ÜMMİ KAVRAMI
Anlamı yanlış bilinen sözcüklerin en önemlilerinden birisi de ” امّىümmî” sözcüğüdür. Kur’an’da peygamberimiz için kullanılmış olan bu sözcüğün yanlış manalandırılması sonucu yüce İslâm dini doğru anlaşılmaz olmuş ve peygamberimiz de yanlış tanıtılmıştır.
“امّى Ümmî” sözcüğü halk arasında “anasından doğduğu gibi bilgisiz, okur yazar olmayan” anlamında kabul edilmiş, toplumlarda bu anlamıyla kullanılır olmuş ve “anasından doğduğu gibi bilgisiz” olmak hep yerilmiştir. Hem de bu yergi, Şair Eşref’in bir hicvinde yer alan;
“Rahm-i maderden (ana rahminden) nasıl çıkmışsa hâlâ o hâldedir,
Gezmeden seyyah-ı âlem bilmeden allâmedir”
beytinde olduğu gibi veya “Ümmînin ümmîye imameti caizdir (Cahilin cahile imam olması sakıncasızdır” deyimindeki gibi alay eder tarzda yapılmıştır.
Hâl böyle iken “امّى ümmî” sıfatının peygamberimiz için “anasından doğduğu gibi bilgisiz” anlamında kullanılması, kaş yaparken göz çıkarma deyiminde olduğu gibi övgü amaçlı çabaları sövgüye dönüştürmekte ve bizim gibi kendisine işin doğrusunu Allah’ın yardımı ile öğrenmek nasip olmuş kimselere de bu doğruları anlatmak bir borç hâline gelmektedir.
Peygamberimizin Ümmîliği
Bilindiği üzere, Müslümanların ekserisi tarafından peygamberimizin okur yazar olmadığına inanılmaktadır. Ama başkaları için söz konusu olduğunda kınanan bu özellik için, peygamberimize bir hayli methiye düzülmüştür. Böylece, bilerek veya bilmeyerek hem peygamberimize hem de yüce dinimize lekeler sürülmüştür. Peygamberimizin “anasından doğduğu gibi bilgisiz” anlamında “ümmî” olduğu yolundaki iddiaya ise, konu ile hiç ilgisi bulunmayan Ankebut suresinin 48. ayeti ile ilk vahyi konu alan meşhur Hıra mağarası senaryolu rivayet kanıt gösterilmiştir.
Bu ayette, peygamberimizin Kitap okumak ve yazmakla meşgul olması hâlinde, Tevrat ve İncil’de bozulmuş olarak var olan konuların gerçeğinin Kur’an’da yer alması sebebiyle onun peygamberliği hakkında şüphe uyanacağı bildirilmekte ve peygamberimizin ehl-i kitap hahamları ve papazları gibi kitap okumak ve yazmakla meşgul olmadığı vurgulanmaktadır.
Aslında bu ayet, iddiacıların iddialarının aksine peygamberimizin okur yazar olduğunun kanıtıdır. Çünkü, okuma yazma bilmeyen birine “onu sağ elinle (kendin) de yazmıyorsun.” ifadesinin kullanılması anlamsızdır. Yani peygamberimiz okuma yazma biliyordu ki kendisine bu şekilde bir ifade yöneltilmiştir. Ayrıca, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine kanıt gösterilen Hıra mağarası rivayetinin de uydurma olduğu ve orada geçen “ma ene bikaiin” ifadesinin de “ben okuma bilmiyorum” demek olmayıp, ” ما انا بقارئben okuyucu değilim” demek olduğu, tarafımızdan Alak suresinin tebyininde (İşte Kur’an, cilt 1; s: 26-29) açıklanmıştır.
Diğer taraftan, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine, uydurma olan Hıra mağarası rivayetini kanıt gösteren rivayetçiler, onun okuryazar olduğunu, hatta yazısının pek iyi olmadığını ileri süren ve Buhari Sulh ve İlim kitaplarında da yer alan şu rivayeti ise görmezden gelmektedirler:
Kitab-ül Megazi; 45. Bab:
45- Andlaşması Hükmü İle Yapılan Umre Babı
Bunu Enes, Peygamber(S)den zikretmiştir.
263- (Rivayet zinciri; el Berâ- Ubeydüllah b. Musa)…. : “Peygamber (S) zu`1-ka`de ayı içinde umre yapmak üzere yola çık tı. Fakat Mekke halkı Peygamber`i Mekke`ye girmeye bırakma larını kabul etmediler. Nihayet Peygamber Mekkeliler ile gelecek senede üç gün Mekke`de kalmak üzere, bir andlaşma yaptı. Andlaşma hükümlerini yazdıkları zaman, “Bu, Allah’ın Elçisi Muhammed’in üzerinde andlaşmış olduğu şeylerdir” yazmışlardı.
Onlar (Mekkeliler):
– “Biz bunu (senin elçiliğini) ikrar etmiyoruz. Eğer biz senin Allah`ın Elçisi olduğunu bilir ve tasdik eder olsaydık, seni hiçbir şeyden men etmezdik. Ama sen Abdullah oğlu Muhammed’sin” dediler.
Bunun üzerine o (Rasûlullah):
– “Ben Allah `in Elçisiyim ve Abdullah oğlu Muhammed’im” dedi.
Sonra da Alî’ye:
– “Allah’ın elçisini sil!” dedi. Alî:
– “Hayır vallahi ben Seni ebediyyen silmem!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah, sallallahü aleyhi ve selem kitabı aldı. Rasûlullah kendisi yazı yazmayı güzel yapamıyordu. Akabinde: “Bu, Abdullah oğlu Muhammed’in üzerinde andlaşma yaptığı şeylerin yazısıdır” diye YAZDI:
– Mekke`ye silâh sokmayacak, yalnız kılıfı içinde kılıç getirecek;
– Mekkeliler`den bir kişi Muhammed’e tâbi olmak isterse, Mekke`den çıkamayacak. Muhammed’in sahâbîlerinden birisi Mekke’de kalmak isterse, bunun da Mekke’de ikameti men edilmeyecektir.
Ertesi sene ……
Rivayetin bundan sonraki bölümleri ertesi sene Mekke’de cereyan eden olayları nakletmekte olup, burada konu edilen antlaşma, adı açıkça geçmese de Hudeybiye Antlaşması’dır.
Bu rivayetin altını çizdiğimiz bölümünün orijinal metni de aynen şöyledir:
“فأخذ رسول اللّه صلى اللّه عليه و سلّم الكتاب و ليس يحسن يكتب فكتب هذا ما قاضى ….. “
Bu metindeki ” كتبketebe (yazdı)” fiili birçok çeviride “yaz(dır)dı” veyahut “yazdırdı” şeklinde yer almıştır. Ayrıca bu rivayetlere göre Siyer ve Tarih yazanlar da her nedense bu rivayetin bizim üzerinde durduğumuz bölümünü görmezden gelmişlerdir. Biz, bu kadar önemli bir konuda, kaynak olarak kabul ettikleri rivayetler arasında yer alan yukarıdaki rivayeti dikkate almayanların bir cinayet işlediklerini düşünüyor ve bu cinayetin ne amaç güttüğünü ise kamu vicdanına havale ediyoruz.
Peygamberimizin “el ümmî” olduğu, Kur’an tarafından bildirildiği için tartışmasızdır. Burada tartışılması gereken konu; peygamberimizin hangi anlamda ve nasıl bir “el ümmî” olduğu, daha doğrusu “ümmî”liğin ne anlama geldiğidir. Bize göre meselelerin en doğru ve en kısa çözümleri Kur’an’a müracaat ederek bulunacağı için, bu konudaki gerçeklerin de Kur’an ışığında ve akıl yoluyla gözler önüne serilmesi gerekmektedir.
“Ümmî” ne demektir?
“امّى Ümmî” sözcüğü, “ana” anlamındaki ” امّümm” ile “ya-i nisbiyyeden (bağıntı ‘ya’sından, ‘ ىya’ edatından)” oluşturulmuş bir sözcük olup, “anaya mensup “analı” demektir. Sözcüklerin sonuna getirilen “ya” bağlantı edatı (Yâ-i nisbiyye), genellikle kişilerin hangi şehirli olduklarını ifade etmek için kullanılır. Meselâ; Konevî; Konyalı, Bağdadî; Bağdatlı, Halebî; Halepli, Rumî; Romalı… demektir. Buna göre “ümmî” de; adı “Ümm (Ana)” olan kent mensubu, Analı demektir.
Okur-yazar olmayan, câhil kimselere de “Ümmî (anasından doğduğu gibi kalmış, kendini geliştirmemiş kimse) denir. Bu ifade nekre (belirsiz) olarak kullanılır; başında harfi ta’rif de olmaz izafet (tamlama) halinde de olmaz. “Ümmî, Ümmiyyun” halinde kullanılır.
Bu ifade çoğul olarak Kur’an’da sadece Bakara suresinde bir kerre geçer:
78Bunlardan bir kısmı da, kuruntu dışında Kitab’ı bilmeyen, okuma-yazma bilmeyen/analarından doğdukları gibi kalmış kimselerdir (ümmiyyun). Bunlar, sadece zannediyorlar. (Bakara/ 78)
el ÜMMÎ
Bizim konumuz ise “Ümmî” sözcüğü olmayıp Peygamberimizin niteliği olan “el Ümmî” sözcüğüdür. Bu sözcük Kur’an’da beş ayrı yerde geçer.
92İşte bu da Bizim Anakent’i (Ümmülkurâ) ve yanı başındaki kişileri uyarman için indirdiğimiz, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı, bolluk dolu bir Kitaptır. Âhirete inananlar ona da inanırlar ve onlar salâtlarına [mâlî yönden ve ve zihinsel açıdan destek olma: toplumu aydınlatma kurumlarına] da koruyucudurlar. (En’âm/ 92)
Bu ayette peygamberimize önce ” امّ القرىümm-ül kura”yı, sonra da çevresindekileri uyarma talimatı verilmiştir. Biz biliyoruz ki peygamberimiz Mekke’de elçi seçilip ilk kez Mekkelileri uyarmıştır. O hâlde ayetteki “ümm-ül kura” ifadesi ile Mekke şehrinin kastedildiği açıktır. Nitekim Mekke, tüm yazılı Arap metinlerinde ve çevredeki halkın dilinde “ümm-ül kura”dır. Dolayısıyla Mekke şehrinin Kur’an’da da bu isimle anılması hiç yadırganmamış, bu konuda herhangi bir tartışma olmamıştır. “Ümm-ül kura”; “köylerin/ kentlerin anası, anakent” demek olup, Mekke’nin Arap toplumunda bu isimle anılmasının sebebi ise, Kâbe çevresinde kurulan ilk yerleşim merkezi olmasından kaynaklanmaktadır. Bazı yerleşim birimlerinin, kendi isimleri ile değil de, özelliklerini yansıtan isimlerle anılması Türkçe’de de vardır. Meselâ; Ankara yerine Başkent, Türkiye yerine Anayurt veya Anavatan, Kıbrıs yerine Yavruvatan denmesi gibi…
“Anakent/ Ümm-ül Kura” nasıl “Ana el Ümmî” oldu?
Arap dilindeki İzafetlerde (tamlamalarda), bazen “muzafun ileyh hazf olur, ondan bedel olarak da muzafa, lam-ı tarif getirilir”. Yani tamlanan kaldırılarak onun yerine tamlayanı belirgin (özel) hâle getiren bir edat getirilir. Burada da ” امّ القرىümm-ül kura” tamlamasındaki ” القرىel kura” kaldırılarak yerine lam-ı tarif olan ” الel” konmak suretiyle iki kelimeden oluşan tamlama ” الامّel Ümm (Ana)” şeklinde tek kelime hâline getirilmiş ve “kentlerin anası/ anakent” ifadesi “Ana” olmuştur. Bu gibi durumlarda yeni sözcük özelleşmekte ve artık özel isim hâline gelmiş olan yeni sözcüğün ilk harfinin de büyük harfle yazılması gerekmektedir.
Mekke’nin diğer ismi olan ” امّ القرىümm-ül kura”, yukarıdaki şekilde ” الامّel Ümm” şekline dönüşünce “Mekkeli”yi ifade etmek için de sözcüğün sonuna bağıntı ” ىya”sı getirmek yeterlidir: ” الامّىel Ümmî”. Bir başka ifade ile, “anakent” “Ana”ya, “anakentli” “Analı”ya dönüşmüş olduğu için “الامّى el Ümmî” denince “Anakentli” anlaşılmalıdır.
Yerleşme birimleri ile ilgili olarak bu tarz kısaltmalar Türkçe’de de uygulanmaktadır. Meselâ, Aydın’ın Kuşadası ilçesine, İzmir ve Aydın yöresi halkı tarafından “Ada” denmekte ve halk arasındaki konuşmalarda Kuşadası ile ilgili cümleler; “Ada’ya gittim”, “Ada’dan geliyorum”, “Ada’nın kaymakamı”, “Ada’nın belediyesi”, “Ada’lı Ahmet”, “Ada’lı Mehmet” vs. gibi ifadelerle söylenmektedir.
İşte “el Ümmî” sözcüğü de, “ümm-ül kura” ifadesinin yukarıda izah edildiği gibi bir değişime uğramış hâli olup, “Ana’ya mensup, Analı”, yani “Mekkeli” anlamına gelmektedir.
Kur’an’da tekil ve çoğul olarak toplam beş ayette geçen ” elÜmmî” sözcüğü, bu ayetlerin hepsinde de aynı anlamı ifade etmektedir:
Âl-i Imran; 20:
20.Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben tüm benliğimi Allah için İslâmlaştırdım/ben Müslüman oldum. Bana uyanlar da Müslüman oldular.” Kitap verilenlere ve Anakentliler’e: “Siz de sağlamlaştırdınız mı/İslâm’ı kabul ettiniz mi?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa/İslâm’a girerlerse, artık kılavuzlandıkları doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece mesajı iletmektir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
Âl-i Imran; 75:
75.Ve Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, eğer onlara yüklerle emanet teslim etsen onu sana geri öder. Onlardan öyleleri de vardır ki ona bir tek altın para emanet etsen, üzerine dikilmeden onu sana geri vermez. Bu, onların: “Ümmilerin/Anakentlilerin bizimaleyhimize yol bulmaları mümkün değildir” demelerinden dolayıdır. Onlar, bilip durdukları hâlde, Allah hakkında yalan da söylerler.
A’râf; 156- 158:
156,157.Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah’ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de yazılmış bulacakları Anakentli/ MekkeliPeygamber, o Elçi’ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O’na iman eden, O’na kuvvetle saygı gösteren, O’na yardımcı olan ve O’nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
158.De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde kılavuzlandığınız doğru yolu bulmanız için Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden, Ümmî; Anakentli; Mekkeli Peygamber olan Elçisi’ne iman edin ve o’na uyun.”
Cuma; 2:
2,3 O, Anakentliler/Mekkeliler içinde, kendilerinden olan ve Anakentlilere ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına Allah’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.–Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Yukarıdaki, “el ümmî” sözcüklerinin tekil veya çoğul olarak geçtiği ayetler, bulundukları pasaj ile birlikte dikkatli bir şekilde okunup iyi anlaşılırsa, “el Ümmî” kavramının; “Kitap ehli olmayan, yani Tevrat ve İncil’i okumayan veya Yahudi ve Hıristiyan olmayan Mekkeliler” demek olduğu kolayca anlaşılmaktadır.
O dönemde, peygamberimizin içinde yaşadığı toplumu; ehl-i kitap olanlar (Yahudi ve Hıristitanlar) ve ehl-i kitap dışındakiler olarak farklı iki zümreye ayırmak mümkündür. Yahudiliğin “millî din” olması sebebiyle, Yahudilerin aslen Mekkeli olmadıkları zaten bilinmektedir. Ehl-i kitap zümresinin diğer bölümü olan Hıristiyanların da, Mekke’nin “anakent” olması dolayısıyla Mekke’de yaşadıkları, Mekke’ye başka yörelerden göç etmiş oldukları, çeşitli kaynaklarla doğrulanmış bir gerçektir. Nitekim Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan ve “zımmî” adı verilen bu yabancıların hukukî varlıkları, peygamberimizin devlet başkanı olduğu dönemde yasalarla belirlenmiştir (Ana Britannica, c: 32, s: 393). Toplumun ehl-i kitap dışında kalan diğer zümresi ise, Kur’an’dan öğrendiğimize göre kitap (Tevrat, İncil) bilmeyen, sadece kuruntu ve zanlarıyla hareket edenlerdir ki bu zümre Mekke’de doğup büyümek suretiyle Mekkeli olanlardır. İşte Kur’an’da bu kesime mensup olanlara, yani Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış olanlara, taşralı olmayanlara, bedevî olmayanlara “el Ümmî” denmektedir. Bunun böyle olduğu, hem Kur’an ayetleri hem de tarihî belgelerle sabittir.
Demek oluyor ki, peygamberimizin “el Ümmî” oluşu onun okuma yazma bilmediğini değil, Mekke’nin ehl-i kitap dışındaki zümresine mensup olduğunu göstermektedir.
Konuya aklî olarak yaklaşıldığında da netice aynı olmaktadır:
Elçi olarak seçilmeden önce Mekke’de ticaretle uğraşan peygamberimizin, bir tüccar olarak okuma yazma bilmemesi mümkün değildir. Ayrıca Mekke’nin emini olması dolayısıyla herkesin malının, parasının kaydını, okuması yazması olmadan tutması da imkânsızdır.
Elçilik görevine seçildikten sonra, kendisine gelen ilk vahylerde “Öğren, öğret! En üstün olan Senin Rabbin ise kalemle öğretendir.” (Alak; 3, 4) talimatı verilmiştir. Bu ifade aslında, peygamberimize aldığı vahyleri yazmasını bildiren dolaylı bir emirdir. Okuryazar olmayana ise böyle bir emir verilmez. Ayrıca, Kur’an’da okuyup yazmayı özendiren, cehaleti yeren onlarca ayet mevcuttur. Eğer peygamberimiz okuryazar olmasa idi, sürekli onun açığını arayan müşrikler bunu kendilerine malzeme yaparlar, kendisi okuma yazma bilmeyen birisinin bunu başkalarına ne yüzle emredebildiğini sorarlar, üstelik bu tip davranışların Bakara suresinin 44. ve Saff suresinin 2. ayetleri ile yasaklandığı için kendisinin çelişki içinde olduğunu söylerlerdi.
Bir an için peygamberimizin elçi seçilmeden önce okuma yazma bilmediği var sayılsa bile, yirmi üç senelik elçilik hayatında da onun okuma yazma öğrenmediğini iddia etmek mümkün değildir. Çünkü, ilimi, bilgilenmeyi emreden ayetler karşısında, bu emirlere ilk muhatap ve ilk teslim olan insan olarak onun bu emirlere kayıtsız kalması ve bu süre içinde okuma yazma öğrenmemesi mantıksızdır. Kaldı ki peygamberimizin, Bedir Savaşı esirlerini, okuma yazma bilmeyen Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakması gibi, Kur’an emirleri doğrultusunda ilmi ve irfanı tavsiye eden birçok önerisi ve uygulaması vardır.
Kısaca söylemek gerekirse; herkese ilim, irfan emredilirken, peygamberimize “Sakın sen okuma yazma öğrenme” diye özel bir emir verilmediğine göre, onun okuma yazma bilmediğini söylemek, mantıksızlığın ötesinde peygamberimize yapılan büyük bir haksızlıktır.
SONUÇ OLARAK: Naklen ve aklen sabittir ki, Kur’an’da geçen “el ÜMMΔ ifadesi “Anakentli (Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan, bedevî olmayan)” demektir. Bu ifade, Mekkelilere peygamberimizin kendi içlerinden biri olduğunu, hemşehrileri olduğunu, yakından tanıdıkları ve yabancı olmayan birisi olduğunu vurgulamak için kullanılmıştır. Kur’an’da, peygamberimizin Mekkelilerin kendi içlerinden biri olduğu konusu üzerinde duran daha birçok ayet vardır (Sad; 4, Kaf; 2, Tövbe; 128). Yani peygamberimiz; okuyup yazabilen, “el Ümmî/ Anakentli (Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan, bedevî olmayan)” birisidir.