Mekkeli Abdullah oğlu Muhammed, kendisine elçilik verilmezden önce din, kitap ile ilgilenmeyen bir kimse idi. Allah onu seçip Kendisine elçi yaptı da gözü keskin, bilge, kurmay birisi oldu.
Rasülüllah, Allah’ın nimeti sayesinde, mecnun [gizli güçlerce desteklenen/deli bir kişi] değildi. Ve kesinlikle kendisi için minnete bulaşmamış çok mal vardı. Ve kesinlikle o, çok büyük bir ahlâk üzerinde idi. Böyle olduğuna çağdaşı tüm insanlar tanıktı. Öyleki onu meziyetleri nedeniyle efsaneleştirmişlerdi.
Allah elçisi Muhammed’in, peygamber seçilmezden evvel, kitap, Kur’an, din iman konusunda bir bilgi birikimi yoktu.
Allah, kendisini terk etmeyeceğine ve darılmayağına, kendisinin hoşnut edileceğine teminat verdi.
Rasülüllah, yetim idi barınağa kavuşturuldu, dosdoğru yol dışında biri idi dosdoğru yola kılavuzluk edildi, ailesini geçindirme zorluğu içinde idi zengin edildi.
Rasülüllah, kılavuzlandığı dosdoğru yola kendisine vahyolunan Kur’an sayesinde ulaştı.
Kendisi için, göğsü açıldı, kendisinden ağır yükü indirildi –Ki o, kendisinin belini çatırdatmıştı.– şanı da kendisi için yüceltildi.
Kendisine Kevser; bol nimet ihsan edildi.
Allah, elçisi Muhammed’in geleceğini Tevrat ve İncil’de bildirmiştir. Kitap ehli bu gerçeği ellerindeki kitapta görüp duruyorlar.
Ana kentli elçiye iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nuru izleyen kimseler, kendilerini kurtaracaklardır.
Allah’ın elçisi Muhammed, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın, insanlara gönderdiği elçidir. Tüm insanlar, kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaları için Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden, Ümmî; Anakentli; Mekkeli olan elçisine iman etmeli ve ona uymalıdır.
Allah elçisi Muhammed’de hiçbir delilik/ cinlenmişlik yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.
Mekkeliler, Kur’an gönderilmeden önce babaları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri duyarsız bir toplum idi.
Yasalar içeren/ bozulması engellenmiş Kur’an, Muhammed’in elçiliğinin kanıtıdır.
İnsanlardan bazıları, “Allah, aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu (yapa yapa Muhammed’i mi peygamber yaptı)?” diye kıskançlık göstererek kendini ateşe atar. Halbuki Allah, kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenleri daha iyi bilir ve nimetini ona göre artırır.
Rasülüllah, elçilik görevinde dosdoğru bir yol üzerindeydi.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabul etmemiş olan kişiler Rasülüllah’a: “Sen elçi değilsin” diyorlardı. Bunlara: “Benimle sizin aranızda en iyi tanık olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi bulunan kişi yeter” diye cevap verdirildi.
İnkâr etmiş olanlar Elçi ile ilgili olarak: “Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!” dediler. Bu şirk koşarak yanlış yapanlar: “Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz” da dediler.
Amma da saçmaladılar. Tam sapıklar, bunlar adam olup doğru yola gelmezler. Hâlbuki Allah o kadar cömerttir ki dilerse peygambere hazineden, onların dediği bahçeden daha hayırlısını; altından ırmaklar akan cennetleri verir, onun için saraylar da yapardı. Son peygamberden evvel de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderildi.
Elçi Muhammed, Kitab’ın kendisine vahiy edileceğini/indirileceğini ummuyordu. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi.
Peygamber insanların üzerine, vekil [bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri] olarak gönderilmemiştir.
İnkarcılar, “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Allah ise elçisine, bunlara cevap olarak: “Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben beşer bir elçiden başka bir şey değilim, ben bunların hiç birini yapamam!” dedirtti.
Allah, Kendisine ve elçisine iman edilmesi, O’na yardım edilmesi, O’na saygı gösterilmesi ve her zaman Kendisinin her türlü noksanlıktan arındırılması için;mümin erkekler ve mümin kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi ve onların kötülüklerini örtmesi için ve Allah hakkında kötü zanda bulunan o münafık erkekler ve münafık kadınları, Allah’a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azap etmesi için; Allah, Muhammed’i, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptı.
İnsanlara yol gösterimi/Kur’ân gelince, kendilerinin iman etmelerine, sadece “Allah bir beşeri mi elçi gönderdi?” demeleri engel olur, yani onlar insan üstü birinin elçi olmasını ileri sürerler. Halbuki: “eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette Allah onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdi.
Allah, insanları uyarsın ve inananlara Rableri nezdinde kesinlikle “kademe sıdk [hoş gelişler, mutlu yaşamlar] olduğunu müjdelesin diye kendilerinden, olgun bir insanı elçi göndermiştir.
Allah’ın elçi gönderişi bazılarının tuhafına gidiyor.
İnkârcılar, “Ona bir hazine indirilse ya da beraberinde bir melek gelse ya!” deyince Rasülüllah, nerdeyse kendisine vahyolunan vahyin bir kısmını terk edecek duruma gelir ve bundan dolayı göğsü daralırdı. Bu durumlarda Allah, “Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeyi belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır” diye teselli ederdi.
Elçiler insanlara, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demedi. “Gaybi; görülmeyeni, duyulmayanı, geçmişi, geleceği de biliriz” de demediler. “Biz bir meleğiz’ de demediler. Onlar yalnızca kendilerine vahyedilene uydular.
Peygamberimiz Rabbinden apaçık bir delil üzerindedir. Kimse o delili yalanlamamalıdır. O çabuk gelmesi istenilen kıyamet, onun yanında değildir, hüküm ancak Allah’a aittir, gerçeği O anlatır/gerçekleştirir ve O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır.
Çabuk gelmesi istenilen şey onun yanında olsaydı, aradaki iş kesinlikle gerçekleşmiş gitmişti. Ve Allah, yanlış iş yapanları en iyi bilendir. Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.
Gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğunun tümüne Allah’ın âyetlerini anlatan ve ahirette Allah’a hesap verileceği hususunda uyaran insan türünden elçiler gelmiştir.
Allah’ın elçi gönderme nedeni, “halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştirmeyeceği/yıkıma uğratmayacağı ilkesi”ndendir.
Elçi, ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir, ama insanların çoğu bilmiyorlar.
Rasülüllah Muhammed’den önce de nice elçiler gönderilmiştir. Onlardan kimi insanlara anlatıldı, onlardan kimini de anlatılmadı.
Elçi sadece herkes gibi bir beşerdir. Ona, ‘insanların ilâhının bir tek ilâh olduğu’ vahyedildi.
Allah elçisi Muhammed için kendisinden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmemiştir.
Hiç kuşkusuz Elçi Muhammed, dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etti.
Kur’an’da Rasülüllah, Zülkarneyn (iki boynuz/ iki çağ sahibi) olarak tanıtılmıştır. Rasülüllah’ın iki çağ sahibi olmasını şöyle anlayabiliriz: Mekke’den Medîne’ye göç edişi takvim başlangıcı yapılmış olmasındandır. O nedenle hayatının bir bölümü, “hicretten önce”dir bir bölümü de “hicretten sonra”dır. Tıpkı “milattan önce, milattan sonra” denilişi gibi. İki boynuz sahibi olmasını da şöyle anlayabiliriz: Güneşin [vahyin] doğduğu yer olan Mekke ile –pasajdaki ifadeye göre– güneşin battığı yer olan Medîne’nin sahibi.
Vahyin battığı yer Medine, oraya varış, hicreti ve orada İslam devleti oluşturmasını ifade etmektedir.
Vahyin doğduğu yer, Mekkeyi, Hudeybiye sözleşmesini ifade eder.
Söz anlamayan kavim; Hayber Yahudileri; Yecüc ve Me’cüc de Rasülüllah ve askerlerini ifade eder. Ayrıca bu pasajda Hayber sözleşmesinin ayrıntılarına değinilir.
Rasülüllah Muhammed’e: “ortak koşmaktan dönmüş bir kişi olan ve ortak koşanlardan olmayan İbrâhîm’in dinine/yaşam tarzına tâbi ol” diye vahyedilmiştir.
Allah, Muhammed’den önce de ancak kendilerine vahyettiği olgun kimseleri gönderdi/elçi yaptı. Bu konuya ait yeterli bilgisi olmayanlar, Öğüt/Kitap Ehli olanlara/vahiy bilgisi olanlara sormalı, dinler tarihini iyi incelemelidir.
Allah, o elçileri yemek yemez birer ceset yapmadı. Onlar sürekli kalıcı/ ölümsüz de değillerdi.
Allah, elçisi Muhammed’i de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/rahmet için göndermiştir.
Allah elçisi Muhammed’e ‘İlâhınız ancak tek bir ilâhtır’ diye vahyolunmuştur. Herkes mutlaka Müslüman olmalıdır.
Hakkı inkâr edenler, ‘Peygamber olduğunu iddia eden kişide bir delilik var’ diyorlar. Aksine elçileri, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu da hak için hoşlanmayan kimselerdir.
Eğer hak onların tutkularına uysaydı; kesinlikle gökler, yeryüzü ve bunlarda bulunan kimseler bozulup giderdi. Aslında, Allah onların şanını/öğütlerini getirdi; sonra da onlar, kendi şanlarından/öğütlerinden yüz çeviriyorlar.
Görülenler ve görülmeyenler kanıttır ki şüphesiz Kur’ân, şerefli bir Elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. –İnkârcılar ne az inanıyorlar!– Bir kâhin sözü de değildir. –İnkârcılar ne az düşünüyorlar, öğütleniyorlar!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Allah’ın sözleri olarak ortaya sürseydi, kesinlikle Allah, O’ndan tüm gücünü alırdı. Sonra O’ndan can damarını kesinlikle keserdi. Artık insanlardan hiç biri kendisine siper de olamazdı.
Muhammed, ancak bir elçidir. Kesinlikle kendisinden önce elçiler gelip geçmiştir.
Muhammed, müminlerin er kişilerinden hiç birinin babası değildir. Ancak o, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.
Allah, elçisi Muhammed’i bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Kendi izniyle/ bilgisiyle Allah’a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdi/elçi yaptı.
Allah, elçisi Muhammed’e indirdiğine –ki onu Kendi bilgisiyle indirmiştir– şahitlik eder. Tüm ayetler de şahitlik ederler. Şahit olarak da Allah yeter.
Resulüllah’tan önceki elçilerle de alay edildi. Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örten/inanmayan kişilere süre verdi. Sonra da onları yakalayıverdi, haydin bakalım Allah’ın azabı nasılmış!
Allah elçisi Muhammed’den önce de peygamberler gönderdi. Onlara da eşler ve nesil [oğlan-kız çocuklar] verdi. Hiç bir peygamber için Allah’ın izni/ bilgisi olmadan herhangi bir alâmet/ gösterge getirmek de yoktur. Her süre sonu için bir yazı vardır.
Allah hak dini bütün dinlere üstün kılmak için, elçisini doğru yol kılavuzu Kur’ân ve hak din ile göndermiştir. Şahit olarak da Allah yeter.
Muhammed, Allah’ın elçisidir.
Kendi içlerinden insanlara, sıkıntıya uğramaları halinde kendisine ağır gelen, onlara düşkün, sadece inananlara çok şefkatli, kolaylık sağlayan, çok merhametli bir elçi gelmiştir.
Bunca açıklamalara, şefkat eli uzatmalara rağmen geri duranlar için şöyle mesaj gelmiştir:Buna rağmen eğer uzaklaşırlarsa hemen de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben sadece O’na işin sonucunu havale ettim O, çok büyük tahtın Rabbidir.”
Rasülüllah’ın görevi kemale erince, Rabbimiz ona şöyle bir görev vermiştir:Allah’ın yardımı ve fetih geldiği ve sen insanların, bölük bölük, Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, hemen Rabbinin övgüsüyle birlikte her türlü noksanlıktan Kendisini arındır ve O’ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O, ezelden beri tövbeleri çokça kabul eden, çok tövbe fırsatı verendir.
Emekli olup, işini bırakma konumunda olanlar da Rablerinin övgüsüyle birlikte her türlü noksanlıktan Allah’ı arındırmalılar ve O’ndan bağışlanma dilemelidirler.