaman mevtaya kopya vermek pek de hoş olur! Sevinir garip!

İmam dikilir kabrin başına:

Ey Ayşe oğlu/kızı Ahmet/Fatma! Hatırla sen artık dünyadan gittin, sorulan sorulara doğru cevap ver! … Rabbim, Allah’tır de! Nebim Muhammed’dir de! Dînim İslam’dır de!

Not. Telkinde baba adı yerine ana adının kullanılması, İsa As.’a hürmetenmiş. Onun babası olmadığından sanki mübarek eksiklenecek! Bu telkin Arapça yapılır: “ üzkürü/üzküri-l ahdellezi……” diye. Ölü Arapça’dan çakar mı, kopyayı alır değerlendirir mi! Ne dersiniz?

Sanki “Hababam Sınıfı” piyesi oynuyor!!! Kur’ân’a bakalım, halimizi, tavrımızı tartalım. Ölüler işitmezler:

Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.(Neml/ 80)

Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine/dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. Sen sadece bir uyarıcısın.(Fatır/ 22)

Peki bu saçmalıkların din adına yapılması niye? Kim soktu bunları bu yüce dîne?

İkincisi: Berzahta azap:

Birinci şık yani kabirde bedene, ya da ruh ile beraber bedene azap hem aklen hem de naklen sabit olmayınca, illaki, “kabir azabını mutlaka dinde yer almalıdır, herkes buna inanmalıdır, bu insanları korkutmazsan olmaz” diyenler, bu kez azabı, kabirde değil de Berzahta ruha reva görürler. Ve ona göre malzeme hazırlarlar. Onun için konunun bir de bu yönüne eğilelim.

Denilmiştir ki, kabir azabı kabrin içinde değil de berzahta ruha yapılır. Ve yukarıdaki rivâyetlerdeki kabir azabını, kabirden berzaha çevirirler. Ve Kur’ân’da olmayan, Allah’ın bildirmediği bir âlemi icad ederler. Bu âlem, “Berzah Âlemi”’dir. Kur’ân’da yok böyle bir âlem. Eğer ki berzah âlemi diye bir âlem olsa idi, ve o âlemde kötülere azap edilseydi, Yüce Rabbimiz kullarını uyarmak için mutlaka ve mutlaka o âlem ile ilgili bilgi ve sahneleri Kur’an’ı kerimde bizlere lütfederdi. Tıpkı mahşer ve âhiret hayatı, cehennem ile ilgili vermiş olduğu bilgiler ve gözümüzün önüne serdettiği cehennem sahneleri gibi. Olmazsa olmasın, onlar uydurdular mı olur gider! Nasıl olsa hırsızı evine kadar kovalayan yok. Bakın nasıl uydurdular:

Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde, “Rabbim, terk ettiğim şeylerde sâlihi işlemem için beni geri döndür” dedi. Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Bu, şüphesiz onun söylediği bir sözdür. Onların tekrar diriltilecekleri güne kadar onların arkalarında bir engel vardır.(Mü’minun/ 99, 100)

Görüldüğü üzere, ölenler, geriye bedenlerine ve dünyaya kesinlikle döndürülmezler. Buna bir engel vardır. “Berzah”, “engel” demektir. Kur’ân’ı kerimde üç yerde geçer. Birisi konumuz olan âyet, diğerleri de şunlar:

İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.(Rahman/ 19, 20)

Ve O, iki denizi salıverendir; şu su, tatlı ve susuzluğu giderici, şu da tuzlu ve acıdır. Ve O, aralarına bir engel ve yasak koyandır.(Fürkan/ 53)

Berzah âlemi uydurulduktan sonra bu sözcüğe terim anlamı yüklenmiştir. Eğer ki bunun ölüm ile haşr arasında bir dönemi ifade eder bir anlamı olsaydı Rabbimiz, “yevmiddin, mahşer, abdest, oruç terimlerinde olduğu gibi” bu berzahı da bize bizzat kendisi Kur’ân’ında açıklardı. Ayrıca dünya ve ahıret hayatından başka bir hayat olsaydı onu da ayrıntılı olarak bildirirdi.

Evet ruhun geri gelmesine engel var. Bu engel, adı konmuş; saati dakikası, saniyesi belirlenmiş, takdim ve te’hiri söz konusu olmayan eceldir, ölümdür; yâni mukadder ölümün kazası, gerçekleşmiş olmasıdır, hükmü ilahidir.

Bakınız: Münafikun/ 10, 11, İbrahim/ 44, A’raf/ 53, Secde/ 12, En’âm/ 27, 28, Şura/ 44, Mü’min/ 11,12 ve Fatır/ 37.

Ama “berzah” sözcüğünün anlamını, âyetin anlamını çarpıtırsan “Berzah Âlemi” adıyla bir âlem icat edersin, olur gider. Öyle de olmuştur. Elmalılı Hamdi Yazır merhumun mealine bile bir bakalım:

Mü’minun/ 99, 100:

“Nihayet onların her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki: “Rabbim! Beni dünyaya geri döndür.

Ta ki, ben o bıraktığım dünyada salih amel işleyeyim.” Hayır hayır! O, yalnızca bir sözdür. Onu da o söyler. Ötelerinde ise bir Berzah vardır. Diriltilecekleri güne kadar orada kalacaklardır.”
(Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, Çelik-Şura Yayınları, 5. Cilt, 350. sayfa)

Merhum kimlerin oyununa geldi kim bilir! “…güne kadar orada kalacaklardır.” ifadesi tamamen hayâli; âyette bu ifadeye ne bir ibare, ne bir işare, ne ne bir delale ne de bir iktiza kesinlikle yoktur. Ehil olanlar lütfen incelesinler.) Arayan soran olmadığından uydurmacılar insan için üç tane âlem ortaya koymuşlardır. Ve bunu aynen şöyle yazarlar: “Allah Cc. insanlar için üç tane dâr/âlem yaratmıştır: Dar-ı Dünya, Dâr-ı Berzah ve Dâr-ı Karar. Her dâr ile ilgili bir takım hükümler koymuştur.”

Sonra da arkasını getirirler. Rivayetçiler uydurma âleme coğrafi, fiziki ve beşeri haritalar çizerler, nakışlar işlerler.

Uyumayalım. Bunların hepsi yalan. İnsan için Allah, iki âlem yaratmıştır: Dünya ve âhiret âlemi. Bakalım âyetlere: Kur’ân’ı kerimi baştan sona elden geçirelim. Tebşir ve inzar amacı olan kitabımızda, insan için, bilinçli olarak yaşanılan, dünya hayatı ve âhıret hayatı diye iki tane hayatın var olduğunu göreceğiz. Ve bu hususla ilgili âyetler gâyet açıktır, nettir. Hepsini burada zikretmek konuyu çok uzatır. Biz bir kaçının mealini sunalım:

Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatındamüjde vardır. Allah’ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.(Yunus/ 64)

Peki, kıyâmet günü şirk koşarak yanlış iş yapanlara: “Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın!” denilmişken, kendini azabın kötülüğünden korumaya çalışan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi?

Onlardan önceki kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri yönden azap geliverdi. Sonra da Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı tattırdı. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilir olsalardı! (Zümer/ 24- 26)

Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, haberci âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve âhirettesizin yol gösterenleriniz, yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.”(Fussılet/30- 32)

Şu âyetlere de bakılabilir:

Bakara/ 200-202, Al-i Imran/ 145, Hud/ 15,16, 99, İsra/ 19, Şura/ 20, Tevbe/ 38, Nahl/ 104-107, Naziat/ 7,38, A’raf/ 32, Rahman/ 25, Kasas/ 42, 77, Cuma/  10, Furkan/ 55,56, Sebe/ 34-36, Kehf/32.

Evet, Berzah âlemi diye bir âlem yok. Kimse orada azap filan görmüyor, görmeyecek. Bir bakalım hele, ölüp de mahşerde dirilenlerin berzah âlemi diye bir âlemden haberi var mı? Kimse azap görmüş mü? Şimdi şu âyeti celileri dikkatle izleyelim:

Ve Sûr’a üflenmiştir. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.

Onlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı/uyandırdı? Bu, Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] vaat ettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylediler. Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda “hazır ol”a geçirilmişlerdir.

Artık bugün kişi herhangi bir şekilde haksızlığa uğramaz. Ve sadece yapmış olduklarınız ile karşılıklandırılırsınız.(Ya Sin/ 51-54)

Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân] verdik. Kim Bizim verdiğimiz Öğüt’ten [Kitap’tan/Kur’ân’dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr’a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. Aralarında fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız.” –Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.– Yolca en üstün olan “Siz ancak bir gün kaldınız” diyecektir.(Tâ Hâ/ 99-104)

Ve insanlar, Allah’ın, onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah’a kavuşmayı yalanlayan kişiler, kılavuzlanan doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır.(Yunus/ 45)

Ve kıyâmetin kopacağı gün günahkarlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.

Kendilerine bilgi ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Andolsun ki Allah’ın yazısında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.

Artık o gün şirk koşarak yanlış iş yapanlara mazeretleri yarar sağlamaz. Onlar, bağışlanmazlar da.(Rum/ 55- 57)

Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman; öyle bir gün ki o, kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından kaçar.

O gün onlardan her kişi için, kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır.(Abese/ 33-37)

74-76Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz, onlara haksızlık etmedik, fakat onlar, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin ta kendileri idiler.

77Ve onlar seslenirler: “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” Mâlik: “Şüphesiz siz, böyle kalacaksınız” dedi.(Zuhruf/74-77)

İşte bu âyetlerin ifadelerine göre, ba’s gününde, haşirde kimse ölümü ile dirilişi arasındaki döneme ait hiçbir şey bilmemektedir. Hatırlamamaktadır. Herkes rüyasız bir uykudan kalkar gibidir. Rahat bir ortamdan sıkıntılı bir ortama gelmektedirler. Kimsede sıkıntıdan, azaptan kurtulmuş bir hava yoktur. Ve “Bizi kabrimizden kim kaldırdı?” diye de şikâyet etmektedirler. Eğer kabir azabı diye bir durum sözkonusu olsaydı öldükleri zaman kabir azabı gören bu kafirler ölümü isterler miydi? Herkes bilinçlidir; herkes ölmeden evvelki yaşantısını ve çevresini bilmektedir. Dünyayı hatırlamaktadırlar.
Bu âyetlere göre Âlem-i Berzah diye bir yer ve öyle bir azap da söz konusu değildir.

Kabir azabı nasıl icat edildi?

Yukarıda kısmen işaret etmiştik ki, bu inanış Hint kültürü ve Yahudi inanışlarının Müslümanlara İslamî imiş gibi sokulmasıyla oluşmuştur. Konuya rivâyetler malzeme yapılmış ve bazı Kur’ân âyetlerinin manaları da çarpıtılarak konu desteklenmiştir. Konuya malzeme yapılmak istenen âyetler:

Kim Benim anılmamdan/Benim öğüdümden yüz çevirirse, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”(Ta Ha/ 124)

Bu âyet, Ebu Hüreyre patentli bir rivâyetle kabir azabı hakkında kullanılmıştır. Ebu Hüreyre şöyle rivâyet etmiştir:

“Mü’min kabrinde yeşil bir bahçe içindedir. Kabrinde ona yetmiş arşın genişliğinde yer açılır ve onun kabri, dolunayın aydınlattığı gibi aydınlatılır. ‘Kim benim Zikrimden yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/bir geçim vardır.’ âyetinin kimin hakkında indiğini biliyor musunuz?


_ Allah ve Rasülü daha iyi bilir, dediler.


Buyurdu ki:

_ Kabir içinde kafirin azabı şöyledir: Ona doksan dokuz tenin musallat edilir. Tenin nedir bilir misiniz? Doksandokuz yılandır! Her yılanın yedi başı vardır. Kıyamete değin bu yılanlar onu yalarlar, cismine zehir üflerler.” ( Bu rivâyet Kütüb-ü Sitte’de yer almaz. Bunu İbn-i Ebi-d-dünya ve İbn Hibbân rivâyet etmişlerdir.)

Ve Allah, sizi yeryüzünden bir bitki olarak bitirdi. Sonra sizi oraya geri çevirecek ve sizi bir çıkışla çıkaracaktır.(Nuh/ 17, 18)

… benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu örten de kesinlikle zarara uğramıştır. (Şems/ 9,10)

Not:

Rivâyetçiler uydurdukları yetmezmiş gibi, âyetleri siyak ve sibakından koparıp, anlamları çarpıtmak suretiyle sapık zihniyetlerine alet etmişlerdir. Bu âyetlerde de vurgulu bölümleri kabir azabı olarak açıklamışlardır. Âyetleri pasaj bütünlüğü içerisinde değerlendirirsek, gerçek anlamlara dikkat edilirse gerçek açıkça ortaya çıkar.

Ve Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha yanlış iş yapan kim olabilir? Şirk koşarak yanlış iş yapan o kimseleri ölümün şiddetleri içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen!(En’âm/ 93)

Ve yanınızda bedevi Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da münâfıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir.(Tevbe/ 101)

Not:

İbn-i Abbas ve Mücahit bu âyette geçen “iki kez azap”tan birinin kabir azabı olduğunu söylemişlerdir. Peki âyeti nasıl anlamalıyız?

Rivayet tefsirlerinde birbirinden farklı çoğu Kur’ân ilkeleriyle çelişen yüzlerce rivayet var. Hangisini tercih edeceğinizi şaşar kalırsınız. Siz Kur’ân’a yönelin. Konuyu pasajı iyi okuyun. Bu âyetten evvel konu içerisinde yer almış 55 ve 85. âyetlere dikkat ediniz. Açıklamalar orada geçmiş.

Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten birileri iken canlarını çıkarmakistiyor.(Tevbe/ 55)

Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayıve onlar Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten biri iken canlarının güçlükle çıkmasınıistiyor.(Tevbe/ 85)

Bu ayetlerden açıkça anlaşıldığına göre iki kere azap: Dünya hayatında, mallar ve evlatlar aracılığıyla ve de ölüm anında işkencedir.

Malların ve evlatların nasıl işkence/azap aracı olabileceğinin teferruatına girmeye gerek yok sanırım. Ölüm anındaki işkenceyi de şu ayetlerden rahatlıkla anlayabiliyoruz:

Ve sen, görevli güçlerin, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin.(Enfal/ 50, 51)

Not:

Bu âyeti celile de yine siyak ve sibakından koparılarak, kendi bünyesinde de bütünlüğü bozularak kabir azabı ve süali hakkında malzeme yapılmıştır. Ki geniş bilgi Sahih Buharî Kitab-ül Cenâiz Babı 122, 123 no.lu Bera ibn Âzip ve Şu’be rivâyetlerinde mevcuttur.

Tekasür suresini de yine uydurmalarına malzeme yapmışlardır.

İşte bu âyetleri kimisi rivâyetlerle, kimisi akılları sırasınca işaretlerle kabir azabına yorumlamışlardır. Ama aşağıdaki âyeti direkt olarak Kabir azabı olarak anlamışlar ve bu konuda birçok görüş ve düşünce üretmişlerdir. Yani bu âyetin kabir azabının varlığının kesin delili olduğunu söylemişlerdir. Âyeti celilenin ifade ettiği açık manayı ise aşağıda vereceğiz. Mukayeseleri yapalım, tahlilleri değerlendirelim ve işin gerçeğini öğrenelim.

Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun’un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar, Sabah- Akşam(sürekli olarak)ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun’un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!”(Mü’min/ 45,  46)

Not:

Sabah-akşam ifadeleri devamlılıktan, süreklilikten kinayedir. Gece-gündüz ifadeleri de aynı. Başka âyetlerden örnekler bulabilirsiniz. Gece-gündüz ifadeleri de aynıdır. Bu konu ile ilgili Tebyinu’l Kur’an’ın Nas suresinde “cinn-ins” terkibinin tahlilinde ayrıntılı bilgi verilmiştir.

İsterseniz Meryem/ 62 yi bir ele alalım:

Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!” işitirler. Orada onlar için sabah- akşam(her zaman) rızıkları da vardır.

Buradaki sabah-akşam ifadeleri devamlı-sürekli demektir. Yoksa cennette sabah akşam sadece iki öğün rızık verilir demek değildir.

Sunduğumuz bu âyetler özellikle de Mü’min suresi 46. âyet konunun kesin delili olarak ileri sürülmüş ve bunun kesin olarak Kabir azabını ifade ettiği iddia edilmiştir. Ve bu husus Ehli Sünnet ve-l-Cemâat mezhebinin kabir azabının varlığına inanışının kesin hücceti olarak kabul edilmiştir. Bu nasıl yapılmıştır?
Birincisi. Bu anlam İbn-i Mes’ud ve İbn-i Ömer’den rivâyet edilmiştir. Yani bu iki sahabenin bu âyetten kabir azabını anladıkları söylentisi ortaya atılmıştır. Ve bu anlamı çıkarabilmek için de teknik ayrıntılar çarpıtılmıştır. Açıklama vereceğiz.
Açıklamaya geçmeden evvel çağımızın bilim ve düşünce adamlarından Said Nursî’nin şu vecizesini aynen aktarmak istiyorum:

“Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikate inkılab eder, hurâfâta kapı açar.”

Kur’ân âyetlerinin bir kısmının müteşâbih olduğunu biliyoruz. Bu âyetler Mecaz, Kinaye gibi edebî sanatları içerirler. Onun için âyetlerdeki mecaz ve kinaye ifadeler iyi tetkik edilip tespit edilmelidir. Ve yapılan meal ve tefsirlerde de Mecaz ve Kinaye ifadelerin manaları belirtilmelidir. Sadedinde bulunduğumuz konu ve açıklama yapacağımız âyetlerde bunlardandır.

Açıklamaya çalıştığımız bu Mü’min suresinin 46. âyetini münferiden anlamak mümkün değildir. Zira âyetin birinci kısmı, 45. âyetin manaca devamıdır. Bedel, veya Atf-u Beyan’la 45. âyetteki “Kötü azabın” ne olduğunu açıklamaktadır. Hatta 45. âyet ile 46. âyet tek bir bütün halinde meallendirilirse daha iyi anlaşılırlar.

Meselâ:

45, 46- Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun’un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun’un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!”

Aslında esas konuyu anlayabilmek için pasajın tümünü ele almak ve bu âyetleri de pasajın bütünlüğü içerisinde değerlendirmek gerekir. Pasajın tamamı şöyledir:

Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey toplumum! Bana uyun ki size akıllı olmanın yoluna kılavuzluk edeyim. Ey toplumum! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. Âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mü’min olarak düzeltmeye yönelik iş işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey toplumum! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davetediyorum! Siz, beni, Allah’a inanmamaya ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah’a davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah’adır. Ve şüphesiz sınırı aşanlar, cehennem ashâbının ta kendileridir. Artık siz benim, sizin için söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi.

Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun’un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun’un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!”

Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?” derler.

Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler.

Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan biraz hafifletsin” dediler.

Bekçiler: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: “Evet, getirmişlerdi” derler. Bekçiler: “Öyle ise kendiniz yakarın” derler. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenlerin yakarması sadece şaşkınlıktadır/ boşa çıkmıştır.(Mü’min/ 38-52)

Bu pasajda “ateşe çağırmak”, “ateşten korumak” ifadelerini gördük. Nedir bu Ateş’e çağırmak? Ateş’e nasıl çağrılır? Önce işte bu hususlar üzerinde biraz düşünelim. Firavun ve avânesi insanları Ateş’e nasıl çağırırlar? “Haydin cehenneme, Haydin cehenneme! Haydin Ateş’e! Haydin Ateş’e!” diye anons ederek mi? Yoksa cehenneme girmeye neden olacak küfre, şirke yönlendirerek mi?

HAKKI YILMAZ