(Zina suçu işleyenlerin Taşlanarak Öldürülmeleri)

Dinimizin tek kaynağı olan Kur’an’da ima yollu dahi değinilmemiş olmasına rağmen “recm” konusu, Müslümanların önemli bir sorunu olmaya binlerce senedir devam etmektedir. Bunun sebebi; rivayetlerin, dine ikinci bir kaynak olarak getirilmesi ve bu rivayetlerde yer alan tutarsız, çelişkili, ciddiyetsiz hususlara dinî hüviyet kazandırılmasından başka bir şey değildir. Nitekim dinimizin yegâne kural koyucusu olan Rabbimiz Kur’an’da, zina suçunun cezasını belirlemiş ve dolayısıyla bu konuda başka bir arayış yapılmasına gerek kalmamışken, kendilerine Müslüman diyen ve İslâm şeriatı ile yönetildiklerini iddia eden bazı ülkeler, zina suçuna maalesef “recm” cezası uygulamaktadırlar.

“Recm” sözcüğünün anlamı:

” رجمRecm” sözcüğün ilk anlamı; “قتل (öldürmek)” demektir. “Öldürmek” eyleminin “recm” sözcüğüyle ifade edilmesinin sebebi; Arapların bu işi, öldürülecek kişiyi “taşlamak” suretiyle yapmalarından kaynaklanmaktadır. Sonradan her türlü “öldürme” işine “recm” denilir olmuştur. (Lisan ül Arab; c:4, s:90)

“Recm” sözcüğün terim olarak anlamı da; “evli iken zina eden kişiyi, taş ve benzeri şeyler atmak suretiyle öldürmek” demektir. Sözcük, İslâm hukukuna da bu terim anlamıyla ve Kur’an’da yeri olmamasına rağmen zina suçlularına uygulanmak üzere girmiştir. Oysa Kur’an’a (Meryem; 46, Ya Sin; 18, Şuara; 116, Hud; 91, Duhan; 17-21, Kehf; 20) bakıldığında “recm” uygulamasının, müşriklerin bir ceza şekli olduğu ve bu ilkel uygulamanın da zina ile hiç alâkasının bulunmadığı görülmektedir.

Recm cezası Kitab-ı Mukaddes’te yer alan bir ceza şeklidir.

 Kitab-ı Mukaddes,  Tesniye bölümü Bab 22, 13-30. cümleler:

“……..13- Eğer bir adam bir kadın alır, ve ona yaklaşır, ve ondan nefret ederse, 14- ve ona ayıp şeyler isnat edip onun ismini kötülerse, ve: Bu kadını aldım, ve ona yaklaştığım zaman kendisinde kızlık nişanlarını bulmadım, derse; 15- o zaman genç kadının babası ve anası genç kadının  kızlık nişanlarını alacaklar ve kapıya, şehrin ihtiyarlarına getirecekler; 16- ve genç kadının babası ihtiyarlara diyecek: Kızımı bu adama karı olarak verdim, ve ondan nefret ediyor; 17- ve işte; senin kızında kızlık nişanlarını bulmadım, diyerek ona ayıp şeyler isnat etti; ve lakin kızımın kızlık nişanları bunlardır. Ve esvabı şehrin ihtiyarları önüne serecekler. 18- ve o şehrin ihtiyarları o adamı alıp kendisini tedip edecekler; 19- ve yüz şekel gümüş para cezasına onu mahkum edip genç kadının babasına verecekler, çünkü o adam İsrailin bir kızının ismini kötüledi; ve kadın o adamın karısı olacak; bütün ömrünce onu boşayamayacaktır. 20- Fakat bu şey, genç kadında kızlık nişanları bulunmadığı, hakikatse; 21- o zaman genç kadını babasının evinin kapısına çıkaracaklar, ve şehrin adamları onu taşla taşlıyacaklar, ve ölecek, çünkü babasının evinde zina etmiş olmakla israilde alçaklık etmiştir; ve aranızdan kötülüğü kaldıracaksın.

22- Eğer bir adam, başka bir adfamın karısı olan bir kadınla yatmakta olarak bulunursa, o zaman kadınla yatan adam ve kadın, onların ikisi de öleceklerdir; ve kötülüğü israilden kaldıracaksın. 23- Eğer kız olan bir genç kadın bir adamla nişanlı ise, ve bir adam onu şehirde bulup onunla yatarsa;  24- o zaman onların ikisini de o şehrin kapısına çıkaracaksınız, ve onları, şehirde olduğu halde bağırmadığı için, kadını, ve komşusunun karısını alçalttığı için erkeği taşla taşlıyacaksınız, ve ölecekler; ve kötülüğü aranızdan kaldıracaksın.

25- fakat adam nişanlı genç kadını kırda bulursa, ve onu yakalayıp kendisiyle yatarsa, o zaman yalnız onunla yatmış olan adam ölecektir. 26- fakat genç kadına bir şey yapmıyacaksın. Genç kadında ölüme müstehak suç yoktur. Çünkü bir adam komşusuna nasıl kalkar, ve onu öldürürse, bu şey de öyledir. 27- çünkü onu kırda buldu, nişanlı genç kadın bağırmış, ve onu kurtaran olmamıştır.

28- Eğer bir adam, kız olan nişanlanmamış genç bir kadın bulursa, ve onu tutup onunla yatarsa, ve onlar bulunurlarsa, 29- o zaman onunla yatmış olan adam genç kadının babasına elli şekel gümüş verecektir. Ve kadın onun karısı olacaktır, çünkü onu alçaltmıştır; bütün ömrünce boşıyamıyacaktır.

30- bir adam babasının karısını almıyacak ve babasının eteğini açmıyacaktır.”

Görüldüğü gibi Recm cezası Kitab-ı Mukaddes’te yer alan, yahudilere has bir ceza şeklidir. Hakikat bu iken, Recm cezası Müslümanlar arasına maalesef sinsi ve şeytani bir yolla yerleştirilmiştir. Sizlerin de bildiği gibi kafirlerin İslam dininin dejenere edebilmek için geliştirdiği metodlerın başında, hadis uydurma, Kudsi hadis ihdas etme gibi yöntemler var idi. Bunlar yetmezmiş gibi hainler bir başka yöntem daha geliştirdiler. Gafil ve cahil ulema da bunu sezemediler. Bir yöntem,  “Nesh” yöntemidir. “Nesh” konusu   çok uzun ve kapsamlı bir konudur. Kısacası, Kur’ân’ı tanımayan veya tanıyamayan, Kur’ân’ın “la raybe fihi” niteliğini kavrayamayan ilahiyatçı, tefsirci sözde ülema, 750 civarında âyet hakkında çelişki, uyumsuzluk olduğunu ileri sürerek, bu olumsuzluğu “Nesh” kurallarıyla çözmeye çalışmışlardır. O konuyla ilgili yazılmış birçok eser vardır piyasada.

  Nesh konusunun ünitelerinden bir tanesi de: Hâşâ, sümme hâşâ “ Kur’ân’da lafzı neshedilmiş ama hükmü baki kalmış âyetlerin varlığıdır.” Tekrar, hâşâ, sümme hâşâ. Yani eskiden Kur’ân’da bir âyet varmış, şimdi o yok olmuş. Ama o âyetin ifade ettiği hüküm Müslümanlar arasında tatbik edilmeliymiş! Tekrar hâşâ, sümme hâşâ.

Bunun örneği de şu imiş:

“ Eşşeyhu veşşeyhatü iza zeniya fercümühüma elbettete nekalen minellahi vAllahü azizün hakim.” Anlamı:

 “İhtiyar kadın ve erkek zina ettiklerinde Allahtan bir ceza olarak mutlaka ikisini de recmediniz. Allah Aziz’dir Hakîm’dir.”

Geniş açıklamayı aşağıda verilecektir. Gûya Allah tarafından gönderilmiş böyle bir ayet de varmış. Ama Kur’ân yazılmazdan evvel bu ayet  kaybolmuş. (Hz. Âişe’nin evinde  yazılı kağıdı keçi yedi diyenler de var.!) O nedenle de Kur’ân’da yazılamamış. İşte bu Kur’ân’da yazılı olmayan bu sözler var kabul edilecek ve hükmüyle de amel edilecekmiş!!!!!!

Şimdi vereceğimiz delilleri iyi değerlendiriniz!

Rivâyet 1:

İbn-ü Abbas anlatıyor:

 “Hz Ömer’i hutbe okurken dinledim. Şöyle demişti:

Allah Teâla hazretleri Muhammed aleyhisslamı hak din ile gönderdi ve ona kitabı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı. Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasülüllah zina yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’ta recm cezasını görmüyoruz deyip inkara sapabilecek ve Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalalete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya hamilelik veye itiraf yoluyla- sübut bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabüllah’ta mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: “Ömer Allahtealanın kitabına ilavede bulundu” demeyecek olsalar, recm âyetini Kitabüllah’a yazardım.”

  (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud.)

Bu kısa rivâyetin aslı Sahih Buhari 87. Kitap 16. Bab, 25 numaralı hadistir. Bunlar buraya kısaltarak almışlardır. Rivâyetin aslı, orijinali aşağıda sunulacak.  Hepsini okuyun da dinin Allah’ın dini mi, Ömer’in dini mi, İbn-i Abbas’ın dini mi, Ebu Hüreyre’nin dini mi olduğuna siz karar verin! Özellikle şuna da dikkat ediniz. Hz. Ömer’in iddiasında sadece “Recm âyeti” değil, bir de “Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz! Şu muhakkaktır ki, sizin babalarınızdan yüz çevirmeniz sizin küfrünüz, nankörlüğünüzdür!” diye bir âyet daha varmış. Ama ne yazık ki ikisi de kaybolmuş. Allah koruyamamış. Ömercik de halktan korkmuş. İktidar elinde olmasına rağmen bu iki âyeti Kur’ân’a ekleyememiş ve hutbede yakınmış! (O öyle sanıyor. Ondan sonra Kur’ân âyetleri mensuh sayıldı. Onun koyamadığı ilkeler konuldu. O mezarında rahat uyusun!) Rivâyeti kelimesi kelimesine sunuyorum:

Rivâyet 2:

“İbn-i Abbas şöyle demiştir:

 Ben Muhacirler’den bir takım adamlara Kur’ân okutuyordum. Bunlardan biri Abdurrahman ibn Avf idi. Ben Ömer’in yaptığı son haccında Mina’da Abdurrahman ibn Avf’ın evinde bulunduğum sırada, Abdurrahman, Ömer ibnü-l Hattab’ın yanında imiş, oradan evine benim yanıma döndü de şöyle dedi: Eğer sen şu adamı göreydin muhakkak hayret ederdin. Bu gün Emirülmü’min’nin yanına bir adam geldi ve:

_ Ey Mü’minlerin emiri! Filan kişi hakkında ne düşünürsün. O kişi: Eğer Ömer ölürse, ben muhakkak filan kimseye (Talha ibn Ubeydullah) bey’at ederim. Vallahi Ebu Bekr’e yapılan bey’at istişaresiz, ansızın birdenbire yapılıp tamam oldu.” diye konuşarak bir fitne çıkarmak istedi.

Ömer bu sözü işitince çok öfkelendi. Sonra:

_ Ben bu akşamüzeri Allah isterse insanların arasında ayağa kalkıp bir hutbe yapacağım da milletin mukadderatını gasbetmek isteyen bu adamları teşhir ederek, bunların tevilatından insanları sakındıracağım” dedi,.

Abdurrahman dedi ki: Ben de Ömer’e:

“_ Ey Müminlerin emiri! Böyle yapma! Çünkü hacc mevsimi insanların her türlüsünü ve şerr işlerinde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen hutbe için ayağa kalkacağın zaman, bu kimseler sana yakın bir yerde olmakla diğer insanlara galebe ederler. Ben senin ayağa kalkar da bu konuda bir konuşma yaparsan, bu konuşmayı herbir uçurucunun senden alıp etrafa uçurmasından, onu belleyememeleri ve manasını anlamamalarından ve o konuşmayı yakışmayacak bir takım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için sen yavaş ol, Medine’ye dönünceye kadar sabret. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orada Suffa ehli ile, insanların eşrafı ile toplanıp söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, ilim ehli olanlar senin konuşmanı iyi belleyip anlarlar ve onu uygun yerlerine koyarlar” dedim.

Ömer teklifimi kabul edip:

“_ Dikkat et! Vallahi inşaallah Medine’ye varıp ayağa kalkarak yapacağım ilk hutbemde bu meseleyi muhakkak konuşacağım” dedi.

İbn-i Abbas dedi ki:

 Bizler zilhicce ayının sonunda Medine’ye geldik. Cuma günü olunca güneş ortadan meylettiği zaman bizler mescide gidişte acele davrandık. Nihâyet ben Said ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl’i, minberin köşesinin yanında oturmuş olarak bulup, onun kenarına oturdum. Benim dizim onun dizine dokunuyordu. Çok beklemedim, Ömer ibn Hattab çıktı. Ben onun gelmekte olduğunu görünce Said ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl’e:

“_ Ömer bu öğleden sonra öyle mühim bir konuşma yapacak ki, halife yapıldığı günden beri böyle bir konuşma yapmamıştı.” dedim.

Said ibn Zeyd benim sözümü kabul etmedi ve:

“_Ömer’in şimdiye kadar bundan önce söylemediği bir konuşma yapacağını neden ümit ettin ki!” diye bunu uzak saydı.

Ömer minber üzerine oturup müezzinler de ezanları okuyup sükut ettikleri zaman ayağa kalktı. Allah’a hamd ve layık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “emma ba’dü= sözün bundan sonrasına gelince” deyip şunları söyledi:

“ _ Ben sizlere, Allah’ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım: Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelim önündedir. Her kim bu konuşmamamı akledip anlar ve onu iyi ezberler ise bineğinin ulaştırdığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Akledip kavramıyacağından endişe eden kimseye gelince, ben hiçbir kimseye benim üzerime yalan söylemesini helal etmiyorum.

Şüphesiz ki, Allah, Muhammed’i hakk peygamber olarak gönderdi ve ona kitap indirdi.Allah’ın indirdiği şeyler içinde Recm âyeti de vardı. Bizler o âyeti okuduk, akledip anladık ve iyice ezberledik. Bunun içindir ki, Rasülüllah recm etti, ondan sonra biz de recmettik. Ben insanlara zaman uzayıp da bir sözcünün: “Biz Allah’ın kitabında recm âyetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmeleri suretiyle insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Recm, Allah’ın Kitabında sabit bir haktır. Bu, erkeklerden ve kadınlardan evlenip de zina eden, zinası da beyyine ile yahud gebelikle ile yahut da itiraf ile sabit olan kimselere uygulanır.

Sonra bizler Allah’ın kitabından okumakta olduğumuz şeyler içinde: “Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz! Şu muhakkaktır ki, sizin babalarınızdan yüz çevirmeniz, sizin küfrünüz, nankörlüğünüzdür!” sözleri de vardı.

Dikkat edin, sonra Rasülüllah şunu da buyurmuştur: “ Sizler beni, Meryem oğlu İsa’nın batıl üzere aşırı övülmesi gibi mübalağalı ve aşırı şekilde övmeyiniz. Sizler bana “Allah’ın kulu ve Rasülü” deyiniz!”

Sonra şu da var ki, içinizden bir sözcü çıkıp: “Vallahi Ömer ölürse, ben filan kimseye bey’at ederim” demektedir. Sakın hiçbir kimse onun “Ebu Bekr’e yapılan bey’at ancak istişaresiz, birden bire olmuş ve tamamlanmıştır” demesiyle aldanmasın. Dikkat ediniz! Hakikaten o iş böyle çabuk olmuştur. Lakin Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. İçinizden hiçbir kimse kendisine süratle gidilmekte develerin boyunlarının kopmasında Ebu Bekr gibi olamaz. Bundan sonra her kim milletin istişaresi ve reyi olmaksızın müslümanlardan bir adama bey’at ederse, onun bey’ati kabul  olunmaz. O bey’at eden de bey’at edilen de kendilerini öldürülme tehlikesine atmış olurlar.

Şu da bir hakikattir ki, Allah, Peygamberini vefat ettirdiği zaman bizim de haberimizden şunlar meydana gelmişti: Ensar cemaati bize muhalefet ettiler ve hepsi Saide oğulları sakifsnde toplandılar. Ali ile Zübeyr ve onların beraberinde olanlar da bize muhalefet ettiler. Muhacirler, Ebu Bekr’in yanında toplandılar. Ben Ebu Bekr’e:

_ Ya Eba Bekr, bizi şu Ensar kardeşlerimizin yanına götür” dedim.

Akabinde bizler onlara ulaşmak isteyerek yola koyulup gittik. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan iki salih adam (Üveymir ibn Saide ile Ma’n ibn Adiy) karşıladılar da topluluğun üzerine meyledip ittifak ettikleri görüşü (Sa’d ibn Ubade’ye bey’ati) bize zikrettiler ve:

“_ Ey muhacirler topluluğu! Sizler nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler.

Biz de Onlara:

“_ Şu Ensar kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedik.

Onlar da bize:

“_ Ensar topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz” dediler.

Ben de onlara:

“_ Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüdük, nihâyet Saide oğullarının meşveret ettikleri sakifede Ensar cemaatinin yanına vardık. Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var.Ben:

“_ Bu kimdir?” dedim.

Onlar.

“_ Bu Sa’d ibn Ubade’dir!” dediler.

Ben:

“_ Onun nesi var?” dedim.

Onlar:

“_ Sıtma ateşi var!” dediler.

Biz birazcık oturduğumuzda onların hatibi (Sabit ibn Kays ibn Şemmas) şehadet kelimelerini söyledi ve Allah’ı layık olduğu yüce sıfatlaruyla sena etti. Bundan sonra “Amma ba’dü” hitap faslını söyledi ve şöyle devam etti:

“_ Bizler Allah’ın Ensarı ve islam’ın büyük ordusuyuz. Siz mühacirler cemaati ise Mekke’deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan azınlıksınızdır. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işlinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi.

Ömer şöyle dedi:

 Ensar’ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha evvel, beğendiğim ve Ebu Bekr’in önünde takdim edip konuşmak istediğim bir makaale hazırlamış idim. Ben Ebu Bekr’e arız olan keskinliğin yani öfkenin bir kısmını ondan def’  etmeye uğraşıyordum. Ben konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekr bana:

“_ Yavaş ol (yumuşak ve sükunetli davran)!” dedi.

Ben Ebu Bekr’i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekr kendisi konuşmaya başladı. Ebu Bekr öfke sırasında benden daha halim, daha sükunetli, hedeflere yönelip ulaşmakta da benden daha vakarlı idi. Vallahi Ebu Bekr benim hazırlamamda hoşuma giden hiçbir şeyi terketmedi, o konuşmasına başlamasında, doğru olan görüşü belirtmekte benim hazırladığım hitabenin benzeri yahut ondan daha üstün olan bir konuşmayı susuncaya kadar sürdürdü. Bu konuşmasında şunları söyledi.

“_ ( Ey Ensar topluluğu ! Allah’a yemin ederim ki bizler sizin fadlınızı, islam yolundaki belalarınızı ve bizim üzerimize vacip olan hakkınızı inkar etmiyoruz.-İbni İshak Rivâyetinden) Sizler, kendinizde hayır bulunduğunu zikrettiniz, sizler bu hayrın ehlisiniz. Fakat şu halifelik işi Kuryş’ten olan şu muhacirler topluluğundan başkasında asla tanınmayacaktır. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımlarından Arapların ortası, yani en adaletlisi ve en üstünüdür. Ben sizler için şu iki adamdan birine bey’at etmenizi teklif edip buna razı olmuşumdur. Şimdi bu ikisinden istediğinize bey’at ediniz. dedi.

Ömer dedi ki:

 Bundan sonra Ebu Bekr, kendisi aramızda oturmakta bulunduğu halde benim elimi ve Ebu Ubeyde ibnü-l Cerrah’ın elini tuttu. Ben onun söylediklerinden bundan başkasını kerih görmedim. Vallahi benim öne geçirilip de boynumun vurulmasını yani bir günahtan dolayı benim boynumun öne geçirilip de vurulmaya yaklaştırılması, bana içlerinde Ebu Bekr’in mevcut bulunduğu bir kavme emirlik yapmaklığımdan daha sevimlidir. Ancak ölümüm sırasında şeytanın telkınıyle nefsimin bunu bana süsleyip güzel göstermesi hali müstesnadır ki, ben şu saatte onu vicdanımda hissetmiyor ve bulmuyorum.”

Bu sırada  Ensar’dan bir sözcü ( Habbab ibnü-l Munzir) şöyle dedi:

“_ Bizler emirlik ağacının faydalanılacak olan aslıyız, köküyüz, hasta develerin o ağaçlarla kaşınıp şifa buldukları gibi, bu emirlik işi de bizlerle şifa bulup yaşar. Yine bizler meyveleri düşmesin, kırılmasın diye yapraklarla, dallarla bağlanmış yüklü hurma salkımlarıyız. Biz Ensar topluluğundan bir emir, sizlerden de bir emir olsun ey Kureyş cemaati!” dedi.

Bunun üzerine karışık sözler çoğaldı ve sesler yükseldi, hatta ben bir ihtilaf çıkmasından korktum da hemen:

“_ Uzat ya Eba Bekr! (sana bey’at edeyim)” dedim.

O da elini uzattı. Ben de ona bey’at ettim. Benden sonra muhacirler ve sonra ensar Ebu Bekr’e bey’at ettiler. Biz böylece Sa’d ibn Ubade’ye karşı çabuk davranıp galebe sağlamış olduk.

Onlardan bir sözcü:

“_ Sizler Sa’d ibn Ubade’yi öldürdünüz” dedi.

Ömer dedi ki: Bu sözcüye karşı ben:

“_ Allah Sa’d ibn Ubade’yi öldürsün” dedim.

Bundan sonra Ömer Cuma hutbesindeki konuşmasının sonunda şunları tekrar olarak söyledi.

“_ Bizler o zaman Allah’a yemin ederim ki, kendisinde hazır bulunup meşgul olduğumuz bu devlet başkanlığı müzakeresi işinden, Ebu Bekr’e bey’at edilmesi işinden daha kuvvetli hiçbir iş  ve meşguliyet bulmadık. Bizler ensar topluluğunun bizlerden ayrılıp da topluca bir bey’at olmamasından, bizden sonra onların kendilerinden bir adama bey’at etmelerinden korktuk. Bu takdirde ya bizler razı olmamamıza rağmen onlarla bey’atleşecek, yahut da onlara muhalefet edecektik. Böylece de büyük bir fesat olacaktı. Artık bundan böyle müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama bey’at edecek olursa ikisinin de öldürülecekleri korkusundan, bey’at olunmayacaktır.”

Rivâyet 3:

İbn-ü Abbas anlatıyor:

Allahü Teala Kur’ânı kerinmde: “Kadınlarınızdan fuhşu irtikap edenlere karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer ….( Nisa suresi âyet 15)..” buyurdu. Cenabı Hakk bu âyette önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla birlikte ele alarak şöyle demiştir: “Sizlerden fuhşu irtikap edenlerin….. (Nisa suresi âyet 16)”  Cenabı Hakk bu âyeti, celde âyetiyle neshederek  şöyle buyurdu: “zina eden kadınla zina eden erkekten her birine …(Nur suresi âyet 2).” Sonra Nur suresinde recm âyeti nazil oldu. Önceki vahy bekar içindi. Sonra recm âyeti tilavetten kaldırıldı, ancak hükmü baki kaldı.”

                                                                    ( Ebu Dâvûd Hudud 23.)

Evet, görüyorsunuz, neyin nasıl olduğunu ve neyin nereden geldiğini. Bu üçüncü Rivâyetteki iddia ise kökten yanlış bir iddia. Nisa suresinin bu 15 ve 16. âyetlerinin anlamı Rivâyetteki iddia edilen değildir. Nisa suresinin 15. âyeti, erkeksiz fuhuş yapan lezbiyen kadınları, 16. âyette kadınsız, erkek erkeğe fuhuş yapan  iki erkeği yani livatacıları konu etmektedir.

Dikkatinizi çekmiştir herhalde. Rivâyetin üçü de İbn-i Abbas imzalı. İşte bu bir kişinin ortaya attığı söylenti ile Nur suresinin âyeti hükümsüzleştirilmiş ve muharref Tevrat’ın; Kitab-ı Mukaddes’in hükümleri yerleştirilmiştir. Bu arada Kur’ân’dan kaybolan bir başka âyetin daha olduğu dikkatinizi çekmiş olmalı. Ama Tefsirciler, Usulcüler onun lafzının mensuh olup, hükmünün devam edip etmediği yönünde bir bilgi lütfetmemişler!

Rivâyet 4:

Ebu Hüreyre anlatıyor:

 “Sa’d İbn-ü Ubade: “Ey Allah’ın Rasülü, ne buyurursunuz, zevcemi bir erkekle yakalarsam dört şahit getirmek için bekleyecek miyim?” diye sordu. Rasülüllah As.:

“_Evet bekleyeceksin.”  dedi.”

(  Müslim, Muvatta, Ebu Davud)

Rivâyet 5:

Ebu Hüreyre ve Zeyd ibn-ü Halid şunu anlattılar:

 “Rasülüllah muhsan olmayan cariye zina yaparsa ne gerekir? diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi:

“_ Cariye zina yaparsa ona celde uygulayın, yine zina yaparsa yine celde uygulayın, yine zina yaparsa yine celde uygulayın ve sonra onu kıldan yapılmış bir ip karşılığı da olsa satın gitsin.”

(Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud)

Şimdi, Şeytan Âyetleri martavallarını gölgede bırakan, mel’ûn müfteri Salman Rüşdi’ye bile parmak ısırtacak  şu iki Rivâyete iyi dikkat ediniz!

Rivâyet 6:

 Ebu Abdirrahman es-Sülemî anlatıyor:

Hz. Ali hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, kölelerinize –ister muhsan olsunlar, ister olmasınlar- hadleri tatbik edin. Zira Hz. Peygamber As.’ın bir cariyesi zina yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. Dövmek üzere yanına geldim. Yeni nifas olmuştu.Döversem öldürürüm diye korktum. Durumu Rasülüllah’a arzettim. Bana:

“_ İyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona dokunma” dedi.”

         (Müslim, Tirmizi, Ebu Davut)

Rivâyet 7:

Hz. Enes anlatıyor:

Bir adam, Rasülüllah’ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Rasülüllah, Hz. Ali’ye “Git boynunu vur” diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde yıkanıp serinliyor buldu.

“Çık dışarı” diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali adamın “burulmuş” hadım edilmiş ve erkeklik organından mahrum olduğunu gördü. artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber’e haber verdi. Rasülüllah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti.”

                          (Müslim, Tevbe 59,2771)

Bu iki Rivâyeti anlamadıysanız, bir daha okuyun.

Rasülüllahın hanımı, hem de ümmü veledi, yani Peygamber efendimizden çocuk doğuran hanımlarından biri zina yapmış. Hamile kalmış. Doğurmuş. Loğusa halindeyken Efendimiz Aliyi onu cezalandırmaya yollamış……

İkinci Rivâyette Rasülüllah’ın eşiyle zina eden adamın hadım edilmiş biri olduğu ifade ediliyor. Yani Zina eden o değilmiş. Peki Kimmiş? Nifaslı/loğusa olduğuna göre piçini doğurmuş. Kiminle zina etmiş. Bu hanım kim? Doğan Piç ne olmuş? Adı sanı ne?

Sıkı durun, bu Rivâyette adı geçen “ümmü veled”, Rasülüllah efendimizin değerli eşleri, anamız, Mariye imiş. (Adını verdiğimiz kaynaklardaki açıklamaya göre) Biz onun doğurduğu İbrahim’i Rasülüllah efendimizin çocuğu bilirdik. Ne dersiniz? Yoksa o, sabi iken ölen İbrahim Veled-i zina mıydı?

Bu hadis diye bize verilen rezil ifadelere hadis şârihleri şu gözle bakarlar, bundan şu hükümleri çıkarırlar: Hastalara, nifaslı olanlara iyileşinceye kadar ceza uygulanmaz. Bir de “şahit, gaibin görmediğini görür.”

Dua: Yüce Rabbimiz, senin nezih Rasülün ve onun ehlini kötü niyetlerine malzeme yapan rezillerin müstehakını ver!

Rivâyet 8:

Ebu Hüreyre anlatıyor:

“Rasülüllah hür kimseye terettüp eden haddin bölünebilen çeşidinin yarısını köleye hükmetti. Sözgelimi zina yapan bakirenin haddi, iftira haddi ve içki haddi böyledir. (Bunlar bölünebilen haddlerdir, köleye hep yarısı tatbik edilir…”

Not: Bu hükmün peygamber kaynaklı gösterilmesinin maksadı ne ola ki! Bu hüküm Nisa suresinin 25. âyetinde yer alır.Kur’ânî bir hükümdür.

Rivâyet 9:

İbn-ü Ömer Hazretlerinden rivâyete göre: Cariyelerinden birine hadd tatbik etmiş, bu maksatla ayaklarına ve bacaklarına vurmaya başlamıştı. Bunu gören Salim kendisine:

“_Sen niye böyle yapıyorsun? Cenabı Hakk’ın, “ Bunlara Allah’ın dinini tatbik hususunda acıyacağınız tutmasın…” sözü nerede kaldı” der. Abdullah ibn Ömer de:

“_Beni ona şefkatli davranıyor mu buldun? Her halde Cenabı Hakk onu öldürmemi emretmedi” cevabını verir.”

(Bu Rivâyet de düşündürücüdür. Cezayı Kamu verir. Kimse kendi kendine suçluyu cezalandıramaz. İslam hukuk tarihinde de böyle bir olay olmamıştır.)

Rivâyet 10:

Vâil ibn-ü Hucr ibn-i Rebia anlatıyor:

 “Rasülüllah’ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti. Çığlığı duyan bir erkek koştu geldi. Kadın ona başına gelenleri anlattı. Sonra bir grup muhacire rastladı, başından geçenleri onlara da anlatıp: “Bir adam bana böyle yaptı.” dedi. hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın:

“_Evet bu odur.” dedi.  Sonra adamı Rasülüllahın yanına götürdüler. Rasülüllah adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına tecavüz etmiş olan kimse kalkıp:

“Ey Allah’ın rasülü, suçlu benim.” diye itirafta bulundu. Rasülüllah kadına:

“_ Git, Allah günahlarını affetti” dedi. zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip gönlünü aldı. Tecavüzcünün recmedilmesini, emretti ve recmedildi.

Sonra Rasülüllah şunu söyledi:

“_Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi.”

                     (  Tirmizi, Ebu Davud)

Rivâyet 11:

İbn-i Abbas anlatıyor:

 “Hz. Ömer’e, zina yapmış olan deli bir kadın getirildi. Recm edilip edilemeyeceği hususunda halkla istişare ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali uğradı. Hazırlığı görünce:

“_Bunun hali nedir? diye sordu. Kendisine: “falanca kabileden deli bir kadındır, zina yapmıştır. Hz. Ömer, onun recmedilmesine hükmetmiştir” dediler. Hz. Ali:

“_Kadını geri götürün” dedi. Sonra Hz. Ömer’e uğrayıp:

“_Ey Mü’minlerin emiri, bilirsin ki, Rasülüllah:

“Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (onlar yaptıklarından sorumlu değildirler.): Bülüğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan.” Bi çare kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki akli noksanlığı sırasında tecavüz etmiştir” dedi.

                               (Ebu Davud)

Rivâyet 12:

Habib ibn-ü Salim anlatıyor:

“Abdurrahman ibn-ü Huneyn denen bir adam karısının cariyesine temasta bulundu. Hadise, Kufe emiri Numan ibn Beşir’e götürüldü.

“_ Ben dedi, hakkınızda, Rasülüllah’ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, cariyeyi sana helal ederse, yüz deynek yiyeceksin, helal etmezse recmedileceksin.”

Sonra karısının cariyeyi adama helal ettiğini görünce, emir yüz değnek vurdu.”

           (Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace)

Rivâyet 13:

Seleme ibn-i Muhabbak anlatıyor:

“Rasülüllah, hanımının cariyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: “Eğer, adam cariyeyi zorladı ise, cariye hürdür, adam, cariyenin efendisine mislini borçlanmıştır, cariye rıza göstermişse, cariye adamın olur, cariyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır.”

        (Ebu Davud, Nesai, İbni Mace)

Rivâyet 14:

Bera İbnü-l Azip anlatıyor:

 Dayım Ebu Bürde ibn Niyar – beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum.

“_ Rasülüllah, bana babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi ve malına el koymamı emretti, ona gidiyorum” diye cevap verdi.”

                    (Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace)

Rivâyet 15:

İbn-i Abbas anlatıyor:

 “Rasülüllah şöyle emretti: “Kim, nikahı haram olan bir akrabasına cinsi temasta bulunursa onu öldürün.”

14 ve 15. Rivâyetlerde geçen cürmler, suç olmaktan öte irtidattır. Dinden dönme, dine ve Allah’a karşı tavır alma, savaş açmadır. Onun için ceza ölüm olarak hükmedilmiştir. Hüküm Kur’ân’a uyumludur.

Rivâyet 16:

 Sehl ibn-i Sa’d anlatıyor:

Bir adam Rasülüllah’a gelerek ismini de verdiği bir kadınla zina yaptığını itiraf etti. Rasülüllah kadına adam göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zina ettiğini inkar ett. Bunun üzerine, adama hadd celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı.”

                                                                                (Ebu Davud)

Rivâyet 17:

 İbn-i Abbas anlatıyor:

Bekr İbn-i Leys  kabilesinden bir adam, Rasülüllah’a gelerek, bir kadınla dört kere zina yaptığını söyledi. Rasülüllah ona yüz sopa vurulmasına hükmetti. Zira adam bekardı. Sonra, kadın aleyhine beyyine sordu. Kadın:

“_ Ey Allah’ın rasülü, vallahi yalan söylüyor” dedi. bunun üzerine, Rasülüllah, adamı iftira kazf haddine, yani seksen sopaya mahkum etti.”

                                                                       (Ebu Davud)

  Recm uygulamaları:

 Rivâyet 18:

Büreyde anlatıyor:

 Rasülüllah’a, Maiz ibn-i Malik el-Eslemî gelerek:

“_ Ey Allahın Rasülü, ben nefsime zulmettim, zina fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum” dedi. Rasülüllah onu reddetti. Ancak Maiz ertesi gün tekrar geldi. Yine:

“_ Ey Allahın rasülü, ben zina fazihasdını irtikap ettim” diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Rasülüllah adamın kavmine birisini yollayarak:

“Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı? diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber:

“Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki salih kişilere denk akıl sahibi biliyoruz” dediler. Maiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler.

Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı.

Ravi der ki: Gâmidiye adında bir kadın da gelerek:

“Ey Allah’ın rasülü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Maiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah’a kasem olsun ben hamileyim de” dedi. Hz. Peygamber:

“Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel “dedi. Kadın gitti, çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi.

“İşte çocuk, doğurdum!” dedi. Rasülüllah:

“Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!” buyurdu. Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı.

“Ey Allah’ın Rasülü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi” dedi. Rasülüllah çocuğu alıp, müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Halid ibn Velid elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Rasülüllah, Halid’in kadına küfrettiğini işitince:

“Ey Halid ağır ol!” dedi ve ilave etti:

“Nefsini kudret elinde tutan zatı zülcelale kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şâyet alış-verişte sahtekarlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi.”

Sonra Rasülüllah kefenlenmesini emretti. Kadın üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi.”

                                (Müslim, Ebu Davud)

(Kadının ilk müracaatı ile recm edilmesi arasındaki  olayları aynı adamın, ravinin sürekli takip etmiş olması, ya da en az üç yıllık bir süreci birkaç saatlik gibi anlatış çok garipdir. Düşündürücüdür.)

Rivâyet 19:

 Cabir anlatıyor:

Rasülüllah zina yapmış olan bir kimse için celde ile hadd tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve recmedildi.”

                                                                (Ebu Davud)

Rivâyet 20:

İmran ibn-ül Husayn anlatıyor:

“Rasülüllah’a Cüheyne’li, zinadan hamile kalmış bir kadın geldi ve:

“_Ey Allah’ın rasülü, ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et” dedi. Rasülüllah da kadının velisini çağırıp:

“_Buna iyi muamelede bulun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!” buyurdu. Velisi öyle yaptı. Rasülüllah kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenaze namazı kıldırdı. Bunu gören Hz. Ömer:

“-Bu zaniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?” dedi. Aleyhisselatü vesselam efendimiz:

“ Bu zöyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen  Allah için canını vermekten daha efdal bir amel biliyor musun? diye cevap verdi.”

                        (Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî)

Rivâyet 21:

Ebu Hüreyre ve Zeyd ibn-ü Hâlid el- Cühenî anlatıyor:

 “Bir bedevi, Hz. Peygambere gelerek: “Ey Allah’ın rasülü, Allah aşkına, hakkımda Allah’ın kitabıyla hükmet” diye yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de:

“_ Evet aramızda Kitabullah’la hükmet, bana da izin ver!” talebinde bulundu. Rasülüllah efendimiz:

“_ Meramını söyle! dedi. Adam:

“_ Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zina yaptı. Bana, “oğlun için recm gerekir” dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariye fidye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: “Oğluna yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası icabeder” dediler” dedi. Rasülüllah:

 “_ Ruhumu kudret elinde tıtan Zat’a yemin olsun ikinizin arasını kitabüllah’a uygun şekilde hükme bağlayacağım: cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek” buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi:

“_ Ey Üneys! Bu zatın hanımına git, eğer zinayı itiraf ederse onu recmet gel!”

Üneys kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Rasülüllah emretti, kadın recmedildi.”

  (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace)

Rivâyet 22:

İmam Malik diyor ki:

 “Bana ulaştığına göre, Hz. Osman’a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali:

“_ Cenabı Hakk Kur’ânı kerimde ( insanın anne karnında taşınma ve sütten kesilmesi otuz aydır. ..” (Ahkaf suresi 15) buyuruyor. Keza başka bir âyette de:

“ Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Bu hüküm emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir…” (Bakara suresi 239) buyurmaktadır. Bu durumda hamilelik müddeti altı aydır.” Bu açıklama üzerine Hz. Osman kadının geri gönderilmesini emretmişti. Ancak kadın recmedilmiş bulundu.”

                                      (Muvatta)

Rivâyet 23:

Şa’bî anlatıyor:

 “Hz. Ali, kadını recmettiği zaman onu Perşembe günü dövdü, Cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: “Ona kitabullah’ın hükmü ile celde, Rasülüllah’ın sünneti ile de recm tatbik ettim.”

                            (Buhari)

Böyle bir olayın Hz. Ali gibi bir şahsiyetten suduru düşünülemez. Bir suça iki ceza verilemez. Bu, cumhurun görüşüne de aykırıdır. Yukarıda Hz. Ali’nin hassasiyetini ifade eden Rivâyetler görmüştük.

Rivâyet 24:

İbn-i Ömer anlatıyor:

“Yahudiler, Rasülüllah’a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zina yaptığını söylediler. Rasülüllah onlara:

“Recm hakkında Tevrat’ta ne buluyorsunuz? Diye sordu. Onlar:

“_ Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız” dediler. Abdullah ibn Selam:

“-Yalan söylüyorsunuz. Zinanın Tevrattaki cezası recmdir” dedi. Hemen Tevrat’ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah ibn Surya) biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapattığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti. Abdullah ibn Selam müdahale edip:

“_ Kaldır elini! Dedi. Adam elini çekti, tam orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine:

“_ Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevratta recm âyeti mevcuttur” dediler. Rasülüllah derhal o iki zatıninin recmedilmessini emretti ve recmedildiler.””

İbn Ömer der ki: “Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için kadının üzerine eğildiğini gördüm.”

             (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud)

Rivâyet 25:

 Ebu Hüreyre anlatıyor:

 Yahudilerden bir kadınla bir erkek zina yaptılar. Birbirlerine: “Bizi şu Peygamber’e götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvalar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: “peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvalarla amel ettik, hevamıza uymadık, deriz” dediler.

Mescidde ashabıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygambere gelerek:

“_ Ey Ebul Kasim, zina yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir” dediler. O, onlara tek kelime söylemeden beyt-i Midraslarına geldi. Kapıda durara:

“_ Hz. Musa’ya kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zina yapacak olsursa bunun tevrattaki hükmü nedir?” diye sordu.

“_ Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilip gezdirilir ve dayak atılır.” Ravi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç bu cevabı tasvip etmeyip susmuştu. Rasülüllah onun suskunluğunu görünce süalinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: “Madem ki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun, gerçeği söyleyeceğim: “Biz Tevratta recm emrini görüyoruz” dedi. Rasülüllah:

“_ Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?” diye sordu. Genç şu cevabı verdi:

“_ Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zina yaptı. Kralımız, ona recm tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zina yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mani olup:

“_ Sen yakınını getirip recmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!” dediler. Bunun üzerine aralarında şimdiki cezayı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.

Bu açıklama üzerine Rasülüllah:

“_ Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum! dedi. Ve onların recmedilmelerini emretti. Ve recmedildiler.

Zührî der ki:

Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur:

“Şüphesiz ki Tevrat’ı biz indirdik. Ki onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini Allah’a teslim etmiş olan peygamberleri, yahudilere ait davalarda onunla hükmederlerdi…..” Rasülüllah onlardan biri idi.”(Maide suresi âyet 44)

                                     (Ebu Davud)

Rivâyet 26:

Ebu İshâk eş Şeybânî anlatıyor:

 “İbn-i Ebi Evfa’ya:

“_ Rasülüllah hiç recm tatbik etti mi? Diye sordum. Bana: “Evet” cevabını verdi. Ben tekrar:

“_ Nur suresinin nüzülünden önce mi, sonra mı? diye sordum. “Bilmiyorum!” dedi.

                                         ( Buhari, Müslim)

Şimdi bu rivâyetleri iyi tahlil ediniz. Göreceksiniz ki, Recm ile ilgili hüküm ve uygulamalar, yukarıda sunduğumuz, Kitabı Mukaddes’in Tesniye bölümünün 22. babının uygulamalarıdır. Rasülüllah efendimiz, zina ile ilgili henüz ilahi bir hüküm gelmezden evvel bu hükümleri uygulamıştır. Buna mezun ve memurdur.

En’âm/ 90

90.İşte bunlar, Allah’ın kılavuz olduğu kimselerdir. Artık sen de onların kılavuzuna/vahye uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece âlemlere bir öğüttür.”

Gördüğünüz gibi suçluların çoğu da Yahudidir. Yahudilere Yahudi şeriatı ile ile muamele edilmiştir. Rasülüllah efendimiz, hakkında ilahi bir hüküm gelmemiş konularda Ehlikitaba uyardı. Onların hükümlerini müşriklerin hükümlerine tercih ederdi. Bu hususun meşruluğunu Yusuf suresi 74, 75. âyetlerde de görebiliriz. Ayrıca 25. rivâyetteki Zührinin açıklaması da bunu gösterir. Bir de 25. rivâyette geçen “O, bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir.” İfadesinden  zina eden yahudi kadının Rasülüllah efendimizin Bedir esirlerine yaptığı muameleyi bildiği anlaşılıyor.(Enfal suresi 67-71. âyetler)  O günkü savaş kurallarında müşrikler arasında da, Tevrat’taki ceza yürürlükte idi.

Tesniye, 20. Bab, 10-14. cümleler:

10-Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışıklığa çağıracaksın.11- Ve vaki olacak ki, eğer sana sulh cevabı verirse, ve kapılarını sana açarsa, o vakit vaki olacak ki, içinde bulunan bütün kavm sana angaryacı olacaklar, ve sana kulluk edecekler. 12– Ve eğer seninle müsalaha etmeyip cenk etmek isterse, o zaman onu muhasara edeceksin. 13- Ve Allahın Rab onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin. 14- Ancak kadınları ve çocukları, ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi, bütün malını kendin için çapul edeceksin. Ve Allah’ın Rabbin sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin.15- Bu milletlerin şehirlerinden olmayıp senden çok uzakta bulunan bütün şehirlere böyle yapacaksın.16-Ancak Allahın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavmların şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın.”

Kadın, ölümden kurtulup işi fidye ile halledebileceği umudunu taşımıştır

 Sözde kaybolan âyetin tahliline gelince:

“ Eşşeyhu veşşeyhatü iza zeniya fercümühüma elbettete nekalen minellahi vallahü azizün hakim.” Anlamı:

 “İhtiyar kadın ve erkek zina ettiklerinde Allahtan bir ceza olarak mutlaka ikisini de recmediniz. Allah Aziz’dir Hakîm’dir.”

Bilindiği üzere kur’ân âyetlerinin hepsi mütevaterdirler. Rasülüllah efendimiz sahabelerine okumuş, onlar herkese aktarmıştır. Vahy katipleri  tarafından yazılmış, zaptu rapt altına alınmıştır. Ayrıca sahabe-i kiram tarafından ezberlenmiş böylece nesilden nesile bir harfi bile eksilmeden bu güne gelmiştir. Âyet olduğu iddia edilen bu cümle ise bir kişi haberidir. Söylenti olup bir değeri yoktur. Aslında hiçbir zaman dikkate alınmamalıydı. Ama gözükmez bir güç vasıtasıyla âyetten bile ön plana çıkması sağlanmıştır.

Bu sözde âyette “yaşlı erkek ve yaşlı kadın” ifadeleri yer alıyor. Nedir bu yaşlılığın sınırı? Hangi yaş gençlik yaşıdır, hangi yaş yaşlılık yaşıdır? Böyle ilahi ifade olur mu? İslam yaşlıların yükünü hafifleten bir din olmasına rağmen, yaşlılara niye daha çok ceza veriliyor?

Kur’ân’ın toplanmasını, yazdırılmasını sağlayan Hz. Ömer’in aklı başına yıllar sonra mı geldi? Öyle bir âyet olsaydı zamanında Kur’ân’da yer almasını sağlamaz mıydı? Kim engel olabilirdi? Hem koskoca Hz. Ömer’in Allah’tan korkmayıp da kullardan, kulların dedikodusundan korkmasına ne demeli?

Nisa suresinin 25 âyetinde “.. Zina eden himayedeki kadının  cezasının, hür kadının cezasının yarısı olacağı…” bildirilir.. Bu hükme göre faraza zina etmiş bir himayedeki kadına “yarım ölüm cezası” nasıl uygulanacak? Yoksa bu âyetin de mi hükmü yok?

Dikkatle incelediğinizde açıkça anlaşılan şudur:

Rasülüllah efendimiz, Zina ile ilgili vahy gelmezden evvel vuku bulmuş olan zina olaylarına Ehlikitap kurallarıyla işlem yapmıştır.

Müslümanlıkta  zinanın cezası açık ve nettir. Tartışılması bile abestir. Evli-bekar, genç-ihtiyar ayırımı yapılmamıştır. Suç aynı suçtur. Aynı suçun cezası da aynı olur.

Nur/ 2:

2.Zina eden kadın ve zina eden erkek, hemen her birini yüz kamçı ile kamçılayın, Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah dininde sizi, onlara acıma duygusu tutmasın! Ve mü’minlerden bir grup onların cezalandırılmasına tanık olsun.

 Bu âyet ile eski hükümlerin tümü ve Peygamberin içtihadındaki recm hükmü nesh olmuş, ortadan kesin olarak kaldırılmıştır.