Selamün aleyküm,

Karadeniz TV’de yayınlanan “Kuran ve İslam” programınızı ilgiyle
ve severek takip ediyorum. Biz müslümanlar ve tüm insanlar için çok
ama çok faydalı bir program! Programda emegi geçen öncelikle
Karadeniz TV yöneticileri ve çalışanları olmak üzere Hakkı
Yılmaz’a da çok teşekkür ediyorum ve “seçiminizden” ve
“cesaretinizden” dolayı sizi tebrik ediyorum.

Biz insanlar için en önemli değer olan, üzerlerimizdeki zincirleri,
prangları kıran, “doğru bilgi” ya da “gerçeği” kişisel çıkar
gözetmeksizin paylaşmanız çok güzel…

Bana göre insanı onurlu kılan özellik “paylaşmaktır”. Ekmeğini
paylaşan, sevgisini paylaşan, karşısındakinin üzüntüsünü
paylaşan, sıkıntıları paylaşan, “bildiklerini” paylaşanlar
gerçek müminler, müslümanlardandırlar. Ben de nacizane
bildiklerimden sizlere birkaç kırıntı verebilirsem çok mesut
olurum.

Hakkı Beyin, şeytan ve iblis ile ilgili bilgileri paylaştığı
programlarında tespitleri ve açıklamalarına ben de başka bir
açıdan yaklaşarak destek olmak istiyorum. Hakkı Bey, Kur’an’da
geçen “iblis” kavramının insanın “düşünce gücü” olduğunu ifade
etmiş ve bence de çok yerinde bir tespit yapmıştır. Görünmeyen,
enerjiden oluşan, kontrol edilemeyen, insanların akıllarında
“fikirler” üreten, fısıldayan bir varlık olan iblis “beynimizin” bir
parçası olsa gerektir.

Beyin, insan vücudunun çok ilginç ve önemli bir organıdır;
insanoğlunun binlerce yıldan beri dünya üzerinde varoluşunu devam
ettirmesinde “kullandığı en önemli araçtır”. Beyinle ilgili
birkaç ilginç gerçekten bahsetmek gerekirse;

* İnsan beyni dünya üzerindeki tüm hayvanlar arasında en
gelişmiş olanıdır; bu yüzden şu anda dünyaya diğer hayvanlar
değil de insanlar hükmediyor
* İnsan beyni uyanık iken yaklaşık 25 watt “elektrik enerjisi”
üretir ki sıradan bir ampülü bile yakabilir. Beyin elektrokimyasal
bir makinedir.
* İnsan beyni 100 trilyon kadar özelleşmiş ve “nöron” adı
verilen hücrelerden oluşmuştur.
* Bir nöron ise ortalama 1000 ila 10.000 adet diğer nöronlarla bağ
kurar ki bu bağlantı noktalarına “sinapsis” adı verilir.
* Sinapsisler “öğrenme” işlevinin sonucu olarak oluşurlar; ne
kadar çok sinapsise sahip iseniz o kadar zekisinizdir.
* Beyninizi kullandığınız müddetçe yeni sinapsisler
oluşturursunuz.
* İnsan beyni vücut ağırlığının ancak %2′si kadardır; ancak
tüm vücudun oksijen ihtiyacının %20′sini, enerjisinin ise %25′ini
tüketir! Gerçekten de oburdur (!).

Bu ilginç özelliklerden ayrı olarak beyin ile ilgili birkaç tane de
genetik özellik vardır. Bunlardan en önemlisi şudur: “beyin mümkün
olan heryerde enerji tasarrufu yapar” Bu Allah’ın insan beynine
yerleştirdiği bir “programdır”. İnsan davranışlarının hemen
hepsinin temelinde bu program yatar. Biraz daha açarsak; insanlar en az
gayretle olası en çok kazancı elde etmek için programlanmıştır.
Yukarıda beyin bir enerji oburudur diye belirtmiştim, işte bu program
şu manaya geliyor; hayatta kalmak için gereken en az miktarda
düşün. Buna bir örnek vermek gerekirse; metroya giren ya da metrodan
çıkan insanların büyük bir çoğunluğu normal merdiven yerine
yürüyen merdiveni seçerler; çünkü daha az enerji harcanır (sadece
kaslarla harcanan enerjiden bahsetmiyorum, bacak kaslarının
çalışması beynin çalışmasına bağlıdır). “Düşünmeden
hareket etmek” biz insanların doğasında vardır. Tabii bunun
tehlikelerini çoğu zaman yaşayarak öğreniriz. Çocuklukta oldğu
gibi, oğlum cıs! Dikkat et yanarsın! Bu laflar fayda etmez ama çocuk
bir kez tattı mı acıyı artık aynı hatayı yapmayacaktır…

Beyinin neresi bilincimizi neresi iblisi oluşturur sorusunun cevabı
yoktur. Çünkü, beynin ürünü olan fonksiyonlar farklı işlemler
yapmasına rağmen aynı hücreleri kullanır. Tıpkı, bir
bilgisayarın tek hardiski üzerindeki farklı programların farklı
işlemler yapması gibi. Fiziksel olarak bir yer gösteremesek de
modellemeler (soyut açıklamalar) yaparak bu fonksiyonları
açıklayabiliriz. Psikolojide Freud’ün modellemesine göre insan
bilinci id, ego ve süperego’dan oluşur. id doğuştan gelen ve
içgüdülerimizin hepsini içeren kısımdır. Gerçeklikle pek
alakası yoktur, “zevk” temelli dürtülerin tatmin olması için
çalışır (yemek-içmek, cinsel ilişki vb.). Ego ise gerçeklikle
ilişki kuran, insanın dış dünya ile uyum içerisinde yaşamasını
sağlar. Süperego ise “baskılayıcı ve dizginleyici” bir görev
yapar; tıpkı bir çocuğun anne-babasından aldığı terbiye ile
hırsızlık yapmaması gibi. Çocuğun anne babası ölse bile onların
yansımaları çocuğun beyninde yaşamaya devam eder. Bunun etkisi
“suçluluk duygusudur”. Ego yaşarken id ile süperego arasında
seçimler yaparak sürekli en uygun çözüm yolları arar… Freud’un
bu modellemesi çok tartışıldı ancak ben bunun yerine şu an
geçerli bir başka modellemeden bahsetmek istiyorum.

“Neroplastik” adı verilen bir modellemeye göre beynin fiziksel
yapısı beynin çalışmasına göre değişir; yani “tecrübelere”
göre. belirli olguları tecrübe etmiş beyin artık o eski beyin
değildir. Bilinçsel düzeyde beyin 3 ana bölüme ayrılır:

* RAS (retiküler aktivasyon sistemi); bizim kişisel
yardımcımızdır, asistan gibi
* Bilinç; “ben” dediğimiz varlıktır
* Alt-bilinç; iyi yönleri olduğu gibi kötü yönleri de olan ve
bence “iblisi” içinde barındıran varlıktır

Tüm bu kısımlar beynin fiziksel olarak ayrı birer bölümü
değildir. Bir arada, birlikte ama farklı şekilde çalışırlar.

RAS’ın çok önemli iki görevi vardır:

* Filtrelemek
* Araştırmak

Beyin dış dünyadaki bilgileri sadece duyu organları ile alır:
Göz, kulaklar, burun, dil ve deri. Saydığım bu duyu organlarının
beyne gönderdiği tek şey elektriksel bir sinyaldir (!). Bunlara
meleklerin haber taşıyanı diyebiliriz, Beyinden çıkıp kasların
kasılmasını sağlayan sinyaller de benzerdir. Bunlara da “yönetim
gücü” olan melekler diyebiliriz. Beyindeki herşey elektrik
sinyallerinin belirli bir düzende guruplara ayrılmasıdır. Şu anda
siz gözleriniz ile bu yazdıklarımı bilgisayarınızın ekranından
veya yazıcıdan bir çıktısını almış iseniz elinizdeki kağıttan
okurken bütün bu gördüğünüz, okuduğunuz cümleler, kelimeler ve
harflerin hepsi beyninizdeki sinapslar ile birbirine bağlı bir kaç
nöronun arasında gerçekleşen bir elektrik akımı sonucu
yorumlanıyor ve siz bunlara yine beyninizdeki (hafızanızdaki)
kavramlar ile karşılıklar bulup anlamaya çalışıyorsunuz ve bu
bahsettiğim nöronlar arası sinyal alma-verme işlemi saniyenin 1/10′u
kadar bir süre içerisinde oluyor. Peki, siz bunları okurken aynı
odada bulunan diğer insanlar ne konuşuyorlardı, ya da o anda açık
olan televizyondaki haber spikeri ne söylemişti ya da pencereden gelen
korna sesi bir arabaya mı yoksa bir kamyona mı aitti? Duymadınız
mı? Peki sizin onları duymamanız yine de onların var olmasına engel
mi? Yoksa bu seslerin hiçbirisi gerçekte yok mu? Hangisi gerçek? Ya
da gerçekte “gerçek olan” nedir?

Gerçek şu ki, dış dünyadan insan beynine saniyenin 1/19′unda
yaklaşık 1900 bilgi parçacığı akar. Bu akış hiçbir zaman
durmaz! 7 gün / 24 saat sürekli devam eder, biz uyurken bile. Peki
bunca bilginin farkında mıyız? Hepsinin değil. Sadece belirli
kriterlere uyanların farkındayız. RAS bunu yapar; tüm bu bilgileri
tarar ve bizim belirlediğimiz bir filtreden geçirir. Böylece biz bu
filtreye takılan bilgilere “gerçek” deriz. nedir bu filtre:

* Tehlikeli
* Önemli
* Zevk veren
* İlginç

Eğer fareden korkuyorsak (bizim için tehlikeli ise) aynı odadaki
fareyi çok geçmeden fark ederiz, bizim için önemli olan kişileri
kalabalıkta kolaylıkla fark ederiz; en sevdiğimiz yiyeceğin kokusunu
hemen alırız ve olağandışı ve tuhaf şeyleri de görmeden
edemeyiz, mesela sokak ortasındaki palyaço kılığındaki bir
animatörü. RAS işte bu filtre ile dış dünyadan gelen, benzetmek
gerekirse, mektupları önce o okur ve eğer sizin listenizdeki
kişilerden geliyorsa bunları sizin masanıza bırakır, geri kalan
tüm mektupları ise dosya dolabındaki diğer mektupların yanına
bırakır.

RAS’ın gönderdiği tüm bilgiler bilince yani bize gelir, bize gelen
tüm bilgiler artık bizim gerçeğimiz olur (bunları tecrübe etmiş
oluruz; yaşamışızdır). Bize gelmeyen bilgiler ise alt-bilinçte
depolanır. Bunların farkında olmayız ama yine de saklanır. Bilincin
sınırlı bir işlem kapasitesi vardır; buna 7 birim denir. RAS
bilinci aşırı yükten korur, bir nevi sigorta gibi. Çünkü daha
önce de belirttiğim gibi dış dünyadan gelen bilgi miktarı
devasadır. Sadece gözlerimizden saniyede ortalama 1 megabyte veri
gelir. Bu saniyede ortalama bir cilt ansiklopedi okumak gibidir.
Dolayısı ile sınırlı olan enerji kaynakları korunmalıdır…

Alt-bilinç, çok güçlü bir hizmetkar gibidir. RAS ile birlikte
iblis dediğimiz varlığı oluşturur bence. Aslında, hayatımızın
sadece %0.3′ünü bilinçli olarak kontrol edebiliriz. Hareketlerimizin
%99.7′sini alt-bilincimiz yönetir. Örneğin öğrenilen
alışkanlıklar; bisiklete binmeyi birkez öğrendik mi artık çok
dikkat etmeyip kolaylıkla bisiklet sürebiliriz. ip cambazı çok
uğraşır ve ip üstünde çok kolaylıkla dengede durabilir; işi
alt-bilinç yapar ama alkışı cambaz toplar. Araba sürmek, yemek
yemek, ayakkabımızın bağlarını bağlamak, yazı yazmak, okumak
gibi otomatik yapılan herşey alt-bilincimizin marifetidir. Alt-biliç
çok güclüdür, ama bir eksi yönü vardır; muhakeme edemez. Onun
için herşey gerçektir, doğrudur. Doğru ile yanlış arasındaki
farkı bilmez. Biliçten ne gelirse onu kabul eder ve aynı gerçeği
bilince geri yansıtır.

Gerçekten de Hakkı Beyin açıkladığı ve Kur’an’daki Rabbimizin
ayetleri bugün bilimsel gerçeklerle birebir örtüşmektedir.
İnsanoğlu iblisi kontrol edemez ama ona üstün gelebilir.
“İnanıyorsanız en üstün sizsiniz”; inanç bilinçli düşünmenin
ürünüdür ve bilinç inandıklarını alt-bilince iletir alt-bilinç
te bu inancı ve ilgili davranışı geri yansıtır. İnsanoğlu
yaşadığı hayatında seçimler yapar; Allah’ın insanoğluna verdiği
akıl nimeti sayesinde bu seçimi ya bilinçli olarak yada yine
Allah’ın verdiği dürtülerine göre yapar. Seçimlerden birisi
yanlış, diğeri doğrudur ama belirli bir nirengi noktası gerekiyor
birşeyin doğru ya da yanlış olması için. İşte bu nirengi
noktası, kıble, Kur’an’dır.

RAS’ın diğer görevini de kısaca bahsedeyim mektubumu bitirmeden
önce: Araştırmak demiştim, RAS sorduğumuz sorulara cevaplar arar.
Beynimizi çalıştırmak istiyorsak kendi kendimize sorular
soracağız. RAS bize cevapları getirecektir Allah’ın izniyle.
Örneğin, yolda birisiyle karşılaştınız, bir anda ismi aklınıza
gelmedi ama bir yerden tanıdığınızı biliyorsunuz; içinizden bu
kişinin adının ne olduğunu sorarsınız; adı neydi, neydi? O anda
hemen o kişinin adı aklınıza gelmez belki ama, bir süre sonra
birden bire aklınıza geliverir o kişinin adı. İşte sorduğunuz
sorunun cevabı size geç de olsa verilmiştir. bu cevabı araştırıp
bulan RAS’tır. Allah Kur’an’da çoğu ayetinde soru sorarak hem
dikkatleri çeker hem de beynimizi çalıştırır…

İnşallah yazdıklarımla faydalı olmuşumdur. Öğrenilecek o kadar
çok şey var ki…

Allah’a emanet olun…

Saygılarımla,

Fatih Ergan
Biyolog