78-HAKKAH(GERÇEKLEŞECEK OLAN)SURESİ
GİRİŞ
Hakkah suresi Mekke’de 78. sırada inmiş olup adını ilk ayetindeki “ الحاقّةel Hakkah” ifadesinden almıştır.
İnkârcıların tehdit edildiği ayetler içeren surede, geçmişteki Âd, Semûd, Lût, Firavun ve Nûh kavimleri ile yeryüzünde fesat çıkaran, peygamberlerini yalanlayan diğer azgın, sapkın kavimlerin kötü sonları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmalar eşliğinde, “Kitabı Sağ Eline Verilenler”in ödüllendirilişi ile “Kitabı Sol Eline Verilenler”in cezalandırılışına ilişkin uhrevî sahneler nakledilerek inkârcılar uyarılmakta, müminler ise teselli edilip desteklenmektedir. Ayrıca surede elçilik görevi, Elçi’nin ne yapıp ne yapmayacağı ile ilgili ince uyarılar yapılırken Kur’an’ın korunmuşluğuna da vurgu yapılmaktadır.
MEAL
1Gerçekleşecek olan!
“2Gerçekleşecek olan” nedir?
“3Gerçekleşecek olan” nedir, sana ne bildirdi?
13-17Sûr’a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
18O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir gizli şeyiniz gizli kalmayacak.
19-24İşte kitabı sağından verilen kişiye gelince; işte o, “Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için; keyfinize bakın!–
25-29Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der.
–30-37Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde cehenneme sokun! Şüphesiz o, çok büyük Allah’a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir samimi dost yoktur. Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.–
4Semûd ve Âd, felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni yalanladılar.
5Sonra, Semûd’a gelince; onlar korkunç bir sesle değişime/yıkıma uğratıldılar.
6Âd’a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile değişime/yıkıma uğratılıverdiler.
7Allah, o fırtınayı üzerlerine yedi gece ve sekiz gün; geceli gündüzlü peşpeşe musallat etmişti. Öyle ki, o toplumu, fırtınanın içinde, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş hâlde görürsün.
8Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı?
9Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.
10Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de Rableri, onları pek şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.
11,12Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık.
38-43Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz Kur’ân, şerefli, elçi olan bir Söz’ dür. Ve o, herhangi bir şair sözü değildir. –Siz ne az inanıyorsunuz!– Herhangi bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az düşünüyorsunuz/ öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
44-47Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O’ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O’ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiçbiriniz O’na siper de olamazdınız.
48Ve şüphesiz Kur’ân, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için bir öğüttür.
49Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz.
50Ve şüphesiz Kur’ân, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir hasrettir.
51Ve şüphesiz Kur’ân, kesin bilginin gerçeğidir.
52O hâlde, çok büyük Rabbinin ismini temize çıkar!
TAHLİL:
1Gerçekleşecek olan!
“2Gerçekleşecek olan” nedir?
“3Gerçekleşecek olan” nedir, sana ne bildirdi?
Kur’an, evrenin şimdiki düzeninin yok edilerek yerine yeni bir düzenin kurulacağı ve tüm insanların yaptıklarından sorguya çekileceği Kıyamet Günü’nü birçok farklı kavramla ifade etmiştir. Bu kavramlardan ikisi de “Gerçekleşecek olan” anlamındaki “el-Hâkka” ile “Felaket Kapısını Şiddetli Çalan, Şok Eden” anlamındaki “el-Kariah” kavramlarıdır.
Surenin girişi üslup bakımından Kariah suresinin girişine benzemektedir. Cümle veya cümle öğesi olmayan ilk ayet birden bomba patlar gibi patlamaktadır: “Gerçekleşecek olan!” Ani bir irkilme hissi veren bu ifadeyle dikkatler bir sonraki ifadeye çevrilmekte, orada da açıklama yapılmayıp zihinlerin verilecek mesaja iyice konsantre olması sağlanmaktadır: “Nedir ‘Gerçekleşecek olan?” “Gerçekleşecek olan nedir, sana ne bildirdi?”
Surenin bu üç ayetinde zımnen şöyle denilmektedir: “Ne kadar bilgiye sahip olursanız olun, ne kadar tahmin yürütürseniz yürütün, kıyamet olgusunu tümüyle idrak etmeniz mümkün olmaz. O kadar dehşetli bir hadisedir ki, insan havsalası tam olarak onu kavrayamaz; ancak onun parçalarını kavrayabilir.”
Konu akışı dikkate alındığında, surede sözü edilen “ الحاّقة el-Hakkah [gerçekleşecek olan]” ifadesi ile “azgınların başına gelen felaketler” ve “kıyamet”in kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu olguların “الحاّقة el-Hakkah” diye adlandırılması, gerçekleşeceklerinde hiçbir kuşkunun olmamasından dolayıdır. O gün herkes hak ettiğini elde edecek, inananlar cenneti, inanmayanlar da cehennemi alacaktır. Evet, kıyamet kesinlikle vuku bulacak, Allah kötüleri cezalandıracak, kimse de buna engel olamayacaktır.
Vakıa 1-7olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman …
(Vakıa/1- 7)
1Kâriah!
2Nedir o kâriah?
3Kâriah’ın ne olduğunu sana ne bildirdi?
4O gün, insanlar, darmadağın kelebekler gibi olurlar. 5Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.
(Kâria/1-5)
1-8Tûr’un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah’ın indirdiği tüm kitaplar,
Allah’ın ma‘mur evi; Ka‘be’yi, Fil ashâbı’na yıktırmayışı,
Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları,
Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması,
Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur.
(Tur/1-8)
19,20Artık o zorlu bir haykırıştan ibarettir. Bir de bakmışsın ki, onlar karşıda duruverirler. Ve “Eyvah bizlere! İşte bu, Din Günü’dür!” derler.
–“21İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü’dür!”–
(Saffat/19-21)
2, 3. ayetlerdeki muhatap tekil olarak Resulullah gözükse de, onun şahsında tüm zamanların insanlarıdır.
13-17Sûr’a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
Bu ayet grubunda kıyametin kopuş sahneleri yer almaktadır. O gün Sûr’a bir kez üflenir; yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine çarpılarak darmadağın edilir; gök yarılır. Melekler semanın çevresindedirler. O gün Rabbimizin Arş’ını bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır.
Ayetteki “Melekler onun [semanın] çevresindedirler” ifadesinden evrendeki tüm güçlerin ve yeryüzündeki vahyin artık yeryüzünden ayrıldığını anlıyoruz.
Bu, kıyametin kopması için Sur’a ilk üflemedir. Ölmedik hiçbir kimse kalmayacaktır:
30Ve şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, gökler ve yer bitişik bir hâlde idi de Bizim o ikisini ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan oluşturduğumuzu görmediler mi? Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı?
(Enbiya/30)
Zilzal 1-3yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman …
(Zilzal/1-3)
25Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler [ışın, radyasyon ve meteorlar] ardı arkasına indirilir.
(Furkan/25)
33Ey cin ve ins toplulukları! Eğer göklerin ve yerin kenarlarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın, ancak üstün bir güç olmadan aşamazsınız.
(Rahman/33)
Ayette yer alan “ ثمانيةsemaniyete” sözcüğü genellikle “sekiz” sayısı anlamında; aynı sözcüğün “ ثُمُنsümün” kalıbı ise “sekizde bir” anlamında kullanılır. “ ثمانيةsemaniyete” sözcüğünün hep “sekiz” sayısı ekseninde kullanıldığı göz önünde tutulduğunda, doğal olarak bu ayettekinin de aynı anlamda kullanıldığı kabul edilmektedir. Ancak bu ayetteki “semaniyete” sözcüğüne de “sekiz” anlamını vermek ayetin anlaşılmasında zorluklar oluşturmaktadır. Bu nedenle sözcüğün başka bir anlamının olup olmadığına bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle ki:
Sözcüğün kökü olan “ ثَمَنsemen”, “kendisiyle her hangi bir şey hak edilen şey” demektir.[1] Türkçede bu anlam “bedel, fiyat; malın kıymeti” sözcükleriyle ifade edilmektedir. Sözcük Kur’an’da da bu anlamda kullanılmıştır:
41Sizinle beraber olan Tevrât’ı doğrulayıcı olarak indirdiğim Kur’ân’a iman edin, O’nun hak kitap olduğunu bilerek reddedenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın. Ve sadece Benim korumam altına giriniz.
(Bakara/ 41)
20Ve o’nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yûsuf’un satılmasında azla yetinenlerden idiler.
(Yusuf/ 20)
187Ve hani Allah, kendilerine Kitap verilen kimselerden sağlam sözünü almıştı: “Kitabı kesinlikle insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz.” Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu az bir bedel karşılığı sattılar. İşte, satın aldıkları şeyler ne kötüdür!
(Al-i Imran/ 187)
Aynı kökten gelen “ ثمانىSemaniye” ise “biten, bitki” demektir. Bunu Ebu Ubeyde, Esmaî’den nakletmiştir.[2]
Buradan anlaşıldığına göre, “semen” sözcüğünün “bedel, kıymet, paha” anlamı, “biten; tohumun yerine ortaya çıkan bitki” anlamından gelmektedir. Yani satılan bir malın yerine bedel olarak yeni bir şey elde edilmektedir.
Bütün bu anlamlar düşünüldüğünde; konumuz olan ayetteki “ ثمانيةsemaniyet” sözcüğü ile “şimdiki evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek yeni varlıklar” anlamına ulaşılmaktadır.
O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)
Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz yapanlarız.
(Enbiya/ 104)
Sözcüğün sonundaki “ ةt” eki ise ya seci’ [armoni] nedeniyle gelmiştir. Bunun Şems, Nur ve Ahzab surelerinde örnekleri vardır:
Ya da bu surenin 19. ayetinden itibaren yer alan “كتابيه kitabiyeh, حسابيهhısabiyeh, ماليهmaliyeh” sözcüklerinin sonundaki “ هh” harfleri gibi noktasızdır. Noktasız harfleri noktalayanlar[3] sehven veya kasten “ه h”yi noktalayarak “ة t” haline getirmişlerdir. Bu harflerin/zamirlerin anlamı söz konusu değildir. Bu demektir ki yüce Rabbimiz, yanlışa gitmememiz için bu özelliği gözümüzün önüne serivermiş. Ama biz dikkat etmemekteyiz.
“ثمانية Semaniyetün”, sözcüğünün nekre oluşu ve seci’ için olan “ ةte” nin özelliklerinden olan “mübelağa (abartma, çoğaltma)” anlamı[4] dikkate alınırsa, “ ثمانيةsemaniyeten” ifadesini “Bitenler (eski varlıkların yerine oluşturulan yeni varlıkların tümü)” anlamı elde edilir. Tıpkı “Allame”, “Ebuhanife” sözcüklerinde olduğu gibi. “ علاّمةAllame” ve “ ابو حنيفةEbuhanife” sözcüklerinin sonlarındaki “ ةt” harfi dişillik alameti olmayıp övgüyü mübalağa alametidir. Kur’an’da yüzlerce yerde örnekleri mevcuttur.
“Arşı taşıyanlar” ile ilgili olarak Mü’min suresinde gerekli detay verilmişti. Bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Hatırlanacağı üzere, dünyada iken Arş’ı taşıyanların, Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle “Allah” bilgisini, “tevhid”i bir yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberler olduğunu belirtmiştik. Kıyamet sonrası Arş’ı taşıyacak olan, yani Allah ile ilgi bilgileri yansıtacak olanlar ise yok edilen varlıkların yerine yaratılmış olan ve daha fevkalade varlıklardır. Ayetteki “onların fevkinde” ifadesiyle yeni oluşumun eskisinden daha güzel, daha üst seviyede olacağı ifade edilmektedir.
106Biz, bir âyetten/alâmetten/göstergeden her neyi kaldırır veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah’ın şüphesiz her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi?
(Bakara/106)
Klasik anlayışta “ ثمانيةsemaniyete” sözcüğü “sekiz” anlamında alınmış ve bu sayının ma’dûdu [sayılan varlık] belirtilmediği için de genellikle “sekiz melek”, “sekiz şahıs” gibi anlamlar takdir edilmiştir. Ya da “sekiz” sayısı ile ne kastedildiğinin insan anlayışının ötesinde olduğu açıklamasıyla yetinilmiştir. Biz ise Allah’ın izniyle “semen” kökünden hareket ederek yukarıdaki anlama ulaşmış bulunuyoruz.
Bu konuya ait klasik eserlerde yer alıp da herkesin taklit ettiği bir görüşü naklediyoruz:
“O günde üstlerinde bulunan sekiz [melek] Rabbinin Arş’ını yüklenir” buyruğu hakkında İbn Abbas şöyle demiştir: Bunlar sayılarını Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği sekiz saf melektir. İbn Zeyd dedi ki: bunlar sekiz melektirler. el-Hasen de: “Onların kaç tane olduklarını en iyi bilen Allah’tır. Sekiz mi yoksa sekiz bin mi?”
Peygamber (sav)’den şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Bugün Arş’ı taşıyanlar dörttür. Kıyamet günü olacağında Yüce Allah onları dört melekle daha destekleyecektir. Böylelikle sekiz melek olacaklardır.” Bunu es-Sa’lebî zikretmiştir. e]-Maverdî de bunu Ebu Hureyre’den rivayet etmektedir. Ebu Hureyre dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Bugün onu [Arşı] dört melek taşımaktadır. Kıyamet gününde ise bunlar sekiz olacaktır
el-Abbas b. Abdi’l-Melik dedi ki: Bunlar dağ keçisi suretinde sekiz melektirler. Bunu Peygamber (sav)’den rivayet etmektedir. Hadiste de şöyle denilmektedir: “Bu meleklerden her birinin dört tane yüzü vardır. Biri adam yüzü, biri aslan yüzü, biri öküz yüzü, biri de kartal yüzüdür. Bu yüzlerin her biri o tür için Allah’tan rızık diler.[5]
Bu ayet “müteşabihat”tandır. Tam olarak manasını bilmemiz zordur. Arş’ın nasıl olduğu, kıyamet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağını bilemiyoruz. Her ne olursa olsun Allah’ın arş üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Ayette, Allah’ın arş üzerine oturmuş olacağına dair böyle bir ifade yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh olduğu için Kur’an-ı Kerim böyle düşünmemize manidir. Çünkü taşımak eylemi için bir cismin ortada olması lazımdır. Bu konuları fazla kurcalamanın, bir mana bulmaya çalışmanın insanı dalâlete düşürme tehlikesi vardır. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, Kur’an’da, Allah’ın hükümranlığı ve benzeri konuları anlatmak için bizim dünyada kullandığımız terminoloji kullanılmaktadır. Yalnız, bu kelimelere harfi harfine bir anlam vermekten kaçınmalıyız.[6]
18O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir gizli şeyiniz gizli kalmayacak.
19-24İşte kitabı sağından verilen kişiye gelince; işte o, “Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için; keyfinize bakın!–
18-37. ayetlerde, kıyametin kopmasından sonraki bazı mahşer sahneleri yer almaktadır. O gün kimsenin gizlisi, “gizli” kalmayacaktır. Hepsi yayılıp ortaya dökülecektir:
48Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.”
(Kehf/48)
16O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah’a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah’ındır!’–
(Mümin/16)
8,9Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine güç yetirendir. 10Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı.
(Tarık/9, 10)
19-24. ayetlerde ise müminlerin mahşerdeki durumu yer almaktadır.
“Kitabı sağdan verilen”ler mümin kişilerdir. Daha evvel de açıkladığımız gibi, “sağ”, uğur, mutluluk, sağlamlık ve kurtuluşu ifade eder. “Amel defterini sağ el ile almak” ifadesi, dünyadayken kişi için tutulan davranış kayıtlarının temiz olduğunu, böyle kayıtları olanların korkutulmayacaklarını, suçlanmayacaklarını sembolize etmektedir.
Mümin bir insanın ahiretteki durumu daha evvel birçok ayette detaylı olarak verilmişti. Bunlardan sadece bir pasajı hatırlatmakla yetiniyoruz:
5-22Şüphesiz, “iyi adamlar”, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları içerler.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, -kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan… Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir.
(Însan/5-22)
25-29Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der.
–30-37Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde cehenneme sokun! Şüphesiz o, çok büyük Allah’a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir samimi dost yoktur. Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.–
Müminlerden sonra bu ayetlerde de inançsızların ahiretteki durumları tasvir edilmiştir. Ürpertici sahnelerin yer aldığı pasajda, inkârcı örnek bir kişi ele alınarak onu bu elim vaziyete sokan günahının, Allah’ı hesaba katmaması ve buna bağlı olarak sosyal ve ekonomik yönden ahlaki sorumluluklarını yerine getirmemesi olduğuna işaret edilmektedir.
Yoksulu doyurmayı teşvik etmeme, kendisi yoksullara yemek yedirmediği gibi başkalarının da onlara yemek vermesinden hoşlanmama tavrıdır. Bilindiği üzere, Allah’ın önemle üzerinde durduğu, insanlara din adına verdiği ilk emirlerden biri yetimlerin kerimleştirilmesi, yoksulların işe kavuşturulup karınlarını kendi el emekleriyle doyurmalarının sağlanmasıdır.
1Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah’ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
4-7Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken] ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline!
(Maun/1-7)
17-20Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Doğrusu siz, yetimi, üstün-saygın bir şekilde yetiştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi özendirmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına!
(Fecr/17- 20)
47Onlara: “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcamada bulunun” denildiği zaman da kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş o kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler.
(Yasin/47)
12Ve o sarp yokuşun ne olduğunu sana ne bildirdi?
13Köleyi özgürleştirmektir 14,15veya salgın bir kıtlık gününde yakında bulunan bir yetime 16veya topraklara düşmüş; sürünen yoksula, işsize yemek yedirmektir. 17Sonra da iman edip de sabrı tavsiyeleşenlerden ve merhameti tavsiyeleşenlerden olmaktır.
(Beled/12-17)
Amel defterleri suç kayıtları ile dolu kişilerin akıbetleri, pişmanlıkları ve rüsvalıkları ile ilgili birçok canlı, tiksindirici sahne nakledilmiştir:
48-51O gün, Allah’ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(İbrahim/48-51)
71O gün Biz, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar bir haksızlığa uğratılmayacaklar.
(İsra/71)
6,7Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.
(Gâşiye/6, 7)
“Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme] sokun!” ayetindeki “yetmiş arşın” ifadesi hem çokluktan hem de suçlunun mutlak bir kontrol altında bulundurulacağından kinayedir. Yetmiş rakamının çokluktan kinaye olduğu şu ayette de görülmektedir:
80Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de yine Allah, onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah’ı ve Rasûlü’nü kabul etmemeleri nedeniyledir. Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez.
(Tevbe/ 80)
İnşikak suresinde de benzer bir ifade olarak “Defteri arkasından verilen” kimselerden bahsedilmektedir:
10-14Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi.
(İnşikak/10, 14)
“Defterin arkadan verilmesi” ifadesi, amel defterinin iç açıcı kayıtlar içermediğini bilen bir kişinin utancından dolayı defterini gizlemeye çalışacağına işaret etse gerektir.
Daha evvel “Sağ” ve “sol” [Ashâbu’l-Meymene ve Ashâbu’l-Meş’eme] kavramları ile ilgili olarak Beled suresinin tahlilinde geniş açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
4Semûd ve Âd, felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni yalanladılar.
5Sonra, Semûd’a gelince; onlar korkunç bir sesle değişime/yıkıma uğratıldılar.
6Âd’a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile değişime/yıkıma uğratılıverdiler.
7Allah, o fırtınayı üzerlerine yedi gece ve sekiz gün; geceli gündüzlü peşpeşe musallat etmişti. Öyle ki, o toplumu, fırtınanın içinde, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş hâlde görürsün.
8Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı?
Bu ayetlerde, kaçınılmaz gerçekle yüzleşenlerden Semûd ve Âd’a değinilmiş ve her iki kavim de yalanlayıcıların örneği olarak gösterilmiştir. Bu kavimlerin her ikisi de ahireti kabul etmeyen, kendilerine gelen uyarıcı elçileri yalanlayan birer toplum idi. Arabistan bölgesinde yaşamış olan bu iki toplumdan o günün Arapları da haberdardı. Onların yaşadıkları yerler haklarında yeterince bilgiye sahiptiler. Bu nedenle, bu kavimlerin başlarına gelen korkunç akıbet ibret olsun diye o günkü Araplara da hatırlatılmaktadır.
Bu sureye kadar Âd ve Semûd kavimleri ile azgınlık yapan diğer toplumlar hakkında ibret alınacak birçok bilgi verilmişti. Bu nedenle burada birkaç ayeti hatırlatmakla yetiniyoruz:
65Andolsun ki Âd’a da kardeşleri Hûd’u elçi gönderdik. O, “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ Allah’ın koruması altına girmez misiniz?” dedi.
(A’raf/65)
31Şüphesiz Biz onların üzerine korkunç tek bir ses gönderdik; ağılcının topladığı çalı-çırpı gibi oluverdiler.
(Kamer/31)
11,12Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık.
(Hâkka/11, 12)
16Bu yüzden Biz de onlara bu en basit dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Âhiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez.
(Fussılet/16)
51İşte bak! Onların tuzaklarının âkıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan yerle bir ettik. 52İşte, onların, şirk koşmak sûretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet/gösterge vardır.
(Neml/51,52)
24,25Sonunda onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut hâlinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr… Sonunda o hâle geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız.
(Ahkaf/24,25)
9Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.
10Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de Rableri, onları pek şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.
Bu ayetlerde de yine “geçekleşmesi kesin olan” olay ile yüzleşen Firavun, Nuh kavmi ve ülkeleri altüst olan diğer kavimler [Lut kavmi] hatırlatılmaktadır. Azgınlaşmalarından ve peygamberlerini yalanlamalarından dolayı bu toplumların hepsi de Allah’ın çok çeşitli belalarına uğramışlardır. Rabbimiz bu kavimlerin akıbetini hatırlatarak peygamberimizin muhatabı olan o günkü müşriklere ibret ve öğüt almaları; aksi halde onların da bu kavimler gibi bela ve felaketlerle helak edilecekleri mesajını vermektedir.
Bilindiği üzere, Firavun, Nuh ve Lut kavimleri ile ilgili detaylar geçmiş surelerde yer almıştı.
- ayetteki “ondan öncekiler” ifadesiyle Nuh Tufanı hadisesine ve Nuh’un (as) gemisine işaret edilmektedir:
75Ve andolsun ki Nûh, Bize seslenip dua etmişti. –İşte Biz ne güzel cevap verenleriz!– 76Biz de o’nu ve ailesini, yakınlarını, inananlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık. 77Ve o’nun neslini baki kalanların ta kendisi yaptık.
(Saffat/75, 77)
Şüphesiz bu toplumların dünyada cezalandırılmaları ile iş bitmemiştir. Onlar ahirette de cezalandırılacaklardır:
25Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular, sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah’ın astlarından yardımcılar bulamadılar.
(Nuh/25)
Aynı ayetteki “ve altı üstüne getirilenler” ifadesiyle de Lut kavmi kastedilmektedir. Zira bu nitelik onlara aittir:
82,83Sonunda emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlardan uzak değildir.
(Hud/82, 83)
74Böylece Biz, onların üstünü altı yaptık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
(Hıcr/74)
11,12Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık.
Bu ayetlerde de yine Nuh’a (as) ve kavmine işaret edilmiştir. İsim verilmeden, Nuh’un (as) ve ona inananların kurtuldukları; inkârcıların ise o kaçınılmaz olayı yaşadıkları hatırlatılmıştır. Bu hatırlatma ile Kureyşli inkârcılara “Dikkatli olun da Nuh kavminin başına gelenler sizin de başınıza gelmesin” mesajı verilmektedir. Ayrıca Araplar ile Nuh arasında bir bağ olduğuna dikkat çekilerek zımnen “Biz Nuh’u kurtarmasaydık bu gün sizler olmazdınız” denilmektedir.
9Onlardan önce Nûh’un toplumu da yalanlamıştı. Öyle ki kulumuzu yalanladılar ve “O, gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir” dediler. Ve o alıkonulmuştu; her türlü faaliyetine engel olunmuştu.
10Bunun üzerine Nûh Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana yardım et!”
11Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik.
12Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık; derken sular ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu.
13,14Nûh’u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/ küçük gemi üzerinde taşıdık.
15Ve andolsun Biz, bunu bir âyet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?
16Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?
(Kamer/9- 16)
Ayetteki “belleyici kulaklar bellesin” ifadesi ile aklı olanın hayvanlar gibi olmaması gerektiği mesajı verilmektedir.
179Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir.
(A’raf/179)
37Şüphesiz ki bunda aklı, anlayışı, vicdanı olan veya kendisi tanık olarak kulak veren kimse için elbette öğüt vardır.
(Kaf/37)
38-43Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz Kur’ân, şerefli, elçi olan bir Söz’ dür. Ve o, herhangi bir şair sözü değildir. –Siz ne az inanıyorsunuz!– Herhangi bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az düşünüyorsunuz/ öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. (Hakka/ 38-43)
MELEK ELÇİ (SÖZ ELÇİ- KİTAP ELÇİ- VAHY ELÇİ)
Nebi ile Rasül kavramlarını açıklarken rasülün hem insandan hem de melekten olduğunu ayetler ışığında açıklamış idik.
Burada Melek elçi konusunu özel olarak ele alıyoruz:
75,76Allah, haberci âyetlerden (meleklerden) elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah’a döndürülür. (Hacc/75)
Burada melek elçi ile “Kur’ân, kitap” kastedilmiştir:
1-7Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir. (Mürselât/1-7)
Mürselat suresinde “Öbek öbek gönderilmiş; elçi yapılmış olanlar Kur’an ayetleridir. Zikredilen nitelikler de Kur’an’ın/ vahyin yani elçi meleklerin nitelikleridir.
164-166Ve “Bizden her birimizin kesinlikle belli bir makamı vardır. Ve biz kesinlikle saf saf dizilenlerin/ dizenlerin ta kendisiyiz. Biz, Allah’ı noksanlıklardan arındıranların da ta kendisiyiz”. (Sâffât/ 164-166)
Sâffât suresinde de Saf saf dizilenler yine Kur’an necmleridir. Yani elçi meleklerdir.
10,11Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey kavrama yetenekleri olan iman etmiş kimseler! Allah’ın koruması altına girin. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah’ın açık açık âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini okuyan bir elçi indirdi. Ve her kim, Allah’a inanır ve sâlihi işlerse, Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sonsuza dek kalacakları cennetlere girdirir. Allah, onun için rızkı güzelleştirmiştir. (Talâk/10-11)
Talak/10, 11. Ayette indirilmiş Rasül, elçi melek olan Kur’an ayetlerdir.
Kur’ân’daki birçok ayette konu edilen Rasül sözcüğünün de vahyi/kitabı (melek elçiyi) gösterdiği herkes tarafından kabul edilebilir.
101Ve ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındaki Kur’an’a muhalif olmayan şeyleri tasdik edici bir elçi geldi, daha önce kendilerine Kitap verilen kimselerden bir grup, sanki bilmezlermiş gibi Allah’ın kitabını sırtlarının arkasına attılar. (Bakara/101)
101Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve O’nun Elçisi de aranızda iken nasıl olur da küfredersiniz; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedip durursunuz? Kim de Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru kılavuzlanmıştır. (Al-i İmrân/ 101)
89Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olan Kur’an’a muhalif olmayan şeyleri doğrulayan bir kitap; Kur’an gelince de –ki bunlar daha önceleri kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu kendileri örttüler. Artık Allah’ın dışlaması/ rahmetinden mahrum bırakması, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir. (Bakara/89)
32De ki: “Allah’a ve Elçi’ye itaat edin!” Artık yüz çevirirlerse, biliniz ki, şüphesiz Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseleri sevmez. (Âl-i İmran/ 32)
52,53Sonra İsâ, onlardan küfrü: Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi sezince: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler: “Allah’ın yardımcıları biziz, biz Allah’a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman ettik, elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz”– dediler. (Âl-i İmran- 53)
81Ve hani Allah, peygamberlerden: “Andolsun ki size kitaptan ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden verdim, sonra yanınızda Benim vahyime muhalif olmayan şeyleri doğrulayıcı bir elçi geldiğinde ona kesinlikle inanacak ve ona yardım edeceksiniz!” sağlam sözünü almıştı. Allah, “Bunu ikrar edip de kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı/verdiğiniz sözü kesinlikle yerine getirecek misiniz?” dedi. Onlar: “İkrar ettik” dediler. Allah: “Öyleyse şâhit olun, Ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım” dedi. (Âl-i İmran- 81)
3Rabbinizden size indirilene uyun ve O’nun astlarından, yol gösteren, yardım eden ve koruyan sözde yakınlara uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz/hatırlıyorsunuz! (A’râf/3)
153Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun. Ve başka yollara uymayın da sizi O’nun yolundan ayırmasın. İşte bunlar, Allah’ın koruması altına girersiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.
154Sonra Biz, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar diye iyilik-güzellik üretenlere tamam olarak, her şeyi genişçe açıklamak ve kılavuz ve rahmet olmak üzere Mûsâ’ya Kitab’ı verdik.
155-157Ve Kur’ân kiminiz, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” kiminiz de “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah’ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. (En-âm/153-157)
Bu âyetlerden başka Tekvir ve Hakka surelerindeki pasajlar da Melek elçiye delalet eder.
Tekvir/ 19’da “إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيم gavl -ü rasülin … ” diye izafetle okunmuş ve pasajdaki kerim, zü kuvvet, mutta’ emiyn ifadeleri de muzaf-ü ileh kabul edilen rasül sözcüğünün sıfatı yapılarak mecrur (i sesiyle) okunmuştur. Ve “Kur’an, ELÇİ SÖZÜ” dür olarak mana elde edilmiştir.
“…kuşkusuz bu, güçlü, Arş’ın/ en büyük tahtın sahibi’nin nezdinde çok değer verilen, itaat edilen, güvenilen değerli olan bir elçi sözüdür.”
Yine Hakka/ 40. ayetteki “gavl, rasül” ifadesi de yine izafet yapılmış “إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيم gavlü rasülin kerimin” diye okunmuş ve burada da “Kur’an, ELÇİ SÖZÜ” dür manası elde edilmiştir.
“… Şüphesiz Kur’ân, şerefli bir Elçi sözüdür…”
Bu sözcüklerin izafet yapılması konusunda anlam maalesef çok dar olmaktadır. Zira İzafet kuralı gereği Muzafun ileyh: (izafet terkibinin ikinci ismi) Harfi tarifsiz gelirse belirsiz isim tamlaması olur. Aşağıdaki örnekler gibi:
قلمُ حِيبرٍ Kalemü hıybrin (herhangi bir) dolma kalem
خاتمُ فضّةٍ Hatemü fizzatin (herhangi bir) gümüş yüzük
إمامُ مسجدٍ imamü mescidin (herhangi bir) mescid imamı
ساعة ذهبٍ Saatü zehebin (herhangi bir) altın saat
Bu genel kurala göre buradaki “rasül” ifadesi nekre yani belgisiz (harfi tarifsiz) geldiğinden Kur’an, “herhangi bir elçi sözü” olarak nitelenmiş olur. Arkadaki sıfatlar Elçiyi belirtili hale getirmez.
Bizim kanaatimize göre ise ayetlerde izafet olmayıp sıfat tamlamaları söz konusudur. Ve kıraat, le GAVLÜN RASÜLÜN …. şöyledir:
Tekvir/ 19- 21
إِنَّهُ لَقَوْلٌ رَسُولٌ كَرِيمٌ ذُو قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٌ مُطَاعٌ ثَمَّ أَمِينٌ
“… kuşkusuz bu, şerefli, Arş’ın/ en büyük tahtın sahibinim nezdinde güçlü, çok değer verilen, itaat edilen, bir de güvenilen elçi olan bir Söz’ dür.”
Hakka/ 40
إِنَّهُ لَقَوْلٌ رَسُولٌ كَرِيمٌ
“… Şüphesiz Kur’ân, şerefli, elçi olan bir Söz’ dür.”
Yalnız bu durumda ortada görünürde bir sorun oluşmaktadır. Resmi mushafta Tekvir/20’daki “ذِي قُوَّة zi Kuvetin” ifadesi, İzafete göre uygun olup sıfat tamlamasına uymayacaktır. Sıfat olma şartlarına göre “ذُو قُوَّةٍ zü kuvvetin” formunda olması gerekecektir.
Biz Mushaf kopyalamalarında birtakım lahnlar (kâtip hataları) olduğunu biliyoruz. Bunların yüzlercesi de kitaplarda yer almış ve asırlarca bilinmektedir.
Eski tespitlerde yer almamış olsa da biz burada “ ذُو zü” şeklinde olması gerektiği kanaatini taşıyoruz. Nitekim Rahman/ 78’deki “ذِي الْجَلَال zi-l celali” ifadesi Şam nüshasında “ذُو الْجَلَال zü-l celali” şeklindedir. Ze Mahşeri, Keşşaf da bunu beyan etmiştir.
Sözcüklerin sıfat tamlaması kabulünden hareket edersek burada konu edilen “Söz ’ün, Zümer/ 17, 18’de konu edilen “SÖZLERİN EN GÜZELİ” olduğunu da en iyi şekilde öğrenmiş oluruz:
17,18Ve tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a yönelen kimseler, kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan kullarımı! İşte onlar, Allah’ın kendilerine doğru yol kılavuzu verdiği kimselerdir. Ve işte onlar, kavrama yeteneği/temiz akıl sahibi olanların ta kendileridir. (Zümer/ 17, 18)
Sözlerin en güzeli:
Şerefli söz,
Arş’ın/ en büyük tahtın sahibinim (Allah’ın) nezdindeki güçlü söz,
Çok değer verilen söz,
itâat edilen söz,
Bir de güvenilen söz,
Elçi olan Söz’ dür. Bu da Allah’ın sözü ve mesajlardır. Diğer bir ifadeyle MELEK ELÇİLERDİR. Bu nitelikler zaten hep vahyin/ Kur’an’ın niteliğidir. Kur’an’ın değişik ayetlerinde hepsi yer almıştır.
Bu duruma göre ayetlerin meali şöyle olacaktır:
15-23Kur’ân’ı dinlememek için saklananların, kaçanların durumunu, gerçeği örtbas etmenin-cehaletin gidişini, aydınlığın- reşitliğin gelişini kanıt gösteririm ki kuşkusuz bu, şerefli, Arş’in/ en büyük tahtın sahibinim nezdinde güçlü, çok değer verilen, itaat edilen, bir de güvenilen elçi olan bir Söz’ dür. 22Arkadaşınız, gizli güçlerce desteklenen/ deli bir kişi değildir. 23Andolsun, gördüklerini kendisi apaçık ufukta iken; gönlü yalanlamadan, gözü şaşmadan ve azmadan gördü. (Tekvir/ 18- 23)
38-43Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz Kur’ân, şerefli, elçi olan bir Söz’ dür. Ve o, herhangi bir şair sözü değildir. –Siz ne az inanıyorsunuz!– Herhangi bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az düşünüyorsunuz/ öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. (Hakka/ 38-43)
Not:
Hâkka suresinde 38-52. ayetlerden oluşan bu necm, teknik ve semantik olarak Secde suresinin 1-4. âyetlerinin devamıdır. Kırkıncı âyette yer alan “innehü” ifadesindeki “hüve” zamiri, Secde/2’deki “el Kitab” sözcüğüne râcidir. Aksi halde zamirin mercii mechul kalmaktadır.
“Gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki” ifadesiyle başlayan pasajda, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğuna, o güne kadar ortaya çıkan mucizeler ve ondan sonra çıkacak olanlar kanıt gösterilmektedir. O günün şartlarında Kur’an’ın bir “Beyan” mucizesi [Edebi mucize] olduğu daha evvel birçok kez dile getirilmişti. O günden bugüne Kur’an’ın içeriğinde binlerce mucize daha keşfedilmiş bulunmaktadır.
Kur’an’ın gelecekte de sayısız mucizelerinin ortaya çıkacağı hususunu ise Fussılet suresinin tahlilinde detaylı olarak ele almıştık.
Pasajın kasemle başlaması, Kur’an’ın Allah’ın indirmesi olup Muhammed (as) ile ilgisinin olmadığını kanıtlamaya yöneliktir. Burada Kur’an “elçi sözü” olarak nitelenmiştir. “Elçi sözü”, “katışıksız ve elçiye ait olmayan, elçiyi gönderen otoritenin ifadesidir. Elçi buna ekleme, çıkarma yapamaz, kendisine öğretilenleri gizleyemez. Bu konu Tekvir suresinde de geçmiş idi:
15-21Kur’ân’ı dinlememek için saklananların, kaçanların durumunu, gerçeği örtbas etmenin-cehaletin gidişini, aydınlığın- reşitliğin gelişini kanıt gösteririm ki kuşkusuz bu, güçlü, Arş’in/ en büyük tahtın sahibi’nin nezdinde çok değer verilen, itaat edilen, güvenilen değerli bir elçi sözüdür. 22 Arkadaşınız, gizli güçlerce desteklenen/ deli bir kişi değildir. 23Andolsun o, gördüklerini kendisi apaçık ufukta iken; gönlü yalanlamadan, gözü şaşmadan ve azmadan gördü. 24O kimsenin görmediği, duymadığı, sezmediği, kendisine verilen vahiyler hakkında cimri de değildir. 25Bu, kendi düşünce yetisinin ürünü olan söz de değildir.
(Tekvîr/15-25)
Ayetlerdeki “Siz ne az inanıyorsunuz!”, “Siz ne az düşünüyorsunuz/ öğütleniyorsunuz!” ifadeleriyle müşriklerin Kur’an’ın içerdiği bunca mucizeyi görmelerine, onun bir şair sözü, kahin sözü olmadığını bilmelerine rağmen inançsızlıkta direndikleri beyan edilmektedir.
44-47Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O’ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O’ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiçbiriniz O’na siper de olamazdınız.
Bu ayetlerde tüm insanlığa açık bir beyanat vardır: “Eğer Muhammed Kur’an’a dahletmeye; ekleme, çıkarma, değiştirme, saklama yapmaya kalksa, Allah adına laf uydursa, feci şekilde cezalandırılır.
Tüm elçiler, haktan başkasını söyleyemezler; bu kendilerine yasaklanmıştır. Daha evvel A’raf suresinde Musa peygamberin ağzından da öğrenmiştik:
104,105Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında haktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları’nı gönder benimle” dedi. (A’râf/104, 105)
Bu tehdit, Resulullah’a olduğu kadar tüm zamanların insanlarına da yöneliktir. Hiçbir kimse Allah adına laf üretmemelidir. Din adına verilecek hükümler mutlaka Kur’an’dan olmalıdır.
15Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.”
(Yunus/15)
73Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize dayandırarak söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı. İşte o takdirde seni halil/ iz bırakan bir önder edinirlerdi.
74Ve eğer Biz, seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin.
75O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.
(İsra/73-75)
15,10İşte bunun için sen, davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların boş iğreti arzularına uyma ve de ki: “Ben, Allah’ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben, aranızda adaleti gerçekleştirme görevi ile emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de yalnız O’nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah’a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben, yalnız O’na işin sonucunu havale ettim ve ben, yalnız O’na yöneliyorum.”
(Şura/15, 10)
18Sonra da seni Allah’ın Kendine özgü işlerinden apaçık bir yol haritası/ toplu yaşam ilkeleri sahibi yaptık. Artık sen, ona uy, bilmeyen kimselerin boş-iğreti arzularına uyma.
(Casiye/18)
5-8Artık, yakında hak dinden çıkarak kendini ateşe atmış olan hanginizmiş göreceksin, onlar da görecekler. Şüphesiz Rabbindir, yolundan sapanı en iyi bilen. Yine O’dur kılavuzlanarak doğru yola ermiş olanları en iyi bilen. O hâlde âhiret gününü yalanlayan o kişilere itaat etme!
(Kalem/5-8)
İnsanların Allah adına neler uydurduklarından değişik ayetlerde bahsedilmiştir:
176İşte bu, şüphesiz Allah’ın Kitab’ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şüphesiz Kitap hakkında anlaşmazlığa düşen şu kimseler kesinlikle çok uzak bir parçalanma içindedirler.
(Bakara/176)
151De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım:
‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı,
ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı,
fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, – Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.-
kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı,
haksız yere, Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-
(En’am/151)
116Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.
(Nahl/116)
48Ve şüphesiz Kur’ân, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için bir öğüttür.
49Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz.
50Ve şüphesiz Kur’ân, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir hasrettir.
51Ve şüphesiz Kur’ân, kesin bilginin gerçeğidir.
Bu ayetlerde, yukarıdaki kasemin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci cevapları yer almaktadır. Buna göre, paragrafın takdiri şöyledir:
“Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o [Kur’ân], şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. Bir kâhin sözü de değildir. O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri için bir öğüttür. Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. Ve şüphesiz o [Kur’ân], kâfirler için bir hasrettir. Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir.”
Böylece Kur’an’ın takva sahipleri için bir öğüt olduğu kanıtlarla gösterilmiş olmaktadır.
- ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur’ân], kâfirler için bir hasrettir” ifadesiyle, kâfirlerin eninde sonunda “Kur’an’ı niye yalanladık?” diye pişman olacakları gerçeği açıklanmaktadır. Hıcr suresinde de bu anlamda bir pasaj bulunmaktadır:
2Zaman zaman kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar.
12Böylece Biz Kur’ân’ı, suçluların kalplerine sokarız.
3Bırak onları yesinler, yararlansınlar ve boş umut onları oyalasın. Ama onlar yakında bileceklerdir.
(Hicr/2,3 )
Şüpheci akılsızlar her ne kadar Kur’an’a ve haber verdiklerine inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani, görünüşte inanmaz bir tavır sergileseler de, içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa?” diye şüpheye düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar.
Pasaj, o günün zorlu kâfirlerinin gün gelip pişman olacaklarını bildirmektedir. Bu pişmanlıkları ölüm anındaki ve ahiretteki pişmanlıkları değil, dünyadaki pişmanlıklarıdır. Çünkü her ne kadar inanmamış olsalar bile, Allah’ın afak ve enfüsteki ayetlere dikkat çekerek bu mucizeleri Kur’an ile âdeta tüm gözlere sokması karşısında zaman zaman “Keşke ben de müslüman olsaymışım!” diye temennide bulunmaktadırlar.
Gerçekten de Kur’an’ın etkin mesajının ciğerlerine işlemesi sonucu sürekli tedirgin olan Mekkeli müşriklerin birçoğu, hicretten önce veya sonra pişman olmuşlardır.
- ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir” ifadesiyle Kur’an’da saçma sapan şeylerin, hakka, adalete aykırı şeylerin bulunmadığı; onda şüpheli, çelişkili bir şey olmadığı, içinde ne varsa hepsinin de kesin bilgi ile sağlamasının yapılabileceği vurgusu yapılmıştır.
52O hâlde, çok büyük Rabbinin ismini temize çıkar!
Tüm bu açıklamalardan sonra Rabbimiz, elçisine görevini sürdürmesi mesajını vererek “O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!” demektedir.
Allah’ı doğru tanıma ve doğru tanıtma demek olan “Tesbih” ile ilgili olarak geçmiş surelerin tahlilinde birçok kez açıklama yaptığımızdan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
[1] (Lisanü’l-Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l-Arus; c. 18, s. 97-99 “ ثمنsmn” mad.)
[2] (Lisanü’l Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l Arus; c. 18, s. 97-99 “ ثمنsmn” mad.)
[3] Hicrî 65 tarihinde Abdulmelik b. Mervan (v.86/705) zamanında Ebu Esved ed-Düelî (v.68/688) halifenin emriyle Kur’ân-ı Kerime ilk olarak noktalama işaretlerini koymuştur.
[4] (Lisanü’l Arab, c. 9, s. 9, “ هh” mad.)
[5] (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
[6] (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)