Sayın hocam öncelikle çalışmalarınızdan dolayı sizi tebrik ediyorum Rabbimizden size  mağfiret ve hayırlara vesile olacak değerli çalışmalarnızın devamı için sağlık,sabır ve gayret niyaz ediyorum.
Soru cevap kısmında Dr.Umut bey in Hüthüt ün mahiyetine ilişkin sorusuna cevaben ;bu varlığın kuşdan çok insan olma kanaatinin kuvetle muhtemek oldunu söylüyorsunuz.Neml suresinin mealinden baktığım kadarıyla önceki ayetlerde 20. ayette kuşların teftiş edilmesinden bahsediyor,yine üstteki ayetlerde 18. ayette karıncaların konuşmalarına yer verilmiş,ayrıca 16.ayette Hz.Davut ve Süleyman a kuşlarla iletişim kurabilme imkanının verildiğinden bahsediliyor.
Bu durumda 20.ayetteki teftiş edilen kuşlarında insan olmaları gerekirmi? ve Hüthüt eğer kuş değilse 16. ayette belirtilen kuşların dilinin öğretilmesi niye gerekliydi ? sorularına yanıt aramamız gerekir.
Açıklamalarınızı lütfederseniz memnun olurun .selamunaleyküm.Harun Özden.

Muhterem kardeşim Harun Bey selamün aleyküm!

Mesajınızı aldım. İltifatlarınız ve bu fakir hakkındaki duygularınız için teşekkür ederim.

Süleyman peygamber, kurtlar-kuşlar, cinler, şeytanlar, rüzgar vs. malzemeleriyle, hakkında en fazla efsane uydurulan  kimsedir. Tabii babası Davud  peygamber de aynı sayılır. Bunun nedeni Kur’an’ı iyi tanımamaktır. Ki bunlar Kur’an’daki müteşabih (birbirine benzer bir çok anlamla ifade) anlatımları dikkate almamadan kaynaklanmaktadır.  Mecazlar hakikat yapılarak binlerce safsata efsane üretilmiştir. Bunların detayı inşallah Sad ve Neml surelerinin tahlilinde verilecektir.

Kuşların teftişi: Neml suresi 20. ayette teftiş edilen mecazi anlam itibariyle kuşçulardır. Yani Süleyman ordusuyla sefere çıkacağı zaman yol boyunca av, muhabere ve su ihtiyacını karşılamak için kullanacağı kuşları sevk ve idare eden görevlileri teftiş etmiştir. Kuşların ve kuşçuların sefere hazır olup olmadıklarını kontrol etmiştir.

Bu mesajlara vesile olan yazıda da belirttiğimiz gibi “kuş” ve “hudhüd” sözcüklerinin hakikat manalarını itibare almak mümkün değildir. Böyle durumlarda sözcüklerin Mecaz anlamına yönelinir.

Mailinizde “… 16. ayette Hz. Davut ve Süleyman’a kuşlarla iletişim kurabilme imkanının verildiğinden bahsediliyor” diyorsunuz. Ayeti okurken iyi dikkat etmemişsiniz, zihninizdeki eski kırıntılar sözcükleri anlamaya engel olmuş.  Söz konusu ayette “bize kuşların mantığı öğretildi” ifadesi vardır. Bu tek taraflı bir olaydır. Davud ve Süleyman kuşların hal ve hareketlerinden seslerinden kuşların demek istediklerini, özelliklerini keşfedebilmişlerdir. Biz bunları yazılarımızda belirtmiştik. Davut ve Süleyman kuşların mantığını biliyorlardı ama kuşlar Davut ve Süleyman’ın mantığını bilmiyorlardı. Kısacası bu tek taraflı ve sınırlı bir anlayıştır. Ayrıca “kuşlar” ifadesinden “yeryüzündeki tüm kuşlar” anlamını çıkarmak yanlıştır. “3-4 kuş” anlamı  çıkarmak yeterlidir.

Bu gün de insanlar kuşların, yunus balıklarının, kedi , köpek gibi hayvanların ses ve kuyruk hareketlerinden bir manalar çıkarabilmektedirler. Biz buna bazı insanlar “ kedi, köpek mantığını biliyor” diyebiliriz. Mesela bu kardeşiniz de tavukların mantığını bilir. Ben çiftçi bir aile çocuğu olduğumdan bunu annem ve babamdan öğrendim. Tavuk gıdaklıyorsa onun yumurtladığını biliriz. Onun gıdaklaması yumurtladığını ilan etmesi ve yumurta reklamı yapmasıdır. (!) İnşallah, “mantık ve kelam” sözcükleriyle ilgili detayı Neml suresi tahlilinde vereceğiz.

Yine malilinizde “kuşların dilinin öğretilmesi niye gerekliydi?” diyorsunuz. Gerekli olduğundan vahy ile Allah tarafından öğretilmiş değildir. Davud, kuşların mantığını dağ hayatı yaşarken gözlemleriyle öğrenmiştir. Süleyman ise babası Davud’dan öğrenmiştir. Bu bilgilerini de hayatlarını ve hizmetlerini kolaylaştırmak amacıyla sivil ve askeri durumlarda  değerlendirmişlerdir.

Gelelim karıncaların konuşmasına:

Davut ve Süleyman kuşların mantığını öğrenmişlerdir ama karınca gibi haşaratın mantığını  da öğrenip öğrenmediklerini bilmiyoruz. Biliyordu diyemeyiz. Karınca kuş değildir. (bazıları uçan karıncaları kuş kategorisine sokmaya uğraşmıştır)

Neml suresinde  konu edilen karınca ve karınca vadisine gelince, detay Neml suresi tahlilinde  verilecek olmasına rağmen kısaca ifade edelim: Söz konusu kaınca da bir insandır!

Nemle. Tekil bir sözcük. Müzekker ve müennesi aynı kelimeyle söylenir. Ama burada başındaki fiil müennes olunca, bu sözcüğü dişi olarak anlamak zorundayız. Neml Vadisindeki halktan bir bayan; herhangi biri veya  onların kraliçesi, yöneticisi olabilir. Mutlak surette insan. Bir düşünün, Hadi Süleyman  mucize olarak karıncanın dediklerini duymuş olsun. Peki karınca gelenin Süleyman  ve ordusu olduğunu, ve kendilerini ezip perişan edeceklerini nasıl bildi? (ortada mucize filan yok.) Süleyman orada Karınca Vadisi halkının bayan yöneticisi ile neler görüştü, konuştu bunu bilemiyoruz. Onlar bize anlatılmamış. Yalnız görüşmelerden sonra, Karınca Vadisinin bayan yöneticisi halkına, “yoldan çekilip Süleyman ve ordusuna karşı çıkılmayacağı kararını” duyurmuştur.

Neml/Karınca Vadisi: Jirben ile Asklân arasında bir bölgenin adıdır.. (Tac-ul Arus 20/ 286)

Neml Vadisi Halkı: Türkiye’deki “Peri Bacaları” gibi oyma, taş ve toprak içinde yaptıkları evlerde yaşayan halk. “Neml” sözcüğünün  sözlük anlamlarından biri de çukur kazmaktır. Karınca evini toprağı kazarak yaptığı için bu isim ile adlandırılmıştır.Yine Tac ül Arus’ta açıklandığına göre “Mazîn” sözcüğü karınca yumurtası demektir. Ama aynı zamanda bir kavmin de adıdır. Bu gün dünyanın her yerinde bunlara benzeyen, kuş, haşere, ağaç, kaya adlarıyla isimlenmiş bir çok kavim, kabile ve oymak bulunmaktadır. Hatta kırsalda her yerleşim alanında bunlara çok rastlanır. Bunlar mecâzi, müteşâbih anlatımlardır. Bir örnek de ülkemizden vereyim. “Sarıkanaryalar” sözcüğü “sarı renkli kanarya kuşlarını” ifade etmeyip bir “futbol takımını” ifade eder. Gazetelerde “sarıkanaryalar” yazısını okuyanlar bundan sarı renkli kuşları değil “futbolcuları” anlarlar.

“Kuşların mantığı”, “hüdhüd” ve karıca vadisindeki karıncalar ile ilgili anlatımı “mucize” gözüyle görmek ve Allah’ın kudretiyle ifade etmeye yeltenmek yanlıştır. Bu olaylarda mucizenin gerek ve anlamı yoktur.

Tüm İslam bilginlerinin tespitlerini aşağıda bildiriyoruz. Mucizeyi bu şartlar da görün ve anlayınız:


1- Mucize, Allahu Teâlâ`nın fiili olmalıdır. Çünkü Allah, fâil-i muhtar`dır; yani dilediğini yaratır. Ancak, kendi tarafından yaratılan bir fiilin doğruluğunu tasdik eder. Meselâ,  Musa`nın elindeki asayı yılana çevirmek, İsa`nın ölüyü diriltmesi gibi mucizelerdeki fiiller, Hak Teâlâ’nın irade ettiği ve yarattığı fiillerdir. Bunların peygamberlere nisbeti mecazîdir.

2- Mucize, bilinen tabiat kanunları ve âdetler üstü bir harika olmalıdır. Ancak o zaman o fiil Allah katından bir tasdik derecesine ulaşır. Tabiat kanunlarına ve kâinatın normal nizamına göre meydana gelen (güneşin doğması gibi) hadiselerde fevkalâdelik özelliği yoktur.

3- İtiraz edilmesi imkansız olmalıdır. Çünkü icâz`ın fonksiyonu, karşı çıkan muarızların aczini ortaya koyarak onları susturmaktır.


4- Mucize, Allah`ın tasdikine bir delil olarak, peygamberlik iddiasında bulunan zatın elinde meydana gelmelidir.


5- Gösterilen mucize peygamberin iddiasına, yani yapacağını ilân ettiği şeye uygun olmalıdır. İddiasına uymayan başka bir harika gösterse, mucize sayılmaz.

6- İddiasına uygun olarak gösterdiği mucize, kendisini tekzip ederek yalanlamamalıdır.
7- Mucize, iddiadan önce veya çok sonra olmamalı, peygamberlerin sözünü (iddiasını) müteakip hemen meydana gelmelidir (el-Cürcânî, Şerhu`l-Mevâkıf, III, 177-179).

Bu şartlar dikkate alındığında, Davut ve Süleyman peygamberle ilgili anlatılanlar mucize olarak değerlendirilemezler.

Bilvesile selamlar… Allah’a emanet olunuz! Hakkı Yılmaz  14 07 2006