LÛT KAVMİNİN HELÂKİ 

Lût ve kavmiyle ilgili olarak halk arasında dolaşan bilgiler, Kur’an’dan çok Yahudi kaynaklarından aktarılmış bilgilerdir. Bu bilgilerin kaynağı Kitabı Mukaddes’in Tekvin bölümünün 13/13; 18/, 1, 20; 19/4-5, 26, 30- 38 baplarıdır. 

 

KUR’AN’DA LÛT VE KAVMİ: Lût Peygamber Lût peygamber Kur’ân’da yirmi yedi yerde ismen zikredilir. Ve şu ayetlerde de onun kimliği ve misyonu ile ilgili bilgiler verilir: Ankebût /26), Enbiyâ /71- 75), Sâffât /133), En‘âm /86). Lût, kavmine, Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını; kendisine itaat etmelerini; kadınlar yerine erkeklerle beraber olmalarının büyük ahlâksızlık ve ÇOK SAKINCALI BİR EYLEM olduğunu bildirmiş; bundan vazgeçmelerini istemiştir. Kavmi ise onu yalanlamış ve ona meydan okumuştur. Allah da Lût’a destek için yeni elçiler göndermiştir. Rabbimiz, Rahman ve Rahîm olmasının bir gereği olarak; (Leyl/12, Nahl/9)da hidayeti üzerine yazmış; (En’âm/12,54)te rahmeti kendi zatı üzerine ve (Hud/6)da her canlıya rızık vermeyi Kendi üzerine borç kılmıştır. Allah gönderdiği elçilerle; Lût kavmini uyarmak istemiştir. Çünkü O elçi göndermeden helâk etmiyor. İsrâ/15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. Kasas/59Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz. En’âm/131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır. Şu’arâ/208Ve Biz, sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti değişime/yıkıma uğrattık. Şu’arâ/209Öğüt! Ve Biz, haksızlık edenler değiliz. Ve A’râf/172- 174, Mâide/19, En’âm/155, 157, Zümer/55, 58. Lût’un kavmi gelen misafirleri Lût’tan kendilerine teslim etmesini isterler. A‘râf /80,81; Şu’arâ /160,166; Neml /54,55; Ankebût /28,30, Hûd /77 80, Hicr /67,71. LÛT KAVİNİN HELÂKİ Konuyla ilgili Kur’an ayetleri yeterince incelenmemiştir. Yukarıda belirtildiği gibi Kitabı Mukaddes’ten kaynaklanan ve baskın çıkan İsrailiyat efsanelerine göre Lût kavminin işlediği suçları cezalandırmak için; Allah tarafından oraya gönderilen Cebrail, Mikail ve İsrafil; oranın altını üstüne getirivermişler. Halk arasında hâkim olan diğer bir efsaneye göre de; sadece o kentte, mucize niteliğinde VOLKAN PATLAMASI olmuş; patlama sonucu Allah, suçluların her birinin şahsına özgünleştirilmiş; her birinin adı yazılmış taş, tuğla istifini üzerlerine yağdırarak onları helâk edivermiştir! KUR’ÂN’DA ÇELİŞKİ OLMAZ Hâlbuki Allah suçluları dünyada cezalandırmayacağını İbrahim suresi 43. ayette “Sakın şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah'ın duyarsız/bilgisiz olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor.” buyurarak bizlere bildirmiştir. İnsanların başına gelen belalar ise; kendi yaptıkları yanlışlarının doğal sonucudur: Şu’râ/30Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor. 100İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır. Hûd/100,101Ve onlara Biz haksızlık etmedik; fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış; kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar. 

 

KONUMUZA AÇIKLIK KAZANDIRACAK SÖZCÜKLERİN TAHLİLİ: Konuyla ilgili ayetlerin açıklanmasında önemle üzerinde durulması gereken; “ الصيح subh, آصبَحَesbaha, صبح sabaha, مُصْبِح۪ينَۙ müsbihıyn, عين ayn-طمس tams, حجارة hıcara, من سجّيلmin siccil” sözcükleridir. SABAH “ صُ ب حSbh” kökünden türeyen “ صُبحsubh” sözcüğü gündüzün ilk bölümü demektir. “ صباحSabâh” sözcüğü de “ مساءmesa (akşam)” sözcüğünün karşıtıdır. “ اَصْبَحَEsbaha” fiili “gündüzün ilk bölümüne girmek, sabaha erişmek” demektir. Dil bilimcilere göre “اَصْبَح esbaha” fiili, bir şeyin “en kısa zamanda oluverdiğini, gerçekleşiverdiğini anlatır. “En yakın zamanda anlamı sabah anlamından kaynaklanmaktadır. Yani insana en yakın zaman diliminin sabah vakti oluşundandır. Cahiliye Arapları selamlaşırlarken “ صبَحك الله بالخىرsabbahakellahü bil hayır Allah sana sabah iyilik versin” derlerdi. Bunun anlamı “Allah sana en yakın zamanda iyilik versin” demektir. “صبح Sabaha” ve “ صبّحَsabbaha” sözcüklerinin farkı, toplum ya da uzak kişileri uyarmak için “sabaha”, yakınları uyarmak içinse “ صبّحْناsabbahna” fiili kullanılır. Hatta duyarsız, gaflet içinde olan kişilere “ أصْبِحْ يا رجلESBİH YA RACÜL, Uyan ey kişi” denir. Bundan çabucak kendisine gelmesi, kendini toparlaması, aksi halde yakın bir zamanda zarar göreceği kast edilir. Arapların bu deyimleri bizim “Üsküdar’da sabah oldu”, “Atı alan Üsküdar’ı geçti”, “Treni kaçırdın”” deyimlerimize benzer. Bu deyimlerimizin anlamı “İşe geç kaldın, sabah olalı çok oldu” demektir. Bu deyimler fırsatın kaçtığını; yapılacak işte geç kalındığını bildirirler. Kur’an’da geçen “ اصبحEsbeha” fiili tüm türevleriyle bildiğimiz sabah anlamında değil “olayın kısa süre sonra; çok yakın zamanda olacağı” anlamında kullanılmıştır. Yine Araplar kişi ve toplumu uyaracakları zaman “ يا صبأحاهYA SABAHAH” diye anons edelerdi. Bunun anlamı “TEHLİKE ÇOK YAKIN, UYANIN, GÖZÜNÜZÜ AÇIN! Yakında üstümüze bela gelecek” demektir. (Tüm kadim Arapça Lügatler) Tarih kitaplarına göre; “Kalk, hemen, Rahman Rahîm Allah adına uyar! Ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!” emrini alan peygamberimiz Safa tepesine çıkmış ve insanlara ““ يا صبأحاه Ya sabahâh! “ يا صبأحاه Ya sabahâh!” diye seslenmiştir. Bu ifade, o günkü toplumda “Dikkat! Dikkat! Beni dinleyin! TEHLİKE ÇOK YAKIN, UYANIN, GÖZÜNÜZÜ AÇIN!” anlamına gelen bir çeşit anons olup savaş gibi önemli duyurular yapılacağı zaman kullanılırdı. Peygamberimiz, bu çağrıya uyup oraya gelenlere “Ey Abdülmuttalib Oğulları! Ey Fihr Oğulları! Ey Lüeyy Oğulları! Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var desem, bana inanır mısınız?” diye sordu. Özetle Kur’an’da geçen “ اصبحesbaha” fiili “yakın bir sürede, hemencecik, kısa zamanda uyarı” anlamında kullanılmıştır. Örnekler: اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُؕ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرٖيبٍ   …. Şüphesiz vaat edilenin zamanı, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?” dediler. (Hud/ 81) وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ Kamer38Ve ant olsun çok geçmeden; erkence, onları kararlı bir azap bastırıverdi. Bu ayetlerde sabah sözcüğü, bizzat Rabbimiz tarafından yukarıda açıkladığımız gibi “yakın” zaman anlamında tefsir edilmiştir ve “gündüzün ilk vakti” anlamında bir durum söz konusu değildir. طمسTAMS- عينAYN فَطَمَسْنَٓا اَعْيُنَهُمْ Kamer37ve ant olsun o'nun konuklarından cinsel yönden yararlanmaya kalkıştılar. Biz de onların gözlerini körleştiriverdik/ kabilelerini, soylarını silip süpürüverdik: Ayetlerden anlaşıldığına göre, halktan bazı kişiler Lût peygamberin misafirlerinden ahlâksız istekte bulunmuşlar ve kötü emellerine ulaşmak için Lût peygambere baskı yapmışlardır. Lût peygamberin konukları, –Ankebût/31-33'ten öğrendiğimize göre– İbrahim peygambere gelen elçilerdir. O toplum, Lût peygamberi yalanladıkları gibi yeni gelen elçileri ve onların yaptıkları uyarıları da yalanladılar. Ayetteki طَمَسْنا أعْيُنُهم TAMESNA E’YANÜHÜM ifadesi genelde “onların gözleri silinmiştir.” anlamındadır. Gözlerin silinmesi tamlamasından, ahlâksızların yüzlerinde izleri bile kalmayacak şekilde gözlerinin yok edildiği anlaşılmaktadır. (!) Ayette geçen “ayn” sözcüğü, “göz, pınar, soy, kabile, zürriyet gibi anlamları olan sesteş bir sözcüktür. Nitekim Bakara/60’ta “on iki toplum-belde halkı” anlamında yer alır. Bakara/60Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, “Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!” demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/ işaretledi. –Allah'ın rızkından yiyin, için; keyfinize bakın ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık etmeyin.– Burada “عبن ayn” sözcüğünün “soy, kabile, zürriyet” anlamı dikkate alındığında cinsi sapıklık nedeniyle üremelerinin durduğu, nesillerinin yok olup gittiği anlaşılır. Nitekim bu nokta Hicr/66’da “Şunların arkaları kesilmiş olacaktır/ nesilleri kurutulacaktır .”-diye tefsir edilmiştir. وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحٖينَ  Hıcr/-66Ve Biz, Lût'a emri gerçekleştirdik: “Şüphesiz sabaha çıkarken / yakın zamanda belalarını bulacakları uyarısı yapılmışken şunların arkaları kesilmiş olacaktır/ nesilleri kurutulacaktır .” Lût peygamber ve kavmi arasında geçen olayların ayrıntıları Hûd/77-83 ve Hicr/61-74. ayetlerde verilmiştir. C) LÛT KAVMİ VE ONU, DAYATILANA GÖRE EDEN MELEKLER: İbrahim ve Lût peygambere gelen elçiler; genelde Melek olarak topluma dayatılmıştır. Hâlbuki onlar beşer elçilerdir. Bunlar, Lût peygamberden daha fazla donanıma sahiptirler. Yâ-sîn / 13, 14. ayetlerde de açıklandığı gibi; Allah gerektiğinde bir yere birden fazla elçi göndermektedir. KANAATİMİZE GÖRE BU ELÇİLER DOKTORLARDIR. İbrahim’in eşinin doğum yapacağını müjdeledikten sonra Lut’un kavminin de üremelerinin biteceği, nesillerinin kesileceği konusunda uyarı yapmışlardır. Bu elçilerin melek olarak algılanması İsrailiyata (Kitabı Mukaddes) dayanmakta ve Kur’an’a, gerçeğe aykırı bulunmaktadır. Ayrıca Kitabı Mukaddes’te bu konuda çelişki de söz konusudur. Çünkü bu elçiler, İbrahim’in yanında iken insan, Lut’un yanında ise melek olarak tanımlanmaktadır. Gönderilen elçiler bir yerde insan, bir yerde melek.? . d) مطر MATAR , امْطَر EMTARA - YAĞMUR واَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًؕ A’râf/84Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık. “ امطرEmtara” fiilinin “bela yağdırma” anlamında olduğunu Semud kavminin helaki konusunda açıklamıştık: “مطر Matara” fiilinin öz anlamı “yağdırmak” demektir. Ama Kur’an (A’râf/84, Hud/72, Hicr/74, Şu’arâ/ 173, Neml/58, Enfâl/32, Furkân/40, Ahkâf/24) incelendiği vakit sözcüğün “امطرر emtara” formunun hep “bela, yağdırmak, ceza yağdırmak,” için kullanıldığı görülmektedir. e) حجارةHICARA وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّٖيلٍ مَنْضُودٍُۙ مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ Hûd/ 82,83... Ve üzerlerine, İSTİF EDİLMİŞ PİŞMİŞ ÇAMURDAN RABBİNİN KATINDA İŞARETLENMİŞ TAŞLAR YAĞDIRDIK. Lût kavmi helâkinin, konumuz olan A‘râf/84’te, Şu‘arâ/173 ve Neml/58'de “yağmur” ile Hûd ve Hicr surelerinde ise bir “taş yağmuru” ile gerçekleştirildiği inancı topluma yerleştirilmiştir. وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّٖيلٍ مَنْضُودٍُۙسَوَّمَة Hûd/82,83Sonunda emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlardan uzak değildir. Lut kavmi ile ilgili ayetlerdeki (Hıcr/ 74 ve Hud /82) “oranın üstünü altına getirdik, onların üstünü altı yaptık” ifadeleri birer deyimdir. Bu ifadeler, fiziksel olarak yaşanılan bölgenin altının üste getirilmesi değil sosyal değişimi ifade eder. Nitekim bizde de günlük hayatımızda kullandığımız “Altını üstüne getirmek, altı üstüne gelmek, Alt üs olmak, Alt üst etmek” deyimlerimiz vardır. Bu deyimler, “çok karışık duruma getirmek, düzenini bozmak: yıkmak, harap etmek” anlamında kullanılır. “Oranın üstünü altına getirdik.” deyimini Neml/ 34. ayet şöyle tefsir eder: 34,35Melike: “Hiç şüphesiz ki KRALLAR BIR MEMLEKETE GIRDIKLERI ZAMAN HEMEN ORAYI BOZARLAR VE HALKININ ULULARINI AŞAĞILARLAR. Onlar da böyle yapacaklardır. Ben onlara bir hediye göndereyim de bakalım elçiler ne ile dönecekler!” dedi. Yeryüzünde üst tabaka ve alt tabaka arasında yaşanan savaşlarda ve gücüne güvenerek dış ülkeleri sömürenlere karşı kazanılmış savaşlarda bu uygulama kesinlikle yaşanır. Bu kaçınılmaz bir sosyal olgudur. Tarih boyunca hiçbir zaman bu gerçek değişmemiştir. Kur’an’da örnek verilen eski toplumların helak oluşları; yok oluşları, değişime- yıkıma uğrayışları, alt tabaka- üst tabaka; zengin kitle -zayıf kitle arasında oluşan sosyal patlamalardır. Bu sosyal patlamalarda onların üstü alta; altları da üste çıkarlar. Burada yağdırılan taşın, tuğla, seramik cinsinden ateşte pişirilmiş taşlar olduğu taşların da üzerine düşecekleri kişilerin adları ve işaretlerinin de yazıldığı bildirilmektedir. وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّٖيلٍ Hıcr/74Böylece Biz, onların üstünü altı yaptık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. 

 

GÖKTEN TAŞ YAĞMAZ Burada bahsedilen taşlar, bildiğimiz taşlar olmayıp bu sapık kavme çok ağır gelen, çok sert gelen uyarı vahiylerdir. Ki bu Fil suresinde de Mekkeli müşrikler için konu edilmişti. Özellikle bu taşlara verilmiş olan “İSTİF EDİLMİŞ PİŞMİŞ ÇAMURDAN, RABBİNİN KATINDA İŞARETLENMİŞ” şeklindeki nitelemeler o kavme özel olarak yığınla uyarı ayetleri gönderildiğini açıklamaktadır. 

Uyarıcı vahyin taş özelliği taşıması: Hicr/1-5Elif/1, Lâm/20, Râ/200. Bunlar, Kitap’ın ve apaçık/açıklayıcı bir Kur’ân'ın ayetleridir. 2Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar. 12Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız. 3Bırak onları yesinler, yararlansınlar ve boş umut onları oyalasın. Ama onlar yakında bileceklerdir. 4Ve Biz hiçbir memleketi bilinen bir kitabı olmaksızın değişime/ yıkıma uğratmadık. 5Hiçbir ümmet, süre sonunun önüne geçemez ve geciktiremez. Şu’arâ/200,201Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. Enbiyâ/18Tam tersi Biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın bâtıl yok olup gitmiştir. Ve Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden dolayı size yazıklar olsun! Hûd/81Misafir elçiler: “Ey Lût! Şüphesiz ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen, gecenin bir parçasında ailenle birlikte hemen yola çık. Ve içinizden hiç kimse geri bakmasın [burada olanları, eskileri düşünmesin], kadının başka. Şüphesiz onlara isabet eden ona da isabet edecektir. Şüphesiz vaat edilenin zamanı, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?” dediler. f) Siccil سِجّٖيلٍ “ من سجّيل Min siccil” Hûd/ 83’te عِنْدَ رَبِّك “Rabbinin katı” olarak tefsir edilmiştir. Siccil, anlam olarak “Hâkimlerin hükümlerini kaydettikleri kütük” demektir. Kelimenin öz anlamı da “Su dolu kova” demektir. Bu niteleme, Necm suresindeki “ دلوdelv” sözcüğünün açıklanmasında görüldüğü gibi; Allah’ın kelam sıfatını; vahyin kaynağını ve gönderdiği -göndereceği mesajları ifade eder. “ دلوdelv” sözcüğünü, vahiyle ilgisi nedeniyle biraz daha açarsak: Necm suresi/8de yer alan “ تدلّىtedellâ” fiili, “delv” kökünden gelmedir. “ دلو delv”, “kovanın sarkması” demektir. Sözcüğün “ تدلىtedellâ” kalıbı (aslı “ تدلو tedelleve’dir) “ تقعلtefeu’ul” babıdan olup, “sürekli olarak kova sarktı” anlamı kazanmıştır. Sürekli kova sarkması, aynı Kadir suresindeki “ تنزلtenezzelü (sürekli, arka arkaya iner)” ifadesiyle de eş anlamdadır. Ve sürekli kovanın inişi, vahyin necm necm; parti parti, grup grup inişinden kinayedir. Yani, “Elçiye kova kova; kovalar dolusu ayetler indirdi durdu/vahyetti” anlamındadır. “حِجَارَةً مِنْ سِجّٖيلٍ Hıcaretin min sicciyl” ile Hûd ve Hicr surelerinde konu edilen şey de; elçilerin Lût kavmine tebliğ ettikleri; sağlam, onlara özgü Allah’tan gelen ayetler/vahiylerdir, Sonuçta “ دلوDelv” sözcüğü de سجّيل siccil ile aynı anlamdadır. Çünkü her iki sözcükle de konu edilen; nitelenen Allah’tan gelen ayetler/vahiylerdir. Lût kavminin helâk sebebinin sadece eşcinsellik olduğu sanılmamalıdır. Çünkü onların esas suçu, şirk ve elçileri yalanlamaktır. Elçiler; bu sapık davranışların onların sonunu getireceğini, soylarının tüketeceğini bildirmiş olsalar da onlar öğüdü dinlememişlerdir. Bu, hem 81. ayetteki Aslında siz sınırı aşan bir kavimsiniz ifadesinden, hem homoseksüelliğin cezasının “helâk edilmek” olmamasından, hem de Şu‘arâ/160'dan anlaşılmaktadır: Şu’arâ160Lût'un toplumu, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı. Çağımızda bilim adamlarının değişik konularda geleceğe yönelik toplumlara yaptıkları uyarılar, Lût kavmine yapılan uyarılara çok benzer: Fay hatları üzerine yapılaşma, çürük binalar yapma, doğayı kirletme, ormanları yok etme, küresel ısınmayı umursamama vs. konularında olduğu gibi. Hûd/100İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır. 101Ve onlara Biz haksızlık etmedik; fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış; kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar. Ankebût/38Âd ve Semûd toplumlarını değişime/ yıkıma uğrattık. Onların değişime/ yıkıma uğramaları, onların yurtlarından size kesinlikle besbelli olmuştur. Ve şeytan onlara, yaptıklarını süsledi de onları yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi. 39Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Ant olsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi. 40İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak suretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. Bu ayet grubunda Âd ve Semûd, Karun, Firavun ve Hâmân grubu hatırlatılmıştır. Helâk edilmiş olan bu toplumların kalıntıları ortadadır. Bu toplumlar şeytana uymuşlardı. Şeytan yaptıkları her şeyi kendilerine güzel göstermekteydi. Onlar, şeytanın bu tuzağına düştüler. Hâlbuki görüp anlayan kimselerdi ve kendilerini kurtaracak akla da sahiplerdi. Ne var ki, kendi değerlerini bilmemişler, kendilerine verilen aklı ve zekâyı değerlendirmemişlerdi.