Allah’ın koyduğu doğru yolu yadsıyan, sınırları aşan, kendi aklına göre hareket edenler mutlaka dünya ve ahrette cezalarını çekerler.
Ebuleheb gibi malına mülküne, çevresine ve çoluk çocuğuna güvenerek azgınlık yapanlar mutlaka perişan olacaklardır. Bu tip insanların malları, mülkleri, çevreleri ve çoluk çocuğu dünya ve ahrette kendilerine faydalı olamaz.
İnsanlar akıl erdiremediklerine düşman kesilmemelidir. Ya konuyu iyice öğrenmeli; meselenin iç yüzünü bilemedikleri konularda ortak akılla hareket etmeli ve bilimsel tahlilini yapmalı ya da olayın gerçekleşmesini beklemelidir.
Her kişi yaptıklarının karşılığını mutlaka görecektir; iman etmişler ödül alacak, inançsızlar, dirilip hesap vermeye inanmayanlar cehennem ile cezalandırılacaklardır. Onun için, ölüm sonrasında pişmanlık yarar vermeyeceğinden insan bu günden tedbirli olmalıdır.
Allah’a karşı nankör insanlar, başkalarının elindekileri de almak için en acımasız yollara başvurur, en değerli kaynaklarına saldırır. Aslında dünyadaki nimetler herkese yetecek kadar çok olup böyle davranmanın gereği yoktur. Unutulmamalı ki herkes yaptığı haksızlığın cezasını mutlaka görecektir.
Toplumun yararına çalışanlara engel olmak isteyenlere karşı durulmalı onların çabasının sonuçsuz kalacağı bilinmelidir.
Bu dünyada insana çok nimet verilmiştir. İnsan, ihtiyaçtan fazlasını Allah yolunda insanlığın yararına kullanmalıdır.
Ölümleri yaklaşmakta olmasına rağmen çoğaltma hastalığına tutulanlar, dünyada her şey sadece benim olsun diyenler, dünyayı cehenneme çevirirler, yaktıkları ateşte de ilk önce kendilerini yakarlar. Ahrette de hesaba çekilirler ve cezalarını sonsuz olarak çekerler.
Dünyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarının ellerinin altında olmasından dolayı rahat kazanç sağlayan kimseler, başkalarına göre daha fazla kulluk görevi yapmalı; eğitime öğretime, toplumun aydınlatılmasına ve sosyal yardıma daha fazla destek vermelidir.
Malı mülkü, parayı gücü her şey sanıp, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu tekrar tekrar sayanlar kendilerine yazık eder. Onlar hem dünyada hem ahrette kendilerini ateşten kurtaramazlar. Mal mülk kazanılmalı, ihtiyaç fazlası Allah için harcanmalıdır.
İnsan sahip olduğu nimetlerle ilgili, Karun gibi, “Bu servet, bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” demeyip bunların imtihan amaçlı Allah’ın vergisi olduğunu bilmelidir. Aksi halde geçmişteki çok güçlü, çok taraftarlı, birikimi olan kimseler gibi yıkıma uğrayıverir.
Dünya hayatını isteyen kimseler, “Keşke Karun’a verilen gibi bizim de olsaydı! Şüphesiz ki o Karun, çok büyük bir nasip sahibidir” diye dünyaya özenirler. Akıllı bilgili kimseler ise, “Yazıklar olsun size! İman eden ve sâlihi işleyen kimseler için Allah’ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” derler; dünya servetine önem vermezler.
Dünyaya özenenler geç olmadan; “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şayet Allah bize armağan vermiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyenler kendilerini kurtaramıyorlar” demeden; akıllarını başlarına erkenden almalıdır.
Allah, kendisine karşı gelen, dinini yaşamaya çalışan müminlere düşmanlık eden, eğitim- öğretim, toplumu aydınlatma kurumlarını ortadan kaldırmaya çalışan tüm kişi ve kuruluşları; güçleri ne olursa olsun, Ashabı fil gibi perişan eder.
Allah mülkünde, tasarrufunda hiçbir kimseyi ve nesneyi Kendisine ortak edinmez. Allah’a yaklaştıracak aracıların olabileceği zannından kaçınılmalıdır. Zan, “Hak”tan hiçbir şey kazandırmaz.
Kıyamet, ölüm yaklaşmakta ve buna engel olmak mümkün olmadığından insanlar, Allah’a teslim olmalı sadece O’na kulluk etmelidirler.
İnsan, kendine, ana, baba, kardeş, eş, evlat olan kimselerden yarar gelmeyeceği bilinciyle; geleceğe ve ahret mutluluğuna kendini hazırlamalıdır.
İnsan, hayatında bir devrim yapıp, kendisine dünya ve ahret mutluluğu sağlayacak ilkeler içeren Kur’an’ı yol haritası edinmelidir. Bu kararı alma anı, onun hayatının en değerli ânıdır. Bu ân, 80-90 senelik bir ömürden daha değerlidir. Çünkü Kur’an’dan kendisine hayat verecek, dünyasını aydınlatacak ayetleri öğrenir ve özümser. Bu ân, onun Kadir gecesidir.
İnsanları erdemli, mutlu kılan, toplumların aydın bir toplum olmasını sağlayan, vahye kulak vermeleri, elçiyi izlemeleridir. İnsanları bedbaht eden ise, cahil kalmaları ve içgüdülerine uymalarıdır. Tarih bunların binlerce örneğiyle doludur.
Bilginlerin tespitine göre, ölümün gerçekliğine ve eski medeniyetlerin kalıntılarına bakılırsa Allah’tan kaçış söz konusu değildir.
Tüm dünya coğrafyasındaki insanlara bakılırsa görülecektir ki, Allah, insanları en güzel biçimde ve donanımda yaratmıştır. İnsan çıkarları uğruna kendini alçaltmamalı, kendine yazık etmemelidir. Kendilerine yazık edenler, Hakimler hakimi Allah tarafından cezaya çarpıtılacaklardır.
Allah’ın bildirdiğine ve bilimsel açıklamalara göre dünyanın sonu mutlaka gelecektir. O gün dünya, atılmış renkli yün gibi olacaktır. Bu olay karşısında insanlar darmadağın kelebekler gibi olacaklar. Bu kesin olduğuna göre insan, akıllı davranıp bu fani dünya için yanlışa düşmemeli, ahrette kendini mutlu edecek inanca sahip olmalı ve yararlı işler yapmalıdır. Aksi halde sonu uçurum; kızgın ateş olacaktır.
İnsan, normalde dünyayı çok sevdiğinden kalan ömrünü din iman tanımayıp zevki safa içinde geçirmek istiyor. Ve bazı bazı, kıyamet ne zamanmış diyerek inançsızlığını gösterir.
İnsan çevresine bir bakmalı, ölenlerin ölüm anını gözlemlemelidir. Onların, hayatlarını bir film şeridi gibi hatırlayışını, kötülerin “Kaçış nereye/kaçacak yer neresi?” diye kaçacak delik arayışını, iyilerin tebessümle bekleyişini yakından görebilir. Demek ki insan başıboş değildir, onu bu dünyaya gönderen güç, onu kendine döndürecektir.
Kur’an’da kesin bildirildiğine ve bilimin ifade ettiğine göre; yıldızlar silinecek/ imha edilecek/ uzaklaştırılacak, gök aralanacak, dağlar savrulacak kıyamet kesin olarak gerçekleşecektir. Elçiler de tanık olarak dinlenecektir. Buna inanmayanlar kendine yazık etmiş olacaktır.
Önceki medeniyetlerin değişime, yıkıma uğramalarından ibret almayanlar kendilerine yazık ederler.
İnsanın, değersiz bir sudan yaratılmaya başlanması, sonra onu belli bir ölçüye/vakte kadar sağlam bir yerin içinde tutulması, Allah’ın gücüne ve planlayıcı olduğuna delalet eder. Bunu kabullenmeyenler, gerçeği örtbas ettiklerinden kendilerine yazık ederler.
Yeryüzünün dirilere ve ölülere bir toplanma, tutulma yeri yapılması, orada sapasağlam yüksek dağlar oluşturulması ve canlılara tatlı sular içirilmesi Allah’ın programlamasını gösterir. Bunu kabullenmeyenler gerçeği örtbas ettiklerinden kendilerine yazık ederler. Bunlar, kendilerini bekleyen O üç kol-çatal sahibi, gölgelendirmeyen ve saray gibi kıvılcımlar atan/yağdıran; sanki kıvılcımlar sarı erkek develer gibi alevden korumayan bir gölgeye; cehenneme doğru koşarlar, cehennemlik olurlar.
Nûh’un toplumu, Ashâb-ı Ress ve Semûd, Âd, Firavun ve Lût’un kardeşleri, Ashâb-ı Eyke ve Tubba toplumunun peygamberleri yalanlamaları sonucu Allah’ın hışmına uğramışlardır. Bu gerçeği onların kalıntılarından öğrenmek mümkündür.
Kimse Allah ile boy ölçüşemez, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar harcama yaparsa yapsın ona karşı mücadele kazanamaz.
Yaratıcı Allah, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün için insanın geri döndürülmesine güç yetirendir. Ölüm/ kıyamet gelince insan için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı bulunur.
Kıyametin kopuş anı yaklaştırıldı. Artık her şey ayan beyan ortada. Ama insanlardan bir kısmı, tutkularına uyuyor, bir alâmet /gösterge görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “Devam edip giden bir büyüdür” diyorlar. Onlara uyarılar yarar sağlamıyor.
İnsanların işledikleri her şey, yazıtlarda kayıt altındadır. Küçüğün, büyüğün hepsi satır satır yazılmıştır. Bu kayıtlar insanın kendi bünyesinde kaydedilmekte ve kıyamette belgelendirilecektir.
Dünyaya tapan, dünya nimetlerinin hepsi kendinin olsun isteyenler, kendilerini uyaran, toplumu aydınlatan kimseler hakkında “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı yapmış? Bu gerçekten çok şaşılacak bir şey! …” gibi saldırılar yapıp yandaşlarına “İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden, kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/Kitap aramızdan onun üzerine mi indirildi?”” diyerek saltanatlarını sürdürmek isterler. Kur’an’da bildirildiğine; tarih, arkeoloji tanık olduğuna göre bu zihniyette olanlar hep kaybetmiş ve yıkıma uğramışlardır. İnsanın akıllı olması gerekir.
Kamuca alınan kararlar, yozlaştırılmadan uygulanmalıdır.
Ortak akıl ile alınan kararlar uygulanmalıdır. Çünkü bu kararlar genellikle toplumu ilgilendiren kuralları içermektedir. Bu kararların işlerliği kurumsal olarak takip edilmelidir.
İnsanlar haftanın bir gününü tefekkür günü ilan etmeli, o günü İsrailoğullarından bir gurubun yaptığı gibi iş kaybı günü olarak görmemelidir. Aksi halde, durumlarını koruyamazlar, sonları hüsran olur.
Toplumun yöneticileri her iş ve bilim ile ilgili alanlarda haftalık, aylık, altı aylık, yıllık ve daha uzun vadeli olmak üzere kurumsal çalışma stratejilerini geliştirmelidir. Her alanda düşünce kuruluşları oluşturularak değer üretmeleri sağlanmalıdır.
Allah’tan gelen öğütleri, hatırlatmaları umursamayanlar hak yoldan çıkmalarından dolayı şiddetli/ fakir düşüren bir azapla ile cezalanır, kötülükten sakındıranlar ise kurtarılır.
Allah’ın yasakladığı şeyler konusunda büyüklük taslayanlar, aşağılık maymunlara dönüşürler; toplumun maskarası olurlar.
Allah, kıyamet gününe kadar kendilerini en kötü azaba uğratacak kimselerin bulunacağını insanlara bildirdi. Allah, cezayı çabucak verendir. O, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
Allah, kıyamet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik”, “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız. Onların sapıklıklarından biz sorumlu tutulamayız” şeklinde mazeret ileri sürülmesin diye insanların üreme sistemlerini Kendi varlığı, birliği ve Rabliğinin kanıtı kılmıştır. Herkesin çok iyi bildiği üreme sistemi, insana zoraki “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.” dedirtir. Allah’ın rabliğini tanımak için elçiye ve kitaba bile gerek yoktur.
Allah’ın astlarından yakarılan kimseler, tıpkı yakaranların kendileri gibi kullardır. Onların kendileriyle yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları bile yoktur.
Allah’a ve elçisine karşı çıkanlar için cehennem ateşi vardır. Onlar orada sonsuz olarak kalacaklardır.
Takıntıları yüzünden, önlerini görmeyen, çevresine bakmayan, geçmiş ve geleceklerini kendilerine siper eden; atalar dini dışında yeniliğe, gerçeğe kendisini kapatan, uyarıların fayda vermediği bağnazlar, mutlaka cezalandırılacaklardır.
Ölüleri ancak Allah diriltir. Allah, herkesin önceden yapıp gönderdiklerini ve eserlerini de yazar. Zaten Allah her şeyi bir “apaçık önderde/ Kur’an’da” sayıp tespit etmiştir.
Duyarsız olanlar, Ya Sin/16- 27. ayetlerden oluşan pasajda konu edilen; kendilerine elçi gönderilen bir kentte olan olaylara dikkat etmelidirler. Allah, olayları bize şöyle açıklamıştır:
Sen duyarsız topluma, o kentin ashabını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti.
Hani Biz onlara iki elçi göndermiştik de onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de üçüncü ile güçlendirmiştik de onlar: “Şüphesiz ki biz size elçileriz” dediler.
Onlar da: “Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], hiçbir şey indirmedi de. Siz sadece yalan söylüyorsunuz” dediler.
Elçiler dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.”
O kentin halkı dedi ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, ant olsun ki sizi taşlayarak öldürürüz ve kesinlikle bizden size çok acıklı bir azap dokunur.”
Elçiler: “Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size öğüt verildi diye mi? Aslında siz sınır tanımayan bir toplumsunuz” dediler.
O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey toplumum! Uyun elçilere! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar “kılavuzlanan doğru yol”u bulmuşlardır. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yaratana? Siz de sadece O’na döndürüleceksiniz. Ben, hiç O’nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden], Kendisinden bana bir zarar dileyecek olsa, ilâhların yardımı, torpili benden yana hiçbir yarar sağlamaz ve o ilâhlar beni kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, ilâhlar edindiğim takdirde apaçık bir sapıklık içindeyim. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin bana!”
Denildi ki: “Haydi gir cennete!” O da dedi ki: “Ne olurdu! Toplumum, Rabbimin beni bağışladığını ve beni onurlandırılanlardan yaptığını bir biseydi.”
Ve Biz arkasından onun toplumunun üzerine hiçbir ordu indirmedik, indirecek de değildik. Sadece bir çığlık! Bir de bakmışsın ki, onlar hemen sönüvermişlerdir.
Allah azgınlığa sapan toplumlara elçi ve kitap gönderir. Kendilerini düzeltmeleri için onları uyarır. Uyarıları dikkate almayan toplumlar değişime/yıkıma uğratılılar, kendilerine yazık ederler.
Duyarsız olanlar, kendilerinden önce nice kuşakların değişime, yıkıma uğratıldığını ve bunların geri dönmeyeceklerini görmüş olmalıdırlar. Bunların hepsi de toplanıp sadece Allah’ın huzurumuzda hazır bulundurulacaklardır.
Ölü toprak, duyarsız topluma bir delildir. Allah, ona hayat vermekte ve ondan taneler çıkarmakta da ondan kendileri yiyip durmaktalar.
Allah, ölü toprağın ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yapmış, içlerinde pınarlardan sular fışkırtmıştır. İnsanlar, kendilerine verilen bu nimetlerin karşılığını ödemelidirler.
Gece de, duyarsız topluma bir delildir. Allah, geceden gündüzü sıyırır da onlar hemen karanlığa dalıverirler.
Kendi yolunda kendisi için kararlaştırılmış olan için akıp giden güneş de duyarsız toplum için bir delildir. İşte bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın ayarlamasıdır.
Allah’ın, kendisi için, eski kuru bir hurma dalı gibi dönünceye dek menziller; konaklar ayarladığı Ay da, o duyarsızlaşmış toplum için bir delildir.
Güneş -Ay, Dünya -Ay, Güneş – Dünya ilişkisi ve bunların yörüngeleri de toplum için bir delildir.
Allah’ın, insanlara suyun kaldırma kuvvetini keşfedecek akıl verip de soyunu dopdolu bir gemide taşıması ve kendileri için onun gibi binecekleri şeyleri yaratması da duyarsız toplum için bir delildir.
Allah, rahmeti gereği, duyarsızlara fırsat vermektedir. Dilerse onları kahreder, o zaman onların çığlığına hiç yetişen olmaz. Onlar kurtarılamazlar da.
Bazıları kendilerine: “Rahmet olunmanız için, geçmişte yaptığınız ve gelecekte yapacağınız işlerde/ geçmiş ve gelecek kusurlarınızdan/ geçmiş toplumların başına gelenlerin sizin başınıza gelmemesi için, ahrette başınıza gelecek felaketlere karşı, “Allah’ın koruması altına girin” denildiği zaman ve kendilerine Rablerinin ayetlerinden herhangi bir ayet geldiğinde, onlar sadece ondan yüz çeviriyorlar.
Kimilerine: “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcamada bulunun” denildiği zaman da Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş o kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” diye öneriyi reddediyorlar.
Kimileri de: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen tehdit; kıyamet, ölüm ne zaman?” diyorlar.
Sûr’a üflenir; bir nevi kalk borusu çalar; alarm vurur, herkes kabirlerinden Rablerine doğru akın eder.
İnsanlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı/uyandırdı? Anlaşıldı bu, Allah’ın vaat ettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylemişler” derler.
İnsan, Allah’ın insanlar için verdiği tüm nimetleri düşünmelidir. Duyu organlarımız olmasaydı ne yapardık? Aklımız olmasaydı ne olurdu? Diğer canlılardan bir farkımız kalır mıydı? Allah dileseydi böyle de yapardı!
Akılsız insanlar, kendileri yardım olunmaları için Allah’ın astlarından ilâhlar/ tanrılar edinmektedirler. Hâlbuki onlar, ortak koşan zavallılar için yardıma güç yetiremezler. Hâlbuki ilâh edinenler, sözde ilâhlar için hazır askerlerdir; onları kendileri ayakta tutmaktalar.
Aslında Elçiyi kabullenmeyenler, kıyameti yalanladılar. Allah ise kıyameti yalanlayanlara çılgın alevi hazırladı. O kıyamet günü çılgın alev onları uzak bir yerden görünce, onun öfkelenmesini ve uğultusunu işittiler. Ve elleri boyunlarına bağlanmış olarak cehennemden dar bir yere atıldıkları zaman, oracıkta ölümü isterler.
–Bugün bir ölüm değil birçok ölüm isteyin!–
İnsan bir düşünmeli: “Karşılık ve gidilecek bir yer olarak cehennem mi daha iyidir yoksa Allah’ın koruması altına girmiş kişilere söz verilen sonsuzluk cenneti mi?” Onlar için orada temelli olmak üzere diledikleri her şey vardır. –Bu, Rabbinin yerine getirilmesini üstüne aldığı bir vaattir.–
Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’an’ı mehcur/ terk edilmiş bir şey edindiler” diyecek.
İşte o gün gerçek hükümranlık, Allah’a özgüdür. Kıyamet günü kimsenin sesi çıkamaz. Kimsenin kimseye faydası yoktur. Egemenlik sadece O’nundur.
Her peygamber için günahkârlardan bir düşman olmuştur. Peygamber, yoldan çıkmış, azmış zalim toplumlara gönderilir. İnsanların bir kısmı elçinin ve mesajlarına uyarlarken, bir kısmı da sırf konumlarını kaybetmemek için elçiye ve getirdiği mesajlara düşman kesilirler.
İnsanlığa yol gösteren ve yardımcı olarak Allah yeter; başka yol gösterici aranmamalıdır.
Mûsâ’ya kitap verildi, kardeşi Hârûn da onunla birlikte vezir; yardımcı, destekçi verildi. Sonra da kendilerine, “Haydi ayetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” diye göreve gönderildiler. Sonunda da ayetleri yalanlayan toplum parçalanıp yok edildi.
Allah azgın toplumlara mutlaka elçi göndermiştir. Hatta bazen birden fazla elçi ile o topluluklar uyarılmıştır. Uyarılara aldırış etmeyen toplumlar cezalandırılmıştır.
Âd, Semud, Res ashabı ve bunlar arasında daha birçok kuşaklar da cezalandırıldı. İnsanlar belâ ve fenalık yağmuruna tutulmuş olan bu toplumların kalıntılarını görüp ibret almalıdır.
İnsan, her zaman kendi isteğiyle “Rahman’a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’a] boyun eğip teslimiyet göstermelidir.
İnsan iyi bilmeli ki, insanın yakarışı olmazsa Allah ona hiç değer vermez. Kim de yakarmazsa artık yakarmama, yalanlama onun ayrılmazı olur, o kaşarlanır ve kendini bu durumdan kurtaramaz.
Tüm övgüler Allah’a özgüdür, O’nun dışında kimse övülmemelidir. O, gökleri ve yeri yoktan yaratmıştır.
İnsanlar, kendilerine gökten ve yerden rızık veren Allah’ın üzerlerindeki nimetini hatırlamalıdırlar.
Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. İnsan akıllı davranmalıdır.
Elçi yalanlamak sadece Mekkelilere özgü bir olay değildi, Rasülüllah’tan önce de elçiler yalanlanmıştı.
Allah’ın yapmak için verdiği söz; öldükten sonra diriltip hesap soracağı gerçektir. Onun için bu basit dünya yaşamı insanı aldatmamalıdır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan kimseler için şiddetli bir azap olacaktır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler için de bir bağışlanma ve büyük bir ödül olacaktır.
Her kim üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip olmak istiyorsa, bilsin ki en üstün, en güçlü, en şerefli, yenilmesi mümkün olmayan; mutlak galip olmak tamamıyla yalnızca Allah’a özgü bir niteliktir. Bu özellik, insanlar için söz konusu bile değildir.
Allah’ın astlarından yakarılan kimseler bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları çağırsalar, onlar çağrıyı işitmezler; işitseler bile size cevap veremezler, kıyamet günü de ortak koşulduklarını kabul etmezler.
Şimdiki inkârcılar elçiyi yalanlıyorlarsa, hiç şüphesiz onlardan önceki kişiler de yalanlamışlardı; elçiler onlara apaçık delillerle, sahifelerle ve aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi. Sonra Allah, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kişileri tutup yakaladı. Şimdi Allah’ı tanımamak/tanıtmamaya yeltenmek nasıl oldu bir araştırılsın.
Kim Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örterse, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmesi kendi zararınadır. Ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenlerin Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtüşleri, Rablerinin katında kendilerine sadece buğzu artırır. Ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenlerin Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeleri kendilerine sadece zararı artırır.
Kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır.
Azanlar mutlaka cezasını bulur. Bu, Allah’ın değişmez bir ilkesidir. Allah, zalimleri de salihleri de bilir. İnananlara her türlü entrikaları çevirenler asla başarılı olamazlar. Allah kendisine inananları korur, zalimlerin oyununu boşa çıkarır.
Herkes yeryüzünde gezip de bir bakabilir, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah’ı âciz bırakan hiçbir şey yoktur. Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır.
Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “Ol” der, o da oluverir.
İnanmayan olsa da herkes ölüp, hiçbir şey değilken yaratıldığı gibi dirilecektir.
Mal ve gösterişçe daha güzel nice kuşaklar/asırlar halkı değişime/yıkıma uğradılar. Sapıklara Allah süre tanır ama sonunda yıkıma uğratır.
Her şeyin son sahibi Allah’tır ve herkes Allah’a tek başına gelecektir.
Ahmak insanlar kendileri için bir güç, şan, şeref olsun diye Allah’ın astlarından ilâhlar edinirler. Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Edindikleri ilâhlar, onların kulluklarını kabul etmeyecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır.
Allah, şeytanları, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kimseler üzerine gönderir. Şeytanlar onları kışkırttıkça kışkırtırlar.
İblis ve şeytanın, Allah’a inananlara ne bir etkisi ne de bir zararı olabilir. Şeytan ve iblisin (ham düşünce); Allah’ın ayetlerini inkar eden, kötü düzeni benimseyen, kalbini şeytani düşüncelere açanları etkiler.
Allah çocuk edindi” diyenler, çok iğrenç bir şey söylemektedirler. Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye; gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. Hâlbuki Rahman [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde bulunan bütün herkes, Allah’a, yalnızca kul olarak gelecektir.
Allah’ın dışındaki her şey yok olacak, kıyamette herkes O’na döndürülecektir. Bu Allah’ın dışındakilerin hepsinin yaratılmış olmaları, hepsinin O’nun kulu olmaları nedeniyle böyledir.
Allah, herkesi kuşatmıştır ve kendilerini bir bir saymıştır. Hepsi de kıyamet günü Rahman’a tek başlarına gelirler.
Allah daha önce nice nesilleri değişime/yıkıma uğrattı. Artık onlardan herhangi bir kimse hissedilmiyor onlara ait hafif bir ses bile duyulmuyor; yok olup gittiler.
Allah’a yalan uyduranın kökü kesilir. Gerçekten, uyduran zarar etmiştir.
Allah’ın himayesine girenler daima kazanır, Göz boyayıp etkileyen kişi ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz.
Kim Öğüt’ten [kitaptan/Kur’an’dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyamet günü; Sûr’a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyamet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Allah suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacaktır.
Gerçek şu ki, her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Suçlular, cehennemde ölmez ve dirilmez.
Kıyamet anında Allah, dağları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görülmeyecektir.
O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyulur ve Allah için sesler kısılır. Artık sadece hafif bir ses duyulur. O gün Allah’ın kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimselerden başkasına yardım destek, yarar sağlamaz.
İnsan, Allah’ın verdiği nimetler karşılığında kesinlikle nankör olmamalıdır.
Allah’ın anılmasından/Allah’ın öğüdünden yüz çevirenler için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyamet günü de o kör olarak toplantı alanına getirilir. O: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” der, Allah da der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”
Allah, sınırları aşanları ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırır. Ve ahiretin azabı kesinlikle daha şiddetli ve daha süreklidir.
Bunca nimete nankörlük edilmemelidir.
Allah’tan kaçış yok: zoraki ölünecek; herkes hesap vermeye dönecektir.
Can boğaza gelip dayandığı zaman, Allah’tan başka yakın olmaz.
Boğaza gelmiş, çıkmakta olan canı geri çevirmek imkânsızdır.
Kişi hakikati babası bile olsa söylemekten geri durmamalıdır.
Allah’ın astlarından tapınılan şeyler, kişiler, hiç kimseye hatta kendilerine bile yardım edemezler.
Putlar ve azgınlar ve İblisin/düşünce yetisinin askerleri; iyiden iyiye düşünmeden hareket edenler, toptan cehennemin içine fırlatılırlar.
Allah’ın bize şimdiden bildirdiğine göre cehennemlikler birbirini suçlarlar:
“Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içinde idik. Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk. Ve bizi yalnızca o günahkârlar saptırdı. Artık bizim için yardım edecek, torpil yapacak hiçbir kimse ve candan bir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın yoktur. Ah keşke bizim için bir geri dönüş olsaydı da biz de müminlerden olsaydık!”
Günahkârların zihninde hep “acaba!” vardır. İnanmadıkları için sürekli tedirgin olurlar. Günaha batmış olanlar inkâr etseler de bu yaptıklarından dolayı hesaba çekilme ihtimalini akıllarından çıkaramazlar. İç huzurları yoktur, kuşku içinde yaşarlar.
Ölüm, kıyamet ansızın gelir, kimseye süre tanımaz, ölüm ertelenmez. Ne kadar erkene istense de verilmez.
Allah, bir insana senelerce kazanç sağlatsa, sonra kendisine vaat edilen gelip çatıverse, o kazandıkları şeylerin kendisine hiçbir yararı olmaz.
Allah, sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti değişime/yıkıma uğratmıştır. Allah’ın yasası gereği, elçi, uyarıcı göndermeden, o belde değişime/yıkıma uğratılmaz. Uyarıcılarını yalanlayan nice belde değişime/yıkıma uğratılmıştır.
İnsan, kesinlikle Allah ile beraber başka ilâha yalvarmamalıdır, sonra azap edilenlerden olur.
Her toplumda kötülüklerin egemen olması için çalışan elebaşıları vardır. Şeytani/kötü niyetli insanlar topluma Allah’ın ayetlerinin yerleşmesine engel olmak için, iftira kampanyasını yürütmek için günahkar taşeronları devreye sokar. Bunlar sadece zulüm ve iftira için bir araya gelirler.
Saçma sapan şeyler üreten, her konuda fikir beyan eden, yapmadıklarını bilmediklerini söyleyen şairlere; medya mensuplarına azgın sapıklar uyar.
İnançsızların işleri, kendilerine süslü, hoş gözükür. Azabın kötüsü bunlar içindir. Ahirette de en çok ziyana uğrayacak olanlar bunlardır.
Allah’la beraber başka bir ilâh yoktur.
Göklerde ve yerde gaybi; görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği Allah’tan başka kimse bilmez. Ve sahte ilahlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar.
Tarih boyunca “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı gerçekten biz mi dirilip çıkartılacağız. Ant olsun, bu azap ve dirilme tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza tehdit olarak söz verilmişti. Bu, ancak geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” diyenlerin, bu zihniyette yaşamışların sonlarının nasıl olduğu iyi gözlemlenmelidir.
Allah, onların, sinelerinde gizledikleri şeyleri ve açığa vurdukları şeyleri bilir.
İnsanlar düşünmeli; eğer Allah geceyi ta kıyâmet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka varlıklara ışık getirecek ilâh kimdir?
İnsanlar düşünmeli; eğer Allah gündüzü ta kıyâmet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edilecek geceyi insanlara getirecek ilâh kimdir?
Allah, ahrette sorgulama yapacak ve tanıkları ortaya koyacaktır. Böylece ileri sürülmek istenen mazeretler ve uydura gelinen safsatalar kaybolup gidecektir. Hakikat, Allah’a aittir.
İnsan, Karun gibi şımarmamalıdır; Allah şımarıkları sevmez.
İnsan, Allah’ın kendisine verdiğinde âhiret yurdunu istemeli, dünyadan da nasibini unutmamalıdır!
İnsan, Allah’ın kendisine ihsan ettiği gibi, başkasına ihsanda bulunmalıdır.
İnsan hiçbir zaman yeryüzünde bozgunculuğu istememelidir.
Herkes ahiret yurdunu iyi düşünmeli! Allah, ahiret yurdunu; cenneti yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için hazırladı.
Herkes hayırlı akıbet için çalışmalı! Allah hayırlı akıbeti kendisinin koruması altına girmiş kişiler için hazırlar.
İnsanlar, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmamalıdır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun Zatından başka her şey yok olacaktır. Yasa-ilke yalnızca O’nundur.
İnsan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. İnsan çok acelecidir.
Her insanın kendi yaptıkları, karşılıkları ayrılmayacak şekilde boynuna dolanmıştır.
Allah, kıyâmet günü, insanlar için açılmış bir kitabı çıkarır: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!” der.
Kim Allah’ın kılavuzladığı doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur.
Hiçbir kimse başkasının yükünü çekmez.
İnsan, Allah ile birlikte başka bir ilâh edinmemelidir/tanımamalıdır Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalır.
Allah, insanların içindekini; aklıdan geçirdiklerini çok iyi bilir.
Şeytan insanların arasına kargaşa sokar. Şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.
Allah’ın astlarından, ilâh olduğu iddia edilen şeyler, çağırılsa görülecek ki onlar, kimseden sıkıntıyı kaldırmaya ve değiştirmeye güç yetiremezler. Aslında ilâh olduğu kabul edilen şeyler, Rablerine daha yakın olmak için vesile arayarak yalvaran ve O’nun merhametini uman ve O’nun azabından korkan kimselerdir.
Allah’ın azabı korkunçtur.
Öncekiler yalanladığı için Allah, alâmetleri/göstergeleri göndermemiştir.
Semûd’a, açık; gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevi verilmişti de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı.
Allah, alâmetleri/ göstergeleri ancak korkutmak için gönderir.
Allah, kendisinin insanları kuşatmış olduğunu bildirmiştir.
Allah, korku ile de uyarır. Buna rağmen kimilerinin azgınlığı artar.
Kıyamet günü Allah bütün insanları önderleriyle çağıracaktır.
Kıyamet günü, kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği; zerre kadar bir haksızlığa uğratılmayacaklar.
Her kim bu dünyada kör ise o, âhirette de kördür. Ve yolca daha şaşkındır.
Hak davayı sürdürenleri kovan ve rahatsız edenlere yurtları bırakılmamıştır; yok olup gitmişlerdir.
Allah, Mûsâ’ya da apaçık birçok alâmet/gösterge verdi. Firavun ve avene de bunları örtmeye yeltendi. Sonunda da Allah, onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğdu. Ve ondan sonra İsrâîloğulları’na, “Bu topraklara siz yerleşin! Sonra âhirete dair verilen söz geldiği vakit, sizi toplayıp bir araya getireceğiz” dedi.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile reddeden kimseler, bu suçları nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap ile cezalandırılacaklardır.
Eğer Allah, insanlara, onların hayrı çarçabuk istedikleri gibi, kötülüğü alelacele verseydi, onlara, kesinlikle kendi sürelerinin sonunu gerçekleştirirdi; belalarını bulur giderlerdi. Fakat Allah, ahırete inanmayanları azgınlıkları içinde bocalatır durur.
İnsana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken hemen Allah’a yalvarır. Kendisinden sıkıntısını giderilince de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Allah’a hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gider. Sınırı aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir.
Allah’ın aleyhine bir yalan uyduran veya O’nun âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanlayan kişiden daha yanlış iş yapan kim olabilir? Hiç şüphesiz bu günahkârlar kurtuluşa eremezler.
Bazıları, Allah’ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim yardımcılarımız/ destekçilerimizdir” diyorlar. Halbuki böyle bir şey kesinlikle yok ve Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden arınıktır ve çok yücedir.
İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra, Allah, kendilerine bir rahmet tattırdığı zaman, Allah’ın âyetleri/ alâmetleri/ göstergeleri hakkında onların bir plânı, bahanesi vardır. Ama iyi bilinmeli ki plân bakımından Allah daha çabuktur. Ve görevliler planlanan şeyleri yazıp duruyorlar.
Allah, insanlara karada ve denizde yolculuk ettirendir. İnkârcılar gemilerde bulunduğunda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür. Yolcular neşelendiklerinde, şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her yerden gelir. Ve inkârcılar çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındıranlar olarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, karşılığını ödeyenlerden oluruz.” Sonra ne zaman ki Allah, onları oradan kurtarır, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar yaparlar.
Allah ilan ediyor: “Ey insanlar, taşkınlığınız şu basit dünya hayatının kazanımı olarak sırf kendi zararınızadır. Sonra dönüşünüz sadece Bize’dir. Sonra Biz, yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz.”
Dünya hayatının örneği: “Allah gökten su indirir. Gökten inen suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler oluşur. Sonunda yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin, ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüz vakti, ona Allah’ın emri geliverir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi, onu, ta kökünden biçiverir.” İnsanlar bundan ibret almalıdır.
Ahirette herkes ölmeden ne gönderdiyse onun imtihanını verecek. Ve kesinlikle gerçek mevlâları olan Allah’a döndürülecekler. İftira edip uydurdukları şeyler de kesinlikle kendilerinden uzaklaşıp kaybolacaklar.
İnsan düşünmeli: “Varlıkları gökten ve yeryüzünden kim rızıklandırıyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip oluyor, bunların sahibi kim? Ve ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Ve işleri kim düzenliyor?” Bu sorulara iyi bir düşünme sonucu mutlaka “Allah” denileceğine göre, Allah’ın koruması altına girmek gerekir. Aksi davranış, gerçekten sonra sapıklıktan başka ne olabilir!
Hak yoldan çıkan kişileri Allah kesin cezalandıracaktır, kararı böyledir.
İnsan düşünmelidir: “Allah önce yaratır, sonra da onu iade eder, peki ortak koşulanlardan önce yaratıp, sonra da onu çevirip yeniden iade edecek/ diriltecek hiçbir varlık var mı?” İnsan aldanmamalıdır.
İnsan düşünmelidir: Ortak koşulanlardan doğru yolu gösterecek biri olabilir mi? Hâlbuki Allah, hak olan doğru yola kılavuzluk eder. O hâlde kim doğru yola kılavuz olur? O hâlde doğru yola kılavuz olan mı kendisine uyulmaya daha lâyıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı?” Bu durumda da insan akıllı davranıp Allah’ın kılavuzluk ettiği dosdoğru yola yönelmelidir.
Allah’a kavuşmayı yalanlayan kişiler, Allah’ın gösterdiği doğru yoldan gitmedikleri için kesinlikle ziyana uğramışlardır.
Allah inkârcılara vaat ettiği azabın bir kısmını mü’minlere gösterse de yahut mü’minleri vefat ettirip göstermese sonunda onların dönüşü yalnızca Allah’a olacak. Sonra Allah onların ne yapacaklarına şahittir.
Düşünmemiz lazım: Allah’ın azabı bize geceleyin uykuda veya gündüzün gelecek olsa ne yapabiliriz! Suçlular bundan neyi acele isterler? Bu azap meydana geldikten sonra mı ona iman edeceğiz, yoksa şimdi mi? Hâlbuki inkârcılar onu acele olsun istiyorlar.
Allah’ın kulları için indirdiği rızıkların bir kısmı haram ve helâl yapılmamalı, Allah adına yalan hüküm koymamalıdır.
Allah’a, yalanı iftira atanların, kıyamet gününe dair görüşleri, inançları doğru bir inanç değildir.
Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbimiz Allah’tan uzak kalmaz. Ve bundan küçüğü ve daha büyüğü ancak apaçık bir kitaptadır.
Herkes iyi bilmeli ki göklerde olan kimseler ve yeryüzünde olan kimseler kesinlikle Allah’ındır. Ve Allah’ın astlarından istekte bulunan kimseler, eş tuttuklarına tâbi olmuyorlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar.
Birileri, “Allah, çocuk edindi.” diyorlar. Hâlbuki Allah, bundan arınıktır. O, zengindir/ hiçbir şeye muhtaç değildir. Göklerde ve yerde olan şeyler O’nundur. Bunu diyenlerin Allah’ın çocuk edinmişliğine dair yanlarında hiçbir delil yoktur. İnsanlar, Allah’a karşı bilmeyecekleri şeyleri söylememelidirler. Çünkü Allah’a yalan uyduran kimseler kesinlikle kurtulamazlar.
Yalanlar, yanlış inanış ve davranışlar dünyada bir kazanım için yapılmaktadır. Ama ölüm var, Allah’a dönülecektir. Sonra da bile bile kabul etmedikleri şeyler nedeniyle bu yanlış iş yapanlara, o çetin azap tattırılacaktır.
Nuh’un, Musa’nın, Harun’un yaşadıkları; tebliğleri toplumlarını uyarıları ve onların karşı koyuşu ve bu toplumların akıbetlerinin nasıl olduğu hatırlanmalı ve ibret alınmalıdır.
Allah boş ve asılsız iddiaları ortaya çıkarır.
Allah kargaşacıların işini düzeltmez.
Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle (Musa’ya verilen Tevrat, Muhammed’e verilen Kur’an ile) ortaya koyup gerçekleştirir.
Firavun ve adamlarının kendilerini ateşe atacağı korkusundan dolayı Mûsâ’ya kendi toplumundan bir soydan başka kimse iman etmedi. Ve şüphesiz Firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o kesinlikle sınırı aşanlardandı.
İsrâîloğulları nehirden geçirildi. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları’nın inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. Ona Allah’ın şu hitabı uygun düştü: Şimdi mi; geç kalmadın mı? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.
İnsanlardan birçoğu kesinlikle Allah’ın âyetlerine/ alâmetlerine/ göstergelerine karşı duyarsız/ilgisizdirler.
İyi bilinmeli ki toplumda bazıları [Elçi’den/vahiyden gizlenmek için göğüslerini dürüp bükerler. Ama onlar örtülerine bürünürlerken, onların gizledikleri, açığa vurdukları şeyleri Allah biliyor. Şüphesiz Allah, göğüslerdekileri en iyi bilendir.
Allah’ın, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir irili-ufaklı hareket eden canlı yoktur.
Allah, bu günkü toplumların yerine, başka bir toplumu getirir. Ve kimse O’na hiçbir şekil ve yolla zarar veremez, engel olamaz.
Rablerinin âyetlerine kafa tutan, O’nun elçilerine isyan eden ve inatçı zorbaların emrine uyan toplumlar kahrolurlar, helak edilirler.
İnsan dünyaya kendisi gelmemiştir. Onu dünyaya Allah getirmiş ve ona burada ömür sürdürür. İnsan hayatını buna göre düzenlemelidir.
Zenginliğine güvenen kişiler ve toplumlar daima yıkıma, değişime uğrar.
Yanlış yapanlar, toplumu Firavun gibi yanlışta tutanlar dünyada ve ahirette dışlanırlar, lanetlenirler.
Allah kimseye haksızlık etmez. Herkes kendisine haksızlık eder, yanlış yapar.
Allah’ın emri geldiğinde, yapay, uydurma tanrılar, kimseye hiçbir şey sağlamaz ve ziyanı artırır.
Atalar dinine uyanlar, bunun karşılığını mutlaka görürler.
Allah, Mûsâ’ya Kitab’ı verdi de onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir Söz olmasa idi, elbette bu dünyada hemen cezalandırılırlardı.
Kur’an’dan kuşkulu bir şüphe içinde olanların da yaptıklarının karşılığını Allah, kendilerine tam ödeyecektir. Şüphesiz O, onların yaptıkları şeylere hakkıyla bilgi sahibidir.
Refahın peşinde koşanlar, suçlu duruma düşerler.
Allah, halkları düzeltici olan memleketleri haksız yere değişime/ yıkıma uğratmaz.
Allah dileseydi, insanları elbette tek bir önderli topluluk yapardı. Oysa Allah’ın rahmet ettiği kişiler hariç onlar anlaşmazlığı sürdürmektedirler. Onları işte bunun için yarattı. Ve Allah’ın, “Andolsun, cehennemi bildiğiniz-bilmediğiniz, tanıdığınız-tanımadığınız insanlardan; onların tümünden dolduracağım” Söz’ü mutlaka gerçekleşecektir.
İnsanlar, Allah’ın azabından hepsini saracak bir felaket gelmesinden veya farkında değillerken ansızın kendilerine saatin/kıyâmetin kopuş anının gelmesinden güven içinde değildir. Bu nedenle göklerde ve yerde nice alâmetler/göstergeleri dikkate almayıp üzerlerinden gelip geçmemelidir.
İnançsızlar yeryüzünde gezip dolaşmalı, kendilerinden önce gelip geçenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bir bakmalıdırlar..
Lût toplumunun bulunduğu şehir harabesi, yol üzerinde, herkesin gelip geçtiği yol üzerinde durmaktadır. İncelenip ibret alınmalıdır.
İnsan, “gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat Kendisi beslenmeyen Allah’tan başka yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın edinmemelidir, kimsenin ardına düşmemelidir.
İnsanlar, Müslüman kişiler olmakla, Allah’a ortak koşanlardan olmamakla emrolundular.
Rabbine isyan eden kişi, büyük bir günün azabından korkmalıdır.
Kim ki ortak koşmaktan döndürülürse, kuşkusuz Allah o gün, ona rahmet etmiştir. Ve işte bu, apaçık kurtuluştur.
Allah insanlara bir zarar dokundurursa, onu Kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer O insanlara bir hayır dokundursa da kuşkusuz O, her şeye gücü yetendir. Ve O, kullarının üstünde/daha üstün olarak, isyan eden kimseleri kahredendir. Ve O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, her şeyin iç yüzünü/gizli taraflarını da iyi bilendir.
Akıllı insanlar, elçiye kulak verirler; vahyi dikkate alırlar. Bazıları davranışlarıyla vahyi kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluştururlar. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile reddeden kimseler, Müslümanlara geldiklerinde, onlarla tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” derler. Katmerli inkârcılar, insanların Kur’an’ı anlamasına engel olurlar, kendileri de ondan uzak dururlar. Ve onlar bilinçsizce, yalnızca kendilerini değişime/yıkıma uğramaya sürüklüyorlar.
İnsan düşünmeli. Eğer Allah kendisinin işitmesini ve görmesini alır ve kalbini mühürlerse, onları kendisine Allah’tan başka hangi ilâh, kim getirebilir!?
İnsanların, Allah’ın astlarından yardım eden, yol gösteren, koruyan bir yakın kimseleri ve destekçileri, kayırıcıları yoktur.
İnsanlardan bazıları, “Allah, aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu?” diye kıskançlık göstererek kendini ateşe atar. Halbuki Allah, kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenleri daha iyi bilir ve nimetini ona göre artırır.
Kimse bir başkasının boş iğreti arzularınıza uymamalıdır. Eğer uyarsa sapıtmış olur ve o, kılavuzlandığı doğru yola erenlerden olmamış olur.
Allah, insanlara üslerinden ve ayaklarının altından azap göndermeye yahut onları ayrılıkçı gruplara ayırıp kiminin kimine hıncını tattırmaya güç yetirir, isterse bunu yapar. Kur’an’da her şey ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Bazı toplumlar, azap/ Kur’ân/ âyetlerin iyice açıklanması, hak olmasına rağmen onu yalanladı. Peygamberin kimseyi cezalandırmaya bir yetkisi ve gücü yoktur, durumun sorumlusu da değildir.
Her önemli haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır, herkes bunu kısa zamanda öğrenir.
İnsanlara Allah’tan basiretler geldi. Artık kim hakkı görürse yararı kendisine, kim de körlük ederse zararı kendisinedir. Kimse kimsenin bekçisi değildir.
İnsan, “Allah’ın astlarından kimseye yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere yakarmamalı, elinde doğru yolun haritası Kur’an var iken ve “Bize gel!” diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları varken; şeytanların kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hâle getirdiği kimseler gibi olmamalıdır.
Dünyada en zalim: en yanlış işi yapan, Allah’a karşı yalan uyduran, kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyen ve “Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyen kimsedir.
Suç işlemede, gerçeği inkâr etmede insanların bir kısmı diğer bir kısmına yardımcı, destekçi olur. Dikkat!
Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar kesinlikle zarara uğrayacaklardır. Onlar, kesinlikle sapmışlardır ve onlar kılavuzlandıkları doğru yola ermiş kimseler değillerdir.
Allah’a ortak koşan kimseler, “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” diyebilirler. Onlardan önce yalanlayanlar da Allah’ın azabını tadıncaya kadar işte böyleymiş. Bunlar: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” diye uyarılmalıdır.
En kesin ve üstün delil, Allah’ındır. O nedenle eğer Allah dileseydi, elbette herkese kılavuz olurdu.
Kimse, Allah, haram etmediği halde; kafasına göre, “Allah bunu kesinlikle haram etti” iddiasında bulunamaz. Bu iftiradır; ayetlerin yalanlanmasıdır. Birilerinin Allah’a ortak tutulmasıdır. Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve âhirete inanmayan kimselerin boş iğreti arzularına da uyulmamalıdır.
Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Herkes sadece Allah’a dönecektir.
Allah, ayrılığa düşülen her şeyi haber verecektir.
Allah, insanlığı, yeryüzünde gidenlerin yerine getirmiş, verdikleriyle onları sınamak için, kimini kimisinin üzerine derecelerle yükseltmiştir.
Rabbimiz Allah, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Akıllı olan herkes, Allah’ın sonsuz kudretine hayret ederken inkârcılar eğlenir. Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt kabul etmiyorlar. Ve bir âyet gördükleri zaman eğlenceye alır. Ve “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” derler. Bunlar, aşağılanmış olarak diriltileceklerdir.
İnsanlar iyi düşünmeli: “Yaratılışça kendileri mi daha çetin, yoksa Allah’ın yarattığı kimseler mi?”
İnsan iyi düşünmelidir:
İkram olarak cennetteki sayısız nimet mi daha hayırlı yahut cehennemdeki, dikenli, pis kokulu, zehirli kaktüs ağacı mı? Cehennemlikler ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır. Sonra onlar için, bunun üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır. Sonra da dönecekleri yer, kesinlikle cehennemdir.
Tam tersi o, hak ile geldi ve bütün peygamberleri doğruladı.
İnkârcılar, atalarını sapık kimseler olarak buldular. Şimdi de kendileri onların izleri üzerinde koşturuyorlar. Hâlbuki onlardan öncekilerin çoğu sapıktı. Allah onların içlerinde uyarıcılar da gönderdi.
Allah’ın arıtılmış kulları dışındaki o uyarılanların sonu nasıl olmuş iyi araştırılmalıdır.
Herkes iyi incelerse göklerin ve yerin Rabbinin Allah olduğunu anlar. Akıllı insan Allah’ın astlarından o kendi kendilerine yarar sağlamaya ve zarar vermeye gücü olmayanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmez.
Herkes kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödemelidir. Kim kendisine verilen nimetlerin karşılığını öderse kendisi için öder. Kim de iyilikbilmezlik ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övgüye en lâyık olandır.
Allah’a yönelen kimselerin yolu tutulmalı sonra dönüşün ancak Allah’a olduğu ve Allah’ın yapılan her şeyi haber vereceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Allah, içte ve açıkta olmak üzere nimetlerini insanlara yaymıştır. İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıyor.
Kimilerine, “Allah’ın indirdiğine tâbi olun!” dendiği zaman: şeytan onları cehennemin azabına çağırmasına rağmen, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” diye diretirler.
Kim Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile örtbas ederse, artık onun örtmesi kimseyi üzmesin. Onların dönüşü yalnızca Allah’adır. O zaman Allah, onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Gerçekten Allah, kalplerin özünü çok iyi bilendir. Allah onları biraz yararlandırır. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlar.
İnsanların yaratılması ve ölümden sonra diriltilmesi ancak bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir.
İyi düşünmeli: Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ve ay’ı emrine boyun eğdirmiştir/ insanların yararına olacak yapı ve işleyişte yaratmıştır. Hepsi adı belirlenmiş bir süre sonuna akıp gidiyor. Ve şüphesiz Allah, yaptıklarınıza hakkıyla haberdardır.
Allah hakkın ta kendisidir. Ve onların, Allah’ın astlarından yakardıkları kesinlikle kaybolup gitmiştir. Ve şüphesiz ki Allah, en yücenin, en büyüğün ta kendisidir.
Alâmetlerini/ göstergelerini insanlara göstermek için, şüphesiz, Allah’ın nimetiyle geminin denizde kayıp gidişi iyi düşünülmelidir. Bunda, tüm çok sabreden ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını çokça ödeyen için alâmetler/ göstergeler vardır.
İnsanlar, Rablerinin koruması altına girmelidir.
Babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlamadığı, çocuğun da babasına hiçbir şeyle yarar sağlamadığı günden ürpermelidir. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir.
Basit dünya yaşamı insanı aldatmamalıdır.
İnsan uyanık olmalı; uyanık aldatıcılar, insanları Allah ile aldatırlar.
Allah’tan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi kesinlikle açık bir kitaptadır.
Allah’ın alâmetlerini/göstergelerini saklamaya uğraşanlar; elem verici kötü azaptan bir azap ile cezalandırılacaklardır.
İnsanlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olan şeylere bir bakmalıdırlar. Görecekler ki Allah dilese kendilerini yere geçirir. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürür. Şüphesiz bunda yönelen/ hakka gönül veren her kul için bir alâmet/gösterge vardır.
Allah’ın dünyadaki nimetlerine mazhar olmuş; Allah’ın verdiği rızıklardan bol bol yiyip içip istifade eden toplumlar, bunun karşılığını ödemelidirler.-
Dileyen istediği kadar Allah’ın astlarından yanlış inandığınız kimselere yakarsın. Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığına malik olmazlar. Onlar için bu ikisinde [gökler ve yeryüzünde] herhangi bir ortaklık yoktur. O’nun için onlardan bir yardımcı da yoktur.
İnsan, “kendisini göklerden ve yerden kimin rızıklandırdığını iyi düşünmelidir.
Sonunda kimin yanlış iş yaptığı ortaya çıkacaktır.
Herkes kendi yaptığı günahlardan sorumludur.
Allah herkesi bir araya getirecek, sonra da hak hükmü ile aralarını ayıracaktır. Ve O, hayır kapılarını açandır, hüküm verendir, çok iyi bilendir.
Allah’a ortak koşulan nesnelerin, kişilerin ilah olup olmayacağı, onlardan fayda ve zararın gelip gelmeyeceği iyi araştırılmalıdır.
İnsanlar: “O’na iman ettik” dediler. Fakat onlar için uzak bir yerden el sunmak/ulaşabilmek nerede?
Hâlbuki daha önce dünyada O’na inanmamışlardı. Uzak bir yerden boşa atıp tutuyorlardı.
Artık tıpkı bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzularının arasına set çekilmiştir. Şüphesiz onlar endişe veren bir şüphe içinde idiler.
Herkes yalnızca Rab Allah’a dönecektir. Böylece yapmış olduklarını herkese haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir.
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü O’na vererek Rabbine yakarır. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na yakardığı hâli unutur da Allah’ın yolundan saptırmak için O’na ortaklar oluşturur. Böyleleri, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediğinden inkar ederek biraz yararlansa da kesin olarak ateşin ashâbından olur.
Allah’a karşı gelenler büyük günün azabından korkmalıdırlar.
Herkes dinini, yalnız Allah’ı arındırarak O’na kulluk etmelidir.
Dileyen, sonucunu göze alarak O’nun astlarından dilediğine kulluk etsin, özgürdür.
Asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır. —Dikkatli olunmalı! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullar! Allah’ın koruması altına girin.–
Üzerine “azap kelimesi” hak olmuş kimseyi kimse kurtaramaz.
İnsan, Allah’ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmeli, iyi düşünmelidir. Şüphesiz, bunda kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/ hatırlatma vardır.
Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlar kendilerine yazık ederler. Onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.
Geçmişte bazı kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri yönden azap geliverdi. Sonra da Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı tattırdı. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilen olsalardı!
Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman onu yalanlayandan daha yanlış iş yapan kimse olamaz. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler için cehennemde bir sığınak yok mu?
Kâfirler, müminleri Allah’ın astlarından kimseler ile korkutuyorlar. Ve Allah kimi şaşırtırsa, artık ona kılavuz olan biri yoktur. Kime de Allah kılavuz olursa, artık onu da şaşırtan biri yoktur. Allah, çok güçlüdür, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti mutlaka sağlar.
İnsana bir sıkıntı dokunuverince Allah’a yalvarır, sonra kendisine Allah, tarafından bir nimet bahşedildiği zaman da: “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında verilen nimetler, bir imtihan aracıdır. Velâkin onların çoğu bilmezler. Gerçekten “O bana bir bilgi üzerine verildi” sözünü, bunlardan önceki kimseler de söyledi de o kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı.
İnsan, kendisine azap gelmeden önce Rabbine yönelmeli ve O’na teslim olmalıdır. Aksi halde kendisine yardım yapılmaz.
İnsan, kendisine ansızın azap gelmeden,
kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden,
yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah’ın koruması altına girmiş kimselerden olurdum” demesinden,
veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Kur’an’ı izlemelidir.
İnsan Kur’an’a uyması gerekirken, maalesef Allah’ın gelen ayetlerini yalanlar, büyüklük taslar ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler ile beraber olur.
Kıyâmet günü, Allah’a karşı yalan söyleyen kişiler, onların yüzleri kararmış olarak görülecektir.
Kibirlenenler cehenneme yerleştirileceklerdir.
Tüm peygamberlere: “Andolsun ki eğer ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine, yalnız Allah’a kulluk et ve sahip olduğun nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol.” diye vahyedilmiştir.
Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O’nadır.
Allah’ın âyetleri hakkında sadece, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile reddeden kimseler tartışır. O hâlde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları insanı aldatmamalıdır.
Allah, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.
Allah hakkı gerçekleştirir. Ortak koşanların O’nun astlarından yalvardıkları kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.
Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örtbas etmeye çalışanların düzenini mutlaka boşa çıkarır.
Allah’ın vaadi haktır.
Kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. İnsanlar ne kadar da az düşünüyorlar!
Allah, insanlara: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana kulluk etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” diye mesaj göndermiştir.
Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler, daima doğru yoldan çevrilirler.
İnsan, kendisine Rabbinden apaçık deliller geldiği zaman, Allah’ı bırakıp kişilere, kurumlara, tutkulara ve cansız nesnelere kulluk yapmamalıdır.
Bazı insanlar, birileri tarafından aldatılır da Allah’ın âyetleri üzerinde tartışır.
İnsanlar, yeryüzünde gezip de; kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin olmasına rağmen kazandıkları şeylerin, kendilerine yarar sağlamamış olduğu, kendilerinden öncekilerin, sonu nasıl olmuş araştırmalıdırlar.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabullenmeyenler daima kaybeder, zarara uğrar
Zekâtı/vergiyi vermeyen ve âhirete inanmayan ortak koşanların vay haline!
Gece, gündüz, Güneş ve Ay Allah’ın alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Güneşe ve Ay’a boyun eğip teslimiyet gösterilmemeli, onlar kutsanmamalıdır. Sadece Allah’a kulluk yapmak isteyenler, onları yaratmış olan Allah’a boyun eğip teslimiyet göstermelidir.
İnsan iyi düşünmelidir: Ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi?
Herkes özgürdür istediğini yapabilir. Şüphesiz ki Allah, yapılan şeyleri en iyi görendir.
İnsan hayır istemekten usanmaz, kendisine bir kötülük dokununca da hemen, üzgündür, ümitsizdir. Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine Allah, bir rahmet tattırsa, hiç kuşkusuz “Bu benim hakkımdır. Ve kıyâmetin kopuş anının geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır” der. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabullenmeyen/kabul etmeyen kimselere, yaptıkları kesin bildirilecek ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattırılacak.
İnsan kuru kuruya Kur’an’a karşı çıkmamalıdır. Mutlaka iyi araştırmalıdır. Araştırırsa Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen bir kitap olduğunu kendisinin yanıldığını, uzak bir sapıklığa düştüğünü mutlaka görecektir.
İnsan dikkatli olmalıdır; insanlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içinde olmamalıdır.
İnsan her zaman Allah’ın, her şeyi kuşattığını iyi bilmelidir.
Allah, bu kitabı ve teraziyi/ ölçüyü hak ile indirmiştir.
Ve Allah her kimi saptırırsa artık bundan sonra onun için hiçbir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın yoktur.
Allah’tan, kendileri için dönüş yeri olmayan geri çevrilemeyecek gün gelmeden önce, Allah’ın çağrılarına karşılık verilmelidir. O gün, insanlar için sığınacak bir yer yoktur, insanlar için tanımayacak hâle getirmek/ tanınmamak da yoktur.
Allah, öncekilere de nice peygamberler göndermişti. Onlar kendilerine gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Allah, kuvvetçe onlardan daha güçlü olanları değişime/ yıkıma uğratıverdi. Öncekilerin örneği de birçok yerde geçti.
Nankör insanlar, Allah’ından astlarından bazılarını Allah’a ortak saydılar; Allah’ın kızları vardır dediler. Oğulları da kendilerinin saydılar.
Cahil, nankör insanlar, kızları dünyaya geldiği zaman yüzü simsiyah kesilir; kızının olmasından utanır, aşağılık kompleksine girer. Onlar, mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücâdelede apaçık olmayanı tercih ederler.
Onlar Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi saydılar. Onlar, onların yaratılışına tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.
Ve her kim Allah’ın öğüdünden, anılmasından körleşirse Allah ona bir şeytan musallat eder de artık o, onun için akrandır/ yandaştır ve şüphesiz ki yandaşlar/ akranlar, körleşenleri Yol’dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar. Sonunda Allah’a gelince, “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı” diyecek. –Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/ yandaştır!–
Allah, Hak yolun mücahitlerini alıp götürse bile şüphesiz, inkârcıları cezalandırarak adaleti sağlar. Ama bakarsınız ki, onlar hemen de cezalandırılıverirler. Zira Allah, onların aleyhlerine güç yetirendir.
Allah, dün de bu gün de Kendisinin astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımaz, tanıtmaz.
Kıyamet günü Allah’ın koruması altına girmiş kişiler hariç tüm önderler/ birbirinin izinden gidenler, birbirlerine düşman olacaklar.
Allah, Kitap göndererek hakkı getirmiştir. Ama insanların çoğu, işi sağlama/garantiye almış gibi, hakkı çirkin görmekteler. Allah, onların sırlarını, fısıltılarını hep işitir. Hâlbuki Allah, sağlamcıdır, her şeyi işitir, onların yanlarında bulunan elçileri de yazıyorlar.
Eğer Allah için bir çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki Elçi olurdu. Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır.
Allah, gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadı. Allah, o ikisini sadece hak/ gerçek ile yarattı. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.
Herkes, olacakları beklemeli, görmeli, gözlemlemeli ve ders almalıdır.
Aklını kullanmayanlar, Allah’ın alâmetlerine/ göstergelerine inanmazlar.
Allah’ın kendisine okunan âyetlerini işitip, sonra da sanki kibrinden onu hiç işitmemiş gibi yine bildiğini okuyan, Rablerinin âyetlerini bile bile reddeden, Allah’ın âyetlerinden bir şey öğrendiği zaman, onu alaya alan çok yalancı, çok günahkâr kişilerin halleri çok perişan olur. Onlar, can yakıcı, horlayıcı büyük bir azap ile cezalandırılır; ötelerinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah’ın astlarından edindikleri koruyucu, yol gösterici yakınlar, kendilerine hiçbir şekilde yararlı olmaz.
Allah’ın yaptığı uyarılar, bir yol gösterimidir.
Allah, hiçbir zaman kötülükleri işleyen kimseleri, hayatlarında ve ölümlerinde, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler gibi yapmaz. Aynı davranılacağını zannedenler yanılgı içindedirler.
Allah insanları diriltir. Sonra insanları O öldürür, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Göklerin ve yeryüzünün mülkü de sadece Allah’ındır. Kıyâmet anının geleceği gün; işte o gün, bâtıla sapanlar zarara uğrayacaklardır.
Kendilerine Allah tarafından, “Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/ terk ederiz/ cezalandırırız. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve basit dünya yaşamının sizi aldatması sebebiyledir.” denilecek. Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/ Allah’ı hoşnut etmeleri de istenmez.
Allah, gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri ancak “hak” ile ve “adı konmuş bir süre sonu” ile yaratmıştır. Ama Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadına kabullenmeyen kimseler ise uyarıldıkları şeylerden/ uyarılmaktan yüz çeviriyorlar.
Allah’ın astlarından kıyâmet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kimse olamaz. Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışlarından habersizler de. İnsanlar bir araya toplandığı zaman da taptıkları kimseler kendilerine düşmanlar olacaklar. Ve onların kendilerine tapmalarını kabul etmeyeceklerdir.
Allah bildiğimiz birçok memleketi; medeniyeti değişime/ yıkıma uğrattı. Âyetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladı. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır/ uydurmakta oldukları şeydir.
Sarhoşluk ve bilinçsizlik içindeki “Din Günü ne zaman?” diyen o aşırı yalancılar kesin mahvolacak.
O gün, inatçı inkârcıların ateşte/cehennemde akılları başlarına gelecektir ve kendilerine: “Tadın ateşte kendi eriyişinizi! İşte bu, sizin kendisini acele istediğiniz şeydir!” denilecektir.
Hiç tereddütsüz, kesin inanacaklar için, yeryüzünde ve kendi içinizde nice alâmetler/göstergeler bulunmaktadır.
Geçmişte herhangi bir elçi gelince, onun hakkında da kesinlikle onlar: “Bir sihirbazdır!” veya “Bir gizli güçlerce desteklenen/ deli birisidir!” derlerdi. Son peygambere de sanki şartmış gibi aynı şekilde davrandılar. Onlar hep azgın toplumlardı.
Allah, bilinen ve bilinmeyen, gelmiş geçmiş herkesi yalnızca, Kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. Allah onlardan herhangi bir rızık istemiyor. Allah, onların Kendisini yedirmelerini de istemiyor.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kişilerin halleri kendilerine vaat edilen günlerinden dolayı perişan olacaktır.
Kuşatan; kıyamet günü mutlaka gelecektir. Kimi kişiler, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, aşağılığa düşmüştür, onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.
Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.
Yeniden dirilmeye inanmayanlar, develere/ yağmur yüklü bulutlara bakmalıdır; onlar nasıl yaratılmış?
Gökyüzüne bakmalılar; o nasıl yükseltilmiş?
Dağlara bakmalılar; onlar nasıl dikilmiş?
Yeryüzüne bakmalılar; o nasıl yayılmış?
Çok çok dikkatli olmalı; kim yüz çevirir ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örterse, artık Allah, ona en büyük azap ile azap edecek. Onların dönüşleri yalnızca Allah’adır. Sonra, onların hesabı da yalnızca Allah’ın üzerinedir.
Allah, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacaktır. Kimse, malına mülküne güvenip şımarmamalıdır. Geleceğin ve olacağın Allah’ın kudretinde olduğunu iyi bilmelidir. Kehf/32-49. ayetlerdeki örnek verilen iki kişinin durumu dikkatlice öğrenilmelidir.
Egemenlik/ yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik ancak hak olan Allah’a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olandır.
İnsanların çoğu, hemen cezalandırılmadıkları için iman etmiyor, kuşku duyuyor.
Rabbimiz Allah’ın âyetleriyle öğüt verilip/hatırlatma yapılıp da onlardan mesafe koyup uzaklaşan ve iki elinin önden gönderdiklerini/ yaptıklarını unutan [terk eden, dikkate almayan] kimseden daha yanlış iş yapan kimse olamaz.
Allah onların kalpleri üzerine, Kur’ân’ı iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da ağırlık oluşturdu. Onları doğru yola çağırılsa da, onlar bu durumda asla kılavuzlandıkları doğru yola girmezler.
Allah’ın emri kesinlikle gelecek. Artık o acele edip istenmemelidir. Allah, cahillerin ortak koştukları şeylerden arınıktır ve yücedir.
Allah, insanlar için gökten bir su indirdi. İçecekleri ondandır. Hayvanların otlatıldığı ağaçlar-bitkiler de ondandır. Allah, su ile insanlar için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve tüm meyvelerden bitiriyor. Şüphesiz bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için kesinlikle birer alâmet/gösterge vardır.
Allah, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı insanların emrine verdi/ insanların yararlanacağı özelliklerde yarattı. Bütün yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır.
Yeryüzünde insanlar için renklerini değişik olarak yarattığı şeyleri de insanların hizmetinize sunmuştur. Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.
Allah, denizden taze et yenilsin ve ondan takınılan süs eşyasını çıkarılsın diye armağanlarından rızık aransın diye ve verilen nimetlerin karşılığını ödensin diye denizi insanların emrine vermiştir. –Gemilerin denizde suyu yararak gittikleri herkesçe görülüp durmaktadır.–
Allah, insanlara sofra olması için yeryüzünün içinde sabit-sağlam dağlar, ırmaklar ve insanlar kılavuzlandıkları doğru yolu bulsunlar diye yollar ve daha nice âlametler bıraktı. Ve Onlar yıldızlarla/ Kur’ân âyetleri öbekleriyle yollarını bulurlar.
Kesinlikle yaratan/Allah, yaratmayan sözde ilâhlar gibi olmaz. İyi düşünülmelidir.
Allah, kulların gizlediğini ve açıkladığını bilir.
Allah’ın astlarından, onların yakardıkları şeyler herhangi bir şey yaratamazlar, kendileri yaratılmışlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de tam bilemezler.
İnsanların ilâhı tek bir ilâhtır. Artık âhirete inanmayan kimseler; onların kalpleri, Allah’ın ilahlığını, Rabliğini tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük olduğuna inanan kimselerdir. Allah’ın, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bildiğine hiç şüphe yoktur. Şüphesiz Allah, kendilerinin büyük olduğuna inananları sevmez.
Allah, her ümmete, “Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi gönderdi. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşılsın da bakılsın bakalım yalanlayanların sonu nasıl olmuş?
Sinsice kötülükleri plânlayanlar, Allah’ın kendilerini yere batırmayacağından,
bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden,
onlar dolaşıp dururlarken Allah’ın, kendilerini yakalayıvermesinden,
kendilerini azar azar/korku içinde yakalamasından kesinlikle emin değildirler.
Kimse Allah’ı aciz bırakamaz; yapmak istediğine engel olamaz.
İnançsızlar, gece-gündüzün, gölgelerin oluşumu-değişimini, mevsimlerin oluşumunu iyi düşünmeliler.
Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler de yalnız Allah’ındır. Din de daima O’nundur. Böyle iken, insanlar Allah’tan başkasına kendilerini koruma altına aldırtmaya çalışırlar.
Dünyadan yararlanmak geçici bir durumdur. Sonunda herkes sorgulanacaktır.
Ortak koşanlar, kendilerine rızık olarak Allah’ın verdiği şeylerden bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. Bu kimseler uydura geldikleri bu şeylerden kesinlikle sorgulanacaklardır.
Âhirete iman etmeyen kimseler için kötülüğün aynısı vardır. En yüce örnek ise, Allah’ındır. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Allah gökten bir su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir toplum için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.
Allah’ın her ümmetten bir şâhit getireceği gün, artık Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyenlere izin verilmez. Onlardan özür dilemeleri de istenmez.
Allah kıyamet günü, her ümmet içinde, kendilerinden kendi aleyhlerine bir şâhit gönderecektir. Elçisi Muhammedi de onların üzerine şâhit getirecektir.
Yalanı, yalnızca Allah’ın âyetlerine inanmayan kimseler uydurur. Onlar yalancıların ta kendileridir.
Allah bir kenti misal olarak verdi: Bu kent, güvenli, huzurlu idi ve oraya her bir yerden rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki, onlar Allah’ın nimetlerine karşı iyilikbilmezlik ettiler. Allah da onlara, yapıp ürettikleri şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/felâketini tattırıverdi. Onlara içlerinden bir elçi gelmişti de onu yalanladılar. Bunun üzerine, onlar şirk koşarak yanlış iş yaparlarken azap onları yakalayıverdi. Burada konu edilen kent, 58/34, Sebe/5-21′de (223. necm) konu edilen Sebe olmalıdır.
Kimse Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” dememelidir. Haramı, helali ancak Allah belirler. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.
Allah dilerse bu günkü insanları giderir ve yepyeni bir halk getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir.
Toplumlarda Allah’ın nimetlerini iyilikbilmezliğe değiştiren ve toplumlarını değişime/yıkıma uğrama yurduna/cehenneme sokanlar vardır; bunlara karşı duyarlı olunmalıdır. Onlar, cehenneme girecekler. O ne kötü bir karargâhtır!
Nankörler, Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler oluşturdular. Bunlara: “Yararlanınız, artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir.” diye uyarı yapılmalıdır.
Allah Kendisinden, insanların istediği her şeyden kendilerine verdi. Allah’ın nimeti sayılmak istense de sayılamaz! Şüphesiz insan kesinlikle çok yanlış iş yapan, çok iyilik bilmez biridir.
Sakın, Allah’ın elçilerine olan vaadinden cayacağı sanılmasın. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir.
İnsanlar için hesapları yaklaştı. Aldırmazlık içinde olmayıp âhirete hazırlanmak; Allah’tan gelen öğüdü dikkate almak gerekir.
Allah göğü, yeryüzünü ve aralarındaki şeyleri, oyun osun diye yaratmamıştır. Eğer Allah, bir eğlence edinmek isteseydi, elbette onu Kendi katından edinirdi.
Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Ve eritip saflaştırmak üzere, bizi Allah, şer ve hayır ile sınar. Ve insanlar yalnız Allah’a döndürülecektir.
İnsan çok aceleci özellikle yaratılmıştır. Allah yakında herkese alâmetlerini gösterecektir. Allah’tan acele istemenin anlamı ve gereği yoktur.
İnkâr eden kişiler, her zaman “Eğer doğrular iseniz, bu vaat ne zamandır?” derler. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan bu kişiler ateşi yüzlerinden ve sırtlarından men edemeyecekleri ve kesinlikle yardım da olunmayacakları zamanı bir bilseler! Aslında bu azap, onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık onu geri çevirmeye güçleri yetmeyecek ve onlara süre tanınmayacak.
Rasülüllah’tan önce birçok elçiyle alay edildi. Ama içlerinden alay edenleri, o alay ettikleri şey kuşatıverdi.
İnsan düşünmeli; “Geceleyin ve gündüzün sizi Rahman’dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’tan] kim koruyabilir?” Aslında inkârcılar, Rablerinin anılmasından, öğüdünden yüz çevriliyorlar.
Allah, kâfirleri ve atalarını kendilerine ömür uzun gelinceye dek yararlandırdı.
Herkes iyi düşünmeli: Allah’ın yeryüzüne gelip onu etrafından eksilttiğini, adım adım kıyametin yaklaştığını görmüyorlar mı? O hâlde üstün gelen onlar mıdır, yoksa Allah mıdır?
Uyarıldıkları zaman sağırlar, çağrıya kulak vermezler.
Allah’ın azabından bir esinti suçlulara dokununca, kesinlikle ‘Eyvah bizlere! Şüphesiz biz yanlış yapanlarmışız’ diyeceklerdir. Ama iş işten geçmiş olacaktır.
Allah kıyâmet günü için “hak edilen pay terazileri” koyar; hiçbir kimse, hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmaz. O şey bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, Allah, onu getirir. Hesap görücü olarak Allah yeter.
Gidilecek tek yol vardır; o da tevhid yoludur. Allah, tüm insanların Rabbidir. O hâlde O’na kulluk edilmelidir. Hâlbuki ortak koşanlar, işlerini aralarında paramparça ettiler. Hepsi yalnızca Allah’a dönecektir.
Değişime /yıkıma uğratılmış bir kent üzerine yasak konmuştur: “Şüphesiz bunlar, dönmeyecekler!
Her toplum, akıncılar ve komutanı karşısında direnemez.
Gerçek vaat yaklaştığı zaman Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından reddetmiş olan kişilerin gözleri dönüverir: “Eyvah bizlere! Kesinlikle biz bundan bilgisizlik/duyarsızlık içindeydik. Aslında biz yanlış iş yapan kimseler idik.” diye feryat edecekler. Ama işe yaramayacaktır.
Elçinin toplumundan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabullenmemiş, âhirete ulaşmayı yalanlamış ve şu basit dünya yaşamında Allah’ın, kendilerine refah verdiği kodaman kişiler: “Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir, sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor. Ve eğer, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, şüphesiz o zaman siz, kesinlikle ziyan edenlersiniz. Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey, hiç olmayacak bir şeydir! Sadece basit dünya hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz. Elçi, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir adamdır ve biz o’na inanmıyoruz” dediler.
Elçi: “Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.
Allah: “Çok az bir zaman sonra onlar kesinlikle pişman olacaklar!” dedi.
Sonra da çığlık onları hak ile yakalayıverdi. Böylece Allah, kendilerini süprüntü yaptı. Artık uzaklık, şirk koşarak yanlış iş yapanlar topluluğunadır.
Sonra Allah onların ardından başka nesiller var etti.
Hiçbir önderli toplum, kendi ecelini öne alamaz, erteleyemez de.
Allah, birbiri ardından elçiler gönderdi. Her ne zaman bir ümmete elçileri geldi, onlar bu elçiyi yalanladılar da Allah, onların bir kısmını bir kısmına izlettirdi ve onları öyküler yaptı. –Artık iman etmeyen toplum için uzaklık; canı cehenneme!–
Allah, insanlar için duymayı, gözleri ve kalpleri yaratandır. İnsanların kendilerine verilen nimetlerin karşılığını tastamam ödemeleri gerekir.
Allah, insanları yeryüzünde yaratıp türetendir. Ve sadece O’na toplanılacaktır.
Allah, diriltir ve öldürür. Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi de yalnızca O’nun içindir. Artık insanların akıllarını kullanması gerekmektedir.
İnsanlar, Allah’ın kendilerini boş yere yarattığını ve kendilerinin O’na döndürülmeyeceklerini sanmasınlar.
Her kim, hiçbir delili olmadığı hâlde, Allah ile birlikte diğer bir ilâha yakarırsa, bilsin ki o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından reddetmiş olanlar, durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar.
Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı evrede yaratmış ve de en büyük taht üzerinde egemenlik kurmuştur. O’nun astlarından insanlara bir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın ve bir destekçi, iltimasçı yoktur. Hâlâ düşünüp ibret alınmayacak mı?
İnsanlara ölümle görevlendirilmiş görevli güç, onları vefat ettirecek; onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattıracak, sonra Rablerine döndürülecekler.
Eğer Allah dileseydi her kişiye doğru yolu verirdi. Velâkin Kendisinden: “Bütün bilinen, bilinmeyen, geçmişten, gelecekten herkesten cehennemi elbette tamamen dolduracağım” sözü hak olmuştur. Onun için inkârcılara “Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/ terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz cezalandırdık sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!” denilecektir.
Kişi akıllı ve uyanık olmalıdır; kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor!
Allah’ın âyetleriyle kendisi öğütlendirilen, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha yanlış iş yapan kimse bulunmaz. Allah, günahkârları yakalayıp cezalandırarak kesinlikle adaleti sağlar.
Yurtlarında gezip dolaşmakta oldukları kendilerinden önceki nice kuşakları Allah’ın değişime/yıkıma uğratmış olması herkesin aklını başına getirtmeli, onlara kılavuz olmalıdır. Şüphesiz bunda nice alâmetler/göstergeler vardır. Hâlâ kulak verilmeyecek mi?
Allah’ın kır-kurak yere suyu salıverip de onunla hayvanların ve kendilerinin yediği bir ekin çıkarmasını da iyi gözlemlemek gerekir.
Tûr’un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah’ın indirdiği tüm kitaplar,
Allah’ın ma‘mur evi; Ka‘be’yi, Fil ashâbı’na yıktırmayışı,
Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları,
Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması,
Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması göz önüne alınınca Rabbimiz Allah’ın azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak birileri de yoktur.
İnsanlar düşünmelidirler: Hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcılardır? Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi yarattılar? Aslında, onlar kesin bilgi sahibi değildirler. Yoksa Allah’ın hazineleri kendilerinin yanında mıdır? Yahut kendileri egemenlik süren midir? Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsinler.
Mü’minler uyarı ve öğüt için ücret istemedikleri halde, onlar, borçtan dolayı ağır bir yük altına girecek gibi kaçıyorlar.
Sanki görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyor. Sinsi bir plân yapmak istiyorlar. Fakat Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna düşerler, bilmelidirler. Onlar için Allah’tan başka bir ilâh varmış gibi davranıyorlar. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış bulutlardır” derler. Böyleleri, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırakılmalıdır. O gün sinsi plânları, kendilerine hiçbir şekilde yarar sağlamaz ve onlara yardım olunmaz. Evet, şüphesiz şirk koşarak yanlış yapan kimselere, bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyor.
Söz ister gizlensin, ister açığa vurulsun; şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü en iyi bilendir. Yaratan bilmez mi/ O, yarattığını bilmez mi? Ve Yaratan, çokça lütfeden, gizlileri bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da iyi bilendir.
Yüceler yücesi olan Allah’ın insanları yere batırmasından, üzerlerine taş yağdıran kasırga göndermesinden hiç kimse güvende değildir. Aniden yeryüzü çalkalanıvermiştir. Allah’ın uyarılarına dikkat etmelidir.
Allah, insanları yaratmış, onlara kulak, gözler ve gönüller oluşturmuştur. İnsanlar sahip oldukları nimetlerin karşılığını bol bol ödemelidir.
Allah, insanları yeryüzünde dağıtıp yaydı ve insanlar O’na toplanıp götürülecektir.
Kıyameti- ölümü yakınlaşmış görünce, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimselerin yüzleri kötüleşecek ve onlara: “İşte bu, çağırıp durduğunuz şeydir!” denilecektir.
Kıyamet mutlaka gerçekleşecektir; Sûr’a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay; kıyamet” olmuş bitmiş olacaktır. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
Kıyamet günü insanlar genişçe yayılacak, insanların hiçbir gizli şeyi gizli kalmayacaktır.
Kimine amel defteri sağından verilecek, ameli defterini gören bu imanlı kişi:
“Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” diyecektir. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. Bunlara Allah: Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!buyuracak ve onları böylece onurlandıracaktır.
Allah kesinlikle insanlardan, yalanlayanların varlığını biliyor.
Bazı şaşkınlar, “yükselme zamanları” sahibi Allah’tan, kendisini savacak kimsenin olmadığı; engellenemeyen, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından kabullenmeyen kimselere özgü kaçınılmaz azabı istemektedirler.
İyi bilinmeli ki haberci âyetler ve vahiy, elli bin yıllık bir zaman diliminde Allah’a yükselir/yeryüzünden çekilir.
Allah, olacak azabı çok yakın görürken, bazı şaşkınlar, onu çok uzak görüyorlar. O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir samimi dost bir samimi dosta sormaz, ondan bir şey isteyemez.
Akrabalar, birbirleriyle buluşturulduklarında suçlu olan, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye/kurtulmalık versin sonra da kendini kurtarabilsin ister. Kesinlikle o suçlunun düşündüğü gibi olmayacak!
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Allah, onları bildikleri şeyden yarattı.
Allah’ın evreni yaratışı ve işletişi kanıttır ki, Allah, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirendir. Ve Allah, önüne geçilen biri değildir.
İndirilmiş âyetler ve vahiy, tanık olarak saf saf dikildikleri gün, Allah’ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o izin verilen, doğruyu söyler: “İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.” O gün, kişi iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakacak/yaptıklarıyla yüz yüze gelecek ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından reddeden kişi: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım” diyecektir.
Saygıyla, sevgiyle ürperti duyan gerçek mü’minler,
evrendeki çekim kuvvetini, evrendeki itme kuvvetini,
yıldızları; galaksileri; Güneş, Ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesini, bu sayede gece, gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşmasını,
tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanmasını dikkate almalı ve “o gün kişi, iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakıp/yaptıklarıyla yüz yüze gelmeli; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kişi, ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım’ diyerek pişman olmamalıdır.
Saygıyla, sevgiyle ürperti duyan gerçek mü’minler,
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan,
mü’minlere hem kolay, hem de kolaylaştıran, onlara müjdeler veren, onların mutlu olmalarını sağlayan,
elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirleri, yasakları olan; ilkeler koyan Kur’ân âyetlerini dikkate almalı ve “o gün kişi, iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakıp/yaptıklarıyla yüz yüze gelmeli; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kişi, ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım’ diyerek pişman olmamalıdır.
Azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimsenin varacağı yer, şüphesiz cahîm/cehennemdir.
Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden kimsenin varacağı, barınak olarak kullanacağı yer, cennettir.
Ancak kıyâmetin kopuş zamanına, saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kişiler uyarılırlar, diğerleri uyarılmazlar. Ama onlar onu görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler. Yani kıyamet geldi gelecek durumdadır.
Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman; her kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenecektir.
İnsan! Üstün kerem sahibi olan, seni yaratan, sonra da sana bir düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı kendini aldatan şeyin ne olduğunu iyi düşünmelidir?
İnsan aklını başına almalıdır; herkesin üzerinde, yaptığı şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar vardır. Ahireti yalanlamak akıllı insan işi değildir.
Din Günü, kimsenin kimseye efendilik yapamadığı, göğün yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; buyruğun sadece Allah’a ait olduğu gündür.
Her insan! Rabbine doğru koştukça koşan biridir. Sonunda da O’na kavuşacaktır.
İnsan, ister farkında olsun isterse fardında olmasın hayatından her geçen gün Rabbine doğru yaklaşmaktadır. İnsan en sonunda hesap vermek üzere Allah’a kavuşur.
O şafak, gece ve içinde barındırdığı şeyler derlendiği zaman o ay kanıttır ki, insanlar kesinlikle hâlden hâle geçmektedir; sürekli değişecek, asla yok olup gitmeyeceklerdir.
İnsanlar iyi düşünürlerse, Allah’ın göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yarattığını göreceklerdir. Ama insanlardan çoğu, işlerine gelmediğinden Rablerine kavuşmayı kesinlikle örter/ inanmaz.
İnsanlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmalıdırlar: Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu şimdikilerin imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara haksızlık etmedi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmekteydiler.
Sonra Allah’ın âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladıkları için, kötülük eden o kimselerin âkıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.
Allah, yaratmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder, bozar, yok eder. Sonra da insanlar O’na döndürülür. Saat’in dikildiği gün de suçlular, ümidi keserler. Onlar için ortak koştuklarından, şefaat; yardım, kayırma yapacaklar da bulunmaz. Ve onlar, ortak koştuklarını kabul etmezler. Ve Saat’in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar.
İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara Kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir grup, Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere iyilikbilmezlik etmek için Rablerinin ortakları olduğunu kabul ederler. –Haydi, yararlanın bakalım! Yakında bileceksiniz.–
İnsanlar bunu niye yapar! Yoksa Allah, onlara bir delil indirmiş de o delil, onların Allah’a ortak koştukları şeyleri mi söylüyor?
Allah insanlara bir rahmet tattırdığı zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler.
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıkarılır.
Yeryüzünde gezilip de bundan öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş bir bakılmalıdır. Görülecektir ki onların çoğu ortak koşanlar idiler. Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzler dosdoğru/koruyan dine çevrilmelidir. O gün onlar, Allah’ın, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere armağanlarından karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini inadından kabul etmeyenleri sevmez. Kim Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından kabul etmezse, artık bu örtüşü/ inanmayışı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek/ rahat bir yer hazırlamış olurlar.
Allah, insanlar için bu Kur’ân’da tüm örneklerden kesinlikle örnekler getirdi. Buna rağmen, onlara bir âyet getirilse Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından reddetmiş olan o kimseler: “Siz, sadece, bâtıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyerek dikkate almazlar. İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur.
İnsanlar, denenmeden, “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini sanmamalıdır. Allah, öncekileri de saflaştırılmaları için ateşlere/ sıkıntılara sokmuştu. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da kesinlikle bildirecektir; herkese tanıtacaktır.
Kötülük yapanlar, Allah’ı öne geçebileceklerini/ Allah’tan kaçabileceklerini sanmamalıdır. İlke olarak benimsedikleri şey, ne kötüdür!
İnsanlar için dünya hayatı; doğumdan ölüme kadar sınavdır, denenmedir. Allah, insanlardan sözlü beyan almak isteseydi, onların “İman ettik” demelerini elbette kabul ederdi. Allah, önceki nesilleri çeşitli sebeplerle deneyerek sıkıntılara soktu da onları saflaştırdı, imanlarını arı-duru hale getirdi. İnsan kendisinin denenmeden, sıkıntılara uğramadan ödül kazanamayacağını bilmelidir. Allah adalet sahibidir.
Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, hiç şüphesiz ki Allah’ın belirlediği zaman kesinlikle gelicidir. Ve O, en iyi duyandır, en iyi bilendir. Ve kim gayret gösterirse, ancak kendisi için gayret gösterir. Şüphesiz Allah, kesinlikle âlemlerden zengindir.
İnsanlardan kimi de vardır ki, ‘Allah’a inandık’ der, sonra da Allah uğrunda eziyet olunduğu zaman, insanların verdiği sıkıntıyı Allah’ın azabı gibi tutar. Ve eğer Rabbinden bir yardım gelecek olsa, kesinlikle, ‘Şüphesiz biz sizinle beraber idik’ diyeceklerdir. Hâlbuki Allah, onların göğüslerindekileri en iyi bilendir.
İnsanların içinden bir grup; ‘Allah’a inandık’ diye demelerine rağmen, Allah yolunda bir sıkıntıya uğradıklarında inançlarını terk ederler çünkü bunu Allah’tan gelen azap olarak nitelerler. Ancak, Rabbinden bir yardım, bir iyilik gelse o zaman onlar mü’minlerle birlikte hareket ettiklerini söylerler. Allah o ikiyüzlülerin niyetlerini, göğüslerinde sakladıklarını en iyi bilendir.
Allah’ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın edinenlerin durumu, ev edinen dişi örümceğin durumu gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü de kesinlikle dişi örümcek evidir. Keşke onlar, bilselerdi.
Şüphesiz Allah, onların, Kendisinin astlarından hangi şeye yalvardıklarını bilir. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır.
Allah, bu örnekleri insanlara veriyor. Onlara da bilginlerden başkası akıl erdiremez. Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir alâmet/ gösterge vardır.
Bu iğreti dünya yaşamı, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke herkes bunu bilmiş olsa!
Nankör Mekkelilere şu mesaj gönderilmiştir: “Yoksa kıyılarında insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen Mekke’yi, güvenli, dokunulmaz yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ bâtıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nimetine iyilikbilmezlik mi ediyorlar?”
Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine geldiğinde, hakkı yalanlayandan daha yanlış iş yapan kim olabilir? Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inatlarından reddeden için cehennemde hep yer vardır.
İnsanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebaz, kendilerini aldatırlar, kendilerine yazık ederler. Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini, yaptıklarının hesabını vereceklerini bilmiyorlar mı?
Kıyamet gününde inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen bu kimseler işleyip durduklarının cezasını buldular mı?” diye bakarak, bu inkârcılara gülecek.
Allah bir sivrisineği, hatta daha daha küçük olan bir şeyi örnek vermekten çekinmez. İman eden kimseler bilirler ki, şüphesiz Allah’ın basit şeyleri bile örnek vermesi, haktır, Rablerindendir. Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için kabullenmemiş olan o kimseler de artık, “Allah böyle bir örnek ile ne demek istedi?” derler. Allah, verdiği örneklerle birçoklarını şaşırtır, onunla birçoklarını kılavuzlar. Allah, onunla sadece, söz verip antlaştıktan sonra Allah’a verdikleri sözü bozan, Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi; iman-amel ayrılmazlığını bozan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan hak yoldan çıkmış kimseleri şaşırtır. İşte bunlar, zarara uğrayanların ta kendileridir.
Allah’ın ilâhlığını, rabliğini kimse örtemez, inkâr edemez. İyi düşünülmesi gerekir: İnsanlar ölü idi de kendilerine Allah hayat verdi. Sonra O, insanları yine öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüp hesap soracaktır.
İnsan sadece Allah’tan korkmalı, sadece Allah’a kulluk etmelidir.
İnsanlar, özellikle de İsrailoğulları kendileriyle beraber olan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak, Allah’ın indirdiği Kur’ân’a iman etmeli, onun hak kitap olduğunu örtenlerin ilki olmamalıdır.
İnsanlar Allah’ın ayetlerini herhangi bir bedelle satmamalı ve sadece Allah’ın koruması altına girmelidir.
İnsanlar bile bile hakkı batıla karıştırmamalı, hakkı gizlememelidir.
İnsanlar, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu nimeti ve Allah’ın kendilerini başkalarına fazlalıklı kıldığını unutmamalıdır.
İnsanlar, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah’ın koruması altına girmelidir.
Allah’tan gelen mesajlar değiştirilmeden uygulanmalıdır. Allah’tan gelen mesajları değiştirenler mutlaka cezalandırılırlar. Bunun örneği Bakara/ 58, 59’da görülebilir.
İnsan dünya nimetleri için din ve imanını satmamalı, gerekirse az ile yetinmelidir. Dinini dünya için satanlar, Allah tarafından dünyada maymun gibi maskaralaştırılır ahirette de mutlaka cezaya çarpıtılırlar. Örneği İsrailoğullarını konu eden Bakara/61-66’dan öğrenilebilir.
Kendi elleriyle kitap yazıp da sonra biraz paraya satmak için, “Bu, Allah katındandır” deyip menfaat elde eden sahtekârlar; toplumu Allah ile aldatanlar, kendilerine yazık ederler.
İmanlı adam kitabın bir bölümüne inanıp bir bölümüne inanmazlık etmez. Kitabın tümünü hayatına uygular. Aksi davrananların alacağı karşılık dünya hayatında rezillik rüsvalık vardır. Bu tipler kıyamet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, insanların yaptıklarından bilgisiz, duyarsız değildir.
Kitabın bir bölümüne inanıp bir bölümüne inanmayanlar, ahret karşılığında basit dünya yaşamını satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar.
Onların, kendilerini karşılığında sattıkları şey, Allah’ın kullarından dilediğine Kendi armağanlarından indirmesini kıskanarak, Allah’ın indirdiği şeyleri örtbas etmeleri ne çirkindir! İşte bu yüzden gazap üstüne gazaba uğrayacaklar küçültücü azap da yalnızca gerçekleri örtenler için olacaktır.
Onlara, “Allah’ın indirdiğine iman edin” denildiği zaman; onlar, “Biz, kendimize indirilene iman ederiz” derler. Ve onlar, Allah’ın indirdiği, kendilerinin beraberindeki olan şeyi doğrulayan bir hak olmasına rağmen, kendilerine indirilenlerden ötesini örtüp atıyorlar. O anlayışta olanlar, daha evvel kendilerine gönderilmiş Allah’ın peygamberlerini öldürmüşlerdi. Bu anlayışta olanlar her zaman hakkı tebliğ edenleri öldürme girişiminde bulunabilirler. Dikkatli olunması gerekir.
Mü’minlerin Kur’an ile daveti karşısında inkârcıların mazeretleri, “Biz, kendimize indirilene iman ederiz” demeleridir. Halbuki kendilerine gelen Kur’an, Tevrat’ı doğrulayan, kendi adları gibi bildikleri Allah’ın indirdiği vahyidir. Bununla da yetinmeyip daha önce de elçilerini öldürmüşlerdir. Bunlar samimi olsalardı kendilerine daha önce gelen elçileri öldürürler miydi? Sırf çıkarları yüzünden kendilerine gelen vahyi inkâr ederek, karşılığında sonsuz azabı hak etmişlerdir.
Allah yanında ‘son yurt’ başkalarının değil de yalnızca kendilerinin olduğunu iddia eden soytarılar, eğer doğrulardan iseler haydi hemen ölümü temenni etsinler. Ama elleriyle işledikleri günahlar yüzünden ölümü sonsuz olarak temenni etmezler. Allah ise kendi benliklerine haksızlık eden o kimseleri çok iyi bilendir.
Allah, onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattı, onlar da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan “Söz () inkârcılarla cehennemin doldurulacağı kuralı” onların üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler.
Mekkeli inkârcılardan evvel de Nûh toplumu ve onlardan sonraki birtakım karşıt grup yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için girişimde bulundu; onunla hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ettiler. Ama Allah, onları yakalayıverdi. Allah’ın azabının nasıl gerçekleştiği her zaman öğrenilebilir. Ve işte böylece Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan o kimseler üzerine Rabbinin “Şüphesiz onlar ateşin ashâbıdır” sözü hak oldu.
Göklerin ve yerin egemenliğinin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve insanlar için Allah’ın astlarından bir yakın ve bir yardımcı olmadığı, olmayacağını herkes iyi bilmeli ve ona göre hareket etmelidir.
Her kim imanı, küfürle değiştirirse, artık o, düz yolun ortasını kaybetmiş olur.
Eğer bir mümin, bilgiden kendisine ulaşan şeyden sonra Yahudi ve Hıristiyanların boş ve iğreti arzularına uyarsa, onun için Allah katından herhangi bir yakın olmaz, herhangi bir yardımcı da olmaz.
Tüm insanlar Allah’ın kendilerine ihsan ettiği nimetleri ve kendilerini âlemlere; diğer varlıklara fazlalıklı kıldığını hiç hatırdan çıkarmamalıdır.
Herkes, akıllı davranıp, kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden kurtulmalık kabul edilmeyeceği, yardımın, iltimasın hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve suçluların yardım olunmadığı güne karşı Allah’ın koruması altına girmelidir.
Eğer müminler, kendilerine gelen bunca bilgiden sonra, Yahudi ve Hıristiyanların boş, iğreti arzularına uyacak olurlarsa, o zaman hiç şüphesiz onlar, kendi benliğine haksızlık eden kimselerden olurlar.
Allah’a, verdiği nimetlerin karşılığı ödenmelidir, Allah’a iyilikbilmezlik edilmemelidir/ verdiği nimetler görmemezlikten gelinmemelidir.
Şeytan insana yalnızca kötülüğü, aşırılığı; çirkinliği-hayâsızlığı ve Allah üzerine insanın bilmediği şeyleri söylemesini emreder.
Yobazlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiği vakit, ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bilmez bulmaz olmasına rağmen, “Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” derler.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için reddetmiş olan kişilerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyen şeylere çoban haykırışı/ karga haykırışı yapan kimsenin hâli gibidir; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden onlar akıl da etmezler.
Hayatta yanlış yol, yanlış ilke benimsenmemelidir. Hayattaki doğru ilke Allah’ın koyduğu ilkelerdir. Allah’ın koyduğu ilkelerin dışında ilke kabul etmek insanı karanlığa götürmeye mahkumdur! Allah’tan başka doğruyu kim gösterebilir?
Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için reddetmiş kimselerin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennemlik kimselerdir. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, şımaran birisi Rabbi hakkında İbrahim’le tartışmıştır. İbrahim, “Benim Rabbim dirilten ve öldürendir” demişti. O, “Ben diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim, “Öyleyse, şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmedi diye reddeden kişi şaşırıp kaldı. –Ve Allah kendi benliklerine haksızlık edenler toplumuna doğru yolu göstermez.–
Kur’an’da İbrahim ile hükümdar arasındaki ibretlik kıssa okunmalıdır.
Şeytan, insanları fakirlikle korkutur ve insanlara çirkinliği-hayâsızlığı emreder. Allah ise, size Kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaat eder. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti sonsuz geniş olandır, en iyi bilendir.
Allah’a ve elçisine karşı gelenler, Allah tarafından, hem dünyada hem ahrette çok çetin ile cezalandırılırlar.
Allah, sonuçlandırması/ cezalandırması pek şiddetli olandır. Ve her kim Allah’a işin sonucunu havale ederse bilsin ki şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Ölüm anında görevli güçler, kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatacaklardır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için reddetmiş kimseler, kendilerinin öne geçtiklerini, başlarına gelecekleri engelleyebileceklerini de sanmasınlar. Şüphesiz onlar aciz bırakamazlar.
Allah’tan bir yazı olmasa idi, kesinlikle aldığınız şeylerden dolayı müminlere büyük bir azap dokunurdu.
Şüphesiz Allah, yeryüzünde ve gökte hiçbir şey Kendisine gizli kalmayandır.
Bedir savaşından ders alınmalıdır: “Karşılaşan iki birlikte müminler için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardı. Birliğin biri, Allah yolunda savaşıyordu; diğeri de Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten/inanmayandı. Onları, göz görüşüyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Ve Allah, dilediğini yardımıyla güçlendirir. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için kesinlikle bir ibret vardır.”
Şüphesiz Allah’ın ayetlerini örtbas eden, haksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler, acıklı bir azapla cezalandırılacaklar. İşte bunlar, dünyada ve ahrette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur.
Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olan kimseler, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafeleşerek geri duruyorlar. Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır?
Göğüslerdeki şeyler gizlense de, açığa vurulsa da Allah onu bilir. Ve Allah, göklerde olan şeyleri ve yerde olan şeyleri bilir. Ve Allah, her şeye gücü yetendir.
Kıyamet günü her kişi, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri hazırlanmış bulur. Kendisi ile yaptığı kötülükler arasında şüphesiz çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi Kendisinden sakındırıyor. Şüphesiz Allah, kullarına çok şefkatlidir.
Allah’ı sevdiğini iddia edenler Resülüllah’a uymalıdır; onun yaptığını yapmalıdır ki, Allah onları sevsin ve günahlarını bağışlasın. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
Herkes Allah’a ve elçiye itaat etmelidir. Yüz çevirenler bilmelidir ki, Allah, Kendisinin ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için reddetmiş olan kimseleri sevmez.
Şüphesiz Allah’ın ahdini/Allah’a verdikleri sözleri ve yeminlerini az bir paraya satan kimseler, ahrette kendilerine hiçbir pay olmayanlardır. Ve Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Çok acıklı azap da onlar içindir.
Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, insanlar onu kitaptan sansınlar diye, dillerini kitaba doğru eğip büken bir güruh vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah’a karşı yalan da söylerler.
Allah insanlara, doğal güçleri ve peygamberleri Rabler edinmelerini emretmez. İnsanlar Müslüman olduktan sonra, insanlara Kendisinin ilâhlığını, rabliğini inkâr etmeyi emreder mi?
Allah, peygamberlerden: “Andolsun ki size kitaptan ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden verdim, sonra yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde ona kesinlikle inanacak ve ona yardım edeceksiniz!” sağlam sözünü almıştır. Allah, “Bunu ikrar edip de kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı/ verdiğiniz sözü kesinlikle yerine getirecek misiniz?” demiş; onlar: “İkrar ettik” demişlerdir. Allah: “Öyleyse şahit olun, Ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demiştir. Artık bundan sonra her kim dönerse, artık işte onlar hak yoldan çıkanların ta kendileridir
Akıllı kimseler İslamlaşmak zorundadırlar. Herkes de Allah’a döneceğini bilir. Bu durumda Allah’ın dininden başka bir dine uymak saçmalık olur.
Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve İslâm’dan başka din arayan kimse, ahrette zarar edenlerden olacaktır.
İmanlarının arkasından, Allah’ın ilâhlığını, rabliğini örten, sonra da gerçeği örtme işini artırmış olan kimseler; onların hatalardan dönüşleri asla kabul olunmayacaktır. Ve işte onlar sapıkların ta kendileridir.
Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için reddetmiş ve bu durumda oldukları hâlde de ölen kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmez. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur.
Tevrat indirilmeden önce, Yakup’un kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğulları için helal idi. Aksini savunanlar eğer doğru kimseler iseler, hemen Tevrat’ı getirip de onu okusunlar. Artık kim bundan sonra Allah’a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar yanlış yapanların ta kendileridir.
Müminler, kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat ederse, imanlarından sonra onları dinlerinden döndürürler.
Allah, ya suçluların tövbesini kabul eder yahut onlara azap eder. Artık, şüphesiz onlar yanlış yapanlardır.
Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Daha önce uygulamalar gelip geçti. Tarihi belgelerden kalıntılardan; yeryüzünde gezilerle yalanlayıcıların akıbetinin nasıl olduğu araştırılmalıdır.
Allah, insanlardan çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete girileceği sanılmamalıdır.
İnsan her zaman ölümle karşı karşıyadır.
Allah, “Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz” diyen kimseleri, peygamberleri haksız yere öldürenleri mutlaka cezalandıracak ve “Tadın o yakıcının azabını! Bu, kendi ellerinizin önden gönderdiklerinin karşılığıdır” diyecektir. Allah, kullara asla haksızlık eden biri değildir.
“Allah fakir, biz zenginiz” diyenler, “Ateşin yiyeceği bir kurbanı bize getirmedikçe hiçbir elçiye iman etmeyeceğimize dair Allah, bize kesinlikle ahitte bulundu” diye saçmalayan kimselerdir.
Her benliği olan varlık, ölümü tadıcıdır. Ve şüphesiz kıyamet günü ecirler eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete girdirilirse bilsin ki o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Ve basit dünya hayatı, aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.
Allah, doğru kimselere doğruluklarından sormak için peygamberlerden; Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan ‘kesin söz’ almıştır. Son elçiden de ‘kesin söz’ almıştır. Allah, onlardan ağır bir ‘kesin söz’ aldı. Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenler için acı verecek bir azabı hazırladı.
Kim bir şeyi açığa vursa yahut onu gizlese bilmelidir ki, şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
Allah’a ve elçisine eziyet verenleri Allah, dünyada ve ahrette dışlamıştır. Ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.
Şeytan kimin için akran/yakın arkadaş olursa, o çok kötü bir arkadaştır!
İnkâr eden ve elçiye isyan eden kimseler, o gün toprağa karışıp gitmeyi isteyecekler. Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler de.
Kimse kendisini temize çıkarmamalıdır. Allah, dilediği kimseyi temize çıkarır. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez.
Yahudi ve Hıristiyanlar, kendilerini temize çıkaranlar (kendilerinin peygamber soyundan sayarak masumiyet iddiasında bulunanlar) Allah’ın aleyhine yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.
Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olan kimseler, puta ve tağuta inanıyorlar. Ve Allah’a inanmayan kimseler için, “Bunlar, müminlerden daha doğru bir yoldadır” diyorlar. İşte onlar, Allah’ın dışladığı kimselerdir. Allah kimi dışlayıp gözden çıkarırsa, artık ona asla bir yardımcı bulunmaz.
Allah’ın verdiği nimetler nedeniyle kimse kimseyi kıskanmamalıdır. Allah, İbrahim soyuna da kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Hem de onlara büyük bir hükümranlık verdi. İşte Yahudilerden bir kısmı ona iman etti. Bir kısmı da ondan yüz çevirdi. Ve çılgın alevli ateş olarak cehennem yeter.
Şeytanın tuzağına düşenler hakkı değil tağutu hakem yapar ve iyice sapıklığa düşerler.
Sapıklara, hakkın hakemliğinden kaçanlara elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine musibet isabet edecektir.
Devletle, kamu ile ilgili söylentiler iyi araştırmalı ve incelenmeli; mesele yayılmadan kendilerinden olan yetkili kimselere götürülmelidir. Onlardan sonuç çıkarmaya gücü yeten kimseler, onu bilirler. Ve eğer Allah’ın üzerinizdeki armağanları ve rahmeti olmasaydı, –pek azınız hariç– kesinlikle şeytana uymuştunuz.
Müminler Allah yolunda savaşmaktan kaçınmamalıdır! Herkes ancak kendinden sorumludur. Müminlerin hepsi de teşvik edilmelidir. Umulur ki Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örtenlerin baskısını kırar. Ve Allah, baskı kurma yönünden daha çetindir, caydırmada da daha çetindir.
Kim bir hata veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, o zaman kesinlikle bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.
Müminler üzerinde Allah’ın armağanları ve merhameti olmasa, inkarcılardan bir güruh onları saptırabilir. O nedenle müminler Allah’ın ilkelerine sarılmalıdır.
Aslında kimse, kendilerinden başkasını saptırmazlar ve müminlere hiçbir zarar veremezler.
Kim kendisine doğru yol apaçık ortaya çıktıktan sonra elçiye karşı çıkar ve müminlerin yolundan başkasını izlerse, Allah onu döndüğü şeye döndürür ve onu cehenneme sokar. O da ne kötü bir gidiş yeridir!
Allah İblis’i dışladı. Ve İblis, “Elbette Senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları kesinlikle saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de etinden-sütünden yararlanılan hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını/ölçülendirdiğini bozacaklar” (Bu ifadeler, genellikle “hayvanları burmak, insanları iğdiş etmek” vs. şeklinde anlaşılmıştır. Ama burada konu edilen bozmanın, “varlıkların genleriyle oynamak, insanların yararlanması için yaratılmış ay, güneş, taş, toprak vs. gibi varlıkları kutsallaştırarak ilâhlaştırmak, sırtlarına binilsin, etleri yenilsin diye yaratılan hayvanları haramlaştırmak, Bahire, Sâibe, Vasîle ve Ham gibi hayvanları kutsallaştırmak, meşru cinsel sınırın dışına çıkarak homoseksüellik ve lezbiyenlik yapmak, mazeretsiz hitan/sünnet yapmak, kısacası doğayı, doğadaki dengeyi bozmak” şeklinde geniş manada anlaşılması daha uygun olur.) dedi. Ve her kim Allah’ın astından şeytanı yol gösterici, koruyucu yakın edinirse, o zaman şüphesiz o, apaçık bir ziyan ile ziyana uğrar.
İblis, insanlara vaatte bulunur ve onlara kuruntu verir. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. İşte bunlar, varacakları yer cehennem olanlardır. Onlar oradan kaçacak bir yer de bulamazlar.
Cennete girme işi, müminlerin kuruntularıyla ve Kitap Ehlinin kuruntularıyla değildir. Kim kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve o kendisi için Allah’ın astlarından bir yol gösterici, koruyucu yakın ve iyi bir yardımcı bulamaz.
Müminler Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ederler. Ve kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine ve son güne inanmazsa, kesinlikle o çok uzak bir sapıklığa sapmıştır.
Allah, ehli kitaba şu uyarıyı yapmıştır:
Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah’ın elçisi ve Meryem’e ilka ettiği/ulaştırdığı kelimesi ve Kendisinden bir ruhtur, vahiy aracılığı ile doğmuş biridir. Artık Allah’a ve elçilerine inanın. Ve “Üçtür” demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O’nundur. “Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak Allah yeter.
Mesih ve yakınlaştırılmış melekler [İsa’ya inananların İsa’ya yardım ettiğine inandıkları güçler], Allah’ın bir kulu olmaktan asla çekinmezler. Ve kim O’na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini yakında; yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman Kendisine toplar. İşte o gün yeryüzü, şüphesiz Rabbinin kendisine vahyetmesi sebebiyle tüm haberlerini bir bir söyler. O gün insanlar, amelleri gösterilsin/amellerini görsünler diye bölük bölük ortaya çıkacaklar.
Artık her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir.
Müminler, meşru olan savaşlarında ölümüne savaşmalıdır.
Müminler savaşta üstünlük sağladıkları anda sağlam, bağlayıcı kararlar almalıdırlar. Teslim olanlar, savaş bitince ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverilmelidir.-
-Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, insanları birbiriyle denemek içindir.
*Allah yolunda öldürülen/öldüren; savaşan kimselerin amellerini Allah asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir.
* Müminler Allah’a yardım ederse, O da kendilerine yardım eder ve ayaklarını sabit tutar. İnkâr eden kişilere ise, yıkım vardır. Allah, onların işlerini saptırtmıştır. Bu, şüphesiz onların, Allah’ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.
* Mü’minlerin başarısı; Allah’ın yardımı ile dinde sabırla hareket etmelerindendir. İnkârcıların amellerinin boşa gitmesinin sebebi ise onların Allah’ın indirdiğini inkâr etmeleri yüzündendir.
* Tüm insanlar yeryüzünde yolculuk etmeli, eski medeniyetleri araştırmalı böylece kendilerinden öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir görmelidirler. Allah, onları yerle bir etti. Bu Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenlere de onların benzerleri vardır.
* Görevli güçler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onlara geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken hallerinin perişanlığı zor anlatılır. Bu, onların Allah’ı gazaplandıran şeylere uymaları ve O’nun rızasını beğenmemelerinden dolayıdır. Artık Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır.
* Kalplerinde hastalık olan kimseler, Allah’ın, kendilerinin kinlerini asla ortaya çıkarmayacağını sanmamalıdır.
* Eğer Allah dileseydi, kesinlikle onları deşifre ederdi. Sonra da herkes onları nişanlarından tanırdı. Yine de herkes, onları sözlerinin üslubundan kesinlikle tanır. Allah ise işlerinizi bilir.
* Aklını iyi kullanmayanlar Allah’a ortaklar edindiler. Ortak koşanlar, bu konuda iyi araştırma yapıp ondan sonra kanaat sahibi olmalıdır.
* Kimse Allah’a yeryüzünde bilmediği bir şey, ya da sözden açık olanı haber veremez. Aslında Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabul etmemiş kişilere plânları güzel gösterildi de yoldan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur.
* Onlar için şu basit dünya hayatında bir azap vardır. Ahret azabı ise kesinlikle daha ezicidir. Onları Allah’tan koruyacak biri de yoktur.
* Kim bu gerçek bilgiden sonra onların boş-iğreti arzularına uyarsan Allah’tan kendisine “bir yardımcı, yol gösterici yakın ve bir koruyucu” bulamaz.
* Onlardan önceki kimseler de hileler yapmışlardı. Fakat bütün hileleri bozup cezalandırmak Allah’a aittir. O, her kişinin ne kazandığını bilir. Bu yurdun akıbetinin kim için olduğunu, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler de yakında bilecekler.
* Kim Allah’a ve O’nun elçisine karşı gelir ve O’nun sınırlarını aşarsa, Allah onu, içinde sürekli kalmak üzere cehenneme girdirir. Ve alçaltıcı azap onun içindir.
* Yahudi ve Hıristiyanlar Allah, birtakım yüzleri silip de enselerine çevirmeden yahut Sebt halkını dışlayıp gözden çıkardığı gibi kendilerini dışlamadan önce yanlarında bulunanı doğrulamak üzere indirilmiş olan kitaba inanmak durumundadırlar. Ve Allah’ın emri yerine gelecektir.
* Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur.
* Görevli güçlerin, kendilerine haksızlık ederlerken, ölen kimselerin durumu; görevli güçler, “Ne işte idiniz?” derler. Onlar: “Biz yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik” derler. Görevli güçler: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi, siz orada hicret etseydiniz ya?” derler. Artık, –erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, kılavuzlandıkları doğru yolu bulamayan kimseler hariç– işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir!
* Bazıları, insanlardan gizlemek isterler de Allah’tan gizlemek istemezler. Hâlbuki Allah, söz olarak/ karar olarak Kendisinin razı olmadığı şeyleri onlar gece plânlarlarken kendileriyle beraberdir; onları görür, duyar.. Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.
* Müminler basit dünya yaşamında onları savunsa da; kıyamet gününde Allah’a karşı onları kimse savunamaz, onlara kimse vekil olmaz.
* Şüphesiz doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkara dönen kimseler, şeytan onlara hoş göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür. Bu onların, Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimselere: “Bazı işlerde biz size itaat edeceğiz” demeleri sebebiyledir. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyor.
* Rablerine uyanlar için “en güzel”; cennet vardır. O’na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır!
* Allah’a yeminle ‘kesin söz’ verdikten sonra bozan ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri; iman ve ameli kesen/ birbirinden ayıran ve yeryüzünde kargaşa çıkaran kimseler, dışlanacak, rahmetten mahrum bırakılacaklardır. Yurdun kötüsü; cehennem de onlar içindir.
* Kıyamet günü, bildik-bilmedik, gelmiş-gelecek hiç kimse, bir başkasının günahından sorumlu tutulmaz. Bunu inkâr mümkün mü?
* Suçlular nişanlarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler. İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir. Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar. Bunu inkâr mümkün mü?
* Elçisi Muhammed’e “Sen elçi değilsin” diyenler, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar ve ağır bir günü arkalarına atıyorlar.
* Kentlerden niceleri var ki Rablerinin ve O’nun elçilerinin emrine başkaldırdı da Allah onları çetin bir hesaba çekti ve onları görülmemiş, duyulmamış bir azapla azap etti. Böylece onlar işlerinin vebalini tattılar. İşlerinin sonucu da tam bir zarara/ kayba uğrayarak acı çekmek olmuştur.
* Kitap verilen kişiler, ancak kendilerine açık kanıt geldikten sonra ayrılığa düştüler. Oysaki onlara sadece, dini yalnız Allah için arındıran kişiler hâlinde sadece Allah’a kulluk etmeleri, salâtı ikame etmeleri [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturmaları, ayakta tutmaları], zekâtı/vergiyi vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru/eksiksiz/aşınmaz dindir.
* Peygamber ve ordusunun hurma ağaçlarından herhangi bir şey kesmeleri veya onları kökleri üzerinde bırakmaları hep Allah’ın izniyle/ bilgisiyle ve O’nun, hak yoldan çıkan kimseleri rezil-rüsva etmesi için yapılmıştır.
* Kesinlikle Müminler, onların kalplerinde korku yönünden, Allah’tan daha çetindir. Onların, Allah’tan çok müminlerden korkmaları, şüphesiz bunların iyi anlamayan bir toplum olmasındandır.
* Onlar, toplu olarak müminlerle savaşamazlar, ancak, müstahkem şehirlerde yahut duvarların ardından savaşırlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri, kendilerinden az önce, işlerinin günahını tatmış olan, ahrette de kendileri için acı bir azap bulunan kimselerin durumu gibi pek çetindir. Görenler onları toplu sanır, oysa onların kalpleri, tıpkı, hani insana “Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini ört” deyip de Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtünce de “Kesinlikle ben senden uzağım; şüphesiz ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” diyen o şeytanın örneğinde olduğu gibi darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.
* Sonunda ikisinin de akıbeti, ikisinin de, içinde sürekli olarak ateşin içinde olmaktır. Ve işte bu, şirk koşarak, küfrederek yanlış yapanların cezasıdır.
* Eğer Allah, bu Kur’ân’ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydi, Allah’a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden o, samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olurdu. Allah bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara vermiştir.
* İftiracılar ve destekçileri için çok büyük bir azap olacaktır.
* Birileri, “Allah’a ve elçiye inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra da onlardan bir grup, arkasından geri duruyorlar ve bunlar, böyleleri mümin değildir.
* Bazıları aralarında hükmetmesi için Allah’a ve elçisine çağrıldıkları zaman, bundan kaçınmakta ve oradan uzaklaşmaktadır. Ama eğer hak kendi lehlerine ise, ona, gönülden bağlı kimseler olarak gelirler. Bunlar, kalplerinde hastalık olan kimselerdir. Bunlar, Allah ve elçisinin kendilerine haksızlık edeceğinden korkarlar. Bunlar, yanlış davrananların ta kendileridir!
* Sakın, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için inkâr etmiş kimselerin, yeryüzünde aciz bırakacakları sanılmasın. Onların da varacağı yer ateştir. Kesinlikle de o, ne kötü bir varış yeridir!
* Saklanarak sıvışıp gidenleri Allah kesinlikle bilmektedir. Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir sosyal yangının isabet etmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.
* İnsanlardan bazıları Allah hakkında bilgisizce tartışır ve her azılı şeytanı izler.
* Azılı şeytan hakkında: “Şüphesiz kim şeytanı yol gösterici, gözetici bir yakın yaparsa artık o, kesinlikle şeytanı kendine velileştireni saptırır ve onu cehennemin azabına kılavuzlar” diye yazıldı.
* İnsanların ilâhı, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O’nun için Müslüman olunmalıdır.
* Hayvanların etleri ve kanları kesinlikle Allah’a ulaşmayacaktır. Ancak, O’na, kullardan “Allah’ın koruması altına girme” ulaşır.
* Mekke müşriklerinin Rasülüllah’ı yalanladıkları gibi onlardan önce Nuh’un toplumu, Ad, Semud, İbrahim’in toplumu, Lutrun toplumu, Medyen ashabı da yalanlamışlardı. Musa da yalanlandı da Allah, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimselere bir süre verdi. Sonra da onları yakalayıverdi. Peki, Allah’ı tanımamak nasılmış!
* İnsanlar yeryüzünde dolaşmalılar ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun, bilinçlensinler. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
* İnkârcılar Resul’den azabı çabuklaştırmasını istediler. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbimiz Allah’ın katında bir gün, insanların sayacaklarından bin sene gibidir.
* Acizleştirme yarışı yaparak Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşan kimseler, cehennemin yaranıdır.
* Allah’ın ayetleriyle mücadele eden, elçisinin davasında mücadelesini zayıflatmaya çalışanlar başarısızlığa uğrarlar. Ahirette de cehenneme girerler.
* Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için inkâr eden ve Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimseler için alçaltıcı azap olacaktır.
* Allah’ın, gökten su indirip de yeryüzünün yemyeşil oluvermesi iyi gözlemlenmeli, düşünülmelidir. Allah, çok armağan verendir, en iyi haberi olandır. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca Allah’ındır. Ve şüphesiz Allah, muhtaç olmayandır, övülmeye en çok layık olandır.
* Allah’ın yeryüzündekileri insanlara boyun eğdirdiği [hep sizin yararlanacağınız ölçülerde yarattığı] ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemiler iyi gözlemlenmeli, iyi düşünülmelidir. Göğü de Kendi izni/ bilgisi olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
* Allah, insanlara hayat vermiş olan, sonra öldürecek olan, sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz insan, kesinlikle çok nankördür.
* Gökte ve yeryüzünde olan şeyleri Allah’ın kesinlikle bildiği iyi bilinmelidir. Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah’a çok kolaydır.
* Kendilerine Allah’ın ayetleri apaçık olarak okunduğu zaman, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için inkar etmiş olan kimselerin yüzlerinde, vahiy ve ortak kabul ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri tanınır. Neredeyse, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan kimselere saldıracaklar.
* Bunlara şöyle denilmelidir: “Peki, size ondan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş! Allah, ateşi Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için inkâr etmiş olan kimselere vaat etti. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”
* İnsanlara Allah bir örnek vermektedir, şimdi ona kulak verilmelidir: Sizin Allah’ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla yaratamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür.
* İnsanlar Allah’ı gereği gibi değerlendirip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye üstündür.
* Allah, kendi süresinin sonu gelmiş bulunan hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah, yapılan her şeyden haberdardır.
* Allah’a ve elçisine sınırı aşmaya kalkan kimseler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Hâlbuki kesinlikle Allah, apaçık ayetler indirmiştir. Ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler için küçük düşürücü bir azap vardır.
* Allah, onların hepsini dirilteceği gün yaptıkları şeyleri kendilerine haber verecektir. Allah onların yaptıkları şeyleri bir bir saymıştır, onlar ise unutmuşlardır. Allah, her şeye en iyi şahittir.
* Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri Allah bilir. Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, kesinlikle onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Allah, her şeyi en iyi bilendir.
* Fısıldaşmaktan (kulis yapmaktan) yasaklandıktan sonra yine o yasaklananı yapmaya kalkışanlar ve günah, düşmanlık ve elçiye karşı gelmek hususunda fısıldaşanlar bulunmaktadır. Onlar Rasülüllah’a geldikleri zaman onu, Allah’ın selâmlamadığı ile selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de: “Bu söylediklerimiz yüzünden Allah’ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” derler. Cehennem onlara yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!
* Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu yardımcı, koruyucu; yönetici yapanları görmek, düşünmek gerek. Onlar ne müminlerdendir, ne de onlardan. Ve onlar bilerek yalan yere yemin ediyorlar. Allah onlara çok çetin bir azap hazırlamıştır. Şüphesiz onlar, yapmış oldukları çok kötü olanlardır!
* Yeminlerini kalkan edinerek Allah’ın yolundan çevirmektedirler. Artık onlar için küçük düşürücü bir azap vardır. Onların malları ve evlatları, kendilerine, Allah’a karşı hiçbir şekilde asla yararı olmaz. Onlar, ateşin ashabıdırlar. Onlar, orada sürekli kalanlardır.
* Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, müminlere yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanacaklardır. Gözünüzü açın! Şüphesiz onlar, yalancıların ta kendileridir.
* Şeytan onları istilâ etmişti de onlara Allah’ı anmayı terk ettirmişti. Onlar, şeytanın grubudur. Gözünüzü açın! Şeytanın grubu kesinlikle kaybedenlerin ta kendisidir.
* Allah’a ve elçisine karşı sınırı aşmaya uğraşanlar, en aşağılık kişiler ara* sındadırlar.
* Bir zamanlar, Bedevi Araplar, “İnandık!” dediler. Onlara: “Siz İnanmadınız, ama ‘Eslemna [sağlamlaştırdık/kendimizi sağlama aldık]!’ deyin; iman henüz kalplerinize girmedi. Ve eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, O, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi size eksiltmez.” denilmiştir. Gerçekten Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir!
* Önceden Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için reddeden kimselerin haberi insanlara gelmiştir. İşte onlar, işlerinin vebalini tattılar. Onlar için acı bir azap da vardır. Bu cezalandırma, kendilerine elçileri açık deliller ile geldiğinde: “Bir beşer mi bize yol gösterecek?” deyip de Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâra çalışmaları ve sırt çevirmeleri nedeniyle olmuştur. Allah muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, övülmeye en iyi lâyık olandır.
* Toplanma günü için insanları toplayacağı gün; –işte o gün, karşılıklı aldatma/aldanma günü; kimin kimi aldattığının ortaya çıktığı gündür– kim Allah’a inanır ve salihi işlerse Allah, onun kötülüklerini örter ve onu, içinde sonsuza dek kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur.
Kesinlikle hakkı tavsiye edenler, toplumu aydınlatmaya çalışanlar eziyet görmemeli, onlara sıkıntı verilmemelidir. Bunlara eziyet vererek sapık iş yapanların kalplerini Allah eğriltip saptırır. Ve Allah, hak yoldan çıkmış bir topluma kılavuzluk etmez.
Bir zaman İsa peygamber: “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Tevrat’tan iki elimin arasındakileri doğrulayan ve benden sonra gelecek, adı, Ahmet/övgüye başkalarından daha layık bir elçiyi müjdeleyen, Allah’ın bir elçisiyim” demişti. Sonra İsa, onlara apaçık delillerle gelince “Bu, apaçık bir büyüdür” deyip çıktılar.
Önceki elçiler kendisinden sonra gelecek elçiyi müjdelediler. İsa peygamber de, kendisinden sonra gelecek adı Ahmet/övgüye başkalarından daha layık bir elçiyi müjdelemişti, İnkârcılar onu da yalanladılar.
Yanlış inançları gereği bazıları, soy itibariyle Allah’ın ayrıcalıklı, sevimli kulları olduklarını iddia ederler. Bunlara: “Ey Yahudileşmiş kimseler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin, Allah’ın yakınları/ yardımcıları olduğuna inanıyorsanız, eğer doğru kimseler iseniz hemen ölümü isteyin. Şüphesiz sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, kesinlikle size kavuşacaktır. Sonra görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği ve algılanabilen her şeyi bilene döndürüleceksiniz. O, size yapmış olduğunuz şeyleri haber verecektir.” diye mesaj gönderilmiştir.
Oysa onlar, ellerinin önden gönderdiği şeyler/ işledikleri suçlar yüzünden, ölümü asla istemezler. Ve Allah, yanlış iş yapanları çok iyi bilendir.
Bedevi Araplardan geri bırakılmış; müminlerle gelmemiş olanlar, Rasülüllah’a “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti/alıkoydu. Hadi Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile” demişlerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. Bunlara: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir yarar dilediyse O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Tam tersi Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” diye mesaj iletilmiştir.
Aslında bu bedeviler, elçi ve müminlerin, ailelerine/yakınlarına sonsuza dek geri dönmeyeceklerini sanmışlardı. Bu onların gönüllerine de güzel göründü. Ve onları kötü zanda bulundurdu ve değişime/yıkıma uğramış bir toplum oldular.
Müminler ganimetleri almak için gittiğinde o geri kalanlar: “Bırakın bizi de sizi izleyelim” demişlerdir. Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. Onlara: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” denilince onlar: “Tam tersi, siz bizi kıskanıyorsunuz” demişlerdir. Tam tersi onlar, pek az şey dışında anlamazlar.
Bedevi Araplardan, geri bırakılmış olanlara şu mesaj iletilmiştir: “Siz yakında çok kuvvetli bir topluma karşı çağırılacaksınız, onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azap eder.”
Kim imanı tanımayıp Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmezse, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve o, ahrette kayba/zarara uğrayıp acı çeken kimselerdendir.
Kimse cahiliye hükmünü; yasalarını, uygulamalarını aramamalıdır. Kesinlikle bilen bir toplum için, hüküm yönünden Allah’tan daha güzel kim olabilir?
Bundan sonra kalplerinde hastalık bulunan kimselerin: “Bize bir felaket gelmesinden ürperiyoruz” diyerek, Müminlerin içinde koşuştuklarını, felaket tellallığı yaptıkları görülecektir. Artık umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olan kimseler olurlar.
İman etmiş kişiler: “Kesinlikle, sizinle beraber olduklarına dair, Allah’a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların amelleri boşa gitmiştir ve onlar kaybedenler olmuşlardır.
Müminlerden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında müminlere karşı yumuşak, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için reddeden kimselere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki Allah, onları sever, onlar da O’nu severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir armağandır. Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir.
Müminler, inkârcıları salâta [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya] çağırdıkları zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
Kendilerini Allah’a adamış kişilerin ve din bilginlerinin, onları, günahı söylemekten ve haramı yemekten men etmeleri gerekir. Yapıp ürettikleri şeyler ne kötüdür!
Yahudiler, “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. –Söyledikleri şeyler nedeniyle kendi elleri bağlandı ve onlar dışlandı.– Tam tersi Allah’ın iki eli açıktır; dilediği gibi harcar.
Allah, elçisi Muhammed’e Ehli Kitap ile ilgili şu mesajı yollamıştır:
De ki: “Ey Kitap Ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirilen kuralları hayata geçirmedikçe hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” Şüphesiz ki Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunda azgınlığı ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeyi artırıyor. Öyleyse Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler toplumu için üzülme! “
Allah, İsrailoğullarının sözleşmesini aldı ve kendilerine elçiler gönderdi; ne zaman ki onlara elçi, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyi getirdi, bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler, hala da bu zihniyeti sürdürmektedirler.
İsrailoğulları, bir sosyal yangın olmayacağını sandılar da körleştiler ve sağırlaştılar. Sonra Allah onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu körleşti, sağırlaştı. Ve Allah, onların yaptıkları şeyleri en iyi görendir.
Meryem’in oğlu Mesih, sadece bir elçi idi. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi.
“Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle saçma söz söyleyip Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örterek inkârcı olmuşlardır. Bunlar görmüyorlar mı? Meryem’in oğlu Mesih, sadece bir elçi idi. İsa diğer elçiler gibi yemek yerdi.
Allah’ın Yahudi ve Hıristiyanlara mesajı:
“Allah’ın astlarından sizin için zarar vermeye ve yarar sağlamaya gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.”
“Ey Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin. Daha evvel sapmış, birçoklarını saptırmış ve hak yolun ortasından sapmış bir toplumun tutkularına da uymayın.”
İsrailoğullarından Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen kimseler, Davut ve Meryem’in oğlu İsa diliyle dışlanmışlardır. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebiyledir. Onlar, yaptıkları kötülüklerde birbirlerine engel olmuyorlardı. Elbette, yapıp durdukları şey ne kötü idi!
Onlardan birçoğunun, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kişilerin; kollayıcı, gözetici, yönetici yaptıklarını görülür. Benliklerinin kendilerinin önüne getirdiği şey; Allah’ın kendilerine gazap etmesi ne kadar kötüdür! Onlar, azap içinde de sürekli kalıcıdırlar.
Ve eğer onlar, Allah’a, peygambere ve ona indirilene inanmış olsalardı, onları koruyucu, yol gösterici yakınlar edinmezlerdi. Velâkin onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.
Allah’ın cezasının çok şiddetli olduğu ve şüphesiz Allah’ın çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğu bilinmelidir.
Müminler iyi bilmelidir ki, hahamlardan, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimselere acıklı bir azap olacaktır. O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak, onlara : “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” denilecektir.
Mü’minler hahamlardan, rahiplerden pekçoğunu Allah’ın yolunu örtüp insanları sömürerek soyarlar. O biriktirdikleri, Allah’ın ilkelerini para karşılığı sattıkları için can yakıcı bir azaba uğrayacaklardır.
Müminlere şu ihtar yapılmıştır:
Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, O’nun elçisinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez.
Tebük seferi hazırlıklarında o günün müminlerine şu mesaj yollanmıştır:
Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa çıkın denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız/çakılıp kaldınız. Ahretten cayıp basit dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahrettekine göre, bu basit dünya hayatının kazanımı pek azdır.
Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi acıklı bir azap ile azaplandırır ve yerinize başka bir toplumu getirir ve siz O’na zarar diye bir şey veremezsiniz. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
Eğer siz elçiye yardım etmezseniz, bilin ki Allah ona kesinlikle yardım etmiştir. Hani o Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kişiler, onu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani o, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, onun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/morallerini içlerine koymuş, onu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah’ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Hafif teçhizatla ve ağırlıklı olarak savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda gayret gösterin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Eğer sefer, yakın bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle seni izlerlerdi. Fakat o yapılması zor olan iş kendilerine uzak geldi. Bununla beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette çıkardık” diye Allah’a yemin edecekler –kendilerini yıkıma uğratıyorlar– ve Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalancı kimselerdir.
Allah seni affetti. Doğru kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin?
Allah’a ve ahret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla cihat etmeye senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş kimseleri en iyi bilendir.
Senden izin isteyenler, sadece Allah’a ve ahret gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir.
Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle çıkış için birtakım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.–
Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı ve kesinlikle aranıza sosyal yangın sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o yanlış davrananları çok iyi bilendir.
Andolsun ki onlar, bundan önce de insanları dinden çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Sonunda hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde Allah’ın emri açığa çıktı.
Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni sosyal yangına düşürme/başımı belaya sokma!” derler. Gözünüzü açın! Onlar sosyal yangının içine düştüler. Cehennem de Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kimseleri çepeçevre kuşatıcıdır.
Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar sevinenler olarak yan çizip giderler.
De ki: “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnızca Allah’a işin sonucunu havale etsinler.”
De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size, Allah’ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber gözetenleriz.”
De ki: “İsteyerek veya istemeyerek Allah yolunda harcama yapın; sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz hak yoldan çıkanların toplumu oldunuz.”
Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeleri, O’nun elçisinin gerçek elçi oluşunu örtmeleri ve salâta [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya] a sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu.
Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten birileri iken canlarını çıkarmak istiyor.
Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden olduğuna dair Allah’a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir topluluktur.
Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut girilecek bir delik bulsalardı, kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru yönelirlerdi.
Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler.
Ve keşke onlar, Allah ve elçisinin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize armağanlar verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah’a rağbet edenleriz” deselerdi.
Allah ve elçisiyle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde sonsuza dek kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmelidir. İşte bu, en büyük rüsvalıktır.
Bu mesaj bu günün müminler için de geçerlidir.
Onlar, söylemediklerine, Allah’a yemin ederler. Hâlbuki onlar, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtme sözünü kesinlikle söylediler. İslâmlaşmalarından sonra da Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten birileri oldular. Ve ulaşamadıkları, sahip olamadıkları şeyleri çok istediler. Onlar sadece, Allah’ın ve elçisinin müminleri Allah’ın armağanlarından zenginleştirmiş olmasından kinlendiler. Artık, eğer hatalarından dönerlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer geri dururlarsa da Allah onları dünyada ve ahrette çok acıklı bir azap ile azaplandıracaktır. Yeryüzünde onlar için bir koruyucu, yol gösterici yakın ve iyi bir yardımcı da yoktur.
Ve onlardan bazıları, “Eğer Allah armağanlarından bize verirse, kesinlikle bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah’a söz veren kimselerdir.
Sonra, ne zaman ki Allah, onlara armağanlarından verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar.
Şüphesiz onlar; müminlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler, Allah’ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah’ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır.
Savaşa katılmayanlar, Allah’ın elçisine karşıt olarak oturmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat etmekten hoşlanmadılar, bir de “Bu sıcakta savaşa çıkmayın” dediler.
Bunlara şöyle mesaj gönderildi: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Keşke iyice kavrayıp anlayabilselerdi. Artık kazandıkları günahın cezası olarak, çok az gülsünler, çok çok ağlasınlar.
Mü’minler, savaş şartları olgunlaştığında, savaş kararı alındığında tıpkı elçi ve yanındaki iman edenler gibi Allah yolunda canlarını vermeye hazır olarak savaşa kalkmalıdır. Bu haldeyken kim topukları gerisine dönerse Allah ona ebedi ateş hazırlamıştır.
Bedevi Araplardan özür beyan edenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah’a ve elçisine yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Bunlardan Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkârcı biri olan kimselere, yakında çok acıklı bir azap dokunacaktır.
Vebal, ancak zengin oldukları hâlde senden izin isteyen o kimselerin aleyhinedir. Bunlar geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da onların kalpleri üzerine damga/mühür bastı. Bundan dolayı onlar bilmezler.
Kendilerine döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: “Özür beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin haberlerinizden önemli haberler verdi.” Bundan sonra da Allah ve elçisi işinizi görecektir. Daha sonra da görünmeyeni ve görüneni bilen Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra da O, size yapmış olduklarınızı haber verecektir.
Kendilerine döndüğünüz zaman, onlardan uzak durmanız için, size Allah’a yemin edecekler. Siz de onlardan hemen uzak durun. Şüphesiz onlar kirlidir, pislenmiştir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir.
Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Artık eğer siz onlardan razı olursanız da, bilin ki Allah şüphesiz hak yoldan çıkmış o kimseler toplumundan razı olmaz.
Bedevi Araplardan kimi de var ki, kamu yararına harcadığını zorla ödenmiş borç sayar ve size belalar gelmesini bekler. –O çirkin bela kendi üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
Yine bedevi Araplardan kimi de vardır ki onlar, Allah’a ve ahret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve elçinin destekleri sayar. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
Savaşa katılma konusunda çekimser olanlar, Allah’ın emrine bırakılmış olanlardır. O, ya kendilerini azaplandırır ya da tövbelerini kabul eder. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
Medine halkı ve bedevi Araplardan civardakiler için, Allah’ın elçisinden geri kalmaları ve onun canından evvel kendi canlarını düşünmeleri olacak şey değildir. İşte bu, Allah yolunda isabet eden her susuzluk, her yorgunluk ve her açlık, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenleri öfkelendirecek olması,
ayak bastıkları her yer ve düşmana karşı elde ettikleri her başarı karşılığında kendilerine kesinlikle salih bir amel yazılmış olması,
yaptıkları küçük ve büyük her harcama ve geçtikleri her vadi karşılığında, kesinlikle kendileri için, yaptıkları işin daha güzeliyle Allah’ın kendilerini ödüllendirmesi yazılmış olması sebebiyledir. Şüphesiz Allah iyilik-güzellik üretenlerin ödülünü kaybetmez.