İslâm dininin temel unsurlarından olan “ الزكوةZekât’ın sözcük olarak kökü olan “ ز ك وzkv/”, “ üreme ve artma, arıtma” demektir. Meyve ve tahıl cinsinden Allah’ın verdiği; artıp çoğalan her şeye “ زكاءzekâ” denir. Bu kökün türevlerinden olan “ الزكوةZekât” sözcüğü, “ صلاحSalâh; bir şeyin en iyi, en temiz, en düzgün hali” demektir. “Malın zekâtı” demek, “malın temizlenmesi, saf; arı-duru hale getirilmesi” demektir. (LİSAN ve TAC)
Bu sözcüğün mastarlarından olan “ التزكيةtezkiye”, “Temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak” demektir. Bir Kur’an kavramı olarak “tezkiye”, nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak [ikiyüzlülük], rics [pislik], cehalet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvayı [Allah’ın koruması altına girmeyi] öğretmek demektir.
Bu anlamı, şu ayetlerde görmekteyiz.
14-17.Arınan, Rabbinin adını anıp da salât eden; mali yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimse kesinlikle kendini kurtarmıştır. Fakat siz şu basit dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahret daha hayırlı ve devamlı kalıcıdır. (A’lâ/14–17)
14-16.İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan kişiden başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım.
17-21.Kimseden karşılık beklemeden, sadece Yüce Rabbinin rızasını umarak, arınmak için malını veren çokça Allah’ın koruması altına girmiş kişi ondan uzak tutulacaktır. Ve yakında o kişi, kesinlikle hoşnut olacaktır. (Leyl/14–21)
1-10.Kur’ân’ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân’ı izleyen elçi ve müminleri, Kur’an ışığı ile aydınlanan toplumları, Kur’an ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah işleme ve “Allah’ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır. (Şems/ 1–10)
İnsanın nefsini arındırması ancak iman etmesi ve salihâtı işlemesi ile mümkün olan bir durumdur. Kişiyi kirleten, küfür ve şirktir. Çünkü şirkin necis [pislik], müşrikin de neces [pis] olduğunu Kur’an bildirmektedir (Tövbe 28). İman sahibi olan kişide imanın dışa yansıması olan “takva” ortaya çıkacak ve her yönüyle tertemiz bir “nefs” söz konusu olacaktır. İnançsız bir kimsede ise inançsızlığının dışa yansıması olan “fücur” ortaya çıkacak ve her türlü sosyal pisliği barındıran bir “nefs” söz konusu olacaktır.
31,32.Göklerde ne var, yerde ne varsa; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, iyileştiren-güzelleştiren kimseleri; –bazı küçük sürçmeler dışında– günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınan kimseleri de “En güzel” ile ödüllendirmesi için Allah’ındır. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O’dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. Allah’ın koruması altına girmiş kimseyi O daha iyi bilir.(Necm/31,32)
“ الزكوةZekât” sözcüğü de bu kökten (“ ز ك وzkv/”) gelmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, zekât”, “ صلاحsalâh; bir şeyin en iyi, en temiz, en düzgün hali” anlamına gelmektedir. Terimsel anlam olarak ise “Zekât”, “Müminlerin devletinde, devletin, var olması, ayakta durabilmesi, salâtın ikame edilebilmesi (maddi ve manevi desteğin ve güvenliğin sağlanabilmesi) müminlerin iman borcu, kulluk görevi olarak verdiği vergi”dir.
Zekât, müminlerin bağımsız bir devlet ortamında tüm ibadetlerini özgürce yapmalarını sağlayarak, müminlerin manevi temizliğini sağladığı, onları kusursuzlaştırdığı ve bu ibadeti yaparken, kişiyi mal, mülk evlat tutkusundan arındırdığı, kişileri, günah, cimrilik kirinden arındırıp malda berekete sebep olduğu için bu vergi ibadetine “zekât” denilmiştir. (Yukarıda sunduğumuz tezkiye ayetlerini bir daha hatırlayalım.)
Müminlerin, kendilerini, yakınlarını, tüm insanları, tüm hayvanları ve doğayı fitneden, fesattan zulümden ve bozulmadan koruma görevleri vardır. Allah’ın verdiği bu görevler, ancak kendilerine ait bir devlet ve sınırları belirli bir yurtlarının olmasına bağlıdır. Onun için Allah, müminlerin mutlaka bağımsız bir ülkelerinin olmasını, bu ülkeyi savunmalarını ve kendilerini yurtlarından etmek için uğraşanlarla savaşılmasını emretmiştir.
Her devlette olduğu gibi müminlerin kurduğu devlette de, devletin, kendisinden beklenen eğitim, öğretim, sağlık, iç-dış güvenlik, alt yapı işlerinin yapılması, dini hizmetlerin yerine getirilebilmesi, geleceğin güvence altına alınması, dinin ve bağımsız bir yurdun korunabilmesi için maddi desteğe; vergiye ihtiyaç vardır.
Çağdaş vergi ile İslâm dinindeki Zekât vergisi, şeklen bazı noktalarda benzeşse de temelde [alınış amacı ve gerekçesi (istifade veya iktidar teorisi), harcama yerleri, alınan kesim, alınan değerler, alınacak zaman bakımlarından)] birbirinden farklıdır.
Özgür, bağımsız yurt sahibi olmayan müminlerin İslâm dininin ilkelerini yaşamaları, varlıklarını sürdürmeleri imkânsızdır.
Zekât’ı sadece müminler verirler. Müminlerin devletinin varlığına, ayakta tutulmasına dış destek gelirse o devlet yozlaşmaya mahkûm olur. Zekât devlet tarafından istenmez ve zorla alınmaz. Müminler, canı gönülden paylarına düşeni kendileri verirler. Onun için Kur’an’da zekât hep “vermek” fiiliyle (“verin!” Veya “verirler”) ifadesiyle yer alır. Kesinlikle zekâtın alınmasından bahsedilmez.
“ الإيتاءْiytâ” VERMEK
“Türkçede “vermek” diye çevrilen “ ايتاءİytâ” sözcüğünün sülasi mücerredi (üç harfli ana kökü), “ اe ت t ىy”dir. “ اe ت t ى y”nin esas anlamı “bir kişinin ark açması sonucu suyun bir yere gelmesi” demektir. (LİSAN) Arapçada “gelme” “ اتى eta” sözcüğünden başka bir de “ جاءcâe” sözcüğüyle ifade edilir. “ جاء Câe”nin esas anlamı ise, “suyun, yağmurun bir çukura kendiliğinden gelmesi” demektir. (LİSAN) Demek oluyor ki bu iki sözcük, aslında tam olarak eşanlamlı olmayıp aralarında fark fardır. “ اتىeta”, “birisi vasıta olduğu için geldi”; anlamında iken “ جاء câe” kendi kendine geldi” anlamındadır.
“ اتىEtâ” fiilinin “ إفعالİf’âl” babından olan “ اْتىe’tâ, يوئتى yü’tiy, ايتاءiytâ” çekimi, genellikle “Verdi, verir, vermek” olarak çevrilir ve kabul edilir. Sözcüğün ilk vaazı anlamı, dikkate alındığında esas anlam, “yol açarak, engelleri aşarak; getirerek- götürerek verdi, verir, vermek” olması gerekmektedir.
Bu teknik bilgiden hareketle Kur’an’ da geçen tüm “ آتوا الزكوةâtüzzekât, يئتوالزكوة Yü’tûnezzekât” ifadelerinin, “Zekâtı getirip/ götürüp verin, zekâtı getirip/ götürüp verirler” şeklinde anlamamız ve çevirmemiz gerekmektedir.
Müminler İslâm dini esaslarına uygun bir devletin, kurulmasını, ayakta durmasını ve yaşamasını kendi varlıklarından ve yaşamlarından önde tutarlar. Müminlerin devletinde zekâtın verilmeyişi, verilmek istenmeyişi bu kişilerin mümin olmadıklarının kesin işaretidir.
Müminlerin tüm manevi değerlerini ve evrensel haklarını koruyabilmeleri, vatanlarında güven içinde yaşamalarına bağlıdır. Bu kural tüm milletler için geçerlidir. Milletler varlıklarını, vatan sınırları içinde, dış saldırılardan korur, içte de mal, can, ırz ve namus güvenliğini sağlar, din ve vicdan özgürlüğünü yaşarlar.
Kur’an-ı Kerim’de zekât kelimesi iki yerde (Kehf/81 ve Meryem/13) sözlük anlamında; on bir tanesi Mekke döneminde nazil olan surelerde on dokuzu da Medeni surelerde olmak üzere otuz ayette terimsel anlamında olmak üzere yer alır.
Bunlar şunlardır: Bakara/43, 83,110, 177, Nisa/ 77,162, Maide/12, 55, A’raf/ 156, Tevbe/ 5, 11, 18, 71, Kehf/ 81, Meryem/13, 31, 55, Enbiya/73, Hac/41,78, Mü’minun/4, Nur/37,56, Neml/3, Rum/39, Lokman/4 Ahzab/ 33, Fussılet/ 7, Mücadele/13, Müzzemmil/20 Beyyine/ 5.
Zekât vergisi, yirmi dokuz yerde salâtın ikamesi (maddi ve manevi destek ve güvenliğin korunması) ile birlikte yer almıştır. Bu durum, zekât için, müminlerin kendilerine ait bağımsız bir devlete sahip olmalarının şart olduğunu ve zekât görevi yapılmadan dinin yaşanamayacağını göstermektedir.
Zekât, Bakara/43, A’raf/156, Hud/ 87, Meryem/ 31, 55 ve Enbiyâ/73’te bildirildiğine göre bizden evvelki organize olmuş mümin ümmetlere de farzdı. Onlar da zekât ile mükellef idiler. Ayetlerde bildirildiğine göre bu görevi yapanlar ı olduğu gibi karşı çıkıp yapmayanlar da olmuştur. Bu görevi yapmayanlar, helak olup gitmişlerdir.
Mekki ayetlerde (Rûm/38, 39; Neml/1-3; Lokman/4; Mü’minûn/4; A’raf/156-157; Fussilet/6-7) geçen zekât ayetleri emir kipiyle olmayıp haber kipiyledir. Yani “Zekâtı verin!” şeklinde olmayıp “zekâtı verirler, vermezler, vermediler” şeklindedir. Bu ayetler ile müminlerin ileride bağımsız bir müminler devleti kurmaları gerektiğine işaret edilmiş; müminler buna özendirilmiş ve hazırlanmıştır.
Zekât, Allah’ın önemli emirlerinden, kulun da en önemli ibadetlerinden biridir. Mali ibadetleri; zekât, sadaka ve infakı Rabbimiz, Kendisine yardım, ödünç verme olarak kabul etmiş, cennetin bedeli olarak ilan etmiş; zekât verenleri ve infakta bulunanları Kendi yardımcıları, yakınları olarak ilan etmiş ayrıca bunları, Müttaki, Ebrar, Musin ve Musalli gibi cennetlik kimselerin niteliğiyle nitelemiştir.
Şu ayetler, müminlerin her zaman aklında olması gereken ayetlerdir:
39-41.Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah’a âittir. (Hac/39–41)
7.Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. 8İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini saptırtmıştır. 9Bu, şüphesiz onların, Allah’ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. (Muhammed/7–9)
60.Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki onlarla, Allah’a düşman olanları, kendi düşmanlarınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal/ 60)
12.Ve andolsun ki Allah, İsrail oğullarının sağlam sözünü almıştı. Ve Biz, kendilerinden on iki müfettiş/başkan göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, kesinlikle sizinle beraberim. Salâtı ikame eder [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutar], zekâtı/verginizi verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah’a güzelce ödünç verirseniz, andolsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur.”
13.Sonra da sözlerini bozmaları sebebiyle onları dışladık ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/ sözcüğü yerlerinden/ öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen, onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever. (Maide/ 12, 13)
11.Kimdir o, Allah’a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir ödül de vardır. (Hadid/ 11)
Ve Hadid/ 18, Teğabün/ 17, Bakara/ 245, Müzzemmil/ 20.
177.Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlar”, Allah’a, Ahret Günü’ne/Son Gün’e, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah’a/mala/vermeye sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah’ın koruması altına girmiş kişilerin ta kendileridir. (Bakara/177)
2-4.Hiç şüphesiz müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,
salâtı ikame eden [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]
ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır. (Enfal/ 2-4)
1.Kesinlikle, inananlar durumlarını korudular/ zafer kazandılar.
2.Onlar, salâtlarında [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarında; toplumu aydınlatmaya çalışmalarında] gösterişsiz/ samimi olan kimselerdir.
3.Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir,
4.Ve onlar, zekâtı işleyen/vergiyi veren kimselerdir, (Mü’minun/1–4)
57-61.Şüphesiz Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O’ndan uzaklaşma korkusundan tir tir titreyen şu kimseler, Rablerinin ayetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve iyilikler için önde gidenlerdir.(Mü’minun/57-61)
36-38.Allah’ın, yükseltilmesine, içersinde Kendi isminin anılmasına izin verdiği evlerde, devamlı olarak Kendisini arındıran öyle er kişiler vardır ki, ticaret ve alış-veriş onları, Allah’ı anmaktan, salâtı ikame etmekten [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaktan, ayakta tutmaktan] ve zekâtı/vergilerini vermekten alıkoymaz. Onlar, Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile karşılık versin ve kendilerine armağanlarından artırsın diye kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. Ve Allah, dilediği kişileri hesapsız rızıklandırır. (Nur/36-38)
2-5.İşte bunlar, salâtı ikame eden [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren, ahrete de kesin olarak inananların ta kendileri olan güzellik-iyilik üretenler –ki işte bunlar, Rableri tarafından bir doğru yol üzeredirler. Ve onlar, kurtuluşa erecek olanların ta kendileridir– için bir doğru yol kılavuzu ve rahmet olmak üzere yasalar içeren o kitabın ayetleridir. (Lokman/2–5)
10-13.Ey iman etmiş kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve O’nun elçisine inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir: Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere girdirir. İşte bu, büyük kurtuluştur. Ve sizin seveceğiniz başka bir şey daha: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih… Ve inananlara müjde ver.
14.Ey iman etmiş kişiler! Allah’ın yardımcıları olun; nitekim Meryem oğlu İsa, havarilere: “Allah’a benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler: “Allah’ın yardımcıları biziz” dediler. Sonra İsrail oğullarından bir zümre inandı, bir zümre inanmadı. Sonra da Biz, inanmış kimseleri, düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler. (Saff/10–14)
111,112.Şüphesiz Allah, tövbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah’ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah’ın hududunu koruyan inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrât, İncîl ve Kur’an’daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve müminlere müjde ver! (Tevbe/111–112)
Zekât, sadaka ve infak gibi mali ibadetler, aynı zamanda sahip olunan değerlerin şükrüdür; sahip olunan değer cinsinden Allah’a karşılığının ödenmesidir. Bu ibadet yapılırken Rabbimiz sahip olunan değeri eksiltmeyip artıracağını da müjdelemiştir.
39.De ki: “Şüphesiz benim Rabbim kullarından dilediği kimse için rızkını genişletir ve onun için ölçülendirir. Ve siz her ne şeyden harcamada bulunursanız hemen O, arkasını getirir. Ve O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe/39)
6,7.Ve hani Musa toplumuna demişti ki: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: “Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrâhim/6,7)
39.Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek zekâttan/ vergilerinizden verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir. (Rum/39)
Ayrıca Tevbe/5 ve 11. ayetlerde zekât vermek, müminliğin göstergesi olarak gösterilirken; mali harcamada bulunmamak, Tevbe/73- 79’dan oluşan pasajda irtidadın (dinden dönmenin) işareti olarak gösterilmiştir.
110.Ve siz, salâtı ikame edin [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun] ve zekâtı/vergiyi verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. (Bakara/ 110)
56.Ve rahmet olunmanız için salâtı ikame edin [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin ve o elçiye itaat edin. (Nur/ 56)
Kur’an-ı Kerim müşrikleri kötülerken onların vasıflarından birinin zekât vermemek olduğunu zikreder:
6,7.De ki: “Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, ‘Sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu’ vahyediliyor. O nedenle O’na dosdoğru yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin.” Ve zekâtı/vergiyi vermeyen ve ahreti bilerek reddeden o kimselerin/ inanmayanların ta kendileri olan ortak koşanların vay haline!
–8Şüphesiz ki, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar, kendileri için bitmez tükenmez/başa kakılmaz ecir olanlardır.– (Fussilet/6–7).
Zekât vermeyen bir kişi Allah’ın geniş rahmetine, Allah ve Resulü’nün dostluğuna da hak kazanamaz. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurur:
156,157.Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah’ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve ayetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları Anakentli/ Mekkeli peygamber, o elçiye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O’na iman eden, O’na kuvvetle saygı gösteren, O’na yardımcı olan ve O’nun ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”A‘râf /156).
55.Sizin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınız, sadece Allah’tır, O’nun elçisidir, bir de Allah’ı birleyerek salâtı ikame eden [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren iman etmiş kimselerdir. (Mâide/ /55).
Müminler, kurdukları devletin, işlevlerini sağlıklı olarak yerine getirebilmesi ve ayakta durabilmesi için mutlaka denk bütçe yapmak zorundadırlar. Müminlerin devleti, zekâtı buna göre belirleyip tahsil eder. Kesinlikle bütçede açık vermez. Zira bütçe açığı nedeniyle ya işler aksar ya da borçlanmaya gitmek zorunda kalınır. İç-dış borçlanmaya gitmek ise ülke bağımsızlığını, bekasını tehlikeye düşürür.
Zekâtı Kimler Verir
Fıkıh ve ilmihal kitaplarına bakıldığı zaman, zekât vermek için nisaba (belirli zenginlik ölçüsü) malik olma şartı görülmektedir. Nisap; “mesken, eve gerekli eşya, kışlık ve yazlık iki takım elbise, lüzumlu silah, çalışma ortamı için gerekli aletler, kitap, binek hayvanı, hizmetçi giderleri, köle ve ya cariye (hizmetçi), bir senelik yiyecek bedeli ve borçları karşılayacak mali imkanlardan (havaici asliyeden) sonra iki yüz dirhem=640 gram gümüş veya yaklaşık yüz gram altın veya kırk koyun, veya otuz sığır veya beş deve, toprak ürünlerinden yaklaşık bir ton değeri imkana sahip olmak” olarak kabul edilir.
Zekât için nisap/zenginlik ölçüsü, Kur’ân’da Allah tarafından tespit edilmiş bir ilke değildir. Allah, böyle bir şart koymamıştır. Zekât, havaici asliyedendir. Zekât vermek için nisap aranmaz. Nisap, sadaka, infak ve istimlâk, haciz gibi ihtiyari ve ekstra devlet salmalarında dikkate alınır. Her mümin, tebaası olduğu devletin yaşaması için, imkânları ölçüsünde katılmak zorundadır. İnsan aç olur ama açıkta olmaz. Bir mümin için kendilerine ait bağımsız bir devlet ve vatan, ikamet edecekleri evden, giyecekleri elbiseden, binecekleri arabadan daha önce gelir. Mümin gerekirse donunu satar, parasını zekât olarak verir.
Her şeyden evvel zekât, bir ibadettir. Müminler kurdukları devletti ayakta tutabilmeleri için gerekirse asli ihtiyaçları olan şeylerden de fedakârlık yapmak zorundadırlar. Kur’an ilkelerinin sağlıklı yürütüldüğü toplumlarda da müminler bu görevi seve seve, canı gönülden yaparlar. Burada vergi gerekçesi olan, istifade ve iktidar teorileri dikkate alınmaz.
Zekât ve sadakalar (tüm kamu gelirleri) alınırken ve harcanırken hakkaniyet ölçüleri dikkate alınır. “Mülk Allah’ındır, müminler kardeştir” ilkeleri esas alınır. Müminlerin refahının yaygınlaştırılması için; burada eşit muamele dikkate alınmaz.
7,8.Allah’ın, o kent halkından, elçisine verdiği feyler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah’a, elçiye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah’ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah’a ve elçisine yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır. (Haşr /7,8)
Zekâtın Ölçüsü
Daha önce nisap hakkında söylediğimiz gibi, müminlerin ilk bağımsız devletlerinde, bölgedeki tarım ekonomisi şartlarına göre zekât’ta ölçüyü Rasülüllah tespit etmişti. Her çağda müminler, denk bütçe yapabilecek ölçülerde verecekleri zekâtın miktarını şura ile tespit edip verirler. Zekâttaki “kırkta bir” ölçüsü İslâmî değildir.
Müminlerin devleti, yatırım yapıp kar ederek ve zimmî ve yabancı tüccarlardan gümrük vergisi alarak veraset vergisi, verasette paydan artanları almak suretiyle de bütçeye destek sağlar.
Zekâtın Vakti
Zekât için sabitleştirilmiş bir vakit söz konusu edilemez. Müminler öz varlıklarından olanı her daim verdikleri gibi üretimden de ürün hasadı zamanında verirler.
141.Ve Allah, asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde inşa edendir. Meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de onun hakkını verin ve savurganlık yapmayın. Şüphesiz Allah, savurganlık yapanları sevmez. (En’am/141)
Bu ayette geçen “hasat günü de onun hakkını verin” ibaresindeki “hak” sözcüğü genel bir ifade olup bize göre “zekât” anlamındadır. Ancak bu ayet indiği dönemde müminler henüz organize bir toplum olmamaları sebebiyle “zekât” diye adlandırılmamıştır. Nitekim ürünler üzerindeki bu “hak”, daha sonra “zekât” olarak ifade edilir olmuş ve özelleşmiştir.
Ayetten anlaşıldığına göre, Kur’an indiği dönemdeki gibi ekonomisi tarıma dayalı yerlerde Allah hakkı, “meyvelerin olgunlaşıp toplandığı” dönemde verilir. Buna göre, tarım dışı gelirlerde (ticaret, hizmet, endüstri) Allah hakkını ödeme günü de, paranın sahiplenildiği zaman, yani paranın “kazanma günü” olmalıdır. Dolayısıyla bu tip gelirlerde, tıpkı maaş bordrosunda yapılan vergi tevkifatı gibi, Allah hakkı anında ayrılmalı ve derhal verilmelidir. Havl havelân (kazancın üzerinden bir sene geçirtmek), İslâmî bir ilke değildir