Muhterem Hocaefendi!
Allahü Teala’nın kadın ve erkek tüm insanları (fiziksel olmasa bile) emir ve yasaklara uyma, cezalandırma ve mükafatlandırma açısından eşit yarattığına iman ediyoruz. Fakat Kur’ân’ı gücümüz nisbetinde incelediğimizde görüyoruz ki mükafatlandırma yani cennet nimetiyle nimetlendirmede, Kur’ân, hep erkeğe yönelik nimetlerden bahsetmektedir. Mesela, Rahman 56, 70, 72 Vakıa 22,23, 35-37, Nebe suresinin 31-34 âyetler buna birkaç örnektir. Cezalandırmada eşit olan kadınlar mükâfatlandırmada eşit değil midir? Bu konuda bizleri aydınlatırsanız seviniriz. Selamlar.. Gül ….
Muhtereme Gül hanımefendi!
Kadın ve erkekler fiziksel ve psikolojik özellikler itibariyle fıtraten birbirlerinden farklıdırlar. Ama kesin olarak biri diğerinden fıtraten üstün değildir. Üstünlük hem cinsler arasında hem fertler arasında hem hemcinsler arasında “takva” ölçüsündedir. Takvaya yönelik hasletler ruha yönelik hasletlerdir. Ruhun erkeği-dişisi, beyazı-zencisi olmaz. Biz bu konuyu “D.A.T. Yanlışlar” adlı kitabımızın, Kadına Bakış bölümündeki Nisa suresinin 34. âyetinin tefsirini yaparken genişçe işledik. Kitaptan sizlerde de olduğunu tahmin ediyorum. Lütfen oradan bakınız. Sayfa 327,328. Bazı ahmaklar, sapıklar Bakara suresinin 228. âyetinin son bölümündeki “…… Ama erkeklerin onlar üzerinde bir derecesi vardır. …” ifadesini çarpıtıp, erkeklerin kadınlar dan üstün olduğunu ileri, sürüyorlar. Bu büyük bir sapıklık ve büyük bir cinâyettir. Söz konusu ifade boşanma hükümlerini belirleyen uzun bir pasajın, yine boşanma hükümlerini açıklayan âyetin bir parçasıdır. Kesinlikle bağımsız olarak ele alınamaz. Pasajdan koparılamaz. Boşanma hükümleri konusunda erkek, kadından ayrıcalıklıdır. Kadına konan kısıtlama (iddet bekleme) hükmü erkeğe konmamıştır. Âyetteki açıklanan işte budur.
Sizinde ifade ettiğiniz gibi emir ve yasaklara uyma, cezalandırma ve mükafatlandırma açısından kadın ve erkek eşittir.
Al-i Imran suresi âyet 195:
“Rableri onlara cevap verdi: “Ben sizden, erkek-kadın hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım.Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkenceye uğratılanlar, çarpışıp da öldürülenler var ya, onların kötülüklerini yemin olsun örteceğim. Ve yemin olsun ki onları, Allah katından bir karşılık olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım.” Allah katındadır karşılıkların en güzeli.”
Nisa suresi âyet 124:
“Erkek ve kadın, inanmış olarak ameli salih (barışa yönelik iş, İslâm’a ters olan her şeyin düzeltilmesine gayret) işleyenler cennete gireceklerdir. Ve zerre kadar zulme uğratılmayacaklardır.”
Nahl suresi âyet 97:
“Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak ameli salih işlerse, onu tertemiz bir hayatla yaşatırız. Ve böylelerinin ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzelleriyle karşılarız.”
Ahzap suresi âyet 35:
“Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler, Allah’ı çok anan kadınlar.”
”
Diyorsunuz ki, “Fakat Kur’ân’ı gücümüz nisbetinde incelediğimizde görüyoruz ki mükafatlandırma yani cennet nimetiyle nimetlendirmede, Kur’ân hep erkeğe yönelik nimetlerden bahsetmektedir. Mesela, Rahman 56, 70, 72 Vakıa 22, 23, 35-37, Nebe suresinin 31-34 âyetler buna birkaç örnektir. Cezalandırmada eşit olan kadınlar mükafatlandırmada eşit değil midir?”
Muhterem Hanımefendi!
Kur’ân’da böyle bir ayırım, iltimas söz konusu değildir. O ifadenizi iyi gözden geçirin. O tip anlamlar Kurân’da yok. Allah’ımızın da öyle bir hükmü söz konusu değildir. Öyle İslâm’a aykırı görüşler, Kurân meal ve tefsirlerinde var maalesef. O tefsir ve mealler ise kesinlikle Kur’ân sayılmazlar. Verdiğiniz örnek âyetlerin mealleri hep çarpıtılmıştır. Kim bilir belki de tefsir ve meal yazan hocaların hep erkek oluşundan da kaynaklanmış olabilir.(!)
Şunu kesin olarak bilelim: Ahirette ister cennet kısmı ister cehennem kısmı olsun orada, zaman, zemin ve yaşam buradakinden farklıdır.Bizlere cennet nimetleri ile ilgili verilen açıklamalar da semboliktir, örnektir. (Ra’d suresi âyet 35 Ve Muhammed suresi âyet 15.) Onların hakikatlerini ise bu dünyadaki maddeye bağlı akıl ve iz’ânımızla kavrayabilmemiz mümkün değildir. Bu husus ile ilgili Said Nursî’nin kitaplarında çok güzel açıklamalar vardır. Ahirette yaşam ve yaşam koşulları değişecektir. (Hıcr suresi âyet 48). Bu günkü yapımız mevcut arz ve semalara göre düzenlenmiştir, dizayn edilmiştir. Buradaki şartlara uyumlu yaşamamız mümkün olsun diye iç ve dış organlarımızın tümü bu dünya için yaratılmışlardır. Dünyanın ışığı için göz, gıdaları için mide, karaciğer ve bağırsaklar, havanın teneffüsü için akciğer. Ve bu ortamda üremek için de cinsellik ve üreme organları. Cenneti tasvir eden âyet ve pasajların tümünü dikkatle incelerseniz cennette yeni bir inşanın söz konusu olduğunu ve orada göreceksiniz. Orada açlık, susuzluk yok. Onca nimetleri yiyip içmek ihtiyaçtan değil zevkten, sefadan. Orada Rabbimiz herşeyi, ama istediğimiz herşeyi lütfedecek. (Zuhruf suresi âyet 75). Orada yasak yok, kısıtlama yok, ölüm yok, hastalık yok, yorgunluk yok. Oraya giren Mü’minler ne isterlerse onlara verilecek; Tabii cinsel haz ve zevk isteyene de istedikleri verilecek. Yasak ve kısıtlama kesinlikle yok.
Nisa suresi 57. âyette bahsedilen eşler, Tur suresi 20. âyet ve Vâkıa suresi 56. âyetteki bahsedilen oraya özgü, orada yaratılacak eşlerdir. Dünyadaki eşler değildir. Dünyada eşlerin birbirinden farklı inanç ve amelleri vardır. Müslümanlar, cenneti hak etmiş eş, evlat, ana babalarıyla beraber cennete gireceklerdir (Ra’d suresi âyet 23.).Tabii bu herkesi mutlu eder. Ama, birbirine eş, ana, baba ve evlat olarak değil. Ahbap olarak, arkadaş olarak. Bu ayrıntıları cennet kompozisyonu çizen pasajlardan tetkik ediniz.
Gelelim teknik ayrıntıya:
Dünya üzerindeki insanlar çağlar boyu yaşadığı sosyal şartlar gereği konuşma dillerini oluşturmuş ve geliştirmişlerdir. Bu diller birbirinden sesler itibariyle farklı oldukları gibi, dilbilgisi kuralları itibariyle de birbirinden farklıdırlar. Gayem size dilbilgisi vermek suretiyle ukalalık yapmak değildir. Küçük iki ayrıntı verip meseleleri kendinizin genişçe analiz yapabilmenizi sağlamaktır.
Dünya üzerindeki dillerin bir çoğunda eril/müzekker, dişil/müennes ifadeler yoktur. Ama bir kısmında da eril/müzekker ve dişil/müennes ifadeler vardır. Mesela kendimiz bilmesek bile şimdi küçük çocuklarımız bilirler ki, İngilizce’de eril ve dişil ifadeler vardır, Türkçe’mizde yoktur. Şöyle ki: Türkçe’mizde bir erkeği işaret etmek istesek de bir bayanı işaret etmek istesek de maksadımızı bir tek “o” sözcüğüyle ifade ederiz. Ama İngilizce’de bir erkeği “he” sözcüğüyle, bir bayanı “she” sözcüğüyle ifade ederiz. (Tabii daha geniş açıklamaları var.) Arapça da böyle müzekker/eril ve müennes/dişil sözcük ayırımı olan bir dildir. Arapça’da erkek için(gaib zamiri/üçüncü tekil şahıs) “hüve”, kadın için “hiye” sözcükleri kullanılır. Arapça’da tüm sözcüklerin; isim, fiil ve edatların yapısında müzekkerlik ve müenneslik alameti vardır.
Ayrıca Arapça’da bir genel ilke vardır: “Küllü cem’in müennesün= tüm çoğul sözcükler müennes/dişil yapıyla ifade edilirler.”
Arapça ile ilgili bu kuralları kesinlikle aklınızdan çıkarmayınız!
Bir ayrıntı da şudur:
Eril ve dişil sözcükler kullanılan lisanlarda yazılan, resmi, toplumsal yazılar; kanun, tüzük yönetmenlik vs. hepsi eril/müzekker ifadeler ile yazılırlar.
İşte, Kur’ân’ımızda bu hüküm kapsamındadırlar. Yani Kur’ân’da da genel hükümler hep, müzekker/eril ifadeler ile yazılmıştır. Ve yine Kur’ân’ımızda da tüm çoğul sözcükler, müennes/dişil yapılarla ifade edilmişlerdir. (Müennes/dişil olan sözcüklerdir, anlamları değil)
Şimdi şu örneklere bakınız:
Kur’ân’ın başından başlayalım.
Bakara suresi âyet 2-6:
“ …. bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar (korunup sakınan erkekler) için. (Müttekîn sözcüğü, cem’i müzekker/çoğul eril bir ifadedir.) Ki onlar, gayba inanan (erkekler) lar ve namaz kılan (erkeklerdir)lardır….
Velhasıl hep erkek/müzekker kalıplar, yapılar.
Bir örnek daha:
Mü’minün suresi âyet 1- 11 :
“Kesinlikle (erkek)Mü’minler kurtulmuşlardır;
Onlar (erkek mü’minler) salatlarında huşû içinde olanlardır;
Onlar (erkek mü’minler) boş şeylerden yüz çevirenlerdir;
Onlar (erkek mü’minler) zekâta ilişkin görevlerini işleyenlerdir;
Ve onlar(erkek mü’minler) ırzlarını koruyanlardır;
Ancak eşleri yada sahip oldukları cariyeler hariç; bu konuda onlar kınanmış değillerdir.
Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.
Onlar, (erkek mü’minler) emanetlerine ve ahitlerine riâyet edenlerdir.
Onlar (erkek mü’minler) namazlarını da koruyanlardır.
İşte yer yüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine varis olacak onlar (erkek mü’minler) dır.
Ki onlar (erkek mü’minler) Firdevs cennetlerine varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalıcıdırlar.”
Not: Bu âyette geçen “Mü’minler” ifadesi müzekker, çoğul bir yapıya olup lafız manası “erkek mü’minler” demektir. Alt tarafındaki açıklanan tüm nitelikler de yine müzekker/eril ifadelerle verilmiştir. Görünürde açıklananların kadınlarla hiç alakası yoktur. (!)
Bunların dışında, namaz oruç, infak, sadaka, cihad, tevbe vs. tüm emir ve nehyler müzekker kalıplarla ifade edilmektedirler. Kadınlar, bu mantıktan hareketle, “biz Allah’ın muhatabı değiliz, biz mükellef yapılmamışız” deseler, haksız sayılmazlar. Bu mantığa göre kimse onlara aksini söyleyemez. Halbuki, onlar da Allah’ın emir ve nehyleriyle muhataptırlar ve mükelleftirler.
Hatta hatta, bu mantığa göre birileri çıkıp da “Allah da erkektir” dese, diyebilir. Zira Yüce Rabbizi ifade eden sözcükler de müzekker/eril sözcüklerle ifade edilmiştir. Âyet-el Kürsi, İhlas ve tüm Cenab-ı Hakk’ı ifade eden sözcüklerin hepsi müzekker/eril yapıyladır. Bunun, tüm örneklerini saymaya kalkarsak kitaplara sığmaz. Siz meseleyi öğrendiniz artık. Gerisini arayıp, tarayıp bulabilirsiniz.
Muhterem hanımefendi!
Örnek verdiğiniz âyetlerin manaları, yukarıda ki izah ettiğim” Küllü cem’in Müennesün = her çoğul sözcük müennes/dişil yapıyla ifade edilir” kuralının saptırılmasından kaynaklanmıştır. Belki biraz da art niyet söz konusudur. Yani bu kuraldan yola çıkarak tüm müennes sözcüklerin genel anlamlarını “müennesleştirmişlerdir yani kadınlaştırmışlardır. O sözcüklerin, sözcük yapıları dışında müenneslikle alakaları yoktur.
Şimdi bu teknik özellikler itibara alınarak olması lazım gelen mânâlara ulaşabiliriz:
Nebe suresi âyet :
“Kesinlikle Müttekîler (kadın erkek Allah’a saygılı hayat yaşayanlar )için, Rabbinden bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekanları; sulak bağlar- bahçeler, üzümler; hepsi bir seviye tomurcuklar(çiçek bahçeleri); dolu dolu su kapları vardır. Orada boş söz ve yalan duymazlar.”
Vakıa suresi âyet 22, 23:
“İri parlak gözlü (eş)ler ,
Korunmuş inciler misali.”
Vakıa suresi âyet 35-37:
“Ve biz onları özenli bir işleyişle işledik.
Sonra onlar hiç dokunulmamış yaptık.
Eşlerine düşkün ve hepsi bir yaşta.”
Rahman suresi âyet 56:
“Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir cin tarafından dokunulmamış/elle, gözle değinilmemiş, bakışlarını eşine dikmiş eşler vardır.”
Rahman suresi âyet 70-72:
“70-Oralarda iyilikler, güzellikler vardır.
72-çadırlara kapanmış parlak gözlü(eş)ler.
74- Onlardan önce onlara ins ve cin dokunmamıştır.”
Buradaki anlatılan eşler, cinsel manadaki eşler değildir. Aşağıdaki âyetlere bakarsak Cenab-ı Hakk, ahirette, her Müslümanı yeni yaratılmış, daha önce insanın eliyle, gözüyle, aklıyla dokunamadığı, aklını erdiremediği nitelikte, parlak iri gözlü, sağlıklı, emre hazır eşler ile eşleştirecektir. Bu eşlerin cinsiyetle ve seksle alakası yoktur.Âyetteki çarpıtılmış, din kültürüne yanlış geçmiş olan “hûri” sözcüğünü iyi anlayabilmemiz için işin biraz köküne inebiliriz. Önce şu âyetleri dikkate alalım.
Duhan suresi 54. âyet:
“İşte böyle: Onları parlak iri gözlülerle de eşleştirdik.”
Siz bu âyeti 51-55. âyetleri, pasaj bütünlüğü olarak okuyunuz. Ki daha iyi anlayasınız.
Tur suresi âyet 20:
“Ardarda dizilmiş koltuklar üzerine yaslanmış olarak. Ve biz onları parlak iri gözlülerle eşleştirdik.”
Siz 17-28. âyetleri bir bütün halinde okuyunuz.
Saffat suresi 48, 49. âyet :
“Yanlarında gözlerini onlara dikmiş, iri gözlüler vardır.
Korunmuş yumurtalar gibidir onlar.” (Bu âyette “hûr” parlak sözcüğü yoktur.)
Siz bu kısmı, 40-49. âyetler olarak, pasajın tamamını değerlendiriniz.
Not: (Bu göz tipleri Arapların çok beğendiği göz tipleri olup, kadın ve erkeğin güzelliğini ifadede kullanırlar.)
Şimdi âyetlerde geçen “Hûr”ve “Iyn” sözcüklerinin gerçek anlamlarını sunalım. Siz de bu gerçek anlamları bu sözcüklerin geçtiği tüm âyet ve hadislere uygulayınız.
“Hûr” sözcüğü, yapı olarak cem’/çoğul bir sözcüktür. Bu sözcük hem müzekker/eril “haver” sözcüğünün çoğulu, hem de müennes/dişil “havrâ” sözcüğünün çoğuludur.
Yani hem erkekleri hem de kadınları ifade eder.
Anlamı ise; parlak siyah göz demektir. Sığır gözü, ceylan gözü gibi. Ayrıca gözün akının çok ak, karasının da çok kara olması(parlak, ferli) anlamındadır da.
“Iyn” sözcüğü, büyük gözlüler anlamındadır. Bu sözcük de yapı olarak hem müzekker “a’yün” kelimesinin, hem de müennes “aynâ’” kelimesinin çoğuludur. Her iki cins manayı da tezammün etmektedir. Araplar iri gözlü kadınlara “imreetün aynâün”, iri gözlü erkeklere de “racülün a’yünün” derler.
Bu iki sözcük beraber “Hûrun ıynün” gibi kullanıldığında anlam, “iri parlak gözlüler anlamında olur ki, orada verilen eşleri nitelediğinden “iri parlak gözlü eşler” anlamı kazanır. Tefsir ve meallerde “iri parlak gözlü hûriler” ifadeleri yanlıştır. Böyle anlam verildiğinde sıfatlar kişileştirilmiş olur. “İri parlak gözlüler” denince “hûr” sözcüğünü lafızdan yok etmek gerekir.Bu günkü yanlış inancın kaynağı da budur. Bu yanlış anlayış, yani Hûr ve ıyn sözcüklerinin dişi olarak algılanması eski tefsircilerin hatalarıdır. Eldeki bilgi ve belgelere göre de ilk hata Hasan Basrî ile başlamıştır. Arkadan da yüzlerce yalan ve tutarsız rivayet ile bu fikir desteklenmiştir.
Muhterem Hanımefendi!
Bu bilgiler doğrultusunda, âyetlerin yer aldığı pasajların tümünü iyi okuyup değerlendirirseniz hem konuyu iyi anlamış olursunuz, hem de diğer bay-bayan Müslüman kardeşlerimize yararlı olursunuz.
Gördüğünüz gibi, dinimizde, Kur’ân’ımızda mükafatlandırmada erkek, kadın ayırımı yoktur.
Rabbimiz taraf tutmamıştır. Kimseye iltimas geçmemiştir. Hele hele, ahirette, kadınları erkeklere zevk ve eğlence objesi olarak kesinlikle vermemiştir. Kur’ân’da vadedilen nimetler cennete girenleredir. Cennete girenler dünyaya göre farklı yapıdadır.
Kur’ân’ı anlamak için gösterdiğiniz gayretin devamı dileklerimle..