Hacc

1,2) Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir.
3,4) İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce tartışıyor ve her azılı şeytanı izliyor. -Azılı şeytan hakkında: "Şüphesiz kim şeytanı yol gösterici, gözetici bir yakın yaparsa artık o, kesinlikle şeytanı kendine velîleştireni saptırır ve onu cehennemin azabına kılavuzlar" diye yazıldı.-
Bu âyetlerde, insanlar, gerçeği kabul ederek geleceklerini kurtarmaya davet edilmektedir. Ardından da kıyâmetin korkunç dehşeti anlatılarak insanların yanılgıları ortaya konulmaktadır. Kıyâmetin kopuşunu tasvir eden âyetlerden birkaçını sunuyoruz:

Zilzal 1-3yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, "Bu yeryüzüne ne oluyor!" dediği zamanNisa172Kendisine toplar. [Zilzâl/1-3]

13-17Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, "o olay" olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar. [Hakka/13-17]

Vakıa 1-7olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135bileceksiniz. [Vâkıa/1-7]

14Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hak oldu. 15Ve bunlar, göz açıp kapayacak kadar bile gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar. [Sâd/14,15]

Ve Mü’min/30-35, Neml/87, Müzzemmil/14-18, Nâzi‘ât/6-9.

3-4. âyetlerde, kesin bir bilgiye ve apaçık bir kanıta dayanmaksızın Allah hakkında; Allah'ın eşinin, benzerinin ve ortağının olmadığı; rabbliği [tüm evreni kontrol edişi] hakkında tartışan densizler eleştirilerek bu konularda bilgilenmeye çağrılmaktadırlar.

Burada konu edilen azılı şeytân da iblistir. Bu husus Tekvîr ve Cinn sûrelerinde detaylıca işlenmiştir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 162-175.] İblis ile ilgili kader; İblisin misyonu şu âyetlerde ifade edilmişti:

80,81Allah, "Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin" dedi.

82,83İblis, "Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım" dedi.

84Allah dedi ki: "Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: "85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım." [Sâd/81-85]

16,17İblis, "Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler bulmayacaksın" dedi.

18Allah, "Haydi, sen, yerilmiş ve itilmiş olarak oradan çık. Onlardan sana kim uyarsa, andolsun ki sizin hepinizden cehennemi dolduracağım" 19Ve, "Ey Âdem/bilgilenmiş, vahiy almış insan! Sen ve eşin cennete yerleşin, dilediğiniz yerden de yiyin ve girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeye yaklaşmayın; malın-mülkün, paranın-pulun tutkunu olmayın, yoksa yanlış; kendine zararlı iş yapanlardan olursunuz" dedi.

20Derken İblis, onların kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek/iradesiz güç olmanız ya da sonsuz olarak kalıcılardan/gelişmeyen, değişmeyen birer varlık olmanız için sizi girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeyden; maldan-mülkten, paradan-puldan men etti/bunları size yasakladı" dedi. 21Ve "Elbette ben, size öğüt verenlerdenim" diye onlara yemin etti/kanıtlar ileri sürdü. 22Böylece onları aldatarak aşağılığa düşürdü. Onlar girift, çekişmenin kaynağı olan şeyin; malın-mülkün, paranın-pulun tadına varınca, hırsları, doyumsuzlukları devreye girdi ve mal-mülk, para-pul istifçiliğine başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben, size mal-mülk, para-pul tutkunu olmayı yasaklamadım mı ve size, ‘Bu şeytân, kesinlikle sizin için apaçık düşmandır’ demedim mi?" [A‘râf/16-22]

63-65Allah dedi ki: "Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz ki, cezanız yeterli bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun." –Ve şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.– Şüphesiz ki, Benim kullarım, senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur." –Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan" olarak da Rabbin yeter.– [İsrâ/63-65]
5) Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
6) İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hak olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir.
7) Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.
Bu âyetlerde bilgisizce fikir yürütenlere, kıyâmetten kuşku duyanlara, inatçı şeytân kişilere uyanlara bazı açıklamalar yapılmaktadır.

Öldükten sonra dirilmekten kuşku duyanlar, yaratılışlarını mercek altına almalıdırlar: Topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alakdan [embriyondan], sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratılma... Belli bir süreye kadar rahimlerde tutulma, sonra bir çocuk olarak çıkarılma, sonra olgunluk çağına eriştirilme... Kiminin çocuk yaşta vefat ettirilmesi, kiminin de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılması [ihtiyarlatılması]... Sönmüş yeryüzünün üzerine su indirilip harekete geçirilmesi, kabartılması ve her güzel çiftten bitkiler bitirilmesi... İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hakk olması, ölüleri sadece O'nun diriltmesi ve her şeye sadece O'nun güç yetiren olması nedeniyledir. Kıyâmetin geleceğinde de şüphe yoktur. Şüphesiz ki Allah, kabirlerdekileri diriltecektir.

Burada, ilk yaratılış referans verilerek yeniden şekillenmenin daha basit olacağı vurgulanmaktadır:

* De ki: "Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. [Yâ-Sîn/79-80]

* De ki: "İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun." Sonra onlar; "Bizi kim geri döndürecek?" diyecekler. De ki: "Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan." Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve "Ne zamandır bu?" diyecekler. De ki: "Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz." [İsrâ/50-52]

* Ki O, oluşturduğu her şeyi en güzel yapan ve insanı oluşturmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır. [Secde/7-8]

Âyetteki "Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir." ifadesi, ile ilgili güzel bir yazıyı paylaşıyoruz:

Su ve hava olmadan yaşanamayacağını ufacık çocuklar bile bilir. Peki, toprak olmadan yaşayamayacağımızın acaba yeterince bilincinde miyiz? Toprak sürekli gelişim halindedir. Binlerce yıl içerisinde, özellikle suyun etkisiyle, yavaş yavaş aşağıdan yukarıya doğru ana kayanın (Litosfer) tahrip olmasıyla oluşur. Bu süreç en sert kayalarda yılda 0.01 milimetre olduğu için toprağın gelişim hareketi gözümüzden kaçar. (Bu oran yeryüzünün sıcak bölgelerinde yılda 20 milimetreye kadar çıkar.) Bu bağlamda toprak cansız olan mineral dünyadan canlı bir dünyaya geçiş aşamasıdır. Bir metreküp verimli toprakta 30 milyon kadar bakteri vardır. Gözle algılayamadığımız bu bakteriler toprağın her santimetrekaresinin canlı olması anlamına gelir. Bu canlılığın en önemli maddesi hem bu bakterileri, hem de bitkileri harekete geçirip canlandıran sudur.

Bu ayette kupkuru toprağın üzerine suyun düşmesiyle oluşan aşamalar anlatılır. Kuran’ın ifadelerinde anlatılan titreşmenin ve kabarmanın önce sadece edebi ifadeler olduğu sanıldı. Fakat "Brown Titremesi"nin anlaşılmasıyla Kuran’ın bu noktada da bir mucize gösterdiği anlaşıldı. Ayette toprağa suyun düşmesiyle oluşan 3 aşamaya dikkat çekilir:

1- Toprağın titreşmesi

2- Toprağın kabarması

3- Toprağın çiftler halinde ürünler vermesi

1- Birinci aşamada topraktaki parçacıklar suyun üzerlerine düşmesiyle hareket eder. Toprağın üzerine düşen su damlacıkları bir hedef olmaksızın birçok yönde hareket eder. Böylece birçok taraftan suyla çarpışan toprak parçacıkları titreşir gibi hareket ederler. Suyun toprağa düşmesiyle topraktaki farklı moleküller arasında elektrik akımı oluşur. Toprağın parçacıkları iyonlaşır. Elektrik akımının düşüşüyle pozitif iyona, yükselişiyle negatif iyona dönüşüm olur. Suyun toprağa gelişiyle iyonik moleküller titreşir. Botanikçi Robert Brown 1828 yılında toprağın partiküllerinin bu hareketini tespit etti ve adını Brown Movement (Brown Titremesi) koydu. Bu hareket, suyun toprağın üzerine düşmesiyle oluşan bir süreçte gerçekleşir.

2- İkinci aşamada dikkat çekilen olay, suyu emen toprak parçacıklarının hacimce büyümesi, böylece kabarmanın gerçekleşmesidir. Parçacıklar suya doyunca suyun mineral depoları olurlar. Bitkiler ihtiyaçlarını bu depolardan karşılar. Toprağın suyu tutan mükemmel yapısı sayesinde yağmur suları toprağın derinliklerinde kaybolmaz. Böylece bitkilerin, dolayısıyla tüm canlıların yaşaması mümkün olur.

3- Üçüncü aşamada bitkilerin filizlenmesine dikkat çekilir. Ayetin işaret ettiği gibi zevci ve zevcesiyle yani dişiliği ve erkekliğiyle bitkiler yaratılmaya başlanır. Başlangıçta ölü olan toprak suyun toprağın üzerine düşmesiyle başlayan bir sürecin sonunda canlı bitkiyi bağrından çıkarmaktadır. [Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize]
8) İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar.
9) Onun belini eğip bükmesi/çalım satması, Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Biz, kıyâmet gününde ona yakıcı cehennemin azabını tattıracağız.
10) İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı sebebiyledir.
Bu âyetlerde, Allah hakkında bilgisizce ileri-geri konuşan, kılavuzu ve aydınlatıcı bir kitabı olmayan, üstelik de Allah yolundan insanları döndürmek için çalışan kimseler kınanıyor ve başlarına dünya ve âhirette gelecek azaplar; dünyada rezil ve aşağılık bir hayat yaşayacakları, âhirette ise yakıcı azaba çarptırılacakları beyân ediliyor.
11,12,13) İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde/kararsız, net çizgisiz bir şekilde kulluk eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse, onunla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş olur. Ve eğer kendisine bir sosyal yangın/sıkıntı gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı yararından daha yakın olana yalvarıyor. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcı, koruyucu ve ne kötü yoldaştır.
Bu âyetlerde, yanlış inançlarına dikkat çekilen müşrik ve münâfıklar uyarılmaktadır.

İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde; ne yaptığı belli olmadan ibâdet eder. Bunlar ortama göre tavır alırlar; kendilerine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur, kendilerine bir fitne gelirse yüz üstü dönüverir. Bunlar, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere; zararı faydasından daha yakın olana yalvarırlar.
(O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O [yalvardıkları şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır!)

Bu tipler birçok kez tanıtılmıştı:

15-16İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: "Rabbim beni üstün kıldı" der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim beni aşağıladı" der. [Fecr/15-16]

140,141Ve Allah, size Kur’ân'da: "Allah'ın âyetlerinin bilerek reddedildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturmayın. Aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Şüphesiz Allah, sizi gözetleyip duran kimselerin/münâfıkların ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin hepsini cehennemde toplayandır. Artık Allah tarafından size bir zafer olursa onlar: "Biz, sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir pay olunca da: "Size üstünlük sağlamadık mı, sizi mü’minlerden korumadık mı?" derler. Artık Allah, kıyâmet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere asla bir yol vermeyecektir.

142,143Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] kalktıkları/toplum içine çıktıkları zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak, tembel tembel kalkarlar, mü’minlerle ve kâfirlerle olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. Ve Allah, kimi saptırırsa, sen artık ona bir yol bulamazsın. [Nisâ/140-143]

Bu âyet grubunun iniş sebebine dair şu bilgiler aktarılmıştır:

1) Kelbî şöyle der: "Bu âyet, çöllerinden hicret edip, Medîne'ye Hz. Peygamber'in (s.a) yanına gelen, bazı bedevîler hakkında nâzil olmuştur. Onlardan birisi sıhhat ve rahat üzere olup, atı güzel bir tay, hanımı bir oğlan doğurup, malı ve sürüsü çok olduğunda, hâlinden memnun olur ve bununla itmi’nan bulur. Ama başına bir belâ gelir, hanımı kız yahut atı kısrak doğurur, malı-mülkü elinden gider ve sadaka veremeyecek kadar düşkünleşirse, şeytân ona gelir ve "Bütün bu belâlar, bu din yüzünden başına geldi" der. Böylece o kimse de dinden döner. Bu, İbn Abbâs (r.a), Sa‘îd b. Cübeyr, Hasan el-Basrî, Mücâhid ve Katâde'nin görüşüdür.

2) Dahhâk'a göre, âyet müellefe-i kulûb hakkında nâzil olmuştur ki, Uyeyne b. Bedr, Akra b. Habis, Abbâs b. Mirdâs bunlardandır. Bunlar birbirlerine, "Muhammed'in dinine girelim. Eğer hayır elde edersek, onun hakk olduğunu anlarız. Yok eğer başımıza belâ gelirse, onun bâtıl olduğunu anlarız" dediler.

3) Ebû Sa‘îd el-Hudrî şöyle demiştir: Bir Yahûdi Müslüman oldu. Derken gözleri kör oldu, malı ve evlâdı yok oldu. Bunun üzerine o, "Ey Allah'ın Rasûlü! Beni muaf tut. Çünkü bu dinden bir hayır görmedim. Zira gözlerimi, malımı-mülkümü, çoluk-çocuğumu kaybettim" dedi. Hz. Peygamber (s.a) de, "İslâm'dan istifa edilmez, nasıl ki ateş, demir, altın ve gümüşün posasını çıkarırsa, İslâm da insanı öylesine arındırır" dedi. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. [Râzî,
Mefâtihu'l-Ğayb]

İsrâîl'in Ebû Husayn'dan, onun Sa‘îd b. Cübeyr'den, onun da İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs,
İnsanlardan bazıları (dinin) bir tarafından Allah'a ibâdet eder buyruğu hakkında şöyle demiştir: Adam Medîne'ye gelirdi. Şâyet hanımı erkek çocuk doğurur, atları yavrulayacak olursa, "Bu iyi bir dindir" derdi. Hanımı doğurmaz, atları da yavrulamazsa bu sefer, "Bu kötü bir dindir" derdi.

Müfessirler de şöyle demektedir: "Bu âyet-i kerîme, Peygamber'in (s.a) huzuruna gelerek İslâm'a girdiklerini bildiren birtakım bedevî Araplar hakkında nâzil olmuştur. Bunlar bolluk ile karşılaşacak olurlarsa, Medîne'de kalmaya devam ederlerdi. Şâyet darlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalırlarsa, irtidad eder dönerlerdi." [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]

14) Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar.
15) Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse, hemen samimiyetle Biz'e yönelsin, bir de Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek o şeyler ile ilişkisini kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi/kafasındaki takıntıyı giderecek mi?[#394]
16) Ve işte Biz, Kur'ân'ı böylece apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz Allah, dilediği kimselere/dileyen kimselere kılavuzluk eder.
Yukarıda kâfir, müşrik ve münâfıkların durum ve âkıbetleri açıklanmıştı. Burada da mü’minlerin âkıbetine dair bilgi verilmektedir:

• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir.

• Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse semaya; öteler ötesi mekandan münezzeh Allah’a bir sebep uzatsın, sonra eski kul-köle olduklarıyla ilişkisini kessin de Allah'ın yardım edip etmeyeceğini bir denesin.

• Kur’ân, herkesi ikna edecek apaçık âyetler hâlinde indirilmiştir. Bununla birlikte Allah, dileyen kimselere hidâyet eder.

Muhteşem bir belagat örneği olması sebebiyle 15. âyet hakkında farklı görüşler mevcuttur. Buna dair bazı açıklamalar yapmayı uygun görüyoruz.

Bir meydan okuma olan bu âyetin, 11-13. âyetlerle birlikte ele alınması gerekir. Bu durumda anlam şöyle olur: Allah'a tutarsız, ciddiyetsiz inananlar, yararlarına olan gelişmelerde mutlu, zararlarına olan gelişmelerde mutsuz olurlar. Kendilerine bile zarar ve yarar sağlamayan varlıklara yakaranlar da, sapıkların en sapığıdır. Peki, Allah, Kendisine yönelenlere yarar sağlar mı, inkârcılara zarar verir mi? Bu sorunun cevabı, "Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar" şeklinde veriliyor. Ardından da onlara meydan okunuyor: Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse hemen semaya bir sebep uzatsın, sonra, ... kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?

Âyetteki,
sonra, kessin ifadesinin tümleci mahzuf olup "o yarar sağlamayan şeylere ibâdeti kessin" demektir. Âyetteki ثمّ [sümme/sonra] edatı ise, zamanda sonralığı değil, kelâmda sonralığı ifade eder.

Sebeb, "kendisi ile başkasına ulaşılan şey"dir. [Lisânu'l-Arab, "Sbb" mad.] Bu durumda sebeb ile الوسيلة [vesîle] eş anlamlıdır. Burada sebeb ile, insanın kendisini tavana asacağı "ip" değil, "Allah'ın rızasını kazanacak yolları araması" kastedilmiştir. Burada sebeb olarak ifade edilen araç, Mâide sûresi'nde vesîle olarak ifade edilmiştir:

35Ey iman etmiş olan kişiler! Kurtulmanız, zafer kazanmanız için, Allah'ın koruması altına girin, O'na, yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin. [Mâide/35]

Âyetlerde geçen
sebeb ve vesîle, "sağlam bir iman ve sâlihâtı işlemek"tir.

19Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Sen salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı engelleyen o kişiye itaat etme. Sen Rabbine boyun eğip teslim ol ve yaklaştırıl/Rabbin seni Kendine yaklaştırsın. [Alak/19]

37Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve düzeltmeye yönelik işleri yaparsa, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar, yüksek köşklerinde güven içindedirler. [Sebe/37]

99Yine bedevi Araplardan kimi de vardır ki onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri sayar. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah, onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

100Muhacir ve Ensar'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve Allah onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. [Tevbe/99, 100]

57-61Şüphesiz Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan tir tir titreyen şu kimseler, Rablerinin âyetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve iyilikler için önde gidenlerdir. [Mü’minûn/57-61]

10Öne geçenler de, öne geçenlerdir.

11İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır. [Vâkıa/10-11]

26Ve andolsun ki Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık; size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular vermiştik. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir yarar sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. [Ahkâf/26]

18-21Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! "Ebrar"ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!–

22-28Şüphesiz ki "Ebrar/iyi adamlar", elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– [Mutaffifîn/18-28]

Âyetteki
sema sözcüğü, genellikle "tavan" olarak ele alınmış ve ibareden, kişinin kendisini tavana asarak intihar etmesi anlamı çıkarılmıştır. Hâlbuki burada sema ile, "rahmet ve yardımın kapılarının izafe edildiği yücelik" kastedilmiştir:

144Biz, senin Bizden ne beklemekte olduğunu kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir hedefe/stratejiye çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm'a/dokunulmaz eğitim-öğretim kurumuna çevir; aklın fikrin hep eğitim-öğretimde olsun. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından habersiz, bilgisiz değildir. [Bakara/144]

96Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik. [A‘râf/96]

40Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. [A‘râf/40]

173Artık inanan ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler; Allah, onların ödüllerini tam verecek ve armağanlarından onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır; kulluktan çekinip büyüklük taslayan kimseler de; onlara çok acıklı bir azapla azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'ın astlarından bir koruyucu, yol gösterici yakın ve bir iyi yardımcı bulamazlar. [Nisâ/173]

Allah, inananlara muhakkak yardım eder:

103Ve onlar eğer inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı! [Bakara/103]

33-35Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden /inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler içindir. [Zuhruf/33-35]

110Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. [Âl-i İmrân/110]

Ve Nisâ/46, Nisâ/64-66, Mâide/65-66, Ra‘d/27-29, 31, Zümer/17-18.

17) Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler/Yahya peygamberin dininden olanlar, Hristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi tanıktır.
Bu âyette; Müslüman, Hristiyan, Yahûdi, Sâbiî ve müşriklerin âhiretteki durumları açıklanmaktadır. Her ne kadar burada Müslüman, Hristiyan, Yahûdi, Sâbiî ve müşrikler zikredilmişse de, dinî akım ve mezheplerin tümü bu ifadenin kapsamına girer. Öyleyse Allah, farklı inançlara sahip olan tüm insanların arasını ayıracak, herkes yaptığı işlere göre yargılanacaktır.

Sâbiîler hakkında Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir. Mecûsilere gelince: Kur’ân'da sadece bu âyette yer alan Mecûsiler, "ateşperestler"dir. Kur’ân'ın indiği dönemde çoğu İran'da yaşıyordu. Bununla birlikte Yemen, Bahreyn ve Arap Yarımadası'nın kuzey-doğusundaki bazı Arap kabilelerinin de Mecûsilik inancına bağlı olduklarından söz edilir. [Ansiklopediler.]
18) Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a boyun eğip teslimiyet gösterdiklerini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Birçoğu da üzerlerine azap hak olmuş olanlardır. Ve Allah, kimi hor kılarsa artık onun için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini işler.
Bu âyette, inançsızların [Yahûdi, Hristiyan Mecûsi, Sâbiî, müşrik] cezalandırılma nedeni açıklanmaktadır. Evrendeki her varlık; insanların bir çoğu, ay, güneş, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar Allah'a teslim olup O'na boyun eğerken, insanların çoğu yan çizmektedir. İşte bunlar, Allah'ın cezalandıracağı kesimdir.

Evrendeki her şeyin Allah'a teslimiyet gösterdiği birçok (Nûr/41, Fussilet/11, Fussilet/37, Ra‘d/15, Nahl/49-50) âyette bildirilmiştir.
19,20,21,22) Şu ikisi; mü'min ile kâfir, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve: "Yakıcı azabı tadın!"
23,24) Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Ve onlar sözden, güzel/hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır.
Bu âyet grubunda iki hasım gruba: mü’minler ve kâfirlere dikkat çekilmiştir. Bunlar arasındaki mesele, Allah'ın varlığı hususunda değil, rabbliği hususundadır. Müşrikler, Allah'ın varlığını kabul ettikleri hâlde O'nun rabbliğini, evrene müdahalesini, terbiye edip eğittiğini, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götürdüğünü, gelişmeyi programlayıp yönettiğini kabul etmemektedirler.

İşte bu iki gruba ait iki âhiret sahnesi:

• Küfretmiş kimselere ateşten elbiseler biçilir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır; demirden topuzlarla bedenleri dağlanacak, kemikleri kırılacaktır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine, "Yakıcı azabı tadın!" denir.

• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır.

Mü’minler için yapılan, Altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir nitelemesi, o günün anlayışını yansıtmaktadır. Zira bu tür giyim, krallara mahsustur. Böylece mü’minlerin cennette krallar gibi ağırlanacağı beyân edilmektedir.

19-24Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;

Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,

Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,

Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,

Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,

salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],

kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış

ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!" [Ra‘d-19-24]

10Öne geçenler de, öne geçenlerdir.

11İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.

12İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.

13,14Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. [Vâkıa/10-26]

75,76İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– [Furkân/75-76]

84Öyleyse onların zararı için acele etme. Şüphesiz Biz, onlar için saydıkça sayıyoruz.

85O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişileri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] binekli heyetler hâlinde toplayacağız. [Meryem/84-85]

25) Şüphesiz küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, Allah'ın yolundan ve Bizim, insanlar için -orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere- yaptırdığımız Mescid-i Haram'dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen kimse; Biz, ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.
Bu âyette, şirk içinde yüzen ve bunları kurtarmaya çalışanlara engel olan kimseler kınanıyor.

Mescid, "eğitim-öğretim verilen, insanların Allah'ı tanıması için çalışılan ikna alanları"; Mescid-i Harâm da, "dokunulmaz, bağımsız, özerk ilâhiyat okulları" demektir. Bu konuya dair Bakara/124-203'te yaptığımız izaha bakılabilir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c ??????]

Burada,
Mescid-i Harâm'dan [dokunulmazlığı olan mescitten] alıkoyan kimseler ifadesiyle kastedilenler, ilâhiyat eğitim-öğretimini bilinçli olarak baltalamaya çalışan kesimdir. Onlar, Mescid-i Harâm'ı kendi malları sayıyor, izin verdikleri süre ve nisbette mescitlerden yararlanılmasına izin veriyorlardı. Bu hususa Enfâl sûresi'nde de dikkat çekilmişti:

* Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm'ın/dokunulmaz kılınmış ilâhiyat eğitimi merkezinin ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah'ın kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri sadece Allah'ın koruması altına girmiş kimselerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar. [Enfâl/34]

* Sana dokunulmaz olan aydan ve o dokunulmaz olan ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: "Onda savaşmak, büyük suçtur. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i Harâm'ı/ilâhîyat eğitim merkezini bilerek reddetmek/görmezlikten gelmek ve Mescid-i Harâm'ın halkını; orada eğitim-öğretim yapanları ve kısa süreli eğitime katılanları oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmekten daha büyüktür." Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim dininden döner ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden biri olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve âhirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. [Bakara/217]

* Yine o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: "Ona Rabbinden bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı..." diyorlar. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar." Gözünüzü açın! Kalpler, yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz. [Ra‘d/27-29,31]


Mescitler, yerli-yabancı herkesin ortak yeridir. Mescid-i Harâm dahil hiçbir mescit üzerinde kimse hakk iddia edemez. Mescitler, Allah için olup onların mülkiyeti insanlığa aittir, dolayısıyla oranın kralı, valisi, kaymakamı olmaz; ancak hizmetçileri, öğrencileri ve öğretmenleri olur.
26,27,28,29) Ve hani Biz bir zamanlar, "Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada haksızlığa baş kaldıranlar, Allah'ı birleyenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların kusursuzları üzerinde, belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında ilâhiyat eğitim-öğretimi verileceğini duyur. -Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.- Yürüyerek veya yorgun düşmüş binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde/Ka'be'de dolaşsınlar" diye, o evin/Ka'be'nin yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık.
Mescid-i Harâm'ın fonksiyonu anlatıldığı bu âyetlerde, hacc ibâdeti özetlenmektedir. Bunun bir benzeri de Bakara sûresi'nde yer almıştı:

* Ve Biz, bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan desteğin; toplumun aydınlatılmasının gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz, İbrâhîm ile İsmâîl'e, "Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler, Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun" diye ahit almıştık. [Bakara/125]

Bu âyetlere göre bir okul oluşturulmalı, orada insanlar dolaşmalı, zulme karşı başkaldırıyı öğrenip öğretmelidirler. Bu işin de bir sorumlusu olmalı ve o bütün insanları çağırmalı, insanlar da ona gelmeli ve o okulda o kişinin tevhid [şirkten temizlenme] öğretimi ile hâlis dini öğrenip yurtlarına dönmelidirler.
30,31) İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.
Allah, İbrâhîm peygamberi, insanları şirkten temizleyecek bir okul açmak ve insanları orada bilgilendirip bilinçlendirerek hakka davet etmek üzere görevlendirildiğini beyân ettikten sonra, şirkin insanlara vereceği zararı açıklamıştır.

Allah'ın dokunulmaz kıldıkları, "mescitler ve haccın yapıldığı dört ay"dır. Âyette, buna saygılı davrananların yararlı çıkacakları bildirilmektedir. Bunun dışında âyette, haram olduğu bildirilenler dışında bütün hayvanların helâl kılındığı ifade buyurulmuş; bununla da, En ‘âm/145 ve Nahl/115'e işaret edilmiştir:

145De ki: "Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz domuzun eti kirlidir, rahatsızlık vericidir– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hak yol dışına çıkış gösterimi olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, taşkınlık yapmamak ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir." İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [En‘âm/145]

115Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır,engin merhamet sahibidir. [Nahl/115]

1Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz, dokunulmaz iken [hac/yüksek ilâhîyat eğitimini sürdürürken] avlanmayı helal görmeksizin, size okunacaklar hariç, dört bacaklı, iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların kusursuzları/gerdanlıksızları size helal kılındı. Şüphesiz Allah, dilediğini hükmeder; dilediği yasayı koyar. [Mâide/1]

Daha sonra da âyette, Allah'a yönelmişler olarak, O'na şirk koşmayarak putlardan olan kirlilikten ve yalan sözden kaçınılması emredilmiş, ardından da, Allah'a ortak koşan kimsenin, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibi olduğu ifade edilerek, müşriklerin âkıbeti; mahvolmuşlukları, onca emeklerinin boşa gitmişliği bir örnekle bildirilmiştir.

Şirk, "Allah'ı inkâr değil, Allah'ın yetki ve imtiyazlarını, –soyut ya da somut– O'ndan başka birine veya bir şeye vermek"tir. Allah, şirki zulüm olarak tanımlamış, bütün peygamberleri tevhidi öğretmek için görevlendirmiş; şirk koşan kimselerin yaptıkları iyi işlerin boşa gideceğini bildirmiştir. Bu hususlardaki birçok âyetten sadece birini hatırlatmakla yetiniyoruz:

82Şu iman edenler ve imanlarına yanlış; kendi zararlarına olan iş giydirmeyenler/ortak koşma inancı karıştırmayanlar, işte onlar, güven kendilerinin olanlardır. Kılavuzlandıkları doğru yolu bulanlar da onlardır. [En‘âm/82]

36) Büyükbaş hayvanları da; Biz, onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden yaptık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı hâlde keserken/saf hâlindelerken üzerlerine Allah'ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz, onları kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diye size boyun eğdirdik.
32,33) İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, -ki şüphesiz bu saygı gösterme, kalplerin Allah'ın koruması altına girmesindendir- sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'e/eski eve/özgür eve/Ka'be'yedir.[#395]
34,35) Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele.
37) Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na, sizden "Allah'ın koruması altına girme" ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah'ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş hayvanları, size işte böyle boyun eğdirdi [hiç değişmeden, gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve iyilik, güzellik üretenleri müjdele.
Bu âyetlerde, hacc esnasındaki "hedy" ile ilgili bilgi verilmekte, bunun yozlaştırılmamasına yönelik uyarı yapılmaktadır.

Paragrafın doğru anlaşılabilmesi için 36. âyeti, –teknik zorunluluk nedeniyle– paragrafın başında tertip ettik. Zira pasajın âyetlerinde, bu âyete gönderme yapılmıştır.

نسكNÜSÜK - مناسكMENÂSİK

" نُسُكNüsük" sözcüğü, " نَسِيكةNesike" sözcüğünden alınmadır. " نَسِيكةNesike"nin ilk vaz’ı (koyuluş) anlamı, "altın ve gümüşün eritilerek cüruftan temizlenmesi, saf hale getirilmesi" demektir. Bu durumda "Nüsk, Nüsük’ün de esas anlamı "Saf altın, gümüş parçası" demektir. (TAC ve LİSAN)

Bunu sosyolojiye; din diline getirirsek Nüsük, "Allah’a yapılan ibadetlerin en temizi; riyasızı, kusursuzu, en samimisi" demek olur.

İbadetini kusursuz, lekesiz yapan kişiye " ناسكNâsik" denir.

Sözcüğün " نُسْكNüsk", " نُسُكnüsük", kalıpları "en iyi, en temiz, en lekesiz yapılan ibadet, tâat ve Allah’a yaklaştıran her şey" demektir. Ki " نُسُكNüsük" dinin emrettiği ve yasakladığı her şeyi kapsamaktadır.

Kur’an’da bu sözcüğün " مَنْسَكmensek/مِنْسكminsek ve مَنَاسِكmenasik" kalıpları da yer alır.

" مَنْسَكMensek", ismi zaman- ismi mekan kalıbı olup "nüsükün yapıldığı yer" yer demektir. Çoğulu "مَنَاسِك menasik" olup "nüsükün yapıldığı yerler" demektir.

Bu sözcüğün
" مِنْسَكminsek", kalıbı "nüskün yapıldığı malzeme, alet" demektir. Bu kalıbın çoğulu da " مَنَاسِكmenasik" olup "nüsükün yapıldığı malzemeler, aletler, yollar, tarzlar" demektir

Burada dikkat edilecek nokta,
" مناسكMenâsik" sözcüğü, İsm-i zaman/mekân kalıbının çoğulu olduğu gibi İsm-i alet kalıbının da çoğulu olduğudur. İki ayrı yapı, çoğullarında bir biriye benzeşmiştir.

Biz Kur’an’da geçen " مناسكmenasik" sözcüklerini hep ism-i alet olarak tevil ediyoruz. Ve ayetlerde geçen ve Resmi Mushaf’ta " مَنْسَكmensek" diye harekelenmiş sözcükleri (Hac/34, 67) de " مِنْسَكminsek" olarak kıraat ediyoruz.; okumayı tercih ediyoruz. Zira Kur’an’dan anladığımıza göre evrenin her yeri mensektir (ibadethanedir); Allah kendisine ibadet için herhangi bir yer

Allah’ın bize emrettiği, önerdiği a en içten kulluk için herhangi rabbimizin bize gösterdiği, göstereceği, lekesiz; şirksiz iman ihlasla yapılan en iyi kulluk biçimleri, en iyi aletler, en güzel yollarıdır.

Bu sözcük zaman içerisinde anlamı daraltılarak "hayvan kesimi; kurban" ve
"hacc rükunları" için kullanılır olmuştur. (TAC ve LİSAN) İşte yozlaşma böyle baylamıştır.

Kur’an’da (En’am/162, Bakara/128, 196, 200 ve Hac/34, 67) ise gerçek anlamıyla; "ibadetin en iyisi, en yaralısı, en temizi, lekesizi, kusursuzu" anlamında kullanılmıştır.

Bakara/128’de İbrahim As’ın "Ve bize menasikimizi göster" talebi, Fatiha suresindeki "İhdina s-sırata-lmüstekım (bize dosdoğru yolu göster)" ifadesiyle aynı anlamdadır.

36. âyette,
Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden kıldık buyurulmuştur. Âyetin doğru anlaşılabilmesi için, şe‘âir [işaretler] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Bu nedenle Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamayı naklediyoruz:

شعائر [
şe‘âir] sözcüğü, "bilmek, akletmek, idrak etmek" anlamındaki شعر [şa‘r] kökünün türevlerindendir. Şi‘r sözcüğü de buradan gelir. Şi‘r'e bu ismin verilmesi, her konuda bilgi kaynağı olmasındandır. Bu sözcüğün türevlerinden şe‘ar, ağaç ve ağaçlık, sık orman, ağaçlı bahçe gibi ağaç eksenli olarak kullanılır. Yine bu sözcüğün, "iç çamaşırı, atın çulu, arpa, terazi dirhemi, develere işaret vurma" gibi daha birçok anlamlarda kullanılan türevleri de vardır.

شعار[
şi‘âr], شعيرة [şe‘îra] (çoğulları, شعائر [şe‘âir] sözcüğü), "alâmet" [bilgi sağlayan/belirti] demektir, ki bu sözcük savaşta veya seferde askerlerin arkadaşlarını, bölüklerini, takımlarını bulmaları, kaybetmemeleri için koydukları bir belirtinin adıdır. [Lisânu'l-Arab; c. 5, s. 125-130, "Şa‘r" mad.]

Şe‘âir sözcüğü, Kur’ân'da bu âyetin dışında Mâide/2, Hacc/32, 36. âyetler olmak üzere 3 yerde daha geçer. Hepsinde de, شعائر اللّه [şe‘âirillâh/Allah'ın alâmetleri; Allah'ı tanımaya, bilmeye alâmet olan her şey] anlamındadır. Ama her ne hikmetse kelimenin anlamı, araya bir "itaat" sözcüğü eklenmek sûretiyle, "Allah'a itaatin alâmetleri, nişâneleri, sembolleri" şeklinde yaygınlaşmıştır. Oysa âyetlerde, "Allah'ın alâmetleri" diye geçmektedir. Âyette, من [min] edatı getirilerek, شعائر اللّه من [min şe‘âirillâh/Allah'ın âyetlerinden bir kaçıdır] buyurulmuştur. [Tebyînu'l-Kur’ân; c.?????.]

"Şe‘âir"in izahından sonra, büyükbaş hayvanların da şe‘âirden olduğuna dair Yâ-Sîn sûresi'nde yaptığımız açıklamayı naklediyoruz:

71Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.

72Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da.

73Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler? [Yâ-Sîn/71-73]

Bu âyetler, duyarsızlaşmış bir toplumun inkâr sözlerini dile getiren 48. âyetin devamı mahiyetindedir. Sözü edilen duyarsızlar, canlıların yapılarındaki âyetlerden ibret almamaları ve çevrelerindeki delilleri görmemeleri sebebiyle bu âyetlerde de kınanmaya devam edilmektedir. Onlara denilmektedir ki: "Biz size, kendinizden kat kat güçlü, deve, sığır gibi hayvanları boyun eğdirdik, binit yaptık. Sizi o hayvanların etinden, sütünden, derisinden, tüyünden, gücünden ve gübresinden de istifade ettirdik. Bu hayvanları, yüzlercesini bir küçük çocuğun kontrol edebileceği şekilde zelil kıldık. Biz bunu böyle plânladık. Bunların nasıl olduğunu hiç düşündünüz mü? [Tebyînu'l-Kur’ân; c. ?????]

Burada büyükbaş hayvanların da Safa ve Merve gibi, Allah'ın varlığına, birliğine ve rabbliğine birer işaret olduğu, bunların kutsanacak şeyler olmadığı açıklanmaktadır. Klasik kaynaklara göre Araplar, deve, sığır ve her ne hediye ettilerse onu kutsar ve onun etinden yemezlerdi.

38) Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiçbirini sevmez.
39,40,41) Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere -kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekat'ı; Allah'ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere- kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir.
Bu âyet grubunda Allah, mü’minleri koruyacağını, mağdur etmeyeceğini bildirdikten sonra, buna örnek olarak da kendilerini, yurtlarını ve dinlerini koruyabilmeleri için savaşa izin verdiğini beyân etmiştir. Sonra da sulh ortamında yapılması gerekenleri; mü’minlerin Allah'ın yardımcıları, Kendisinin de mü’minlerin yardımcısı olduğunu; kâfirleri-nankörleri sevmediğini ve onları mutlu etmeyeceğini bildirmiştir:

• Şüphesiz Allah, inananları savunur, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiç birini sevmez.

• Kendilerine savaş açılan kimselere, zulme uğramaları, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi.

• O nedenle zulme uğrayan, saldırıya maruz kalan, özgürlüğü ve insan hakkları elinden alınan Müslümanların, zulüm ortadan kalkıp hakklarını, özgürlüklerini ve onurlu hayat hakklarını garantiye alana kadar kendilerini savunma, zulme başkaldırma hakları vardır. Özgürlüğün, insan hakklarının, adaletin ve güvenliğin garanti altına alınması için savaştan başka seçenek yoktur.

Bundan sonra da, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi" diye savaşın gerekçesi açıklanmış ve mü’minlere de, "Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir" buyurularak güvence verilmiştir.

صوامعSAVAMİU

Ayette geçen " صوامعsavamiu" kelimesi klasik kabulle "manastırlar", " بيع biyeu" kelimesi de "kiliseler" şeklinde tercüme edilmiştir. Sözcüklerin "lam-ı tarifsiz nekre olarak gelişi ve صلوات salavâtü sözcüğünün klasik anlayışta İbraniceden Arapçalaştırılmış olduğunun kabul edilişi, bizi de herkes gibi gaflete düşürdü. Bu nedenle صوامع savâmiu, بيعbiyeu, ifadeleri üzerinde araştırma yapmamıştık.

Bu durum karşısında da Allah’ın, kilise ve havralara onay verdiği anlaşılmaktadır. Bu günkü ve Kur’an indiği dönemdeki havralar ve kiliselerin Allah ve Müminler tarafından tasvib edilecek bir yanı olmadığından bu durumu, ilk halleri, yani Musa’nın dönemindeki havralar; İsa’nın dönemindeki kiliseler olarak zorlama bir anlam benimsemiştik.

Ne var ki dostlarımızın uyarması nedeniyle yaptığımız araştırmalar sonucu söz konusu kelimeler ile ilgili bazı bulgular elde edip sözcüğün Arapça olduğunu tespit edip ayetteki sözcüklerin de gerçek anlamlarına ulaştık.

" صوامعSavâmiu" sözcüğünün kökü, " صمعsamea"dır. Yani kök harfler " صsad مmim ve عayndır. Bu sözcük, "küçük kulak", "küçük topuk", "keskin zekâ" anlamlarındadır. Bu sözcüğün türevlerinden olan " صماءsamâe" ve صومة savmenin şu anlamları vardır:

Dikenli bitki (kediotu),

Bitkilerin filizi,

Olgunlaşmış, toplanmış, saklanmış bakla (baklagiller),

Ağacın en tepesindeki meyve, açılmamış tomurcuk, gonca (Ebu Hanifeye göre),

Heybe (yolculukta, özellikle de hayvan üzerinde yapılan yolculukta içine öteberi konulan iki gözlü torba).

" صs مm عa" kökünün türevlerinden olan ismi tafdili ( أصمعesma’u" kalıbı) şöyle kullanılmaktadır:

الكعب لأصمعEl ka’bül esma, Güzel düzgün topuk

النبت الأصمعEl nebtül essma’, meyve veren, sökülmeyen bitki, meyvesi olgunlaşan, toplanıp saklanan bitki

الريش الأصمعEr Riyşü esma’, yeni, güzel, açılmış uzunca yatak

القلب الأصمعEl kalbül esama’, zeki, uyanık kalp.

صومةSavma, Hıristiyanların evi, rahiplerin fener kulesi.

صومة Birbirine yapışık olan her türlü bina.

İbn-i Ali, "Savamiu" papazların külahı" demiştir. [LİSAN, TAC ve MÜFREDAT صs مm عa mad]

Görülüyor ki Araplar, bu sözcüğün türevlerini farklı şeylere ad yapmışlardır. Bu anlamların alakası; ana ekseni, "küçük bir şeyin büyük bir şeye yapışıklığıdır. Başa kulak, kulağa küpe; binaya kule, baca; başa külah, şapka, ağaca tomurcuk, meyve, toprağa bitki; ... gibi.

صوامعSavâmiu sözcüğünü, صماءsamâe ve صومة savmenin çoğulu olarak ele aldığımızda, nekreliği de dikkate alarak sözcüğün anlamını "
filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi" diye ifade edebiliriz.

بيعBiyeu

Bu sözcük de klasik anlayışta, " بيعةbiyatın çoğulu olarak ele alınmış ve Hıristiyanların kiliseleri olarak kabul görmüştür. Hatta bazılarına göre de Yahudilerinin kiliseleridir. [Tac ve Lisan]

Haddizatında yine kadim lügatlerde " بيعbiyeun" sözcüğünün tekili olan " بيعة biat" sözcüğünün " هيئة البيعhey’tül bey’ı (alış- verişin şekli)" olduğu da yer alır. [Lisan ve TAC).] Sözcüğün Arapça kökenli olduğu kesin olduğuna göre "kilise" ile "alış- veriş" ifadesinin arasında bir alaka da bulunmamaktadır.

" بيعBiyeu" sözcüğü, ezdattan (karşıt anlamın ikisini de ifade eden sözcüklerden) olan, "satın alma ve satma; alış-veriş" anlamındaki " بb ىy عa"nın türevlerinden olup, halliyet (bir mekân içinde bulunan şeyi zikredip mekânını kastetme) mecazı mürseliyle ve sözcüğün
nekreliğiyle "tüm alış veriş yerleri; çarşı-pazar" demektir.

صلواتSalâvat

Kılasik kaynaklar ayetteki "Salâvat" sözcünü Arapçadaki "salât" sözcüğünün çoğulu olan "salâvat" olmayıp İbraniceden gelme "Saluta" sözcüğünden Arapçalaşmış bir sözcük olduğunu yazdılar. Birçok yerde açıkladığımız gibi "salâvat", "salât"ın çoğuludur. Burada da Halliyet mecazi mürseliyle "tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) demektir.

Durum bu olunca bir de Rabbimizin Bakara/251’deki savaşın gerekçelerinde beyan buyurduğu "Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. " ifadesi dikkate alındığında ayetteki sözcüklerin gerçek Arapça anlamlarının dikkate alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Böylece Rabbimizin Bakara/251’deki "yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi" ifadesi Hacc/40 ta " ... Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi." şekliyle bizzat Allah tarafından açıkça tefsir edilmiş bulunmaktadır.

Bu açıklamalardan sonra kesin olarak diye biliriz ki konumuz olan ayetteki " يذكر فيها yüzkerü... "cümlesi, sadece ayetteki " مساجدMesacidü" sözcüğünün sıfatı olup " فيهاfiha" zamiri de مساجدmesacid sözcüğüne râci olup sıfat cümlenin anlamı "içinde Allah’ın zikredildiği mescitler" şeklindedir. Açıkça birleri, mevcut kiliseleri, havraları ve manastırları meşrulaştırmak için epey vakit harcamış, zemin hazırlamış.

Savaşa izin verildiği ilk kez Bakara sûresi'nde zikredilmişti:

216Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. [Bakara/216]

244Ve Allah yolunda savaşın. Şüphesiz Allah'ın en iyi işiten ve en iyi bilen olduğunu da bilin. [Bakara/244]

190Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.

191Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlerin cezası işte böyledir.

192Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

193Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. [Bakara/190-193]

251Sonra da, Allah'ın izniyle/bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir armağan sahibidir. [Bakara/251]

Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu nakledilmiştir:

Rivâyete göre bu âyet-i kerîme mü’minler dolayısıyla nâzil olmuştur. Şöyle ki: Mü’minler Mekke'de sayıca çoğalıp kâfirler onlara eziyet ve işkenceler yapınca, onların bir bölümü Habeşistan'a hicret etti. Mekke'de kalan birtakım mü’minler de imkân bulduğu kâfirleri öldürmek, suikast tertiplemek, emanetlerine hâinlik etmek ve hile yapmak istediler. Bunun üzerine bu âyeti kerîme, ...nankörlük edenlerin hiç birisini sevmez buyruğuna kadar nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Şüphesiz Allah, inanan kullarını, savaşmaksızın da gâlip kılmaya kâdir'dir. Ancak O, kullarının Kendine ne derece itaat edeceklerini denemek için savaşmalarını emretmiştir:

4-6Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş .../ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. [Muhammed/4-6]

14,15Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

16Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş/can dostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. [Tevbe/14-16]

142Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? [Âl-i İmrân/142]

31Ve kesinlikle Biz, içinizden çaba gösterenleri ve sabredenleri bildirmemiz/ortaya çıkarmamız için sizi yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız. Haberlerinizi de yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız. [Muhammed/31]

Âyetin son bölümünde de,
Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir].İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir buyurularak, gerçek mü’minlere yardım edileceği taahhüt ediliyor:

7Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. 8İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini saptırtmıştır. 9Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. [Muhammed/7-9]

171-173Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: "Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir." [Sâffât/171-173]

21Allah: "Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. [Mücâdele/21]

Kur’ân'da, Allah'ın birçok yardımı somut olarak gösterilmiştir:

61İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı "Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık" dediler.

62Mûsâ: "Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.

64Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.

65,66Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk. [Şu‘arâ/61-66]

40Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O, arkadaşına "Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir" diyordu. Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. [Tevbe/40]

123-127Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, "Rabbinizin, indirilen/hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun. Eğersabrederve Allah'ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden;Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmişolan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan veen iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanAllah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin. [Âl-i İmrân/123-127]

25Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız. [Tevbe/25]

114,115Ve andolsun ki Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve toplumlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık.

116Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular. [Saffat/114-116]

51Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. [Mü’min/51]

139Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. [Âl-i İmrân/139]

38. âyette,
Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin tümünü sevmez buyurularak, Allah'ın hâinleri sevmediği vurgulanmıştır:

27,28Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. [Enfâl/27-28]

58Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez. [Enfâl/58]

42,43,44) Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, Semûd, İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış!
45) Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış, kireçle/betonla sağlamlaştırılmış saraylar!
46) Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
47) Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.
48) Ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapıp duran nice kentler; Ben, kendilerine süre tanıdım, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş, sadece Bana'dır.
Bu paragrafta, Rasûlullah teselli edilmekte ve insanlar –gözlem yapmak sûretiyle– akıllarını başlarına almaya çağırılmaktadır. Yalanlanması karşısında Rasûlullah birçok kez teselli edilmiştir:

33Biz onların söylediklerinin seni kesinlikle üzdüğünü elbette biliyoruz. Ama onlar aslında seni yalanlamıyorlar; ama şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler Allah'ın âyetlerini bile bile reddediyorlar.

34Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki, sana, elçilerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. [En‘âm/33-34]

Allah için zaman önemli değildir. Kâfirlere mühlet verilmesi, onların ihmal edildiği anlamına gelmez:

42,43Sakın şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah'ın duyarsız/bilgisiz olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. [İbrâhîm/42-43]

61Ve eğer Allah, yanlış işleri nedeniyle insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünün üstünde irili-ufaklı tüm canlılardan hiçbir şey bırakmazdı. Velâkin onları adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Artık onların sürelerinin sonu gelince de ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. [Nahl/61]

45Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde küçük-büyük hiçbir canlıyı bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda süre sonları geldiği zaman da artık şüphesiz Allah, Kendi kullarını en iyi görendir. [Fâtır/45]

Kırk beşinci ayette ki "45Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/yıkıma uğrattık." ifadesi açıkça gösteriyor ki şirk koşanlar; Allah’ın astlarından otorite kabul edenler, kendi benliklerini sıfırladıkları için, yıkıma uğramakta, sonunda da yok olup gitmektedirler.

46. âyetteki, İşte şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur ifadesi, mecazî anlamdadır. Kalp, bilginin, bilincin, hislerin, zihnî ve ahlâkî niteliklerin merkezi kabul edildiğinden bu ifade kullanılmıştır.

Bu pasajın iniş sebebine dair şu nakledilmiştir:

İbn Abbâs ve Mukâtil derler ki: Yüce Allah'ın, Kim bunda kör ise, o âhirette de kördür (İsrâ/72) buyruğu nâzil olunca, İbn Umm Mektûm, "Ey Allah'ın Rasûlü!" "Ben dünyada gözleri görmeyen bir kimseyim, âhirette de kör mü olacağım?" diye sorunca, Çünkü gözler kör olmaz. Asıl göğüslerdeki kalpler kör olur buyruğu indi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

47. âyetteki,
Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar ifadesinde gönderme yapılanlar ise Nadr b. el-Hâris ve Ebû Cehl gibi kimselerdir. Bunlar daha önce de konu edilmişti.

70Onlar dediler ki: "Demek sen Allah'a; başkasını karıştırmadan kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!" [A‘râf/70]

102Ve Rabbin, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olan kentleri yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz O'nun yakalaması pek acıklıdır, çok çetindir! [Hûd/102]

77,78Kendilerine, "Elinizi çekin, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin" denilenleri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'a duydukları saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti gibi yahut daha şiddetli olarak insanlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyarlar. Ve "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için daha hayırlıdır ve siz "bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar" bile haksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile." Ve onlara bir iyilik isabet ederse, "Bu Allah'tandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, "Bu sendendir" derler. De ki: "Hepsi Allah'tandır." Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hepten söz anlamayacaklar? [Nisâ/77-78]

32Bir vakit de onlar, "Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver" demişlerdi. [Enfâl/32]

16Ve dediler ki: "Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!" [Sâd/16]

49,50) De ki: "Ey insanlar! Ben, sizin için sadece apaçık/açıklayan anlatan bir uyarıcıyım. Artık, iman etmiş olanlar ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; bağışlanma ve hatırı sayılır rızık sadece onlar içindir."
51) Âcizleştirme yarışı yaparak âyetlerimiz hakkında koşan kimseler; işte onlar, cehennemin yârânıdır.
İnsanlar için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, Rasûlullah'ın insanların menfaati için görevlendirilmiş bir uyarıcı olduğu, tebliğ ettiği mesajdan herhangi bir çıkarı olmadığı; iman eden ve sâlihâtı işleyenlerin mağfiret ve kerîm bir rızka nail olacakları, Allah ve Rasûlü'yle boy ölçüşmeye kalkanların ise cehennemi boylayacakları bildirilmektedir. Bu hususa 15. âyette de işaret edilmişti.

* Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir. [Ra‘d/41]

* Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve Allah yolundan çeviren şu kimseler, Biz yaptıkları bozgunculuk nedeniyle onlara azap üstüne azap artırdık. [Nahl/88]
52,53,54) Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, şeytanın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk ve kalpleri kaskatı olan kimseleri dinden çıkarmak için, -şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler-, kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler, Kur'ân'ın şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini güçlendirir, korur. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasalar koyan, güçlendirendir. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır.
55) Küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler de, kendilerine ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, Kur'ân'dan kuşku duymaya devam edeceklerdir.
56) O gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında O, hüküm verir. Artık iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler, nimet cennetlerindedirler.
57) Ve Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; artık işte bunlar, alçaltıcı azap kendileri için olanlardır.
Bu âyetlerde, vahye hiçbir şeyin karışmadığı-karıştırılmadığı ve karıştırılamayacağı, Elçi'nin ve vahyin korunduğu vurgulanıyor.

Bazı zavallılar, bu âyetleri izah edebilmek için "qaranik" diye hayal ürünü bir senaryo yazmışlardır. Hâdisenin ciddiye alınacak bir yönü olmadığından üzerinde durmayı gereksiz buluyoruz.

Burada, müşriklerin Kur’ân hakkında kurdukları plânlara işaret edilmektedir, ki bunlar Kur’ân'da teşhir edilmiştir. Allah, vahyi her türlü saldırıya karşı korumuş, ona beşerî bir şeyin girmesine izin vermemiştir:

112,113Böylece Biz, her peygamber için gizli-açık şeytanlarını düşman yaptık: Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan hoşnut olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü gizlice telkinde bulunur/fısıldar. –Ve şâyet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve uydurdukları şeyleri bırak!– [En‘âm/112-113]

44-47Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O'ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O'ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız. [Hakka/44-47]

32Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler: "Kur’ân o'na bir defada topluca indirilmeli değil miydi?" de dediler. Biz, onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyle parça parça indirdik. Ve Biz, onu tane tane/birbirine karıştırmadan vahyettik.

33Onların sana getirdikleri her bir sorunda Biz kesinlikle sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir. [Furkân/32-33]

Ve Alâ/6, Hicr/9, Nisâ/113, İsrâ/73-75, Mü’min/60, Yûnus/15, Şûrâ/15, 10, Câsiye/17-20, Kalem/8-9.

58,59) Ve Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar; kesinlikle Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle çok iyi bilendir, çok yumuşak davranandır.
60) İşte böyle! Ve kim kendisine yapılan cezaya aynı ile karşılık verirse, sonra yine kendisine haksızlık yapılırsa, kesinlikle Allah, ona yardım eder. Şüphesiz Allah, kesinlikle çok af edicidir, çok bağışlayıcıdır.
61) İşte bu, şüphesiz Allah'ın, geceyi gündüzün içine sokması, gündüzü de gecenin içine sokması sebebiyledir. Şüphesiz Allah, çok iyi işitendir, çok iyi görendir.
62) İşte bu, şüphesiz Allah'ın, hakkın ta kendisi olması ve ortak koşanların O'nun astından yakarıp durdukları şeylerin bâtılın ta kendisi olması ve şüphesiz Allah'ın yüceler yücesi olması, en büyüğün Kendisi olması nedeniyledir.
Burada, Allah yolunda hicret edenlerle ilgili açıklamalar yapılmaktadır:

• Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanları Allah, güzel bir rızıkla rızıklandıracak ve onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir.
(Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle alîm'dir, halîm'dir.)

• Kim, kendisine yapılan cezayı aynı ile cezalandırır, sonra yine kendisine hakksızlık yapılırsa, Allah, ona yardım eder.
(Şüphesiz Allah, kesinlikle çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.)

100Kim de Allah yolunda yurdundan göç ederse, yeryüzünde barınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim Allah'a ve Elçisi'ne katılmak üzere evinden çıkar, sonra kendisine ölüm gelirse, o kişinin ecri/ödülü şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edendir. [Nisâ/100]

Sonra da,
İşte bu! Şüphesiz Allah'ın, geceyi gündüzün içine sokması, gündüzü de gecenin içine sokması sebebiyledir. Şüphesiz Allah, semî'dir [çok iyi işitendir], basîr'dir [çok iyi görendir]. İşte bu, şüphesiz Allah'ın, hakkın ta kendisi olması ve müşriklerin O'nun astından yaptıkları şeylerin bâtılın ta kendisi olması ve şüphesiz Allah'ın yüceler yücesi olması, en büyüğün Kendisi olması sebebiyledir denilerek, Allah'ın bu beyânlarına referans verilmektedir:

Bu âyet grubunun sebeb-i nüzûlü hakkında şunlar nakledilmiştir:

Osman b. Maz‘un ve Ebû Seleme b. Abdi'l-Esed Medîne'de vefat ettiklerinde bazıları şöyle demişti: "Allah yolunda öldürülenler, yataklarında ölen kimselere göre daha faziletlidirler." Bunun üzerine bu âyet-i kerîme aralarında bir fark bulunmadığını, Allah Teâlâ'nın hepsine de çok güzel bir rızık vereceğini belirtmek üzere nâzil oldu. [Kurtubî,
el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Mukâtil şöyle der: Bu âyet, Muharrem'in son iki gününde Müslümanlarla karşı karşıya gelen ve birbirlerine şöyle diyen bir kısım müşrik hakkında nâzil olmuştur: "Muhammed'in ashâbı, haram aylarda savaşmayı kerih görürler. Dolayısıyla onlara hücum edelim." Bunun üzerine Müslümanlar, müşriklerden haram aylarda oldukları için savaştan vazgeçmelerini istemişlerdir. Ama müşrikler buna aldırmayıp savaşmışlardır. Onların Müslümanlar üzerine bağyi [zulüm ve tecavüzü] işte budur. Müslümanlar (mecburen) onlara karşı koymuş ve böylece ilâhî yardıma mazhar olmuşlardır. Müslümanların kalplerine, haram aylarda savaşma hususunda çeşitli düşünceler gelmiştir. İşte bunun üzerine, Cenâb-ı Hakk bu âyeti indirerek, onları bağışladığını bildirmiştir. [Râzî,
Mefâtihu'l-Ğayb.]
63) Şüphesiz Allah'ın, gökten su indirip de yeryüzünün yemyeşil oluverdiğini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Şüphesiz Allah, çok armağan verendir, en iyi haberi olandır.
64) Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, yalnızca O'nundur. Ve şüphesiz Allah, muhtaç olmayandır, övülmeye en çok layık olandır.
65) Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini [hep sizin yararlanacağınız ölçülerde yarattığını] ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Göğü de Kendi izni/bilgisi olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
66) Ve O, size hayat vermiş olan, sonra öldürecek olan, sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz insan, kesinlikle çok nankördür.
Bu âyetlerde, Allah tarafından insanlara verilen nimetler, Allah'ın kudreti, kıyâmetin delilleri hakkında gözlem yapılması isteniyor. Âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır:

• Allah'ın gökten su indirdiği ve yeryüzünün onunla yemyeşil olduğu gözlemlenmelidir.

• Allah'ın yeryüzündekileri insana boyun eğdirdiği ve emriyle gemilerin denizlerde yüzdüğü gözlemlenmelidir.

• Allah'ın göğü –izni olmaksızın– yere düşmekten tuttuğuna dikkat edilmelidir.

Bunlar üzerinde düşünüp gözlem yapanlar şu sonuca varacaklardır:
Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, en iyi haberi olandır. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. Ve şüphesiz Allah muhtaç olmayandır, övülmeye en çok layık olandır. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. Allah, hayat vermiş olan, sonra öldürecek olan, sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz insan, kesinlikle çok nankördür.

5Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. [Hacc/5]

6Ve onlar senden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmanı isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara iz bırakan cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten senin Rabbin, yanlış işlerine karşılık insanlar için cidden bağışlama sahibidir. Ve kesinlikle senin Rabbin, azabı/kovuşturması cidden çok çetin olandır. 7Ve küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden /inanmayan şu kimseler: "Rabbinden o'na bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi?" diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her toplum için bir yol gösteren vardır. [Ra‘d/6]

28Siz, nasıl küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini nasıl bilerek reddedersiniz? Oysa siz, ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz. [Bakara/28]

26,27De ki: "Allah, sizi diriltir. Sonra sizi O öldürür, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Göklerin ve yeryüzünün mülkü de sadece Allah'ındır. Kıyâmet anının geleceği gün; işte o gün, bâtıla sapanlar zarara uğrayacaklardır." [Câsiye/26-27]

11Kâfirler dediler ki: "Rabbimiz! Sen, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?" [Mü’min/11]

67) Biz, her önderli toplum için bir kulluk yolu tayin ettik. Onlar, ona göre kulluk yapsınlar. O hâlde bu işte seninle hiçbir zaman çekişmesinler. Sen de Rabbine çağır. Şüphesiz sen, dosdoğru bir kılavuz üzeresin.
68,69) Ve eğer seninle tartışırlarsa, hemen de ki: "Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri, en iyi bilendir. Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyler ile ilgili kıyâmet günü aranızda hüküm verecektir."
70) Gökte ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın kesinlikle bildiğini bilmez misin? Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a çok kolaydır.
Bu âyet grubunda Rasûlullah muhatap alınarak, birtakım hakikatler insanlığa açıklanmaktadır: Her ümmet için, yaşadıkları çağa ve coğrafyaya göre bir şeriat, bir ibâdet yolu tayin edilmiştir; onlar ona göre ibâdet etmelidirler. Bu hususta kimse Peygamber'le çekişmemelidir. Zira kimsenin bu konuda tartışma hakk ve selahiyeti yoktur:

48Sana da Tevrât'ın bir bölümünden kendisinin içinde konu edilenleri doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hak ile Kitab'ı/Kur’ân'ı indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir yol haritası/toplu yaşam ilkeleri ve geniş, aydınlık bir yol belirledik. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir önderli toplum yapardı, fakat size verdiklerinde sizi yıpratmak/denemek için böyle yapmadı. Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah'adır. Sonra O, kendisi hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. [Mâide/48]

13Allah, dinden Nuh'a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Mûsâ’ya ve İsa'ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: "Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin." Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar. [Şûrâ/13]

Peygamber, insanları Rabbe çağırmalıdır. Şüphesiz Peygamber, dosdoğru bir kılavuz üzeredir.

Eğer Peygamber'le tartışırlarsa, onlara, "Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri, en iyi bilendir. Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında kıyâmet günü aranızda hüküm verecektir" deyip geçilmelidir.

Herkes bilmelidir ki Allah, gökte ve yeryüzünde olan şeyleri bilir. Bu, bir kitaptadır ve Allah'a çok kolaydır.

15Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!" dediler. De ki: "Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım." [Yûnus/15]

18Sonra da seni Allah'ın Kendine özgü işlerinden apaçık bir yol haritası/toplu yaşam ilkeleri sahibi yaptık. Artık sen, ona uy, bilmeyen kimselerin boş-iğreti arzularına uyma. [Câsiye/18]

Ve Kasas/87, Yûnus/41, Şûra/10-15,Bakara/148.

70. âyetteki,
Şüphesiz bu, bir kitaptadır ifadesiyle, her yapılanın kayda geçtiği, hafıza hücreleri ve insanların yaşamına tanık olan her nesnenin bunları kayda geçirdiği beyân edilmektedir.

71) Ve onlar, Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de onlara dair bilgiler bulunmayan Allah'ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.
72) Ve kendilerine âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimselerin yüzlerinde, vahiy ve ortak kabul ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri tanırsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyan kimselere saldıracaklar. De ki: "Peki, size ondan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş! Allah Ateş'i kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere vaat etti. O, ne kötü bir dönüş yeridir!"
Bu âyetlerde konu yine müşriklerin durumlarının beyânına getirilmiş ve müşrikler kınanmışlardır:

• Küfredenler, Allah'ın, hakklarında hiçbir delil indirmediği ve onlara dair bilgileri bulunmayan Allah'ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. (Ve zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur.)

• Âyetler apaçık okunduğunda küfredenlerin yüzleri çirkinleşir ve âyetleri okuyanlara saldırmaya kalkarlar.

• Küfredenler, "Peki, size ondan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş! Allah bunu [ateş'i] küfreden kimselere vaat etti. O, ne kötü bir dönüş yeridir!" denilerek uyarılmalıdırlar.

Şirkin ve küfrün sonu felaket olup kurtuluş asla söz konusu değildir:

* Her kim, hiçbir delili olmadığı hâlde, Allah ile birlikte diğer bir ilâha yakarırsa, bilsin ki o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar, durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar. [Mü’minûn/117]

* Ve Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kulları, "Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir değişim ve yıkıma uğramaktır. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!" derler. [Furkân/65-66]
73) Ey insanlar! Bir örnek verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla oluşturamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür.
74) Allah'ı gereği gibi değerlendirip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye üstündür.
75,76) Allah, haberci âyetlerden elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah'a döndürülür.
Tüm insanlara, özellikle de müşriklere bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde; şirkin, insanların düşüncesizliğinden kaynaklandığı güzel bir örnekle açıklanmaktadır: Sizin Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla yaratamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür.

Bu kınamadan sonra da,
Allah'ı gereği gibi ölçemediler [değerlendirip bilemediler]. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, her şeye üstündür. Allah, meleklerden elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah'a döndürülür açıklamalarıyla müşrikler hem kınanıyor, hem de doğru yola gelmeleri için uyarılıyorlar. Benzeri uyarılar birçok yerde (Rûm/27, Burûc/12-13, Zâriyât/58, En‘âm/91, Zümer/67) yapılmıştı.
77,78) Ey iman etmiş kimseler! Zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız için, Allah'ı birleyin, boyun eğip teslimiyet gösterin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi gayret gösterin. O, sizi seçti ve dinde; atanız İbrâhîm'in dininde/yaşam tarzında sizin için bir zorluk oluşturmadı. O, daha önce ve işte Kur'ân'da, Elçi'nin; Kur'ân'ın size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, sizi "Müslümanlar" olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekat'ı; Allah'ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânız; yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!
Bu âyetlerde de muhatap alınan mü’minlere kurtuluş yolu hatırlatılmaktadır:

• Felâh bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin.

• O, sizi seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı.

• O, daha önce ve bunda [Kur’ân'da], Elçi'nin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, sizi "Müslümanlar" olarak isimledi.

• Öyleyse, salâtı ikâme edin, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!

Dinin özü olan bu emirlerle ilgili birçok detay sunmuştuk. Burada kısa hatırlatmalar yapmakla yetiniyoruz:

RÜKÛ

Rükû, "puta tapmamak, şirk koşmamak, geçmişte yapılandan dönüp sadece Allaha kul olmak"tır. Bu hususta daha evvel sunduğumuz detaya bakılabilir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c. ?????.]

SECDE

Secde, "Allah'a boyun eğmek, itaat etmek" tir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c. ??????]

KULLUK

Kulluk, "kulun sahibine karşı, sahibi tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi"dir. Bu konuda Zâriyât sûresi'nde sunduğumuz detaya bakılabilir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c.???????.]

CİHAD

Cehd sözcüğünün türevlerinden olan cihad sözcüğü, müfaale babından mastardır. Cühd olarak okunuşu da söz konusu olan cehd sözcüğü, "ağır yük taşıyan hayvanın menziline ulaşabilmesi için gösterdiği çaba"yı anlatmak için türetilmiştir. Dolayısıyla sözcüğün esas anlamı, "takat"tır. Müfaale babı, "işteşlik" ifade ettiği için, konumuz olan cihad sözcüğü de, "karşılıklı olarak gayretleşme" anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle cihad, "karşı tarafın gücüne karşı güç kullanma, güç ile mukabele etme" demektir. Cihad konusu ile ilgili detay da Furkân sûresi'nde verilmiştir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c..]

HAYIR İŞLEMEK

148Ve herkes için bir yön vardır; o, ona yönelendir. O nedenle hep hayırlara koşun, yarışın/hayırları öne getirin. Her nerede olsanız Allah, tümünüzü bir araya getirir. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. [Bakara/148]

113,114Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar. [Âl-i İmrân/113-114]

104Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. [Âl-i İmrân/104]

Âyette İbrâhîm peygamber mü’minlerin babası olarak nitelenmiştir. Bu, Arapların İbrâhîm soyundan gelmesine işaret etmekten ziyade, İbrâhîm'in tevhid/haniflik öncüsü olmasından; Müslümanlar nezdindeki saygınlığının, babanın çocuğu yanındaki saygınlığı mesabesinde olmasından dolayıdır.

Peygamber'e inanıp tâbi olanların "Müslümanlar" olarak isimlendirilmeleri, Rabbanî bir isimlendirme olduğundan, bu ismi taşımaktan daha onurlu bir şey olamaz:

"
68-70Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz." [Zuhruf/68-73]

102De ki: "İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona, Allah'ın birçok can katan âyeti hak ile inmiştir. [Nahl/102]

10De ki: "Ey iman etmiş olan kullar! Rabbinizin koruması altına girin. Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah'ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenler, ödüllerini hesapsız tastamam alacaklardır."

11,12De ki: "Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi." [Zümer/11-12]

33,34Ve Allah'a çağırıp/yakarıp sâlihi işleyen ve "Ben, Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır. [Fussilet/33-34]

34Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için Rableri yanında nimetleri bol cennetler vardır. 35Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız? [Kalem/35]

Allah, O, sizi seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı buyurmuştur, ki Kur’ân incelendiğinde böyle olduğu görülür:

156,157Allah diyor ki: "Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah'ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları Anakentli/Mekkeli Peygamber, o Elçi'ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O'na iman eden, O'na kuvvetle saygı gösteren, O'na yardımcı olan ve O'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [A‘râf/157]

87Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.

88Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve siz, inandığınız Allah'ın koruması altına girin.

89Allah, sizi, kasıtsız olarak yaptığınız/ağız alışkanlığı yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız/sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden sizi sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından/en iyisinden on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, karşılığını ödersiniz diye âyetlerini sizin için böyle açığa koyar. [Mâide/87-89]

285,286Elçi, kendi Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah'a, doğal güçlerine/haberci âyetlerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: "Biz Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayız." Ve "Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve affet bizi, bağışla bizi, merhamet et bize! Sen bizim yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınımızsın. Ve de kâfirler toplumuna; Senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden toplumlara karşı yardım et bize" dediler.

Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır. [Bakara/285,286]