• Allah, kesin olarak, “Kendisinden başkasına kul olunmamasını, anne ve babayı iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi karar altına almıştır. Onlardan biri veya her ikisi insanın yanında ihtiyarlığa ererse, insan onlara “Öf” dememeli, onları azarlamamalı; onlara çok duyarlı davranmalıdır. Ve ikisine de onurlu, tatlı ve güzel söz söylemelidir. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indirmelidir. Ve: “Rabbim! Onların beni küçükten eğitip görgülü biri olarak yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et.” diye dua etmelidir.

  • Yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, yoksula ve yolda kalmışa da hakları verilmelidir.

  • Sâlat [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma ilkeleri] yerine getirilirken toplumda en çok mağdur olanlar korunmalı gözetilmelidir.

  • Yersiz; kontrolsüz, kötülüğe gideceği bilinen yere harcama yapılmamalıdır. –Şüphesiz yersiz/kötülüğe harcama yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.–

  • Eğer Allah’tan umulan bir rahmeti arayarak, akraba, yoksul ve yolda kalmışa yardım edilmeyecekse, o vakit de kendilerine yumuşak ve tatlı/onların ağırına gitmeyecek bir söz söylenmelidir; durum uygun dille anlatılmalı, onların gönülleri alınmalıdır.

  • Cimri olmamalı, mal büsbütün de saçılmamalı/savurganlık yapılmamalıdır. Böyle yapanlar kınanır ve yaptığına pişman olurlar.

  • Yoksulluk kaygısıyla çocuklara kıyılmamalıdır. Allah, herkese rızkını verir/besler. Onlara kıymak gerçekten büyük bir günahtır.

  • Zinaya yaklaşılmamalıdır; zinaya yol açacak yollardan, ortamlardan, davranışlardan uzak olunmalıdır. Şüphesiz ki zina, iğrençliktir ve kötü bir yoldur.

  • Allah’a savaş açmadıkça ve kısas kararı ile olmadıkça, hiç kimse öldürülmemelidir.

  • Kim haksızlık edilerek öldürülürse, onun yakınlarına tazminat ödenmelidir.

  • Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da –en güzel bir şekilde olması dışında– yaklaşılmamalıdır.

  • Aht, verilmiş söz yerine getirilmelidir. Şüphesiz verilen sözde sorumluluk vardır.

  • Ölçüldüğü zaman tam ölçülmeli ve dosdoğru terazi ile tartılmalıdır. Bu, hem daha hayırlıdır ve sonuç/uygulama olarak daha güzeldir.

  • Bilinmedik bir şeyin ardına düşülmemelidir! Şüphesiz kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludurlar.

  • Yeryüzünde kibir ve azametle yürümemelidir! Şüphesiz ki insan asla yeri yaramaz ve boyca dağlara erişemez.

  • Allah’ın gönderdiği ilkelere uyulmalı ve Allah’la beraber başka bir ilâh edinilmemelidir. Aksi hâlde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme gitmek kaçınılmaz olur.

  • Kullar, her zaman en güzel olanı söylemelidir.

  • İnananlar Allah’ın indirdiği en güzeli içeren sözleri diğer insanlara ulaştırmalıdırlar.

  • Salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma] açıkça yapılmamalı, gizli de yapılmamalı. Ve bu ikisi arasında bir yol aranmalıdır.

  • Homoseksüelliğin ilerlediği toplumlarda üreme durur ve  nesiller kurur.

  • Allah kendisine samimi kul olanları daima korur.

  • Ölçek ve terazi eksik tutulmamalı, ölçerken ve tartarken adalet yerine getirilmelidir.

  • İnsanların eşyaları eksiltilmemeli ve yeryüzünde kargaşacı olup insanlara, doğaya fenalık edilmemelidir.

  • İnsan karşı çıktığı şeyi kendisi yapmamalıdır.

  • Herkes gücü nispetinde muslih, düzeltici olmalıdır.

  • Delilsiz, tanıksız dava olmaz.

  • İnsan, içinde bulunduğu durumu bildirmek, yanlışların düzeltilmesi için üst makamlara dilekçe yazmalıdır.

  • İnsan bildiklerini toplumla paylaşmalı, topluma maddi ve manevi yönden yardımda bulunmalıdır.

  • Kişiler, kurumlar ve ülkeler zor günler için daima yedek akçeli olmalıdır.

  • Kişi, birikimi, bilgisi ile ülkedeki kamu görevlerinden birine talip olabilir.

  • Aynı yerden iki kez yardım alırken başkasının dikkatini çekmemelidir.

  • Tedbirleri alıp sonucu Allah’a havale etmek gerekir.

  • Allah’ın planına karşı tedbir çare olmaz; ama Allah’ın planı bilinmediğinden her zaman tedbirli olmak gerekir.

  • Tarafların rızasıyla geçici süreli aleyhte plan yapılabilir.

  • Allah’ın koyduğu hükümlerde hırsızlığın cezası, hırsızın kontrol altına alınmasıdır.

  • Kazai hükümler, şahısların dinine göre uygulanır.

  • Kefil olacaklar, belirlenmemiş şeylere; gelecekte olacaklara kefil olamazlar.

  • Suç isnadı tanıklı olmalıdır.

  • Her dert, insanlara  söylenmez.

  • Tevbe etmiş suçluların suçları başlarına kakılmaz, geçmişle ilgili ayıplama ve azarlama yapılmaz.

  • İman için kimse zorlanmamalıdır.

  • Herkese güzel muamelede bulunulmalıdır.

  • Kimse, kimsenin hesabından sorumlu değildir.

  • Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyulursa herkesi Allah yolundan saptırırlar. Çünkü çoğunluktakiler sadece “zanna” uyar ve sadece saçmalar.

  • Allah, asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde yaratmıştır. Meyve verince meyvesinden yenmeli, hasat günü de onun hakkı verilmeli ve savurganlık yapılmamalıdır. Şüphesiz Allah, savurganlık yapanları sevmez.

  • Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez.

  • Bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış iş yapanları sevmez.

  • Allah, insana, ana ve babasına iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi yükümlülük olarak ulaştırdı. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı/ doğurdu. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır.

  • Kişiler ve kurumlar, işlerini gördürmek için içlerinden birini vekil tayin edebilirler.

  • Her tarafta ilahiyat; özellikle de âhiretin varlığını ispata yönelik okullar kurulmalıdır.

  • Belgesiz ve bilgisiz konuşmamalıdır.

  • Zararın azıyla büyük zarar önlenebilir.

  • İnsanları dinden çıkarma girişiminde bulunanlara karşı savaş açılmalı, yargılanarak ölüm cezası verilmelidir.

  • Yetimlerin malları iyi korunmalı, rüşte erdiklerinde kendilerine teslim edilmelidir.

  • Yetim mallarının himayesinden ücret alınmamalıdır.

  • Sözleşmeler, sağlam ve anlaşılır olmalıdır; muğlâk madde bırakılmamalıdır.

  • Allah, rızık konusunda kimi insanı kimine fazlalıklı kılmıştır. Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızıklarını; yiyip içeceklerini, servetlerini, sözleşmeler gereği himayelerinde bulundurdukları kimselere, hepsi rızıkta eşit olmak üzere vermezler. O hâlde bunlar Allah’ın nimetini bilerek örtbas mı ediyorlar?

  • Allah bazı kişileri mal, evlat, ömür ve akıl bakımından fazlalıklı kılmıştır. Malca fazlalığı sahip olanlar, sahip olduklarından ellerinin altındakilere, işçilerine, memurlarına, çalışanlarına eşit vermezler; bazı gerekçelerle farklı farklı verirler. Onlardan hiç birini kendisiyle aynı seviyede tutmaz, onlarla paylaşmazlar. Rabbimiz burada şu mesajı veriyor: Siz bile çalışanlarınızı (köle, işçi, memur) kendinize ortak (şerik) kabul etmiyor; efendi ile köle, işçi ile patron arasındaki ayrımı kabul ediyorken, Allah ile yaratıkları arasında fark olması gerektiğini neden kabul etmiyorsunuz? Allah, kullarını Kendisine hiç ortak (şerik) kabul eder mi?

  • Allah’ın nimetlerini kullarına farklı ölçülerde vermesi ve bundan dolayı da bazılarının bazılarından fazlalıklı olması, sosyal düzenin yürümesi içindir: Hayattaki ast-üst ilişkisi, toplumsal yaşama konulan ve insanların birbirleriyle çeşitli sosyal ilişkiler kurmasını sağlayan, böylece insanların bu ilişki kurma biçimleriyle sınandıkları ilahî bir yasadır. Burada konu edilen “derecelerle yükseltme”, keramet, üstünlük, saygınlık bakımından değil, ekonomik güç, akıl, zekâ, anlayış, bilgi-bilgisizlik bakımından oluşan farklılıklardır. Herkesin ekonomik güç, zekâ ve anlayış bakımından eşit olduğu bir toplumda insanların birbirlerine iş gördürmeleri demek olan istihdam ve iş üretme mümkün olmaz.

  • Allah, adaleti, iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi ve yakınlara vermeyi emreder; hayâsızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder. O, düşünüp öğüt alınsın diye insanlara öğüt verir. Allah, hiçbir zaman kullarının kötülüğünü istemez. Allah, insan için toplumsal problemleri yok edecek ilkeler getirir. İnsanı, toplumu felakete sürükleyecek eylemleri yasaklar. Bunda şüphesiz düşünüp öğüt alacak olanlar için alâmetler vardır.

  • Sözleşme yapıldığında Allah’ın ahdi/Allah’a verilen sözler yerine getirilmelidir

  • Yeminler/sözleşmeler sağlama aldıktan ve Allah kesin olarak kefil kılındıktan sonra da onlar bozulmamalıdır. Şüphesiz ki Allah işlenen şeyleri bilir.

  • Bir ümmet, diğer bir ümmetten daha çoktur diye; gücüne, arkasına güvenerek yeminler, sözleşmeler arada aldatma aracı edilmemelidir. Allah, insanları bununla sınıyor. Hakkında anlaşmazlığa düşülen şeyleri kıyâmet günü insanlara kesinlikle açıklayacaktır.

  • Yeminler insanlar arasında aldatma ve bozgunculuğa/ kargaşaya araç edilmemelidir. Aksi halde ayak sağlam bastıktan sonra kayıverir ve Allah yolundan sapıldığı için, kötülük tadılır. Büyük azap da bu suçu işleyenler içindir.

  • Allah’ın ahdi/ Allah’a verilen sözler az bir bedel karşılığında satılmamalıdır. Eğer bilinirse kesinlikle Allah katındaki; o, insanlar için daha hayırlıdır. İnsanların yanındaki tükenir, Allah’ın katındaki ise kalıcıdır. Ve Allah kesinlikle sabredenlere ecirlerini, yaptıklarının daha güzeli olarak verecektir.

  • Eğer birine ceza verilecekse, yapılanın aynı ile ceza verilmelidir. Ve eğer sabredilirse, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.

  • Kamu görevine getirilecek, yönetici yapılacak kişiler, mutlaka, eğitimli ve ehliyetli kimseler olmalıdır. Ehliyetsiz kimselere kamu görevi verilmemeli, babadan oğla görev intikal ettirilmemelidir.

  • Her yerde okul açılmalı böylece insanların sevap kazanmaları ve geleceğinin güvenliği sağlanmalıdır.

  • Okullar, dolaşanlara, ibadete kapananlara ve boyun eğip teslimiyet gösterenlere ve Allah’ı birleyen herkese açık olmalıdır. Orada insanların şirki temizlenmelidir; insanların kula veya cansız nesnelere itibarı, kullukları engellenip herkese insanlık onuru kazandırılmalıdır.

  • Açılan okulların ihtiyaçları mutlaka karşılanmalıdır. Bu gerçeği örtenler, buna yanaşmayanlar cezalandırılmalıdır.

  • Okul konusunda İbrahim’in Allah’a:  “Rabbim! Burasını güvenli bir belde kıl, halkını; onlardan Allah’a ve son güne inananları meyvelerle rızklandır. Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphesiz Sen en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] biri kıl. Soyumuzdan da Senin için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] bir önderli toplum getir. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tövbemizi de kabul et. Şüphesiz Sen suçtan dönüşleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta kendisisin. Rabbimiz! Bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki onlara Senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyanın, bozulmayı iyi engelleyenin; sağlam yapanın ta kendisisin.” diye yakarışı herkesçe iyi öğrenilip değerlendirilmelidir.

  • Daha önce gelen elçiler de toplumlarını aydınlatacak okullar açarak şirki temizlemişler, tevhidi öğretmişlerdir. İbrahim, Musa ve İsa da okul açmışlardır. Okullarda söyledikleri Kur’an’da anlatılmaktadır.

  • Aklı ermezler, engel çıkarsa da Müslümanlar, bağımsız yurtlarını oluşturup dinlerini özgürce yaşayacakları devleti kurmalıdır. Bu, onların kıblesi; ana stratejileridir.

  • Allah, bu ümmeti, diğer insanlar üzerine şahitler olsunlar,  Elçi de onlar üzerine şahit olsun diye hayırlı bir önderli toplum yaptı. Bazıları bu görevden kaçabilir. Tespit edilen bu hedef/strateji, elbette, Allah’ın kılavuzluk ettiği kimselerin dışındakilere çok büyük gözükecektir.

  • Mü’minler köle olamaz, sömürge altında yaşamayı kabul edemez. Mü’minlerin bağımsız devlet kurmaları haklarıdır. Muhammed’in yaptığı gibi, Davud’un ve Süleyman’ın yaptıkları gibi devlet kurmalıdır. Bu devletlerin stratejileri, varolma nedenleri; zulmü ortadan kaldırmak ve güzellikler sergilemektir. Mü’minlerin stratejisi, Allah’ın hoşnut olacağı şekilde olmalıdır.

  • Müslüman bu hedefi candan benimsemeli ve yüzünü Mescidi Haram’a/ dokunulmaz eğitim-öğretim kurumuna çevirmeli; aklı fikri hep eğitim-öğretimde olmalıdır. Müslüman nerede olursa olsun, yüzü eğitim kurumundan yana olmalıdır.

  • Kendilerine kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, müminlerin devlet kurmasının, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu Kur’an’da görürler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından habersiz, bilgisiz değildir.

  • Mü’minlerin her anı; Mescidi Haram/dokunulmaz eğitim-öğretim kurumunda geçmeli, eğitim-öğretim konusunda zaafiyet göstermemelidir. Mü’minlerin azimle ve sabırla eğitim-öğretime devam etmeleri halinde; Allah’tan vaadedilen bir hak olarak mü’minlerin devlet kurmaları mutlaka gerçekleşir.

  • Kitap verilmiş olan kimselere, bütün ayetler de getirilse, yine de müminlerin hedefine/stratejine uymazlar. Müminler de onların hedefine/stratejisine uymamalıdır. Zaten onlar da birbirlerinin hedeflerine/stratejilerine tâbi değiller.

  • Müminler her nereden çıkarsa hemen yüzlerini Mescit-i Haram/ dokunulmaz eğitim öğretim kurumu tarafına çevirmelidir; hemen eğitim öğretim kurumu, yeri oluşturmalı, okul açmalıdır. Şüphesiz bu, Rabbimiz Allah’tan gelen bir haktır. Ve Allah, yapılanlara ilgisiz, bilgisiz değildir.

  • Her yerde okullar açılmalıdır. Allah bu konuda kendisine düşeni yapmış; insanlara, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten ve onlara bilmedikler şeyleri öğreten bir elçi göndermiş, kitap indirmiştir. Müminlere düşen de her yerde okul açıp ilahi ilkeleri öğretmek olmalıdır. İnkârcılardan korkmamalı, onlara saygılı davranmamalı, sadece ve sadece Allah’a saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymalıdır.

  • Dünya Müslümanları, Hanif İbrahim’in izleri, anıları olan Mekke yöresinde yüksek ilahiyat okulları açmalıdır. Buranın yeme içme, barınma giderleri Müminlerce karşılanmalıdır. Eğitim dönemleri bir kurul tarafından üç aydan aşağı olmamak üzere tespit edilmeli, bu aylar tüm dünyaya bildirilmelidir. Bu eğitim dönemlerinde tüm dünyadan, Yahudi, Hıristiyan, ateist vs. davet edilmeli bu süreçte onların şirk pisliğinden kurtulmaları sağlanmalıdır.

  • Eğitim döneminde birçok okul açılmalı, bu okullarda tüm dünya ve ahiret için gerekli bilgi ve eğitim verilmelidir.

  • Dönem sonlarında tüm okullardaki katılımcılar bir araya toplanıp, Müslüman âlemin ve tüm dünyanın sorunlarının çözümüne yönelik bir ültimatom/ kesin uyarı yayınlamalıdırlar. Konunun temel ilkeleri Bakara; 196-198, 200-203, 199, 201-202, 204-207, 158  Tövbe;1-29’dan öğrenilebilir.

  • Müslümanların, dünyadaki müslümanlarla da danışma, eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunmaları için Mekke yöresinde yüksek ilahiyat okulları açmalıdır. Tüm dünyadan insanların serbestçe katılacağı bu okulların eğitim-öğretim proğramları, süreleri ilan edilerek katılımın yüksek olması sağlanmalıdır. Buraya gelecek insanların her ihtiyacı karşılanmalıdır.

  • Hac/programlı ilâhiyat eğitimi, bilinen aylardır. Artık her kim o aylarda hacca /programlı ilâhiyat eğitimine başlayıp onu farz edinirse /mutlaka yapacağım derse, artık hac/programlı ilâhiyat eğitimi süresince kadına yaklaşmak, çirkin söz söylemek, günah işlemek ve kavga etmek yoktur.

  • İnsanlar, yeryüzündeki helâl ve temiz, hoş, yararlı şeylerden yemeli ve kendisine apaçık düşman olan şeytanın adımlarını izlememelidir; kötü kişilerin telkinlerine ve nefsinin arzularına uymamalıdır.

  • İman etmiş kişiler, eğer yalnızca Allah’a kulluk ediyorlarsa, Allah’ın kendilerini rızıklandırdığı şeylerin hoş, temiz ve yararlı olanlarından yemeleri ve verdiği nimetlerin karşılığını Allah’a ödemelidirler.

  • Allah, müminlere sadece ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları haram kılmıştır. Ama kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir sakınca yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

  • Müminler, ölümlü olaylarda kısas/âdil karşılıkla muamele etmelidir. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın… Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uymalı, ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbimiz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim sınırları aşarsa, artık acı veren azap onun içindir. Kavrama yetenekleri olanların daha iyi anlayacağı gibi, Allah’ın koruması altına girmeleri için farz kılınan bu âdil karşılık ilkesinde insanlar için hayat vardır.

  • Müminlerden birine ölüm hazır olduğu vakit, eğer bir mal bıraktıysa, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler üzerine bir hak olarak, babası-anası ve en yakın akrabası için, örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde vasiyet etmek zorunluluğu vardır.

  • Kim, vasiyeti duyduktan sonra onu değiştirirse, onun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

  • Artık her kim vasiyet edenin, bir hata işlemesinden veya bir günaha girmesinden korkar da onların arasını düzeltirse, ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

  • Kadınlar erkekler için bir giysidir, erkekler de kadınlar için bir giysidir.

  • Müminler aralarında mallarını batıl sebeplerle yememelidir.

  • Mü’minlerin mallarını hak yol dışında yemeleri düşünülemez. Yapılan eylemlerin sorumluluğu unutulmamalıdır.

  • İnsanların mallarından bir kısmını, bilerek ve günah ile yemek için hâkimlere aktarmamalı, rüşvet vermemelidir.

  • İnsanlığın hastalıklarından biri de; işlerinin görülmesi için; günah olduğunu bile bile hâkimlere  rüşvet vermeleridir. Bu davranışlar adaletin düşmanıdır.

  • Hac ve oruç, ay takvimine göre yapılmalıdır.

  • Evlere arka taraflarından girmek/dinde Allah’ın ilkelerinden başka ilkeler benimsemek, “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlık”, Allah’ın koruması altına girmektir. Öyleyse, evlere kapılarından girmelidir; dini, din sahibi Allah’ın çizdiği çerçevede yaşamalıdır. Ve başarıya erenlerden, kurtulanlardan olmak için Allah’ın koruması altına girmek gerekir.

  • Müminlerle savaşan kimselere karşı; Allah yolunda savaşmalıdır; ölmeli, öldürmelidir. Ve savaşta sınır aşılmamalıdır. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.

  • Müminlerle savaşanlar nerede yakalanırlarsa öldürülmeli, müminleri çıkardıkları yerden müminler de onları çıkarmalıdır.

  • İnsanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâra sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir.

  •  Mescidi Haram/dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında; okulların açık bulunduğu dönemlerde onlar, orada müminlerle savaşmadıkça da onlarla savaşılmamalıdır. Buna rağmen onlar savaşırlarsa, hemen onlar öldürülmelidir. Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için reddedenlerin cezası işte böyledir. Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, bilinmeli  ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

  • İnsanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâra sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşılmalıdır. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.

  • Mü’minlerin insanları din konusunda zorlamamalarının yanında; inkârcıların mü’minleri dinlerinden çıkarmak için yoğun çaba harcamaları insan öldürmekten daha zalimce bir suçtur. Düzeltilen bir toplumun değişime/yıkıma uğratılmak istenmesi en büyük zulümdür. Allah bu zulmün mutlaka ortadan kaldırılmasını ister.

  • Dokunulmazlık ayı, haram aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim müminlere saldırdıysa, müminler de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırmalıdır.

  • Hayırdan/maldan; zamandan, bilgiden sahip olunan değerler, önce ana-baba, en yakınlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar için olmalıdır. Hayırdan ne işlenirse Allah, onu en iyi bilendir.

  • Savaş hoş olmayan bir şeydir, kimsenin de hoşuna gitmez. Buna rağmen, Müslümanlara zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki Müslümanlar, kendileri için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazlar. Yine olabilir ki, Müslümanlar, kendileri için kötü, zararlı olan bir şeyi severler. Ve Allah bilir, insanlar bilmezler.

  • Dokunulmaz olan ayda savaşmak, büyük suçtur. Ve Allah yolundan alıkoymak, O’nu ve Mescidi Haram’ı/ilahiyat eğitim merkezini örtmek/görmezlikten gelmek ve Mescidi Haram’ın halkını; orada eğitim-öğretim yapanları ve kısa süreli eğitime katılanları oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük günahtır.

  • İnsanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâra sürüklemek, öldürmekten daha büyük bir olaydır ve daha büyük suçtur.

  • İnkârcılar, eğer güç yetirirlerse, müminleri dinlerinden döndürmek için müminlerle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Müminlerden de her kim dininden döner ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini örten biri olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahrette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashabıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır.

  • Aklı karıştıran/örten şeylerden ve şans oyunlarında büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve ahrette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.

  • Kamu görevi yapanlar, ilke sahibi olmalı, görevde gevşeklik yapmamalıdır.

  • İhtiyaçtan fazla olan şeyler, Allah yolunda harcanmalıdır.

  • Yetimlerin durumu iyileştirilmelidir. Onlar kardeş edilmelidir.

  • Karınca vadisi halkının ve Sebe melikesinin siyasetleri iyi öğrenilmelidir: Güçsüz olduğu dönemlerde kimse kendisini tehlikeye atmamalıdır.

  • Dinden çıkarma faaliyeti olan yerlere müdahale edilmelidir.

  • Uluslararası ilişkiler ve savaşlar, sadece Allah adına yapılmalıdır: çıkar, talan, yağma ve sömürü amaçlı olmamalıdır.

  • Himayeye, yardıma muhtaç olanlara iş sağlanmalıdır.

  • Ortak koşan kadınlar, iman edinceye kadar nikâhlanmaz. İman etmiş, kâfirlerin himayesindeki bir köle kadın, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır.

  •  Ortak koşan erkekler ile de iman edinceye kadar evlenilmez; iman etmiş bir erkek köle, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Ortak koşanlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara ayetlerini ortaya koyar.

  • Kadınlar aybaşı olduklarında cinsel ilişki kurulmaz. Çünkü o, bir eziyettir.

  • Kadınlar, toplum için bir tarladır/kültürdür. Kadınlar toplumun hem eğiticisi hem de üreticisidir. Toplumun fertlerini herkesten önce kadınlar eğitir.

  • İnsanlar kendileri için de önceden göndermeli ve Allah’ın koruması altına girmelidir. İnsan,  Allah’a kavuşacağının bilincinde olmalıdır.

  • Allah ve yeminler, iyilerden olmaya, Allah’ın koruması altına girmeye, insanlar arasını düzeltmeye engel yapılmamalı, “Yapardım ya Allah’a yemin ettim, artık yeminimi bozamam” denilmemelidir.

  • Allah, müminleri yeminlerindeki boş sözlerden sorumlu tutmaz; ama bilinçli yapılmış eylemleri nedeniyle sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.

  • Kadınlarından îlâ edenler/onlara yaklaşmamaya yemin edip kadına eziyet planlayanlar için, dört ay beklemek vardır. Sonra eğer dönerlerse, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Eğer boşamaya karar vermişlerse de, şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

  • Boşanan kadınlar, eğer Allah’a ve ahret gününe inanıyorlarsa Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz; hamile olduklarını bildirilmelidirler.

  • Boşanan kadınlar her ne sebeple olursa olsun hamileliğini gizlememelidir. Bu babanın hakkının gasp edilmesidir. Böyle bir davranışın hesabı mutlaka sorulur.

  • Boşamak iki defadır. Bundan sonrası ya örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekil ile tutmak veya iyileştirmekle salmaktır. Onlara verilenlerden bir şey almak helâl olmaz. Eğer birisi, kadını boşarsa, artık bundan sonra o kadın, ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Sonra eğer ikinci koca onu boşarsa, Allah’ın sınırlarını yapabileceklerini zannettilerse, birbirlerine dönmelerinde her ikisine de vebal yoktur. Allah’ın, bilip duran bir toplum için ortaya koyduğu sınırlar, işte bunlardır.

  • Geçinememe korkusu bulunduğunda hâkim; kadının fidye/ayrılma bedeli vermesiyle boşanmayı gerçekleştirir.

  • Aile kurumunun boşanma ile dağılmasına ilgili mahkemeler karar verir. Tarafların hakları gözetilerek topluma problemli bireyler sevk edilmez, sıkıntılar en az seviyede tutulur.

  • Kadınlar boşandığı zaman iddetlerini de bitirdiklerinde, ya ma‘rûf ile tutulmalı veya ma‘rûf ile salınmalıdır, haklarına tecavüz için zararlarına olarak onlar tutulmamalıdır.

  • Boşanma her toplumda gerçekleşen bir olgudur. Kadınlar boşandığı zaman iddetlerini de bitirdiklerinde, ya ma‘rûf ile tutulmalı veya ma‘rûf ile salınmalıdır. Burada önemli olan mü’minlerce ailenin, neslin korunmasıdır. Yoksa kadınları muhtaç hale düşürüp eziyet çektirmek, onları haklarından mahrum bırakmak mü’minlere göre değildir.

  • Kadınları boşayıp da onlar, sürelerinin sonuna geldikleri zaman, eşleriyle aralarında örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekil ile rızalaştıkları zaman, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellenmemelidir. İşte bu uygulama, Allah’a ve ahret gününe iman eden kimselerin öğütleneceği ilkedir. İşte bu, insanlar için daha uygun ve daha nezihtir. Şüphesiz Allah, daha iyi bilir.

  • Anneler, çocuklarını, –emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için– tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri örfe uygun/ herkesçe kabul gören şekilde bir borçtur. Kişi sadece gücüne kapasitesine göre yükümlü olur. Ve çocuğu sebebiyle bir anne, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmamalıdır. Vârise de bunun aynısı borçtur.

  • Allah Kur’an’da hem ananın, hem babanın hem de çocuğun haklarını en güzel şekilde gözeten ilkeler içermektedir.Hiç kimseye haksızlık da yapılmaz.

  • Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, kendi rızalarıyla çocuğu sütten ayırmak isterlerse kendilerine bir vebal olmaz.

  • Eğer çocuklar emzirtilmek istenirse, verilecek örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekil ile teslim edildiği zaman, bunda da yapanlara bir vebal yoktur. Toplumun kabul göreceği şartlarda çocukların emzirtilmesi gerçekleşirse taraflara bir sorumluluk yoktur.

  • Eşi ölen dul kadınlara evlenme isteğinin üstü kapalı biçimde çıtlatılmasında veya içte tutulmasında bir günah yoktur. Allah, şüphesiz erkeklerin onları anacağını bilir. Fakat örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşme yapılmamalıdır. Farz olan süre sona erinceye kadar da nikâh akdine kesin karar verilmemelidir.

  • Eğer kadınlar, kendilerine dokunulmadan veya onlara evlenme anında bir mehir belirlemeden boşanma gerçekleşirse, herhangi bir vebal yoktur. Ve onlara tazminat verilmelidir; zengin olan erkek hâline göre, eli dar olan erkek de hâline göre tazminat ödemelidir. Örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekle göre tazminat ödemek iyilik-güzellik üretenler üzerine bir borçtur.

  • Eğer kadınlar, kendilerine dokunmadan önce boşanır ve mehri de kesmiş bulunulursa, o zaman borç, o kesilen miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse/velisi bağışlarsa başka. Ve bağışlama, Allah’ın koruması altına girmeye daha yakındır. Aradaki fazlalık da unutulmamalıdır.

  • Kur’an’da evlilikle ilgili mehir, tazminatla ilgili pek çok düzenleme uzun uzun anlatılmıştır. Sağlıklı toplumun temelini oluşturan ilkeler üzerinde titizlikle düşünülmelidir.

  • Evli erkekler, öldükleri zaman, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Artık onlar, çıkarlarsa, örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekil ile kendilerinin yaptıklarında sizin için bir vebal yoktur.

  • Boşanmış kadınlar için de Allah’ın koruması altına girmiş kişiler üzerine bir görev olmak üzere, örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde bir yararlanma/nafaka alma vardır.

  • Allah’ın ayetleri oyuncak edinilmemelidir. Boşanma konularında Allah’ın insanların hayrına konulmuş yasalar delinmemeli, ayetlerle alay edercesine uygulamalar yapılmamalıdır.

  • Allah yolunda savaşılmalıdır. Şüphesiz Allah’ın en iyi işiten ve en iyi bilen olduğunu da bilinmelidir.

  • Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse Allah da ona birçok katlarını katlayıverir. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Ve insanlar yalnız O’na döndürülecekler.

  • Dine kastedildiğinde, yurttan çıkarılma olduğunda savaş zorunlu olur. Samimi az sayıdaki sabırlı, eğitimli müminler binlerce yığını haklar.

  • Müminler, düşmanla göğüs göğüse değil uzaktan savaşmalıdır. Kuran’daki Talut- Calut ve Davut pasajı iyi öğrenilip sindirilmelidir.

  • Allah’ın ayetlerine iman edenler gerektiğinde Allah için savaşmalıdır. Mü’minlerin sayısının azl olmasının önemi yoktur. Önemli olan bir avuç iman etmiş mü’minin dev gibi orduyu yenmeleri işten bile değildir. Tarihte bunun pek çok örnekleri vardır.

  • Zenginlik, idari ehliyette etken olmamalıdır; ehliyette ilim, vücut yapısı, yaş durumu, sağlık durumu dikkate alınmalıdır.

  • Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Onun için, savaş meşru kılınmıştır.

  • Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman küfürden, iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûtu örter/ tanımaz Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

  • Sadakaları açıkça vermek iyi ve güzeldir; ama gizlenirse; gizli olarak fakirlere verilirse veren için daha hayırlıdır ve verenin günahlarından bir kısmını kapattırır. Ve Allah, işlemiş olduğunuz şeylere haberdardır.

  • Hayırdan harcamada bulunulan şeyler herkesin kendisi içindir. Müminler, yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında harcamada bulunmamalıdır. Müminler, hayırdan ne harcamada bulunursa, o, kendilerine tastamam ödenecektir. Ve kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.

  • Allah yolundaki harcamalar, yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremeyen, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirler için olsun. Bilmeyenler, utangaçlıkları nedeniyle onları zengin sanır. –Herkes onları işaretlerinden tanıyabilir.– Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Müminler, hayırdan neyi harcarsa, şüphesiz Allah, onu çok iyi bilendir.

  • Mallarını her zaman, gizlice ve açıkça Allah yolunda harcayan kimselere Rableri nezdinde ödülleri vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmezler de.

  • Ribayı [emeksiz, risksiz, çalışıp çabalamadan kolayca elde edilen kazançları] yiyen şu kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysaki Allah, alış-verişi helâl, bu ribayı haram kılmıştır.

  • Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.

  • Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm aşırı nankör ve günahkâr kimseleri sevmez.

  • Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan, salâtı ikame eden [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan] ve zekâtı/vergiyi veren kişilerin Rableri katında mükâfatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de.

  • Müminim diyenler gerçekten mümin ise, Allah’ın koruması altına girmeli ve ribadan kalanı bırakmalıdır.

  • Böyle yapılmazsa, o zaman Allah ve Elçisi’nden kendilerine savaş olduğu/bozuma uğratılacakları; perişan edilecekleri bilinmelidir. Eğer tövbe edilirse, artık sermayeleriniz kendilerinin olur. Haksızlık edilmezse, haksızlığa da uğranılmaz.

  • Eğer borçlu, darlık içindeyse, kolaylığına kadar süre tanınmalıdır! Eğer bilinirse, sadaka olarak verilmesi, kendileri için daha hayırlıdır.

  • Müminler, vadesi belli şekilde borçlaşmalı ve taraflar aralarında senet yapmalıdır. Aralarında bir kâtip  (noter) de adaletle yazmalıdır. Ve o kâtip, Allah’ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmamalı da yazmalıdır.

  • Hak kendi üzerinde olan kişi de söyleyip yazdırmalı, Rabbi olan Allah’ın koruması altına girmeli ve haktan bir şey eksiltmemelidir. Şayet hak kendi aleyhine olan kişi/borçlu bir aklı ermez veya zayıf biri veya bizzat söyleyip yazdırmaya güç yetiremeyen biri ise, yetkilendirilmiş yakını adaletle söyleyip yazdırmalıdır. Erkeklerden iki de şahit yapılmalıdır. Şayet iki erkek şahit olmazsa, o zaman herkesin razı olacağı şahitlerden bir erkekle iki kadın –bunlardan birisi yanılırsa-şaşırırsa, öbürü hatırlatsın diye– olmalıdır.

  • Şahitler de işleme veya mahkemeye çağrıldıklarında kaçınmamalılar.

  • Borç küçük veya büyük, onu vadesine kadar yazmaktan üşenilmemelidir. Bu, Allah nezdinde daha hakkaniyetlidir, şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşülmemesine daha elverişlidir.

  • Mü’minler, borç konusunda titiz davranmalı, tüm borçlar kayıt altına alınmalıdır. Her işi şüpheye yer vermeyecek şekilde sağlam olarak yapılmalı, hiç kimse haksızlığa uğratılmamalıdır.

  • Taraflar aralarında hemen devredecekleri bir ticaret; peşin alış veriş hariçtir; o zaman bunun yazılmamasında bir sakınca yoktur.

  • Alım-satım yapıldığı vakit yine şahit bulundurulmalıdır. Yazan ve şahitlik eden bir zarar görmemelidir. Eğer onlara zarar verilirse, şüphesiz o, taraflara dokunacak bir hak yoldan çıkış olur. Allah’ın koruması altına girilmelidir Allah, insanlara öğretiyor ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.

  • Eğer bir yolculuk üzere olur da bir kâtip de bulunamazsa, o vakit alınmış bir rehin; teminat olmalıdır. Yok, eğer birbirlerine güven varsa, kendisine güvenilen adam, kefil üzerindeki emaneti ödemelidir. Ve Rabbi olan Allah’ın koruması altına girmelidir.

  • Şahitlik gizlenmemelidir. Onu kim gizlerse, artık şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Ve Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilendir.

  • Şahitlik yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Sonuç ne olursa olsun şahitlik yapılmalıdır.

  • Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır.

  • İnanan kimseler birilerinin sürüsü olmamalıdır. Kimseyle de çoban-sürü ilişkisine girmemelidir; herkes onurlu birey olmalıdır.

  • Allah’ın tanıtıldığı-öğretildiği okulların, içlerinde Allah’ın adı anılmasın diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha çok kendi benliğine haksızlık eden kimse olamaz. Böylelerinin, Allah’ın tanıtıldığı-öğretildiği o okullara girmeleri ancak korka korka olur. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için ahrette de büyük bir azap vardır.

  • Allah’ın tanıtıldığı-öğretildiği okullar, mü’minler için olmazsa olmazdır. Bu okulların kapanması veya eğitiminin engellenmesi artık o toplum için son olur. Mü’minler, bu okulları canı pahasına korumalı ve faaliyetinin sürmesini sağlamalıdır.

  • Savaşla ilgili olarak, Allah, Kur’an’da birçok ayet indirmiştir. Bunu da Allah, sırf Müslümanlara bir müjde olsun ve bununla kalpleri yatışsın diye yaptı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

  • Meşru bir savaşta asker katil sayılmaz. Sorumluluk otoriteye aittir. Allah için savaşta da öldüren ve silah atan Allah’tır.

  • Münafıklar her ne kadar, gösteriş için hayır yapsalar da; okullarda, hayır kurumlarında, vakıflarda mütevelli olsalar da Allah onları cezalandıracaktır. Onların yardımı, desteği alkış ve reklamdan ibarettir. Cezalandırılmayacak mütevelliler, sadece Allah’ın koruması altına girenlerdir.

  • Mallarını Allah yolundan alıkoymak için harcayan kâfirler, yine onu sarf edeceklerdir. Sonra onlara, bir pişmanlık olacak, sonra da onlar, Allah’ın, murdarı temizden ayırt etmesi için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya getirmesi, sonra da topunu birden cehenneme koyması için yenileceklerdir. Bu kâfirler, cehenneme toplanacaklar. İşte bunlar, kayba, zarara uğrayıp acı çeken o kimselerin içinde kalanların ta kendileridir.

  • Bu tip kimselere, “Eğer bu işe son verirseniz daha önce yaptıklarınız bağışlanacak. Yine de dönerseniz, kesinlikle önceki önderli toplumlara uygulanan kurallar devam etmiş olur; belanızı bulursunuz, cezanızı çekersiniz.” mesajı iletilmelidir. Böyle kimseler ile ilgili bu ilke uygulanmalıdır.

  • Harpte; bozuma uğratma işinde yakalanan müşrik düşmanları, ibret almaları için onlarla birlikte arkalarındaki kişiler de dağıtılmalıdır, destekleri engellenmelidir.

  • Eğer bir toplumdan; hainlik yapmasından korkulursa, aynı şekilde antlaşmanın bozulduğu kendilerine bildirilmelidir. Şüphesiz Allah, hain kimseleri sevmez.

  • Savaş sırasında düşman etkisiz hale getirilmeli, yardımcı ve onların dostlarınında yüreklerine korku verilmelidir. Onlar sürgün edilmeli, bulundukları yerlerden, yurtlarından dağıtılmalıdırlar ki tekrar mü’minler için tehdit oluşturmasınlar.

  • Müminler, bildikleri ve bilmedikleri kendi düşmanlarını ve Allah düşmanlarını korkutmak için en ileri derecede; modern savaş araç ve gereçlerini; hava filosunu, uçak gemilerini, kıtalar arası füzelerini, nükleer silâhlarını vs. hazırlamalı ve bu konu için gerekli ödeneği sağlamalıdırlar.

  • Mü’minler dikkatli, uyanık olmalıdır. Her an savaş olacakmış gibi hazırlıklı olunmalıdır. Mü’minler  taktik ve stratejik hazırlıklarını, planlarını en kötü senaryoya göre hazırlamalıdır. Mü’minler, düşmanlarından mutlaka her zaman önde olmalı, bilim ve teknik olanaklar kullanılarak en güçlü, en modern silahlarla ordu donatılmalıdır. Böylece tüm dünyada kâfirler için, onların destekçileri ve yardımcıları için caydırıcı güç olabilirler.

  • Eğer düşmanlar, barış için yanaşırlarsa, müminler de barışa yanaşmalıdır.  Ve Allah’a işin sonucunu havale edilmelidir. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.

  • Müminler yeryüzünde ne varsa hepsini topluca harcasalar yine de onların gönüllerini kaynaştıramazlar. Ama Allah, aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

    • Farklı kişiliklerden, gruplardan, topluluklardan oluşan mü’minleri bir araya getiren Allah’tır. Onların bir kısmı daha önce birbirlerine düşmandı ancak Allah Kendisine inanların arasına kuvvetli bir bağ ile kaynaştırdı. Bunu Allah’tan başka kim gerçekleştirebilir?

  • Ülül emir, müminleri savaşa teşvik etmelidir. Eğer müminlerden sabreden yirmi kişi olursa iki yüze galip gelirler. Ve eğer müminlerden yüz olursa, şüphesiz bunlar, anlayışsız bir toplum olduklarından dolayı, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan şu kişilerden bin kişiyi yenerler.

    • Allah, müminlerden hafifletti ve müminlerde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi. O hâlde müminlerden sabreden yüz kişi olursa iki yüzü (Ayrı yazılır.) yenerler. Ve müminlerden bin olursa Allah’ın izniyle/ bilgisiyle iki bini yenerler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir.

    • Yeryüzünde ağır basmadıkça; savaşta kesin ve tam üstünlük sağlamadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiçbir peygambere ve müminlere uygun değildir.

  • Elde edilen ganimetten helâl ve hoş olarak yenilir.

  • Müminler, esirlerden ellerinde olan kimselere: “Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” deyip onları İslam’a davet etmelidirler.

  • Eğer esirler, mümin idareciye/ komutana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki bundan önce onlar, Allah’a hainlik ettiler de Allah, müminlere onlardan fazla imkân verdi. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

  • İman etmiş, yurtlarından göç etmiş, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan ve barındırıp yardım eden kimseler, bazısı bazısının yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olmalılar. İnanan ve hicret etmeyen kimselere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aralarında antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım edilmesi gerekir. Ve Allah, yapılanları çok iyi görendir.

  • Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmemiş olan şu kimseler de, birbirlerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlarıdır. Eğer müminler de onu yapmazsa; müminler olarak birbirinizin velisi [yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları] olmazsa, yeryüzünde büyük bir kargaşa ve insanları dinden döndürme işleri ortaya çıkar.

  • Müminler, kendilerinden seviyesiz, Allah’ın ilâhlığını, rabliğini örten kimseleri yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmemelidirler/yönetici yapmamalı, yaşamlarını onların ellerine teslim etmemelidirler. Artık onu her kim yaparsa, Allah’tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Allah sizi Kendisinden sakındırıyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah’adır.

  • Toplumdan, hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunmalıdır. Bu ilkeyi uygulayanlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

  • Müminler, kendi seviyelerinde olmayanlardan sırdaş/sıkı arkadaş edinmemelidir. Çünkü inançsızlar müminlere fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, müminlerin sıkıntıya düşmelerini isterler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer müminler, akıllarını kullanacaksalar, Allah, müminler için ayetleri/alâmetleri/göstergeleri kesinlikle açığa koymuştur.

  • Müminler onları sever, oysa onlar müminleri sevmezler, müminler kitabın hepsine inanırlar, onlarsa müminlerle buluştukları zaman “İnandık” derler, baş başa kaldıkları zaman da müminlere olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. Böyleleri kinleriyle ölsün/ gebersin! Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü/gönülleri en iyi bilendir.

  • Müminlere bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer müminlere bir kötülük isabet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve Allah’ın koruması altına girilirse, onların hileleri müminlere hiçbir şekilde zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır.

  • Arapların eski adetlerinden olan, eşine “sen bana annemin sırtı gibisin” gibi laflar edip, eşinden uzak durarak eşine eziyet etmek isteyenlerin zulmüne engel olunmalıdır. Böyle yapılmakla eşler, anne sayılmaz.

  • Evlâtlıklar, öz çocuk sayılmaz. Bu, insanların kabulüdür. Allah ise hakkı söyler. Ve Doğru Yol’a kılavuzlar. Evlâtlıklar kendi babalarına nispet edilerek çağırılmalıdır; bu, Allah katında daha hakkaniyetlidir. Eğer babaları bilinmiyorsa onlar, dinde kardeştir ve sözleşmeyle yakınlık kurulan kimselerdir.

  • Planlı, programlı yapılan şeyler dışında hata olarak yapılanlarda bir vebal yoktur. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

  • Peygamber’in eşleri, müminlerin analarıdır.

  • Akrabalar, Allah’ın yazgısında hepsi aynı derecededir; –koruyucu, yakınlara herkesçe kabul gören davranışı yapmanın dışında– müminlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Bu, Kitap’ta yazılmıştır.

  • Resulüllah’ın eşleri, lüks hayat yaşamayı düşündüklerinde Rabbimiz onlara özgü mesajlar göndererek onları uyarmıştır. Kamu hizmetinde bulunan, özellikle de idareci pozisyonunda bulunan kimselerin eşleri de bu mesajlara muhataptırlar. Mü’min toplumunun önderleri konumundaki idarecilerin eşleri; özel statü, lüks yaşam içerisinde yaşayamazlar. Aksine diğer kişilerden daha dikkatli, daha titiz, daha sade hayat yaşamalıdırlar.

  • Allah ve elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mümin erkek ve mümin kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Alınan karar azim ve sabırla yerine getirilmelidir. Ve kim Allah’a ve elçisine isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.

  • Rasülüllah, Zeynep ve Zeyd’in evlilik olayları müminlerce iyi öğrenilmelidir. Bu olaylarla Arap hukukunda büyük devrim yapılmıştır.

  • Evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, evlatlıklardan ayrılan kadınla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmaz.

  • Müminler, Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen kimselere ve münafıklara itaat etmemeli, onların verdiği eziyetlere önem vermemelidir. Müminler, Allah’a işin sonucunu havale etmelidir. Zira “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak Allah yeter.

  • Resülüllah’a evlilik konusunda bir ayrıcalık tanınmıştır:

Ey peygamber! Şüphesiz Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini,

Allah’ın ganimet olarak sana verdiklerinden, sözleşme ile malik olduğunu/savaş esirlerinden himayene verilmiş bayanları,

amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları

ve kendisini peygambere hibe eden peygamberin de nikâhlamak istediği Müslüman kadını –müminlerin seviyesinden aşağı olmak üzere ve sadece sana özgü olarak– sana helal kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin malik oldukları şeyler konusunda senin dışındaki müminlere neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik, daha önce açıkladık. Bu durum; sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler, senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah her şeyi bilendir, çok yumuşak davranandır.

Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helal olmaz. Ancak yemininin malik olduğu/harp esiri olup da senin himayene verilen başka; onu nikâhlayabilirsin. Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir.

  • Müminlere Rasülüllah ile olan ilişkilerinde bazı nezaket kuralları öğretilmiştir:

Ey iman eden kimseler! Peygamberin evlerine sadece –vaktine bakmaksızın–yemeğe izin verilince girin. Ama çağırıldığınız vakit hemen girin. Artık yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Söz için de beklemeyin. Şüphesiz bu hâliniz, peygambere eziyet veriyor sonra da o, sizden çekiniyor. Allah ise haktan/gerçekten çekinmez. Onun hanımlarından bir kazanım istediğiniz zaman da perde arkasından/odalarına girmeden isteyin. Böyle yapmanız, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Ve sizin Allah’ın elçisine eziyet etmeniz ve kendisinden sonra hanımlarını da, sonsuza dek nikâh etmeniz olacak bir şey değildir. Bu, Allah katında çok büyüktür.

Peygamber eşlerinin üzerine, babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınlar ve sözleşmelerinin sahip olduğu kimseler hakkında bir günah yoktur. –Ve siz/peygamberin eşleri, Allah’ın koruması altına girin.– Şüphesiz Allah, her şeye en iyi tanıktır.

  • Allah ve doğadaki güçleri/indirdiği Kur’ân ayetleri peygamberi/elçilik misyonunu sürdüren Kur’an erlerini destekliyorlar/yardım ediyorlar/arka çıkıyorlar. Müminler de destek olmalı/ yardım etmeli/arka çıkmalı ve güvenliklerini tam bir güvenlikle sağlamalıdır.

  • Müminlerin eşleri, kızları ve kadınları, üzerlerine dış giysilerini örtüp öyle ev dışına çıkmalıdırlar. Giyim kuşam, yürüyüş, konuşma şekilleriyle cinsel tahrik unsuru olmamalıdırlar. Tanınıp da eziyet edilmemeleri için, bu daha uygundur. Allah çok bağışlayandır ve çok merhamet edendir.

  • Eğer münafıklar ve kalplerinde bir hastalık olan kimseler ve Medine’de/ her nerede olursa olsun ortalığı karıştıranlar, bu yaptıklarından vazgeçmezlerse, Allah, müminleri onlara, onlar dışlanarak musallat eder. Sonra onlar, müminlerle orada az bir zamandan fazla komşu kalamazlar; Allah’ın önceki geçen kimseler hakkındaki uygulaması olarak nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve acımadan, kıyasıya öldürülürler. Ve kimse Allah’ın yasası/uygulaması için asla bir değişiklik bulmaz.

  • Müminler, Allah’ın rızasını kazanabilmeleri için, Allah’tan gelen hak şeyleri inkar eden, Allah’a ve kendilerine düşman olan kimselere gizli sevgi duymamalı, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmemeli/onları yönetici yapmamalıdır. Bu inkârcılar, Rableri Allah’a inandıklarından dolayı fırsatı bulunca müminleri yurtlarından çıkarmaya çalışırlar. Müminlerden kim bu yanlışı yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır.

Eğer bu düşmanlar, müminleri ele geçirirlerse, müminler için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “Keşke Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeseler!” diye arzu etmektedirler.

  • Allah Müminleri, din hakkında kendileriyle savaşılmayan ve inananları yurtlarından çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.

    • Allah, ancak müminleri, müminlerle din hakkında savaşan, onları yurtlarından çıkaran ve çıkarılmaları için yardımlaşan kimseleri velileştirmeyi [koruyucu, gözetici, yönetici yapmayı] yasaklar. Kim onları velileştirirse, işte onlar, yanlış yapanların ta kendileridir.

    • Dini esas alarak Müslümanların ülkesine ilticada bulunanlar mutlaka sorgulanmalıdır.–Allah onların imanlarını daha iyi bilir.– Artık, eğer müminler de onların inanmış olduklarını öğrenirse geri gönderilmemelidirler.

    • Bunlar kadınsa, inkârcı kocalarına helal olmazlar. İnanmamış eski kocalarına sarf ettiklerini verilmelidir. Mehirleri kendilerine verilmek suretiyle onlarla evlenilmesinde bir günah yoktur.

    • Müslümanlara sığınanlar izlenmeli, sorgulanmalıdır. Sorgu sonunda inananlardan oldukları ortaya çıkanların inkârcılara geri gönderilmesini izin verilmez.

    • İltica eden inanan kadınların sarf ettikleri karşı tarafa verilerek evlilik bağı sona erdirilir. Onların nikahlanması da mehirleri kendilerine verilmesi ile gerçekleşir.

    • Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kadınlar nikâhta tutulmaz. Onlara sarf edilen /ödenen mehir geri istenir. Onlar da sarf ettiklerini/ harcadıklarını geri isterler. İşte bu, Allah’ın hükmüdür. Ki müminler arasında O hükmeder, Allah çok bilendir, çok iyi yasa koyandır.

  • Eşleri Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenlere kaçan mümine harcadıkları kadar yardım yapılır. Müminler kendisine inandıkları Allah’ın koruması altına girmeliler.

  • İnanmış kadınlar, erkekler, ulülemre, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda ulülemre isyan etmemeleri üzerine bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminleri alınmalıdır ve onlar için Allah’tan bağışlanma dilenmelidir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

  • İnananlardan kadın ve erkekler Kur’an’ın ilkelerine uyacaklarına dair kesin söz vermek için ulülemre bağlılık yemini yapmaları gerekir.

  • Müminler Allah’ın gazap ettiği toplumu velileştirmemeli [yönetici, gözetici yapmamalı]. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenlerin mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar, ahretten ümit kesmişlerdir.

  • Yetimlerin malları verilmelidir. Temiz pise değişilmemeli, yetimlerin malı kimsenin malına katılarak yenmemelidir. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur.

  • Yetimler konusunda hakkaniyetsizlikten korkulduğunda yetimlerin kadınlarından/ yetimlere bakmak zorunda kalmış kadınlardan, uygun olanlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlanmalıdır. Şayet o takdirde de adaleti gözetilemeyeceğinden korkulursa, bir tanesi ya da yasalar çerçevesinde himayede bulunan kadın nikâhlanmalıdır. Bu, haksızlığa sapılmaması için en uygunudur.

  • Kamu otoritesi kararıyla yapılan yetimlerin kadınlarıyla evlilikte de kadınlara mehirleri verilmelidir. Kendileri alacaklarından bir kısmını ikramda bulunurlarsa bir sakınca olmaz.

  • Allah’ın, ayakta kalmaları için insanlara vermiş olduğu mallar, aklı ermezlere/reşit olmamış yetimlere verilmez. Onlara o mallardan rızıkları verilir ve onlar giydirilir. Ve onlara örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen sözler söylenir.

  • Yetimler, nikâha ulaşıncaya kadar sıkı bir eğitim verilerek olgunlaştırılır. Sonra da eğer kendilerinde rüşt/erginlik çağına ulaşmışlık hissedilirse, malları kendilerine hemen teslim edilir.

Onlar büyüyecekler diye onların malları saçılıp savrulup yenmez, heder edilmez.

  • Yetimlerin tüm haklarında sorumlu olan kamu, onların evlilik çağına gelinceye kadar eğitim vermesi, evlilik yapabilecek rüşte ulaşanların takibini yaparak evlenmelerinin önünü açmasını sağlar. Onların kendi mallarını yönetmesi böylece sağlanmış olur.

  • Zengin vâsi, yetimin malından faydalanmaz. Vâsi fakir ise herkesçe kabul gören bir ölçüde yetimin malından istifade etmesine izin verilir.

  • Yetimlerin malları kendilerine teslim edildiğinde şahit tutulur, belge düzenlenir.

  • Ana-baba ve akrabaların ölüp de geride bıraktıkları şeylerde erkek yetimlere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabaların ölüp de geriye bıraktıklarından az olsa da çok olsa da farz kılınmış bir nasip olarak kız yetimlere de bir pay vardır; yetimlik çağında kız oğlan mirastan eşit pay alır.

  • Miras bölüşülmesine yakınlar, yetimler ve miskinler hazır bulunduğu zaman da; miras işlemlerinde yetim hakkı olarak bir pay alınır. Onlara ondan rızıkları verilir ve onlara örfe uygun/ herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz söylenir.

  • Allah, yetim konusunda şu mesaj ile insanlara uyarıda bulunmuştur:

Ve kendileri arkalarında zayıf soy bıraktıkları takdirde endişe edecek olanlar, ürpersinler! Ve de Allah’ın koruması altına girsinler ve belgelenmiş söz söylesinler. Kesinlikle, yetimlerin mallarını haksız yere yiyen kimseler, kesinlikle karınlarının içinde ateş yerler. Ve yakında ateşi alevli cehenneme yaslanacaklardır.

  • Allah, anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için mirasçılar belirlemiştir.

  • Sözlü, senetli, yasal borçlu olunan kimselere, vasiyetle hak verilmiş kimselere nasipleri hemen; taksimden önce verilir. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi şahittir.

  • Allah’ın insanlara evlatları hakkında Allah’tan bir taksim olarak ulaştırdığı yükümlülük şöyledir: Erkek için, iki kadın payı kadardır. Eğer hepsi kadın olmak üzere ikiden fazla iseler, o zaman geride bırakılmış şeylerin üçte-ikisidir. Ve eğer bir tek kadın ise o zaman ona yarısıdır. Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da bırakmışsa ana-babanın her birine altıda-bir; şayet ölenin çocuğu yok da, mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, o zaman anası için üçte-birdir. Eğer ölenin kardeşleri varsa anası için altıda-birdir. Bu paylar, ölenin yaptığı vasiyet ve borçlardan sonradır. Babalarınız ve çocuklarınız; hangisinin size yarar bakımından daha yakın olduğunu, siz bilemezsiniz. Şüphesiz Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

Senden kelâle/birinci derecede mirasçısı olmayan kişiler hakkında fetva istiyorlar. Deki: “Allah, size fetva verecektir.” Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi ölürse, bıraktığı şeyin yarısı kız kardeşinindir. Ve oğlan kardeş, kız kardeşin çocuğu yoksa ona mirasçı olur. Eğer çocuksuz oğlan kardeşe mirasçı olan kız kardeşler, iki kişi iseler çocuksuz ölen oğlan kardeşin bıraktığının üçte-ikisi onlarındır. Eğer çocuksuz ölen kişinin kardeşleri erkek ve kadın kardeşler iseler, o zaman erkek için iki kadının payı vardır. Allah, sapmayasınız diye açığa koyuyor ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Eğer hanımlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet bir çocukları varsa o zaman yapmış olduğu vasiyet ve borçtan sonra mirasın dörtte-biri sizindir. Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınızın dörtte-biri hanımlarınızındır. Şayet çocuklarınız varsa o zaman bıraktığınızın, yapmış olduğunuz vasiyet ve borçtan sonra sekizde-biri hanımlarınızındır. Eğer ölen bir erkek veya kadın, birinci dereceden mirasçısı; eşi, çocuğu ve ana-babası olmadan miras bırakıyor ve kendisinin bir erkek veya kız kardeşi bulunuyorsa, bunlardan her birine, yapmış olduğu vasiyet ve borçtan sonra, zarara uğratılmadan altıda-biridir. Eğer mevcut olan kardeşler bundan daha çok iseler, bu takdirde kardeşler, üçte-birde ortaktırlar. Bunlar, Allah tarafından bir ulaştırılmış yükümlülüktür. Ve Allah en iyi bilen ve çok yumuşak davranandır.

  • Allah insanlara Kur’an’da; miras, vasiyet ile ilgili toplumsal sosyal adaleti sağlayan, yetimlerin, çocukların, kadınların, hak sahiplerinin haklarını koruyan, gözeten ilkeler indirmiştir. Kur’an öncesindeki o Arap toplumu ile Kur’an geldikten sonraki Arap toplumu arasındaki farklar dikkatle incelenmelidir. Allah’ın gönderdiği Kur’an Arap toplumunu dönüştürmüştür.

  • İman etmiş kişiler, mallarını –kendi rızalarıyla yaptıklarız ticaret şekli hariç olmak üzere– aralarında haksız yolla yememelidir; bu, kendilerini öldürmekle eşdeğerdir.

  • Resulüllah’ın eşleri, lüks hayat yaşamayı düşündüklerinde Rabbimiz onlara şu mesajı yolladı:

Ey peygamber! Eşlerine söyle: “Eğer siz basit dünya hayatını ve onun süslü çekiciliğini istiyorsanız, gelin size boşanma bedeli ödeyeyim ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim. Eğer siz Allah’ı, elçisini ve son yurdu istiyorsanız, artık hiç şüphesiz Allah, sizden iyileştirenler-güzelleştirenler için çok büyük bir ecir hazırlamıştır.”

Ey peygamber’in kadınları! Sizden kim açık, bir çirkin utanmazlıkta bulunursa, suçun cezası iki kat olarak artırılır. Bu da Allah’a göre pek kolaydır. Sizden kim de Allah’a ve elçisine sürekli saygıda bulunursa ve salihi işlerse, ona da ecrini iki kere veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır.

Ey peygamberin kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri değilsiniz; eğer Allah’ın koruması altına giriyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde söyleyin. Evlerinizde vakarlı olun, ilk cahiliyet gösterişi hâlinde gösteriş yapmayın, salâtı ikame edin [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturun-ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. –Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve sizi temizlemek ister.– Ve evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri hatırlayın. Hiç şüphesiz Allah, çok lütfedicidir, gizliyi bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da iyi bilendir”.

  • İnsanlar önce çevrelerine değil Allah’a saygılı davranmalıdır.

  • Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyde peygamber üzerine, daha önce gelip geçen kimselerde; Allah’ın verdiği elçilik görevini tebliğ eden, O’na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve Allah’tan başka kimseye saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayan kimselerle ilgili Allah’ın uygulaması olarak bir güçlük yoktur. Allah’ın emri, ayarlanmış, belirlenmiş bir kaderdir. Hesap görücü olarak Allah yeter.

  • Mümin erkeklere ve mümin kadınlara yapmadıkları bir şey sebebiyle eziyet eden kimseler de kesinlikle, bir iftira ve apaçık bir vebal yüklenmişlerdir.

  • Mü’minlere iftira etmek elbette çok büyük bir iştir. İnsanların yapmadıkları şeydenden dolayı suçlanıp cezalandırılması, eziyet edilmesi, iftira atanlar için büyük bir azabı beraberinde getirir.

  • Allah, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklere, yere ve dağlara yaydı, yaygınlaştırdı da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı [onu aldı götürdü, ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan ve çok cahildir.

  • Kadınlardan aşırılığa gidenlere/ cinsel sapıklık edenlere; lezbiyenlik yapanlara, çevreden onların aleyhine hemen dört şahit getirilmeli; şayet onlar şahitlik ederlerse, o kadınlar, ölüm onlara geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırıncaya ya da Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde tutulmalıdır.

  • Cinsel sapıklık eden, homoseksüellik yapan iki er kişinin, her ikisine de eziyet edilmelidir. Eğer tövbe ederler de düzeltirlerse artık onlardan mesafeli durulmalıdır. Allah, tövbeleri çokça kabul eden, çok tövbe fırsatı verendir, çok merhamet edendir.

  • Müminlere, kadınlara zorla mirasçı olmak/ mallarından istifade etmek amacıyla onların ayrılmasını engellemek helal değildir. Kadınlara verilenlerin bir kısmını kurtarmak için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmak da helal değildir.  Onlarla örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulunulmalıdır. Ve eğer kendilerinden hoşlanılmadıysa hoşlanmasanız da Allah sizin hoşlanılmayan şeyde birçok hayır oluşturacak olabilir.

  • Ve eğer bir eş boşanıp yerine başka bir eş ile evlenilmek istenirse, onlardan birine yüklerle verilmiş olsa bile, ondan bir şey geri alınmaz. -Onu bir iftira ve açık bir günah olarak alır mısınız? Ve birbirinizle kaynaşıp baş başa kalmışken ve onlar sizden kuvvetli bir söz almışken verdiğinizi nasıl alırsınız?-

  • Kadınlardan babaların nikâhladıkları; üvey analar nikâhlanmaz. Şüphesiz bu, çirkin bir hayâsızlıktır ve öfke duyulan bir iğrençliktir. Ne kötü bir yoldu o!

  • Allah evlilikle ilgili şu beyanı yapmıştır:

Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız size bir sakınca yoktur–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip olduğu; himayenize verilmiş, ülkesinde evli olmasına rağmen, onlardan kaçıp müminlere ilticada bulunmuşlar hariç (bunların eski evlilikleri evlilik sayılmaz), muhsan/nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar Allah’ın üzerinize yazdığıdır.

Bunların dışında iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsınlaşacak/evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan ne ile yararlandıysanız, zorunlu bir görev olarak mehirlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler koyandır.

Ve sizden her kim hür mümin kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da, yasal çerçevede himayenize verilen, mümin genç kızlarınızdan/hizmetçilerinizden nikâhlamak var. Ve Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Sizin bazınız, bazınızdandır. O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen sahiplenilmiş kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle/ bilgileri ile yasal çerçevede himayenize verilen kadınları nikâhlayın ve örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde mehirlerini verin. Sahiplenildiklerinde fahişe işlerlerse, o zaman onlara hür kadınlara verilen azabın yarısı verilir. –İşte bu sizden günah işlemekten ürperen kimseleredir.– Ve eğer sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

Allah, sizin için açığa koymak, sizi, sizden öncekilerin uygulamalarına kılavuzlamak ve hatalardan dönüşünüzü kabul etmek istiyor. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

Ve Allah sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyan kimseler de, sizin doğru yoldan büyük bir meyil ile eğilmenizi istiyorlar.

Allah, sizden hafifletmek istiyor. Ve şüphesiz insan çok zayıf yaratılmıştır.

Müslümanlar evlilik hükümlerini bu ayetler doğrultusunda yapıp uygulamalıdır.

  • Allah, erkek ve kadınlarda bazı özellikleri birbirinden fazla yaratmıştır. Örneğin erkek, kadına göre daha cesur daha soğukkanlı ve kas gücü itibariyle de daha güçlüdür. Kadın da şefkat, merhamet, nezaket yönüyle erkeğe göre daha fazlaya sahiptir.

Bu nedenle toplumun kadınlarının geçimi temini erkeklere aittir. Kadınlar geçim temin etmek için kendilerini taciz ve tecavüz riskine atmamalıdır.

Salih kadınlar, Allah’ın koyduğu kurala uyarlar, dikbaşlılık edip de kendilerin taciz ve tecavüz riskine atmazlar.  Dik kafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından korkulan kadınlar da, kamu otoritesince kontrole alınırlar; öğüt verilir ve yan gelip yattıkları yerlerde; kendi ülkeleri sınırları içerisinde  göç ettirilir ve de baskı yapılır. Bunun üzerine kurallara uyarlarsa, onlar aleyhine başka bir yol aranmaz. Allah çok yücedir, çok büyüktür.

  • Karı-kocanın arasının açılmasından korkulduğu zaman bir hakem erkeğin yakınlarından, bir hakem de kadının yakınlarından kendilerine gönderilir. Bu karı-koca gerçekten barışmak isterlerse, Allah karı-kocanın arasında geçim verir. Şüphesiz Allah, çok iyi bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da iyi bilendir.

  • Eğer bir kadın, kocasının hâlinden; diklenmesinden veyahut kendisinden uzaklaşmasından korkarsa, aralarında bir barış yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Ve barış hayırlıdır.

  • Kadınlar arasında adaletli davranmaya ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın asla güç yetirilemez. Öyleyse birisine tamamen kapılıp da diğeri askıya alınmış gibi bırakılmamalıdır.

  • Eğer onlardan karı-koca ayrılırlarsa, Allah, hepsini geniş armağanlarından zenginleştirir. Ve Allah, ilmi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

  • Müminler sarhoş iken, ne söylediklerini bilinceye kadar, cünüp iken de –yolcu olanlar bu hükmün dışındadır– yıkandırılıncaya kadar, salâta [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumlarına] yaklaşmamalı/ toplum içine çıkmamalıdırlar.

Hasta olanlar veya yolculukta bulunanlar veyahut tuvaletten gelenler veya kadınlarla temaslaştılar, su da bulamamışlarsa o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelmeli, pudralanır gibi üzerlerindeki kiri, kokuyu ince temiz toprakla gidermeliler. Sonra da yüzlerini ve ellerinizi el ile sıvazlayıp silmeliler. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

  • Cünüp/aşırı şehvet nedeniyle aklı başında olmayacak durumda olanlar temizlik üstüne temizlik yapmalılar [cinsel ilişkiye girmeli, orgazm olup ve yıkanıp öyle çıkmalılar].

  • Hastalar, yolculukta olanlar, tuvaletten gelmiş olup da yahut kadınlarla temaslaşmış/ cinsel ilişkiye girmiş sonra da su bulamamış olanlar, hemen temiz bir toprağa yönelmelidir. Sonra da temiz topraktan yüzlerini ve ellerini el ile silmelidir.

  • Allah müminlere, emanetleri ehline vermelerini ve insanlar arasında hükmettikleri zaman adaletle hükmetmelerini emrediyor. Şüphesiz Allah, bununla müminlere ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir.

    • İman etmiş kimseler Allah’a itaat etmelidir, elçiye ve kendilerinden olan emir sahibine/yöneticiye itaat etmelidir.

    • Herhangi bir şeyde, konuda anlaşmazlığa düşüldüğünde; Allah’a ve ahret gününe inanan kimseler onu Allah ve elçiye havale etmelidir; çözüm yolunu Kur’an’da aramalıdır. Bu, daha iyidir ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir.

  • Müminler her türlü önlemi alır, sonra da düşmanlara karşı ya küçük birlikler hâlinde veya topluca sefere çıkarlar.

    • Bazı savaş kaçkınları, savaştakilere bir musibet isabet edince: “Kesinlikle Allah bana lütfetti de onlarla beraber tanık olarak bulunmadım” der. Yok, zafer kazanılırsa  “Ah ne olurdu, onlarla beraber olaydım da çok büyük başarıya erseydim!” der. Ama basit dünya hayatını, ahret karşılığında satacak kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, artık Allah ona çok büyük bir ödül verecektir.

  • İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenler kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır.

    • Kesinlikle mü’minler, münafıklardan yana olmamalı, onlara hiçbir konuda kılavuzluk yapmamalılar. Allah, kimi saptırırsa, artık hiç kimse onun için asla bir yol bulamaz.

  • Eğer bundan yüz çevirirlerse, müminlerle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınan kimseler yahut müminlerle ve kendi toplumlarıyla savaşmaktan göğüsleri daralarak müminlere gelenler hariç onlar yakalanmalı ve bulundukları yerde öldürülmeli; onlardan bir yakın ve bir yardımcı edinilmemelidir. Eğer Allah dileseydi onları müminlere musallat ederdi de onlar müminlerle savaşırlardı. Artık eğer onlar müminlerden mesafeleşip de müminlerle savaşmaz ve müminlere barış teklif ederlerse, Allah müminler için onlar aleyhine bir yol tanımamıştır.

  • Mü’minlerle birlikte hareket edenler, gönlü mü’minlere karşı şavaşmaya yanaşmayan ve mü’minlere katılanlar hariç diğer insanların tutumu zalimlerle birlikte hareket etmeleri, yüzünden, Allah’ın ayetlerini yalanladıklarından, mü’minlerin bu kâfirleri buldukları yerde öldülmelidir. Kâfirlerin tevbe etmeleri veya barış istemeleri durumunda, zulüm ortadan kaldırıldıktan sonra onlar aleyhine yol aranmaz.

  • İnsanları dinden çıkarmaya çalışanlar, bu faaliyetlerini sürdürürlerse, müminlerden uzak durmazlarsa ve müminlere barış teklif etmezlerse ve güçlerini çekmezlerse hemen kendileri bulundukları yerde yakalanmalı ve öldürülmeliler. Ve işte bunlar, onların aleyhinde müminlere Allah’ın tanıdığı apaçık bir yetkidir.

  • Hata dışında bir müminin, diğer bir mümini öldürmesi söz konusu değildir. Ve kim bir mümini, kasıtsız/kaza ile öldürürse, mümin bir köleyi özgürlüğe kavuşturmalı ve ölenin ailesine/varislerine teslim edilecek bir diyet vermelidir. –Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır.–

  • Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber müminlere düşman bir toplumdan ise, o zaman öldürenin, mümin bir köleyi özgür bırakması gerekir.  Eğer öldürülen müminlerle aralarında antlaşma olan bir toplumdan ise öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

  • Kim bir mümini kasten [bile bile, isteyerek] öldürürse, işte onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Ve Allah ona gazap etmiş, onu dışlamış, rahmetinden mahrum bırakmış ve onun için çok büyük bir azap hazırlamıştır.

  • Müminler Allah yolunda sefere çıktığı zaman, hemen iyice araştırma yapmalı; kendilerine selâm veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, “Sen mümin değilsin” dememelidir. Artık Allah nezdinde çok ganimetler vardır. Önce müminler de öyle idi de Allah onlara lütufta bulundu. Onun için iyice araştırma yapmalıdır. Şüphesiz Allah, yapılanlara haberdardır.

  • Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihat edenleri, derece itibariyle oturanlara fazlalıklı kıldı. Ve Allah onların hepsine “en güzel”i vaat etmiştir. Ve Allah, gayret gösterenlere, oturanların üzerine büyük bir ecir; Kendi katından dereceler, bir bağışlama ve merhamet fazlalaştırmıştır. Ve Allah, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

  • Yeryüzünde sefere çıkıldığı zaman, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen kimselerin bir kötülük yapacağından korkulursa salâttan [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma çalışmasından] kısaltmakta [eğitimi-öğretimi kısa kesmesinde] bir sakınca olmaz. Şüphesiz Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler, sizin için apaçık düşmandırlar.

  • Savaş ortamında eğitim öğretim nöbetleşe yapılır. Bir grup ders, eğitim alırken diğer grup güvenliği sağlar.

  • Eğitim -öğretim tamamlanınca Allah, ayakta, oturarak, yan yatmışken anılır. Sükûnet bulunduğunda/ güvene ulaşıldığında, salât ikame edilir [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturun, ayakta tutulur]. Hiç şüphesiz salât [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma görevi], eskiden beri müminler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.

  • Düşman toplumunu takip etmede gevşeklik gösterilmemelidir. Eğer müminler acı çekiyor idiyse, onlar da müminlerin acı çektiği gibi acı çekerler. Ve müminler, Allah’tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umarlar. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

  • Müminler hainleri savunmamalıdır. Kendilerine hainlik edenleri de savunmamalıdır. Şüphesiz Allah, aşırı derecede hainlik eden günahkârları sevmez.

  • Her konunun fetvası Allah’tan alınmalıdır. Yetimlere bakmakla kadınlar hakkındaki fetva gibi her sorunun fetvası Kur’an’da vardır.

  • Bir mümin, kendi aleyhine,  ana-babası ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, Allah için tanıklık etmek zorundadır. İster zengin olsun, ister fakir olsun, bilinmelidir ki Allah, ikisine de daha yakındır.

  • Adaleti yerine getirebilmek için boş-iğreti arzuya uyulmamalıdır. Eğip bükenler, kıvırtanlar veya geri duranlar, bilmelidirler ki Allah yapılanlardan haberdardır.

  • Müminler, kendilerinden seviyece düşük olan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen kimseleri yol gösterici, koruyucu yakınlar edinemez/yönetici yapamaz. Bunu yapanlar kendi aleyhlerinde Allah’a apaçık bir kanıt verirler, dünya ve ahrette belalarını bulurlar.

  • Münafıklar, yönetimi ele geçirirse, yeryüzünde kargaşa çıkarma ve akrabalık bağlarınızı paramparça etmeyi düşünürler, kimsenin gözünün yaşına bakmazlar. Onlar, Allah’ın kendilerini dışladığı, sonra kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.

  • Müminler savaşta gevşememeli ve kendileri üstün iken barışa çağırmamalıdır. Allah müminlerle beraberdir. Ve Allah, müminlerin amellerini asla eksiltmez.

  • Dünyadaki şu basit hayat, ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman edilir ve Allah’ın koruması altına girilirse, Allah girenlere ödüllerini verir, onlardan mallarını da istemez.

  • Eğer Allah, müminlerden mallarını isteyip de onları zorlasaydı cimrilik ederlerdi. Müminlerin kinlerini de çıkarırdı.

  • Bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez.

  • Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O’nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.

  • Müminler, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı kendi benliklerine haksızlık eden kimseler olan memleketten çıkar, nezdinden bize bir koruyucu, yol gösterici yakın, nezdinden iyi bir yardımcı kıl” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmalıdır.

  • Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir.

  • Ölçü hakkaniyetle dikilmeli/ayakta tutulmalı teraziye/ölçüye/dengeye zarar verilmemelidir.

  • Boşanmalarda, iddet mutlaka dikkate alınmalı ve sayılmalıdır.

  • Mümin kadınlar nikâh edilip, sonra onlara dokunmadan boşanma olduğu zaman, müminler için üzerlerinde sayacakları bir bekleme süresi yoktur. Derhal onlara tazminat ödenmeli, hayatlarını rahatça sürdürme imkanına kavuşturulmalıdır. Onları güzel bir şekilde salıverilmelidir.

  • Kadınlardan aybaşı halinden kesilenler ve ay hâli olmayanlar; eğer şüphe edilirse, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların da bekleme süresi, yüklerini bırakmaları; doğum yapmaları veya düşük yapmalarıdır. Kim Allah’ın koruması altına girerse, Allah ona işinde bir kolaylık sağlar.

  • Boşanmış kadınlar da, kendi kendilerine üç âdet dönemi süresi beklerler. Onların kocaları, barışmak isterlerse o süre içersinde onları geri almaya daha çok hak sahibidirler.

  • Eşi ölen kadınlar kendiliklerinden dört ay ve on gün beklerler. Sonra süreleri sona erdiği zaman, artık kendileri hakkında örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekil ile yaptıklarında bunu yapanlar ve bunu izleyenler için bir vebal olmaz.

  • Eşi ölen kadınların tekrar evlenmeden önce beklemeleri gereken süre Kur’an’da detaylı olarak anlatılmıştır. Rabbimiz olan Allah en iyi yasa koyandır.

  • Boşananlar mutlaka Allah’ın koyduğu kurallara uymalıdır.

  • Boşanmış kadınlar apaçık bir aşırılık, iffetsizlik yapmaları hâli dışında, evlerinden çıkarılmamalıdır, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, kesinlikle kendine haksızlık etmiş olur. Allah, bundan sonra bir iş ortaya çıkarıverir, müminler ümitli olmalıdır.

  • Sürelerinin sonuna vardıklarında onlar örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde tutulmalı yahut örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde onlardan ayrılma sağlanmalıdır.

  • Bu konuda adalet sahibi iki kişi şahit tutulmalıdır. Şahitlik de Allah için ayakta tutulmalıdır. İşte bu, Allah’a ve son güne inanan kimseye öğütlenendir. Kim Allah’ın koruması altına girerse, Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızkını verir. Kim de Allah’a işin sonucunu havale ederse, O ona yeter. Şüphesiz Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, kesinlikle her şey için bir ölçü koymuştur, belirlemiştir.

  • Boşanma ile evlilikleri sona eren kadınlar, kocasının gücü ölçüsünde oturduğu yerin bir bölümünde oturtulmalı. Onları sıkıştırmak için onlarla birbirin zararına olacak herhangi bir şey yapılmamalıdır.

  • Boşanma ile evlilikleri sona eren kadınlar, şâyet gebe iseler, yüklerini bırakıncaya kadar onlara harcama yapılmalı/nafaka verilmelidir.

  • Boşanma ile evlilikleri sona eren kadınlar, kocası için emzirirlerse, onlara ücretlerini verilmeli ve taraflar arasında örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde müşavere yapılmalıdır. Ve eğer güçlük çekilirse, artık ücreti babaya ait olmak üzere, başka bir kadın emzirmelidir.

  • Boşanmalarda geniş imkânları olanlar, geniş imkânlarına göre nafaka vermelidir. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiğinden versin. Allah, hiçbir kişiye ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylık sağlayacaktır.

  • Zina eden kadın ve zina eden erkekten her biri yüz kamçı ile kamçılanmalıdır. Allah’a ve ahret gününe inanılıyorsa, Allah dininde müminleri, onlara acıma duygusu tutmamalıdır. Müminlerden bir grup da onların cezalandırılmasına tanık olmalıdır.

  • Evli, hür kadınlara zina isnadında bulunup, sonra dört tanık getiremeyen kimseler seksen kamçı ile kamçılanmalı ve onların tanıklığını ömürleri boyu kabul edilmemelidir.

  • Zina eden kadın ve erkeğin her birine toplumun önünde ifşa edilerek yüzer kamçı ile kamçılanmalıdır.

  • Haksız yere zina suçlamalarının önüne geçmek için; Evli, hür kadınlara zina isnadında bulunup, sonra dört tanık getiremeyen kimseler seksen kamçı ile kamçılanmalı ve onların tanıklığını ömürleri boyu kabul edilmemelidir.

  • Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlar; onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın dışlayıp gözden çıkarmasının kendi üzerine olmasına Allah’ı şahit tutması şeklinde yapılmalıdır.

  • Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasına Allah’ı şahit tutması, kendisinden cezayı savar.

  • Ancak iftira attıktan sonra tövbe eden; iftiracılığını itiraf ve bir daha yapmayacağına söz veren ve düzelten kimselere ceza uygulanmaz. Artık, şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

  • Zina eden erkek, zina eden veya ortak koşan bir kadından başkası ile evlenmiyor; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya ortak koşan erkek evleniyor. Ve bu; böyle bir evlilik kuralı, müminlere haram kılınmıştır.

  • Müslümanlar, duydukları olaylar hakkında ihtiyatlı davranmalı, o olayın iftira olabileceğini bilmelidir.

  • Kur’an’da anlatılan İFK olayı müminlerce iyi öğrenilmelidir.

  • Kur’an’da zina ile ilgili düzenlemeler ve zinanın en baştan toplumdan uzak tutulması için Allah tarafından oluşturulmuş, öğüt alanları düzeltecek ilkeleri içeren ayetler vardır. Zinayı toplumdan söküp atmak için Kur’an okunmalıdır.

  • İffete yönelik iddialarda dört tanık getirmeyenler, yalancı ve müfteri sayılırlar.

  • İnanan kimseler içinde aşırılığın, iffetsizliğin yayılmasını isteyen, seven kimseler, dünyada ve ahrette acı veren bir azap ile cezalandırılır.

  • Hür, evli, hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina isnat eden kimseler, dünya ve ahrette dışlanmışlardır. Ve onlar için çok büyük bir azap vardır.

  • Kıyamet günü, iftiracıların dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları işlere kendi aleyhlerinde şahitlik edecektir. O gün Allah, onlara gerçek karşılıklarını tastamam verecektir. Onlar da Allah’ın, apaçık hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.

  • Kötü kadınlar kötü erkekler, kötü erkekler de kötü kadınlar içindir; temiz kadınlar temiz erkekler, temiz erkekler de temiz kadınlar içindir/ pis sözler, çirkin işler pis kimselere yakışır. İyi-güzel söz ve işler de, iyi-güzel kimselere yakışır. İşte onlar, iftiracıların söylediklerinden çok uzak olanlardır. Kendileri için bağışlanma ve saygın bir rızık vardır.

  • Müminler, eşi olmayanları, erkek kölelerden ve kadın köleler iyi olanları; evini, işini, çeyizini hazırlayarak evlendirmelidirler. Eğer bunlar fakir iseler, Allah Kendi fazlından onları zenginleştirir. Şüphesiz ki Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi bilendir.

  • Evlenmeye imkân bulamayanlar; Allah, Kendi fazlından kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korumalıdırlar.

  • Yasalar çerçevesinde himaye altında olanlardan özgürlük yazışması/ sözleşmesi yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir iyilik görülürse, hemen yazışma/sözleşme yapılmalıdır.

  • Allah’ın vermiş olduğu Allah’ın malından onlara verilmelidir. Ve basit dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edilmesi için, bağımsızlaşmak, evlenmek isteyen gençler taşkınlığa/ baş kaldırmaya zorlanmamalıdır, onlar kesinlikle özgürlüklerine kavuşturulmalıdır. Kim onları buna zorlarsa, bilinmelidir ki hiç şüphesiz Allah onların zorlanmalarından sonra çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

  • İnsanlar, Allah’ın rızık olarak verdiği şeylerden yemeli ve zorluk çeken fakiri doyurmalıdır.

  • Kim Allah’ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, kendisi için Rabbinin katında hayırlar olacaktır.

  • Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verilmiştir.

  • Allah, müminleri zafere ulaştırmaya en çok gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi.

  • Allah, Kendisine yardım edenlere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah’a aittir.

Allah’a yardım edenler, “Kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselerdir.

  • Kocası hakkında peygamberle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah kesinlikle işitmiştir. Allah, herkesin konuşmasını da işitir. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

  • Zıhar yapılan kadınlar, zıhar yapanların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Ve şüphesiz onlar, sözden çirkin olanı ve yalanı söylüyorlar. Ve şüphesiz Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır.

  • Kadınlarına zıhar yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin, birbiriyle temastan/ilişkiden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Kim ki bu imkânı bulamazsa, cinsel birleşme yapmalarından önce, hemen aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Artık kim ki güç yetiremedi, altmış miskini doyurmalıdır. Bu, Allah’a ve elçisine inanılması içindir. Ve bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler için de çok acıklı bir azap vardır. İşte siz, bununla öğütleniyorsunuz. Allah, yapılanlardan çok iyi haberi olandır.

  • İman etmiş kişiler! Elçi ile (kamu görevlisi ile) fısıldaşacakları [baş başa konuşacakları, özel hizmet alacakları] zaman, bu fısıldaşmadan önce hemen bir sadaka vermeliler. Bu, müminler için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen eğer bir şey bulamayan olursa, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir; imkânı olmayanların sadaka vermesine  (harç yatırmasına) gerek yoktur.

  • Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle savaştırılırsa, hemen onların arası düzeltilmelidir. Şayet biri ötekinin üzerine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşılmalıdır. Sonra da eğer dönerse aralarında adaletle barış yapılmalı ve hakkaniyetle davranılmalıdır. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.

  • Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse rahmete ermek için kardeşlerin arası düzeltilmeli ve Allah’ın koruması altına girilmelidir.

  • İman etmiş kimseler, sözleşmeleri yerine getirmelidirler.

  • İman etmiş kimseler, Allah’ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilahiyat eğitimi için bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytü’l-Haram’a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmemelidir.

  • Mescidi Haram’dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan müminlerin kini, kendilerini saldırıya da sevk etmemelidir.

  • Müminlerden özgür kadınlar ile önceden kendilerine Kitap verilenlerden özgür kadınları da, nikâhlayarak koruma altına alınmış biri yapmak, –zina etmemek ve gizlice dostlar edinmemek şartıyla– kendilerine mehirleri ödendiği durumlarda müminlere helal kılınmıştır.

  • İman etmiş kişiler, salâta [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumlarına] doğru kalktıkları/toplum içine çıktıkları zaman, hemen yüzlerini ve dirseklere kadar ellerini yıkamalılar. Başlarını ve iki topuğa kadar ayaklarını el ile silmeliler.

  • Müminlerin bir topluma olan kini, kendilerini adaletsizlik yapmaya sürüklememelidir. Adaletli olunmalı, adaletli olmak, Allah’ın koruması altına girmeye daha yakındır. Allah’ın koruması altına girilmelidir. Şüphesiz Allah, yapılanlara haberdardır.

  • Hiçbir kişi bir başkasını öldürmek için el uzatamaz.

  • Kusursuz cinayet olmaz; herkes mutlaka yakayı ele verir. Suç saklayanlar, yiyeceklerini iğreti olarak saklayan kargaya benzerler.

  • Allah, İsrailoğullarına: “Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” şeklinde farz kılmıştır.

  • İsrailoğullarına elçiler açık deliller ile geldiler. Sonra da onların birçoğu, yeryüzünde aşırı davranan kimseler olup çıktılar.

  • Allah’a ve elçisine karşı savaşan;  bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Ahrette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

  • Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah’tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücü kesilmelidir.

  • Devlet, hırsızlık olaylarının gerçekleşmesinin altında yatan sebepleri keserek ortadan kaldırmalıdır.

  • Kim yaptığı haksızlıktan sonra tövbe eder ve düzeltirse, bilsin ki şüphesiz Allah, onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

  • Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için inkâr eden kimselerin ta kendileridir.

  • Allah Tevrat’ta onlara, zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yazdı. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar yanlış iş yapanların ta kendileridir.

  • Allah, Resul Muhammed’e de Tevrat’ın bir bölümünden kendisinin içinde konu edilenleri doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hak ile kitabı/Kur’ân’ı indirdi. Öyleyse onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmedilmelidir.

  • Elçilerin getirdiği kitaplara göre hükmetmeyenler yoldan sapmış olanlardır.

  • İman etmiş kimseler, Yahudileri ve Nasara’yı/Hıristiyanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmemelidir. Onlar birbirlerinin koruyucu, yol gösterici yakınıdırlar. Müminlerden kim onları mütevelli [koruyucu, gözetici, yönetici] yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış yapanlar topluluğunu kılavuzlamaz.

  • İman etmiş kimseler, kendilerinden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkar edenlerden, dinlerini alay ve eğlence edinen kimseleri yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar; idareci, yönetici edinmemelidirler. Gerçek müminler sadece Allah’ın koruması altına girerler.

  • Allah insanları, kasıtsız olarak yapılan/ağız alışkanlığı yeminlerden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yapılan/sözleşmeler oluşturulan yeminlerden sorumlu tutar. Yeminin kefareti, aileye yedirilenin en hayırlısından/en iyisinden on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozulan yeminlerin kefaretidir. Ve yeminler korunmalıdır. İşte Allah, karşılığı ödensin diye ayetlerini inananlar için böyle açığa koyar.

  • İman etmiş kimseler, dokunulmaz iken/ hac görevini sürdürürken av hayvanı öldürmemelidirler. İçlerinden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, Kâbe’ye ulaşacak bir hedy/ yiyecek olarak hediye edilen hayvan olmak üzere öldürdüğü hayvanın benzeri ona ceza olacak, –buna içinizden iki adaletli kişi hükmeder– yahut kefaret olarak miskinleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de tekrarlarsa, Allah yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlar. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir.

  • Müminlerden birine ölüm hazır olduğu zaman, vasiyet sırasında aralarındaki şahitlik, kendi içlerinden adalet sahibi iki kişidir.

  • Yeryüzünde yolculuğa çıkılmış ise, sonra da ölümün musibeti gelip çatmışsa, kendilerinden olmayan iki kişidir.

  • Eğer şüpheye düşülürse, salâttan [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmadan] sonra onlar bekletilir. Sonra da onlar, “Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah’ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi hâlde günahkârlardan oluruz” diye Allah’a yemin ettirilir.

  • Sonra da eğer o iki şahidin bir günah işledikleri anlaşılırsa, ölene daha yakın olan hak sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçerler de: “Bizim şahitliğimiz, o önceki iki kişinin şahitliğinden daha doğrudur ve biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi hâlde biz yanlış davrananlardan olurduk” diye Allah’a yemin ederler.

  • İşte böyle bir yemin, şahitliklerini usulüne göre yapmaları yahut yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul edilmemesinden korkmaları için en yakın/en iyi yoldur. Allah’ın koruması altına girilmeli ve kulak verilmelidir. Ve Allah, hak yoldan çıkanlar topluluğuna kılavuzluk etmez.

  • Tüm müminler Veda Haccı’nı iyi öğrenmelidir. Veda Haccı’nın kapanış bildirgesi aşağıdaki gibidir. Müminler bulundukları ortamda da bu ültimatomu/kesin uyarıyı uygulamak zorundadırlar:

    • Allah’tan ve elçisinden ahitleştiğiniz ortak koşanlara bir ültimatom/kesin uyarı:

Artık yeryüzünde dört ay daha rahat dolaşın. Ve kesinlikle kendinizin, Allah’ı aciz bırakan olmadığını ve kesinlikle Allah’ın, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örten kimseleri rezil-rüsva eden olduğunu bilin.”

Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış kimseler hariç, şüphesiz Allah’ın ve O’nun elçisinin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah’tan ve elçisinden insanlara bir bildiri: “Artık eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o zaman şüphesiz kendinizin, Allah’ı acizleştiren olmadığını biliniz.” Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten şu kişilere de acıklı bir azabı müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar kendilerine verdiğiniz sözlerinizi tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.

Şu dokunulmaz kılınmış aylar/hac ayları çıktığı zaman da o ortak koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde onlar için oturun. Artık, eğer tövbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse artık onların yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

Eğer ortak koşanlardan herhangi biri aman dilerse, Allah’ın kelâmını dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güvenli yerine ulaştır. Bu, şüphesiz onların bilmeyen bir toplum olmaları nedeniyledir.

Mescidi Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç, o ortak koşan kimseler için Allah katında ve elçisi katında herhangi bir antlaşma nasıl olabilir? Artık onlar size karşı doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.

Nasıl olabilir ki? Ve eğer onlar, size üstünlük sağlarlarsa, sizin hakkınızda bir yemin ve antlaşma gözetmezler. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar, kalpleri ise dayatır. Ve onların çoğu hak yoldan çıkmış kimselerdir: Onlar, Allah’ın ayetlerini çok az bir bedelle sattılar da Allah’ın yolundan alıkoydular. Şüphesiz onlar, yapmış oldukları kötü olanlardır. Onlar, herhangi bir mümin hakkında yemin ve antlaşma gözetmezler. Ve işte bunlar, sınırı aşanların ta kendileridir.

Bundan sonra eğer tövbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdirler. Ve Biz ayetleri, bilen bir toplum için ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Ve eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, vazgeçmeleri için o, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtme öncüleriyle hemen savaşın. Şüphesiz onlar için sözleşmeler diye bir şey yoktur.

Yeminlerini bozan, elçiyi yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk önce size karşı savaşa kendileri başlayan bir toplumla savaşmaz mısınız? Yoksa onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti mi duyuyorsunuz? Artık, eğer mümin iseniz, Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymaya daha layık olandır.

Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mümin bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah dilediğinin tövbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

Sizden çaba harcayanları, Allah’ın elçisinden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır.

Ortak koşanlar, kendilerinin, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken Allah’ın mescitlerini imar etmeleri söz konusu olamaz. İşte onlar, işleri boşa gitmiş kimselerdir. Ve onlar ateş içinde sürekli kalacaklardır.

Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahret gününe inanan, salâtı ikame eden [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergisini veren ve sadece Allah’a saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimseler açar ve yaşatırlar. Artık işte onların, kılavuzlandıkları doğru yol üzere olan kimselerden olmaları beklenir.

Siz hac yapanın sularının tedarik edilmesini ve Mescidi Haram’ın imar edilmesini, Allah’a ve ahret gününe iman eden ve Allah yolunda cihat eden kimse gibi mi yapıyorsunuz? Bunlar, Allah katında eşit olamazlar. Ve Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez.

  • Bu kesin uyarı sonra müminlere aşağıdaki direktifler verilmiştir:

Ey iman eden kimseler! Ortak koşan bu kimseler sadece bir pisliktirler. Artık bu yıldan sonra Mescidi Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan/onların uzaklaşmasıyla kazanç kaybına uğramaktan korktuysanız da Allah sizi dilediğinde armağanlar ile yakında zenginleştirecektir. Şüphesiz Allah en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.

  • Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahret gününe inanmayan, Allah’ın ve elçisinin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşılmalıdır.

  • Müşrikler, Allah’ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır.

  • Müşrikler, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler hoş görmeseler de Kendi nurunu mutlaka tamamlayacaktır.

  • İman eden, hicret eden ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat edenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte bunlar, kurtulanların ta kendileridir. Onların Rabbi, onları Kendi katından bir rahmet, bir rıza ve içinde sonsuz olarak kalmak üzere, içinde tükenmez nimetler bulunan kendilerine ait cennetlerle müjdeler. Şüphesiz Allah, katında çok büyük ödül olandır.

  • Veda Haccında mü’minlerin uyarıldıkları gibi, Muhammed döneminde şirkin temizlendiği gibi, ilahiyat okullarında/eğitim yerlerinde mü’minlerin yeniden şirki temizleyip dini yalnızca Allah’a has kılmalıdır.

  • İman etmiş kimseler, eğer babaları ve kardeşleri imana karşılık Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkârı seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmemeliler. Müminlerden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul ederse, onlar, yanlış davrananların ta kendileridir.

  • Allah katında; gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah’ın yazısında ayların sayısı, ay olarak on ikidir. Bunlardan dördü dokunulmaz kılınmıştır. İşte bu koruyan dindir. Bu nedenle dokunulmaz aylarda müminler kendilerine haksızlık etmemelidir.

  • Müminler kendileriyle toptan savaşan ortak koşanlarla toptan savaşmalıdırlar. Allah’ın, Kendisinin koruması altına girmiş kişiler ile beraber olduğu bilinmelidir.

  • “Nesi; eğitim öğretimde yapılan tüm hileler”, ancak Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkârda fazlalıktır ki, onunla Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kimseler şaşırtılır. Allah’ın dokundurtmadığı ölçülere uyulmalı, eğitim dönemleri ortadan kaldırılmamalıdır. Bunu, ancak, yaptıkları kötülüğü iyilik kabul eden çıkarcı düzenbazlar yapar. Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örtenler toplumuna kılavuzluk etmez.

  • Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/ kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm’a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır.

  • Müminler, inkârcılar ve münafıklar ile cihat etmeli ve onlara karşı sert olmamalı. Onların barınma yerleri de cehennemdir. Ve o, ne kötü bir oluş yeridir!

  • Mümin idareciler, o mescidin içinde sonsuza dek dikilme/görev yapmamalı, bunlara izin vermemelidir! İlk gününde Allah’ın koruması altına girme üzerine kurulan mescit, elbette içinde görev yapmak için daha elverişlidir. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da arınan kimseleri sever.

  • Temelini Allah’ın koruması altına girme ve hoşnutluk üzerine kurmuş olan kimse mi hayırlıdır, yoksa temelini yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennemin ateşine yuvarlanan mı? Ve Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış davrananlar toplumuna kılavuz olmaz.

  • Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri, kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

  • Mü’minler çok dikkatli olmalıdırlar: Zarar vermek, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâr etmek, Müslümanların arasına ayrılık sokmak için -sureti haktan görünüp- şeytani yaklaşımlarla mescit yapabilirler. Bu mescitlerde mü’minleri gözetlemek için üs oluşturabilirler. Büyük tehlike müslüman toplumundan uzak değildir. En ünlü örneği Muhammed peygamberin sağlığında yıktırdığı mescittir. Elçi Muhammed’in döneminde bu işe cesaret edildiğine göre, mü’minlerin daha da dikkatli olmaları gerekir.

  • Savaş durumlarında müminlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekûn ayrılmaları/ seferber olmaları; hepsinin cepheye koşmaları da olmaz. Dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için onların her kesiminden bir grubun ayrılmaması gerekir.

  • Mü’min toplumunda savaş zamanlarında bile her dalda, meslekte işinin uzmanları, akademisyenler, eğitimciler toplumu aydınlatma, eğitim-öğretim işlerine devam etmelidir. Toptan sefere çıkmak tedbirsizliktir. Seferden dönenlerin uyarılmaları gerekebilir. Her zaman toplumda düzeltici, uyarıcı bulunması hayati önem taşır. Mü’minler planlı programlı hareket etmelidir.

  • İman etmiş kimseler, inkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile savaşmalı ve onlar müminlerde bir sertlik bulmalılar. Müminler, Allah’ın, Kendi koruması altına girmiş kimseler ile birlikte olduğunu bilmelidirler.

  • Mü’minler zulmün sahipleri ile savaşmalıdır. Mü’min her şeyde orta yolda hareket etmeli, ancak inkârcıların tehdit oluşturanlarına karşı asla yumuşak davranmamalıdır. Bu mü’minler için daha hayırlıdır.

  • Kamu görevleri, toplum içinden ehil; dürüst, saygın, akıllı, adil, iyi ahlaklı, iğfal edilmemiş, temiz servet sahibi kimselere verilmelidir.

  • Müslüman toplum, maddi ve manevi açıdan güçlenmeli; destek kurumlarını oluşturmalı ve bunları ayakta tutmalıdır. Bunları ayakta tutmak için gerekli ödenekleri almalı, toplamalıdır. Müslümanlar da ödeneklerini Allah’a ödünç verircesine vermelidir.