Müminun

1) Kesinlikle, inananlar durumlarını korudular/zafer kazandılar.
2) Onlar, salâtlarında [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarında; toplumu aydınlatmaya çalışmalarında] gösterişsiz/samimi olan kimselerdir.
3) Ve onlar, boş şeylerden mesafeli duran kimselerdir.
4) Ve onlar, zekat'ı; Allah'ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi işleyen/veren kimselerdir.
5,6,7) Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, -eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları[#302] ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.-
8) Ve onlar, emanetlerine ve antlaşmalarına riâyet eden kimselerdir.
9) Ve onlar, salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] koruyan kimselerdir.
10,11) İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine son sahip olan son sahiplerin ta kendileridir.
Bu ayet gurubunda Rabbimiz, durumunu koruyan, zafer kazanmış olan müminleri açıklamaktadır. Bu açıklamada, bir takım eylemlerin yapılması, imanın gereği, imanın meyvesi olarak sayılmıştır. Bununla salt imanın yetmediği, imanın mutlaka güzel ameller ile dışarıya yansıması gerektiği mesajı verilmektedir.

Rabbimiz, salâtlarında huşulu olan, boş şeylerden yüz çeviren, zekâtı işleyen, iffetlerini koruyan, emanetlerine ve ahitlerine riayet eden ve salâtlarını koruyan müminlerin felah bulduğunu beyan etmektedir. " فلاحfelah" sözcüğü genelde "kurtuluş" olarak çevrilegelmiştir. Bu sözcük Kur’an’da on üçü " مفلحmüflih" kalıbıyla "fail isim" olarak, diğerleri de fiil olmak üzere kırk kez geçmektedir. Arapçada, dolayısıyla Kur’an’da "kurtuluş" kavramı " نجاةnecat", " فلاحfelah", " فوز fevz" ve " خلاصhalas" sözcükleri ile ifade edilmektedir. Bu nedenle pasajı iyi anlamak için önce "felah" sözcüğünün anlamını tahlil etmemiz gerekmektedir.

" فلاحFelah" sözcüğünün esas anlamı "yarmak" demektir. Toprağı yarıp süren çiftçiye, denizi yararak geçen denizcilere " فلاّحfellah" denir. Bu sözcük, "başarı, kurtuluş, nimet ve hayırda baki kalma" demektir. [Lisanü’l Arab, c.7, s. 155,156. "flh" mad.]

Buradan anlaşıldığına göre, sözcüğün esas anlamı, maddeyi; toprak ve su gibi nesneleri yarıp maksadı gerçekleştirmek demek iken, bu anlama paralel olarak manevi zorlukları yarma, onlardan zarar görmeme anlamında da kullanılmıştır. Biz bu anlamı, "sevinilecek bir duruma ulaşma; zafer ve mevcut durumu koruma; zarara uğramama" şeklinde ifade edebiliriz.

Kur’an’a bakıldığında, felah sözcüğü ve türevlerinin hem dünyada zafer kazanma hem de ahırette mutlu sona ulaşma anlamında kullanıldığı görülmektedir.

Konumuz olan pasajda da "felah bulma" ifadesi, hem ahıret için kazançlı çıkma hem de dünyada durumu koruma; zarara uğramama anlamındadır.

Bu ayetlerde Rabbimiz müminlerin olmazsa olmaz nitelikleri olarak şunları saymaktadır:

Onlar, salâtlarında huşulu olan kimselerdir.

Burada müminlerin "salât" sahibi oldukları ve salâtlarını "huşu" ile yaptıkları, o nedenle de felaha erdikleri açıklanmıştır.

"Salât"ın, "sosyal destek; manevi açıdan zihinsel olarak kişilerin eğitilmesi, maddi açıdan tüm sorunların giderilmesi için destek vermek, görev almak" olduğunu birçok kez açıklamış idik. İnananlardan bu sorumluğu üstlenmeleri istenirken aynı zamanda bu görevin huşulu olarak yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.

الخشوعHUŞU: Bu sözcük, gözü yere çevirme, gözün bakışını engelleme, sesi kısma; sözü boğazın içinden söyleme" demektir. [Lisanü’l Arab, c.3, s.101 "hşa" mad]

Biz bunu "vücut organlarının saygısı"; dolayısıyla "genel saygı" olarak ifade edebiliriz. Huşu sözcüğü Kur’an’da fiil, isim ve sıfat formlarında on yedi kez yer almıştır.

Müminlerin salâtlarında huşulu olmaları gerektiği bildirilirken, saygısızca, gösterişle, alâyiş ve tantanayla yapılan salâtların işe yaramayacağı mesajı verilmektedir.

45,46Bir de sabretmekle, salâtla [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ile] yardım isteyin. –Şüphesiz salât vesabırlayardım isteme, saygılı olanlardan; gerçekten Rablerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O'na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir.– [Bakara/45, 46]

4-7Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken] ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline! [Maun/4- 7]

35Ve onların Beyt'in/Ka‘be'nin yanındaki destek vermeleri, sadece, ıslık çalmak ve el çırpmaktır, bir gösteriştir. –Öyleyse küfrettiğinizden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!– [Enfal/35]

142,143Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] kalktıkları/toplum içine çıktıkları zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak, tembel tembel kalkarlar, mü’minlerle ve kâfirlerle olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. Ve Allah, kimi saptırırsa, sen artık ona bir yol bulamazsın. [Nisa/142,143]

54Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu. [Tevbe/54]

Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir,

Arapçada "lağv" sözcüğü, kişinin amacına ulaşmasında yararı olmayan her türlü boş ve anlamsız şeyleri içine alır. Yalanı, gıybeti, çekişmeyi, çekiştirmeyi, iğrenç şarkıları, müstehcen fıkraları ve benzeri şeyleri de kapsar. [el-İsfehani; el Müfredat, tvd mad.] İnananların bir özelliği de "boş şeylerden yüz çevirmeleri"dir.

Müminlerin boş şeylerden yüz çevirmeleri gerektiği daha evvel Furkan ve Kasas surelerinde gündeme getirilmişti:

72Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler. [Furkan/72]

55Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve "Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz" derler. [Kasas/55]

Ve onlar, zekâtı işleyen kimselerdir,

"Felaha eren müminler"in bir niteliği de "zekâtı işlemeleri" olarak bildirilmiştir. Burada "zekât" sözcüğü " زكىzekâ, تزكّىtezekka" gibi fiil halinde değil, " الزّكوةez-Zekât [Vergi]" anlamında özel isim olarak gelmiştir. Buradan anlaşıldığına göre Zekât iddia edildiği gibi Medine’de değil, Mekke’de farz kılınmıştır. Nitekim En’am/141 de bunu teyit etmektedir:

141Ve Allah, asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde inşa edendir. Meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de onun hakkını verin ve savurganlık yapmayın. Şüphesiz Allah, savurganlık yapanları sevmez. [En'âm/141]

Konumuz olan ayetlerdeki açık ifadelerden, buradaki zekâttan maksadın nefsin şirk ve kirlerden temizlenmesi olduğunu kabul etmek yanlış bir anlayış olacaktır. Nefsin arınmasına yönelik ifade Kur’an’da fiil halinde verilmiştir:

Benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır. [Şems/9- 10]

Bilindiği üzere zekât [vergi] Mekke yönetiminde var olan sosyal bir görevdi. Mekke yönetimi vatandaşlarından vergi alıyor, bu vergileri din ayırımı yapmadan ihtiyaçlılara yardımda kullanıyordu. Bir dönem müminlere eziyet için zekatı kestiler ve ihtiyaçlı müminler bundan zarar gördüler. Bu konu Fussılet suresinde yer almıştı:

6,7De ki: "Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, ‘Sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu’ vahyediliyor. O nedenle O'na dosdoğru yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin." Ve zekâtı/vergiyi vermeyen ve âhireti bilerek reddeden o kimselerin/inanmayanların ta kendileri olan ortak koşanların vay haline! [Fussilet/6- 7]

Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, -Eşleri veya yeminlerinin sahip oldukları ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.-

Pasajın bu bölümünde, "kurtuluşa eren inanmış kişiler"in iffetlerini korudukları, zina etmedikleri, fuhuş yapmadıkları, cinsel ihtiyaçlarını nikâh ve yasal sözleşmeler çerçevesinde yaptıkları ifade edilerek müminlere böyle yapmaları gerektiği mesajı verilmektedir.

Ayette cinsel yararlanmanın kimler ile olacağı açıklanırken "eşler" veya "ma meleket eymanüküm [yeminlerinizin, sözleşmelerinizin sahip oldukları] diye iki sınıftan bahsedilmektedir. Aynı ilkeden Meariç suresinde de söz edilmektedir:

29-31Ve salâtçılar, ırzlarını koruyanlardır. –Ancak eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar sınırı aşanların ta kendileridir.– [Mearic/29- 31]

Ayetlerde geçen " ما ملكت ايمانهمma meleket eymanühüm [sözleşmelerinin sahip oldukları] ifadesi, genelde "cariyeler" olarak anlaşılagelmiştir. Cariyelerle ilgili sayısal bir sınırlama olmadığı gibi onlar ile nikâh da gerekmediği anlayışı hakim olmuştur. O halde "
ma meleket eymanühüm [sözleşmelerinin sahip oldukları]" ifadesiyle kimlerin kast edildiğinin tahlil edilmesi gerekir:

Bilindiği üzere, İslam dini geldiği zaman dünyanın her tarafında olduğu gibi Arabistan coğrafyasında da kölelik müessesesi mevcut idi. Satın alınma, miras yoluyla gelme, baskınla kaçırma, harp esirlerinin köleleştirilmesi ve köle bağışı gibi yollarla kölelik müessesi devam edip gidiyordu. İslam dini sıcak savaş dışında esir almayı, savaşta alınan esirlerin de köleleştirilmesini yasakladı (Enfal/67 ve Muhammed/4). Böylece İslamiyet kölelik müessesini tedricî bir metotla tamamen yasaklamış oldu. 19. Yüzyılla başlayan süreçte ise İngiltere başta olmak üzere diğer devletler de köleliği yasaklayarak bu müesseseyi ortadan kaldırdılar. Ne yazık ki, bir İslam devleti olan Osmanlı Devleti, zenci köle ticaretini 1857’de, beyaz köle ticaretini ise ancak 1909’da yasaklamıştır.

Kölelik müessesesinin devam ettiği süreçte, kadın ve erkek köleler belirli koşullar, sözleşmeler çerçevesinde koruyucu ailelerin himayelerine verilirler, bu hami aileler onların iş gücünden yararlanırlar ve onları himaye ederlerdi. Köleler din ve vicdan özgürlüğüne sahip olmalarına rağmen, ekonomik ve siyasi açıdan özgür olmazlardı. Miras yoluyla, gasp yoluyla köle edinme ortadan kalktıktan sonra harp esirlerinden değişime tabi tutulmayan, fidye verilmeyen ve kendi ailesinden himaye edecek kimsesi bulunmayan hanımlar yine belirli koşullar çerçevesinde birilerinin himayesine verilirdi. Bazen de köleliğin kalkmadığı komşu bir ülkeden hediye olarak köleler gönderilirdi.

Pasajda konu edilen "
ma meleket eymanühüm [sözleşmelerinin sahip oldukları]" kadınlar bu şartlar çerçevesinde "Kamunun himayesi altında olanlar"dır. Ayetlerde kişilerin sahip olduğu diye bir anlam yoktur. Bu kadınlar, o günün geleneğine göre belirli noktalarda eksikli kabul edilirlerdi.

Konumuz olan ayette "
veya sözleşmelerinin sahip oldukları" ifadesi ile anlatılan kadınlar bunlardır. Bunlar ile cinsel ilişkiye girebilmek için mutlaka yakınlarından izin alınması ve örfe göre mehirlerinin verilmesi suretiyle nikâhlanmaları şarttır (Nisa/24). İslam dini nikâhsız cinsel ilişkiyi tasvip etmez. Nikâhsız gönüllü ilişkiyi zina, nikâhsız ve gönülsüz ilişkiyi ise tecavüz sayar.

Arapçadaki "ev" bağlacının bir anlamı da "et Tafsilü ba’de’l icmal (özet ifadeden sonra ayrıntılı açıklama" dır. [El İtkân ()ma’rifeti meani’l edevat; ev Mad.] Kur’an’da bunun örneklerini görmekteyiz.

Bakara/135:

135Ve onlar, "Yahûdi veya Hristiyan olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız" dediler...

Buradaki anlam, "bazıları, "Yahudi olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız" dediler...,

bazıları da "Hristiyan olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız" dediler... şeklindedir.

Zariyat/52:

52İşte böyle, onlardan öncekilere herhangi bir elçi gelince, onun hakkında da kesinlikle onlar: "Bir sihirbazdır!" veya "Bir gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir!" dediler.

Bu ayette de anlam, "bazıları, bir sihirbazdır dediler, bazıları da "Bir gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir!" dediler" şeklindedir.

Konumuz ayetlerde de "eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları ayrı" ifadesi "Nikahlı eşleri ayrı, ki kimi normal bir evlilik yapmıştır, kimi de yasaların malik olduğu; kamu himayesindeki kadınla evlilik yapmıştır... denilmektedir.

Ayette bu kadınların "
veya" ifadesiyle ikinci bir grup sayılması, geçmişlerindeki bilinmez noktalar ve o günün örfünde mehir açısından asıl hemşehrileriyle eşit olmamalarından kaynaklanmaktadır. Nikâhın temeli bir olmasına rağmen, detayda farklılık söz konusudur. İnşaallah bu noktalar Nisa suresinde detaylı olarak ortaya konacaktır.

Bu tür hanımlara somut örnek olarak şu isimler verilebilir: Peygamberimizin eşlerinden "Müminlerin Annesi Safiye" bir savaş esiridir; Mariye de kendisine hediyedir. Peygamberimiz her ikisi ile de nikâhlanmıştır. Ayrıca bu iki kadın Kur’an’da [Tahrim ve Ahzab surelerinde] Resulullah’ın "eşleri" olarak nitelenmiştir.

MUT’A NİKÂHI

Literatüre "Mut’a Nikâhı" diye geçen ve kadınların sadece cinsel yararlanma için kiralanması anlamına gelen bu nikâh türü, kiralanan kadın yasal eş, gerçek hanım olmadığından bu tip bir uygulama haddi aşmak olur ve yasak kapsamındadır.

Ve onlar [kurtulan müminler], emanetlerine ve ahitlerine riayet eden kimselerdir.

"Kurtuluşa eren müminler"in pasajın bu kısmında açıklanan bir diğer niteliği de "
emanetlerine ve ahitlerine riayet eden kimseler" olmalarıdır. "Riayet", "çobanlık etme, koruma, kollama, gözetme" demektir.

"Emanet", "güvenilip verilen şey"; "ahit" de "insanın kendisini Rabbine yaklaştıracak şeyler hususunda yapmayı taahhüt ettiği şey" demektir. Emanet ve ahit, ister Allah ile insan arasında, ister insan ile insan arasında yapılmış olsun, tüm anlaşma, sözleşme ve söz vermeleri kapsar. Emanet ve ahdin önemi, Allah’ın üzerinde durduğu çok önemli bir konudur. Bu konu ile ilgili Nahl suresinde de açıklamalar yer almıştı. Önemine binaen ilgili bölümün tekrar okunmasını öneriyoruz.

Ve onlar, salâtlarını koruyan kimselerdir.

Pasajın bu bölümünde de felah bulan müminlerin salâtlarını koruyan kişiler olduğu vurgulanmıştır. Görüleceği üzere salât korku anlarında bile ihmal edilmemesi gereken bir ödevdir. Salât toplumdaki kötülükleri, aşırılıkları ortadan kaldırır. Salâtın ortadan kalkmasıyla toplumda cehennem hayatı hüküm sürmeye başlar. O nedenle salât, dinin vitrini ve direği kabul edilmiştir.

238,239Salâtları [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] ve en hayırlı salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanın; toplumu aydınlatmanın en yararlı olanı; haftalık toplantı günü salâtını] elbirliği ile koruyun. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın; işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin. Ama eğer korkulu bir ortamda bulunuyorsanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken; hareket hâlinde koruyun, yerine getirin. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen anın. [Bakara/238, 239]

45Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/izle ve salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu oluştur-ayakta tut]. Kesinlikle salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu], aşırılıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. [Ankebut/45]

59-61Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki, salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı] kaybettiler/hayatlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler cennete; Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarına –görmedikleri hâlde– vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O'nun vaadi kesinlikle yerini bulacaktır. [Meryem/59-61]

İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olan varislerin ta kendileridir.

"Felaha eren müminler"in yukarıdan beri sayılagelen özelliklere sahip oldukları beyan edildikten sonra, pasajın bu son kısmında da Firdevs cennetine varis olacak olanların da bu müminler olduğu bildirilmiştir.

Firdevs sözcüğü bir başka ayette şöyle geçmektedir:

107,108Şüphesiz iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış şu kimseler, içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler. [Kehf/107, 108]

"Firdevs" sözcüğü, genel kanaate göre sonradan Arapçalaşmış bir sözcüktür. Rumca "bahçe" demektir. Firdevs sözcüğünün çoğulu olan "Feradis" Suriye’de bir yerin adıdır. [Lisanü’l Arab, c. 7, s.55, 56]

Klasik kaynaklardaki nakillere göre, Katade, Firdevs'in cennetin merkezi ve en üstün yeri olduğunu ileri sürerken, Kâ'b "Cennetler içinde Firdevs'ten daha üstün ve yücesi yoktur" demektedir.

Bu ayetten Rabbimizin ahirette müminleri Firdevs bahçeleri ile ödüllendireceği anlaşıldığı gibi, bu ayetler indiği dönemde henüz Bizans toprağı olan Suriye’deki Firdevs cennetlerinin bir gün müminlerin olacağı müjdesi de anlaşılmaktadır.

Mü'minun suresindeki bu pasajın benzerleri Furkan ve Meariç surelerinde de yer almaktadır:

67Ve Rahmân'ın kulları, harcadıklarında savurganlık etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur.

68-71Ve işte Rahmân'ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyâmet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tevbe eder ve sâlihi işlerse, kesinlikle o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.–

72Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler.

73Ve Rahmân'ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri/göstergeleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar.

74Ve Rahmân'ın kulları, "Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve bizden sonraki kuşaklarımızdan göz aydınlığı olacak kimseler hibe et/bağışla. Ve bizi Allah'ın koruması altına girmiş kişilere önder kıl!" derler.

75,76İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– [Furkan/67- 76]

22Ancak "salâtçılar" [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı ilkeleştirmişler] bunun dışındadır.

23Salâtçılar ki salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarını; toplumu aydınlatmayı] sürdürenlerdir.

24,25Ve salâtçılar, kendi mallarında, isteyen ve istemekten utanan yoksullar için belli bir hak olan kimselerdir.

26Ve salâtçılar, ceza gününü tasdik ederler.

27Ve salâtçılar, Rablerinin azabından korkanlardır.

28Şüphesiz Rablerinin azabından güvende olunmaz.–

29-31Ve salâtçılar, ırzlarını koruyanlardır. –Ancak eşleri ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar sınırı aşanların ta kendileridir.–

32Ve salâtçılar, emanetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.

33Ve salâtçılar, şâhitliklerini yerine getirirler.

34Ve salâtçılar, salâtları [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ilkeleri] üzerine korumacıdırlar.

35İşte bu salâtçılar, cennetlerde ağırlanırlar. [Mearic/22- 35]

Kur’an’da "kurtuluşa eren kimseler"in nitelikleri birçok ayette [Bakara/3- 5, 189, Al-i Imrân/104, 130, 200, Maide/35, 90, A’raf/8, 69, 157, Enfal/45, Hacc/77, Nur/31, 51, Rum/38] yer almaktadır.
12,13,14,15,16) Ve andolsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan oluşturduk. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon oluşturduk. Sonra o embriyoyu bir et parçası oluşturduk. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak oluşturduk. Sonunda o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka oluşumda yeniden kurduk. İşte, oluşturanların en güzeli Allah ne cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından kesinlikle öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyâmet gününde diriltileceksiniz.
Bu ayet gurubunda Rabbimiz, insanları ahirette yeniden dirilteceğini ispat için ilk yaratılışın aşamalarını bildirmektedir. Buna göre, insan ilk önce bir çamur [cansız madde], sonra nutfe, sonra embriyon, sonra da et parçası olmuştur. Sonra et parçasının bir kısmı kemiğe dönüşmüş, sonunda kemiklere et giydirilmiştir. Bu aşamadan sonra da farklı bir yaratılışla yeniden kurulmuştur.

Burada sayılan aşamalar aynen Hacc suresinde de sayılmıştır:

5Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. [Hacc/5]

Daha evvel "nutfe" ve "alak" sözcükleri ile ilgili detaylı açıklamalar yapmıştık. Burada ilk kez konu edilen "
bir başka yaratılışta yeniden kurulma" aşaması ise, önceden anneye bağlı bir asalak konumundaki canlı yavrunun kendi fizyolojik sistemleri oluşmuş bağımsız bir insan haline dönüşmesi aşamasıdır.

Bilimsel metinlerde insanın yaratılış evrelerindeki bu olağanüstülükler hakkında geniş bilgiler verilmektedir.

İnsan denen varlığın hepsi istisnasız bu program çerçevesinde dünyaya gelmiştir. İsa peygamber de ana rahmine farklı bir yöntemle ilkah edilmiştir ama o da nutfe, alaka ve diğer aşamaları geçirerek dünyaya gelmiştir.

59Şüphesiz Allah katında Îsâ'nın durumu, Âdem'in/her insanın durumu gibidir; O, onu topraktan oluşturdu, sonra ona "Ol!" dedi, o da hemen oldu. [Al-i Imrân/59]

Yaratılışa ait programlar hatırlatıldıktan sonra "
Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyamet gününde diriltileceksiniz" buyrularak peygamberler de dâhil her canlının mutlaka öleceği ve tüm insanların ahirette toplanacağı ihtar edilmektedir. İnsanın ölüme ve dirilmeye karşı koyma gücü yoktur. Ölümün ve ahıretin hak oluşu hem insanın acziyetini fark etmesini, hem de dünyadaki davranışlarının dengeli olmasını sağlar. Öldükten sonra dirilip yaptıklarının karşılığını göreceğine inanan kişiler, dünyadaki hayatlarını azmadan, şımarmadan, umutlu bir bekleyiş içinde geçirirler.

35Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Ve eritip saflaştırmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile sınarız. Ve siz, yalnız Bize döndürüleceksiniz. [Enbiya/35]

57Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Sonra da yalnızca Bize döndürüleceksiniz. [Ankebût/57]

30Şüphesiz sen kesinlikle öleceksin, şüphesiz onlar da kesinlikle öleceklerdir. [Zümer/30]

20O'nun, sizi bir topraktan oluşturması da Kendisinin alâmetlerinden/göstergelerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp-yayılan bir beşersiniz. [Rum/20]

7Ki O, oluşturduğu her şeyi en güzel yapan ve insanı oluşturmaya bir çamurdan başlayandır. 8Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır. 9Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve onu bilgilendirdi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ne de az ödüyorsunuz? [Secde/7- 9]

20-22De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, O'nun oluşturmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. O, dilediği kimseye azap eder, dilediği kimseye de rahmet eder. Ve siz yalnızca O'na döndürüleceksiniz. Ve siz yeryüzünde ve gökte âciz bırakanlar değilsiniz. Ve sizin için Allah'ın astlarından bir koruyucu, yol gösterici yakın ve yardımcı yoktur." [Ankebut/20-22]

20Biz sizi değersiz bir sudan oluşturmadık mı?

21,22Sonra onu belli bir ölçüye/vakte kadar sağlam bir yerin içinde tuttuk. 23Demek ki Bizim gücümüz yetti. Ne güzel güç yetirenleriz Biz. 24O gün, yalanlayanların vay hâline! [Mürselat/20- 24]
17) Ve andolsun ki Biz, sizin üstünüzde yedi yol oluşturduk. Ve Biz, oluşturmaya karşı bilgisiz, ilgisiz, duyarsız değiliz.
18) Ve Biz gökten bir ölçüde su indirdik de onu yeryüzünde durgunlaştırdık. Ve şüphesiz Biz, onu gidermeye de kesinlikle güç yetirenleriz.
19) Sonra da Biz, onun sayesinde sizin için hurmadan ve üzümden bahçeler meydana getirdik. Bunlarda sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.
* De ki: "Hiç düşündünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine çektiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?" [Mülk/30]
20) Ve Tûr-ı Seynâ'dan; Güney Doğu Toros Dağları’ndan çıkan, yağ bitiren, yiyenlere katık olan bir ağaç meydana getirdik.
20. ayette Rabbimiz insanlara lütfettiği zeytin ve zeytinyağına dikkat çekmektedir.

Kadim lügatlerde طور Tur sözcüğünün Süryanice olduğu ve Şam’da (Suriye’de) bir dağın adı olduğu belirtilir. Araştırmalarda Arami dilinde, "طور", dağ demektir. Güneydoğu Toros Dağları, dili Aramice olan Asur İmparatorluğunun kuzeydeki topraklarıdır. Demek oluyor ki, "طور Tur" sözcüğü Toros sözcüğünden gelmektedir. Araplara da Süryanilerden gelmiştir.

İlk sözlüklerin yazılmış olduğu senelerde, bu topraklar Suriyelilere aittir. O zamanlar, Suriye topraklarında olan Güneydoğu Toros Dağları, الطورet-Tur olarak adlandırılmaya devam edilmiştir.

Eski sözlüklere göre, "طور tur", "üzerinde ağaç olan dağ" demektir. Eğer üzerinde ağaç yoksa ona "tur" denmez. Günümüzde, "طور سينا Tur’i Sina" olduğu iddia edilen Sina dağında ağaç, bitki örtüsü yoktur. Oysa Toroslar, ağaç bitki örtüsü ile kaplıdır. Mü’minun/ 20’de Tur-i Seynae’dan zeytinin çıktığı bildirilir. Zeytinin ana vatanı, Türkiye-Suriye sınırı olarak bilinir. Bilimsel verilere göre, zeytininin ana vatanı Kahramanmaraş, Hatay, Mardin üçgenidir. Bu yöre, Güneydoğu Toros Dağları yöresidir. İddia edilen Sina dağında, değil zeytin ağacı, hatta hiç ağaç yoktur.



سيناء SEYNAE - سنين SİNİYNE

ü’minun/20 ve Tin/2’de geçen bu sözcüklerde kıraat karmaşası vardır.

Mü’minun/20 deki resmi Mushaf’taki "سيناء seynae" kelimesi, Nâfi, İbni kesir, Ebu Amr, Ebu Cafer, İbni Muhaysın, Yezidi ve Hasan tarafından "سِيناء Siynae" diye;

Mutavva tarafından "سِناء sinâe" diye, A’meş tarafından "سَيْنا Seynâ" diye okunmuştur.

Tin/2’de Resmi Mushaf’taki "سنينsiniyne" kelimesi, İbn-i ebi İshak, Amr b. Meymun, Ebu Reca tarafından "سينين seyniyne" diye;

Ömer b. Hattap, İbn-i Mesud, Talha ve Hasan tarafından "سيناء siynae" diye;

Ömer b. Hattab, Zeyd b. Ali ve Abdullah b. Mesut tarafından "سَيناء seynae" diye okunmuştur. (Mu’cem’ül Kıraat’il Kur’aniyye)

Buradan anlaşılan o dur ki her iki ayette farklı yazılmış olsa da sözcük, aslında aynı sözcüktür.

Kadim kitaplarda bu sözcüklerin anlamı ile şu bilgiler verilmiştir:

Bu sözcükler çekimli değildir. Arapçaya başka dilden gelmiştir.

Sözcüklerin anlamı hakkında farklı görüşler vardır.

Katade: Güzel demektir, diye açıklamıştır.

Mücahid; mübarek, anlamında­dır, demektedir.

Mukatil der ki: Üzerinde meyveler bulunan her bir dağ seyna'dır, yani gü­zeldir. (Razi, Kurtubi)

Netice olarak "طور tur" ve "سَيْناء seynae" kelimeleri ile kastedilmiş olan, ağacı bol dağlardır, ormanlık alandır. Açıkçası GÜNEY DOĞU TOROS DAĞLARIDIR. BUGÜN "SİNA DAĞI" OLARAK ADLANDIRILAN DAĞ DEĞİLDİR.

Ayette zeytin ağacına dikkat çekilirken zeytinin birçok bölgede yetişmesine rağmen "Tur Dağı; güney doğu Toros dağlarında yetiştiğinin ifade edilmesi, o günün insanlarının bu yöredeki insanların zeytinliği iyi bilmelerinden ve zeytinciliğin ana yurdunun Güney Doğu Toros Dağları olduğunu kabul etmelerinden dolayıdır.
21,22) Dört bacaklı, iki tırnaklı geviş getiren ve ot yiyen hayvanlarda da sizin için kesinlikle bir ibret vardır. Onların karınlarındaki şeylerden size içiririz. Onlarda sizin için birtakım yararlar daha vardır. Ve siz, onlardan yersiniz, onların üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız/yüklenirsiniz.
21, 22. ayetlerde Rabbimiz, en’amda [dört bacaklı, iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanlarda] insanlar için ibretlerin ve birçok faydanın olduğunu hatırlatmıştır. Bu husus En’am, Ya Sin ve Nahl surelerinde de detaylı olarak yer almıştı. Burada ilgili ayetleri hatırlatıyoruz: (Nahl/5, Nahl/7, Nahl/66, Nahl/80, Mü’min/79, 80, Ya Sin/71-73.

Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlara lütfettiği nimetleri sayıp dökmüştür. Bu nimetler daha evvel de birçok kez hatırlatılmıştı.

17. ayetteki "sizin üstünüzde yedi yol" ifadesi, semanın katmanlarını, uzayı ifade etmektedir. "Yedi" sayısı çokluktan kinaye olup "yedi gök" ifadesi Kur’an’da birçok kez yer almıştır:

* O, yedi göğü, birbiri üzerine uyumlu olarak oluşturandır. Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] oluşturmasında bir çatlaklık-uygunsuzluk görmezsin. Haydi, gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür. Gözün, âciz olarak ve çok bitkin olduğu hâlde sana dönecektir. [Mülk/3,4]

* Tüm gökler/uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı noksan sıfatlardan arındırırlar. O'nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır, çok bağışlayandır. [İsra/44]

* Allah'ın yedi göğü tabakalar hâlinde nasıl oluşturduğunu ve ay'ı onların içinde bir ışık yaptığını, güneşi de bir lamba yaptığını görmediniz mi? [Nuh/15,16]

* Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını oluşturandır. Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz diye buyruk gökler ve yer arasında iner durur. [Talâk/12]

Ayetin sonundaki "Ve Biz, yaratmaktan gafil değiliz" ifadesiyle Rabbimiz yarattığı her şeyin Kendi kontrolünde olduğunu, her şeyin her halinden haberdar olduğunu ve her şeyin kayıt altında tutulduğunu bildirmiştir.

* Allah, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve onda yükseleni bilir. Ve O, engin merhamet sahibidir, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır. [Sebe/2]

* O, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, yeryüzüne gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. [Hadid/4]

* Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. [En'âm/59]

18. ve 19. ayetlerde ise gökten belirli ölçüde su indirildiği ve bu suyun yeryüzünde durgunlaştırıldığı [depolandığı]; depolanan bu su sayesinde de meyvelerin ve sebzelerin yetişip insanların onlardan faydalandığı dikkatlere sunulmuştur.

Burada konu edilen "su", evrende ilk yaratıldığı haliyle var olan ve yer ile gök arasında yok olmadan, eksilmeden dönüp duran su olabilir. Bu da büyük bir mucizedir.

* Ve her şeyin hazineleri yalnız Bizim yanımızdadır. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçü ile indiririz. [Hicr/21]

Rabbimiz suyu gökten ölçü ile indirmekte ve onunla hayatın idamesini sağlamaktadır. Bu konuya ait detay daha evvel verilmiştir.

18. ayetin sonunda Rabbimiz "Ve şüphesiz Biz, onu gidermeye de kesinlikle güç yetirenleriz" buyurarak insanları tefekküre ve şükretmeye davet etmektedir.

* De ki: "Hiç düşündünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine çektiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?" [Mülk/30]

20. ayette Rabbimiz insanlara lütfettiği zeytin ve zeytinyağına dikkat çekmektedir.

Daha evvel birkaç yerde açıkladığımız gibi, Tur-ı Sina, Şam [bugünkü Suriye, Filistin ve Ürdün toprakları] arazisindendir.

"Tûr" sözcüğü, Kur’an’da yer aldığı ayetlerde [Bakara/63, 93, Nisa/154, Meryem/52, Ta Ha/80, Müminun/20, Kasas/29, 46, Tur/1, Tin/2] Musa peygamberin vahiy aldığı özel dağın adı olarak kullanılmıştır Musa peygambere Allah tarafından ilk hitabın yapıldığı dağın adı olan "Tûr" sözcüğü, "Sina, Sena" gibi sözcüklerle birleştirildiğinde "Sina Dağı" anlamına gelmektedir. Bu konu ile ilgili detay Meryem Suresinin tahlilinde verilmiştir.

Ayette zeytin ağacına dikkat çekilirken zeytinin birçok bölgede yetişmesine rağmen "Tur Dağı"nda yetiştiğinin ifade edilmesi, o günün insanlarının Tur dağındaki zeytinliği iyi bilmelerinden ve zeytinciliğin ana yurdunun Tur dağı olduğunu kabul etmelerinden dolayıdır.
23) Andolsun ki Biz, Nûh'u toplumuna elçi gönderdik de o, "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecek misiniz?" dedi.


24,25) Bunun üzerine, toplumundan kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ileri gelenler, "Bu, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir. Size fazlalık sağlamak istiyor. Eğer Allah isteseydi, kesinlikle melekleri indirirdi. Biz evvelki atalarımızda bunu duymadık. Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir adamdır. Öyle ise, bir süreye kadar o'nu umutla bekleyin" dediler.
26) Nûh: "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!" dedi.
27,28,29) Bunun üzerine Biz o'na: "Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler hâlinde iki tane ve bir de onlardan, daha önce kendisi aleyhinde Söz[#303] geçmiş olanların dışındaki aileni, yakınlarını, inananlarını gemilere sok. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olanlar konusunda Bana başvurma. Şüphesiz onlar suda boğulmuşlardır; kesin olarak suda boğulup öleceklerdir. Sonra sen ve beraberindeki kişiler gemiye yerleştiğinde de: 'Tüm övgüler, bizi şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğundan kurtaran Allah içindir; başkasını övmeyin' de! Ve: 'Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana bolca ikramda bulun. Sen, indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin' de" diye vahyettik.
30) Şüphesiz bunda kesinlikle birtakım alâmetler/göstergeler vardır. Ve Biz, kesinlikle sınayanlarız.
Rabbimiz insanlara verdiği nimetleri sayarken 22. ayette "ve gemilerin üzerinde taşınırsınız, yüklenirsiniz" diyerek insanın sudan yararlanma akıl ve yetisine de değinmişti. Buna örnek olarak bu pasajda Rabbimiz Nuh peygamberi gündeme getirmiş ve onunla ilgili özet bir açıklama yapmıştır.

Nuh peygamber ile ilgili geçmiş surelerde (Nuh suresi, (A’raf/59 -64, Yunus/71 -73, Hud/25-48, Kamer/11, 12) çok uzun açıklamalar yer almıştır.

Nuh kıssasına baktığımızda görülmektedir ki, Nuh’un (as) toplumu da Resulullah’ın toplumu [Kureyşliler] gibi elçinin beşerliğini bahane edip atalar dinini körü körüne taklit etmekte direnen cahil ve akletmeyen bir toplumdur. Geçmişte Nuh ile Resulullah arasında yaşamış elçiler ile kavimleri arasında da hep aynı şeyler yaşanmıştır.

Ayetteki "
tandır kaynayınca" ifadesi, tufanın başlamasını mecazen ifade eden bir "iş kızıştı" anlamında bir deyim olabileceği gibi, tufanın başlama saatini bildiren "şafak söktüğü zaman" anlamında bir deyim de olabilir.

25. ayette geçen müşriklerin "
Öyle ise, bir süreye kadar o'nu umutla bekleyin" ifadesi, "o yakında davasından vaz geçer, yakında aklını başına toplar. Siz onu gözetim altında tutun" demektir."
31) Sonra, Biz onların ardından başka bir nesil var ettik.
32) Sonra da onların içinde, "Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecek misiniz?" diye uyaran, kendilerinden bir elçi gönderdik.
33,34,35,36,37,38) Ve elçinin toplumundan, küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş, âhirete ulaşmayı yalanlamış ve şu basit dünya yaşamında kendilerine refah verdiğimiz kodaman kişiler: "Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir, sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor. Ve eğer, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, şüphesiz o zaman siz, kesinlikle ziyan edenlersiniz. Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak sûrette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey, hiç olmayacak bir şeydir! Sadece basit dünya hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz. Elçi, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir adamdır ve biz o'na inanmıyoruz" dediler.
39) Elçi: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!" dedi.
40) Allah: "Çok az bir zaman sonra onlar kesinlikle pişman olacaklar!" dedi.
41) Sonra da çığlık onları hak ile yakalayıverdi. Böylece kendilerini süprüntü yaptık. Artık uzaklık, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğunadır.
Bu ayet grubunda da yine verilen bir örnek üzerinden geçmişteki müşrik toplumlar ve onlara gönderilen elçiler konu edilerek inkârcı toplumların elçilere dirençle karşı koymaları ve ahirete yönelik uyarıları ukalaca alaya almaları nakledilmektedir. Söz konusu inkârcıların pasajda nakledilen şu söylemleri, çağımızdaki ateist, dünyevî ve zevk peşinde koşan inançsızların bugünkü yaklaşımlarını da ifade eder niteliktedir:

"Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey, uzaktır da uzaktır [hiç olmayacak bir şeydir]! Sadece basit hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz."

Diğer surelerdeki pasajlardan anlaşıldığına göre, Nuh kavminin helakinden sonra gelen nesil Âd kavmi, daha sonra da Semud kavmi idi. Hatta sayha [çığlık] ile helakleri dikkate alınırsa, Şuayb’in kavmi de bunların içine girer.

42) Sonra Biz onların ardından başka nesiller var ettik.
43) Hiçbir önderli toplum, kendi ecelini öne alamaz, erteleyemez de.
44) Sonra Biz birbiri ardından elçilerimizi gönderdik. Her ne zaman bir ümmete elçileri geldi, onlar bu elçiyi yalanladılar da Biz onların bir kısmını bir kısmına izlettirdik ve onları öyküler yaptık. -Artık iman etmeyen toplum için uzaklık; canı cehenneme!-
Bu pasajda da daha sonra gelen nesiller isim verilmeden konu edilmişlerdir. Rabbimiz her toplumdan sonra bir başka toplumu var etmiştir. Her topluma elçi göndermiş, elçileri yalanlayan toplumları da tarih sahnesinden silmiştir.
45,46) Sonra da Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u âyetlerimizle/alâmetlerimizle/göstergelerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik/elçi yaptık. Bunun üzerine kendilerinin büyüklüğüne inandılar ve ululuk taslayan bir toplum oldular.
47) Sonra da: "Bu ikisinin toplumları bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız?" dediler.
48) Böylece ikisini yalanladılar da onlar, değişime/yıkıma uğrayanlardan oldular.
49) Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya onlar kılavuzlandıkları doğru yola girsinler diye o kitabı verdik.
Bu ayetlerde, Musa ve Harun peygamberlerin Firavun ve ileri gelenlerini uyarmak için elçi gönderilişleri, Firavun ve ekibinin bu iki elçiye karşı ortaya koydukları küstah ve müstekbirce tavır nakledilmektedir. Firavun ve ileri gelen kadrosu iki elçiye "Bu ikisinin kavimleri bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız" diye karşı çıkmış, bu kibir ve küstahlıkları yüzünden Allah’ın helak etme cezasına uğramışlardır.

Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Firavun kendisini toplumunun ilahı ve rabbi olarak görüyor, İsrailoğulları’nı sosyal statü, hukuk ve ekonomik açılardan kul olarak kullanıyordu.

Daha evvel birçok surede uzun uzadıya anlatılan Musa-Firavun ilişkilerine hatırlatma amacıyla burada çok kısa olarak değinilmiştir. Musa ile Firavun arasında geçenlerin tüm ayrıntıları Bakara/49-50, A'raf/103-136, Yunus/75-92, Hud/96-99, İsra/101-104, Ta-Ha/9-80. ayetlerde geçmektedir.

Burada Musa’ya verildiği belirtilen Kitap Tevrat’tır. Musa ve Harun’a verildiği belirtilen "ayetler ve apaçık bir güç" ise Tevrat’taki ayetler ve "asa", "elin beyazlaşması", "çekirge salgını" ve diğer mucizelerdir.

48,49Ve andolsun ki Mûsâ ve Hârûn'a Furkân'ı ve görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen ıssız yerde Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan, kıyâmetin kopmasından içleri titreyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir ışığı ve öğüdü verdik. [Enbiya/48]

43Ve andolsun ki Biz, ilk nesilleri değişime/yıkıma uğrattıktan sonra Mûsâ'ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet olarak Kitab'ı/Tevrât'ı verdik. [Kasas/43]

50) Ve Biz, Meryem'in oğlunu ve Îsâ'nın annesini bir alâmet/gösterge yaptık ve ikisini, yerleşmeye uygun, suyu olan bir tepeye yerleştirdik.
Bu ayette geçmişe yönelik olarak İsa peygambere değinilmiş, İsa’nın (as) ve annesi Meryem’in bir ayet kılındığı ve her ikisinin de yerleşime uygun, suyu olan bir tepeye yerleştirilip orada hayat sürdükleri bildirilmiştir.

Rabbimiz, Meryem ile İsa’yı (as) bizzat doğumları itibarıyla birer ayet [mucize] kılmıştır. Çünkü İsa (as) babasız doğmuş; Meryem de onu ersiz doğurmuştur.

Meryem ile İsa’nın (as) yerleştirildiği yer üzerinde fikir yürütenler, ayetteki tanıma Şam, Ramela, Kudüs ve Mısır gibi birkaç yerin uyduğunu ileri sürmüşlerdir.

Mü’minun/50. ayetteki "ikisini, yerleşmeye uygun, suyu olan bir tepeye yerleştirdik" ifadesi, Meryem’in oğluyla birlikte Filistin’den ayrılıp başka bir yere; yerleşmeye uygun, suyu olan bir tepeye gittiklerini bildirmektedir. Yine Kur’an ayetlerinden, İsa henüz doğmadan, cilt ve göz hastalıkları hekimi, gıda koruma uzmanı olacağı annesi Meyem’e bildirildiğine göre (Al-i Imran/45- 51) Meryem’in bu konularda eğitim verilen bir yere gitmesi gerekmektedir. Öyleyse İsa peygamberin cilt hastalıkları, göz hastalıkları ve gıda kurutma, depolama konusunda uzman birisi olarak yetiştiğini öğrendiğimize gore, Meryem ve İsa’nın gittikleri yer KUMRAN’dır. İsa, orada İSKENDERİYE mektebinde yetişmiştir. Ve hekim ve bir gıda uzmanı olunca da Allah kendisini, yoksulluk çeken, cilt ve göz hastalıklarıyla mücadele eden İsrail oğullarına elçi olarak göndermiştir. [Kirbet Kumran adıyla bilinen Kumran harabeleri günümüzde, Filistin'in Batı Şeria bölgesinde yeralmaktadır. Lut Gölü'nün kuzeybatı kıyısında, Eriha'nın (Jericho) 13 km güneyinde ve Kudüs'ün yaklaşık olarak 40 km doğusundadır.

Kumran (harabeleri) Lut Gölüne hakim yüksek bir tepededir. Harabelerinin yanından(batısından) Kumran nehri geçmektedir. Kumran nehri; Kudüs'ten gelerek Lut Gölüne dökülen Kidron nehrinin bir koludur.

Esseniler; Kumran Nehrinde kurdukları bent ile suyu, kanallarla sitelerine götürerek kullanmışlar. Yine kanallar yardımıyla, Kumran'ın güneyindeki Ein Feshkha (Einot Tzukim) bölgesinde kurdukları üzüm ve hurma gibi diğer meyve bahçelerini sulamışlardır. [Ein Feshkha Kumran'ın güneyinde, Lut Gölü ile yüksek tepelerin arasında kalan düzlük alandır, sahil şerididir.]

Kumran yazılarının bulunduğu 11 mağara sitenin etrafında dağılmış durumdadır.]

Bir önceki sure olan Enbiya suresinin 91. ayeti tahlil edilirken Meryem ve İsa’nın ayet oluşları ile ilgili açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
51) Ey elçiler! Temiz, hoş, yararlı şeylerden yiyin ve sâlihi işleyin. Şüphesiz Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilenim.
52) Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde Benim korumam altına girin.
Bu ayetlerde "İltifat" sanatı yapılarak tüm elçiler muhatap alınmış, onlara "Ey elçiler! Tayyibattan [temiz, hoş, yararlı şeylerden] yiyin ve salihi işleyin. Şüphesiz Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilenim. Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde Bana takvalı davranın" denilmek suretiyle tevdid yolundan başka bir yol olmadığı ve olmayacağı vurgulanmıştır.

Demek oluyor ki, Rabbimiz, ilk elçisinden son elçisine kadar "Tayyibat"ı; temiz, hoş, nefis ve yararlı şeylerin yenilmesini kullarına helal kılmıştır.

4Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: "Size iyi ve temiz şeyler ve Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların avları helal kılındı." Artık onların sizin için tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir. [Maide/4]

87Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez. [Maide/87]

31Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında; toplum içinde süslerinizi alın, yiyin-için; keyfinize bakın fakat Allah’ın hakkını da göz ardı etmeyin; kesinlikle Allah, hakkını göz ardı edenleri sevmez.

32De ki: "Allah'ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–." İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. [A’raf/31, 32]

156,157Allah diyor ki: "Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah'ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları Anakentli/Mekkeli Peygamber, o Elçi'ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O'na iman eden, O'na kuvvetle saygı gösteren, O'na yardımcı olan ve O'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [A’raf/156,157]

52. ayetteki "Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde Bana takvalı davranın" ifadesiyle geçmiş peygamberlerin hepsinin tevhid inancını yerleştirmek için mücadele verdikleri; verilecek benzer mücadelelerin de mutlaka tevhid merkezli, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle donanmış ekiplerle olması gerektiği mesajı verilmiştir.

53) Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir.
54) Sen, şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak!
55,56) Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar? Tam tersi, işin farkına varamıyorlar.
56. ayetteki "Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar?" ifadesi Mekke’de varlıklı müşriklerinin kendi zenginliklerinin Allah tarafından kendilerine hayırlar yapsınlar diye verilen özel lütuf olduğunu sanıyorlardı. Ve toplumun yoksullarına yardım ve desteği kendi tekellerinde görüyorlardı. Bunu Alak suresinde "Kerim- Ekrem" sözcüklerinin tahlilinde ayrıntılı olarak sunmuştuk.

Bu ayetlerde Rabbimiz, elçileri tek bir ümmet halinde [tevhid ehli] olmaları için gayret göstermiş olmalarına rağmen insanların kendi aralarındaki işlerini parça parça bölerek ve her grubun kendinde bulunan ile sevinip böbürlenerek hak yoldan ayrıldıklarını beyan edip Resulullah’a bu tür gruplarla zaman kaybetmemesini ikaz etmiştir: "Sen şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak!"

68Ve âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan uzak dur. Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de, hatırladıktan sonra o şirk koşarak yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğu ile beraber oturma. [En’am/68]

140,141Ve Allah, size Kur’ân'da: "Allah'ın âyetlerinin bilerek reddedildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturmayın. Aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Şüphesiz Allah, sizi gözetleyip duran kimselerin/münâfıkların ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin hepsini cehennemde toplayandır. Artık Allah tarafından size bir zafer olursa onlar: "Biz, sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir pay olunca da: "Size üstünlük sağlamadık mı, sizi mü’minlerden korumadık mı?" derler. Artık Allah, kıyâmet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere asla bir yol vermeyecektir. [Nisa/140,141]

53. ayetin sonundaki "Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir" ifadesi, insanların cahilce taasuplarına [bağnazlıklarına, fanatizmlerine] işaret etmektedir. Dinde tefrikaya düşenler, mezhep ve meşreplere ayrılanlar; ölçmeden, biçmeden kendi guruplarıyla övünmekte, futbol fanatikleri gibi en büyük mezhebin veya meşrebin kendilerininki olduğu fikrisabitine kapılmaktadırlar. Bu sabit fikirleri ise onları kendi mezheplerinin, tarikatlarının, meşrebindekilerin cennete gidecekleri; diğer gurupların ise cehennemi boylayacakları iddiasına sürüklemektedir.

Kendilerine kitap indirilmesine, elçi gönderilmesine rağmen bu duruma düşen ve böbürlenen müşrikler,
"Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar? Bilakis, işin farkına varamıyorlar" diye kınanmakta ve tehdit edilmektedirler.

Bu ifadeden, mal-mülk ve evlat sahibi olmuş bazı müşriklerin bunu kendilerine Allah’ın hayırlar yapsın diye verdiğini ileri sürdükleri anlaşılmaktadır. Ne var ki, ilahî mesaj onları yalanlamakta, mallarının ve evlatlarının kendilerini kurtaramayacağı ihtar edilmektedir.

77Peki, alâmetlerimizi/göstergelerimizi, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini kabullenmeyen ve "Elbette mal ve çocuk verilecektir" diyen kimseyi gördün mü/hiç düşündün mü?

78-80O inkârcı kişi, bilmeyeceği, aklının ermeyeceği konulara bilgi sahibi oldu; ya da Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] katından bir söz mü aldı? Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Biz onun söylediği şeyleri yazarız ve onun için, azaptan uzattıkça uzatırız. Ve o söylediği şeylere Biz mirasçı olacağız/son söz ve uygulama Bizimdir ve o, Bize tek başına gelecektir. [Meryem/77- 80]

18Her kim çarçabuk geçen dünyayı isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi çabuklaştırırız. Sonra onun için cehennemi hazırlarız, kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. 19Kim de âhireti isterse ve mü’min olarak âhirete yaraşır bir çaba ile âhiret için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. 20Hepsine; dünyayı isteyenlere ve âhireti isteyenlere Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir. [İsra/18- 20]

44Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular.

45Böylece şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluluğun kökü kesildi. –Ve tüm övgüler, âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.– [En’am/44, 45]

55Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak istiyor. [Tevbe/55]

57,58,59,60,61) Şüphesiz Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan tir tir titreyen şu kimseler, Rablerinin âyetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şüphesiz kendileri, Rablerine dönen/yönelen kişiler olduklarından verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve iyilikler için önde gidenlerdir.
Bir önceki ayet grubunda Resulullah’ın izinde bir tek ümmet olma yolunu bırakıp paramparça olanlar kınanmışlardı. Burada ise "tevhid"e sarılarak bir tek ümmet olma yolunda gayret edenler konu edilmiş ve ortaya koydukları bilinç, tavır ve niteliklerden dolayı övülmüşlerdir.

Pasajda geçen "Rabblerinin ayetlerine inanan kimseler" ifadesindeki "ayetler" sözcüğünden hem peygambere gelen vahiyler [Kur’an ayetleri], hem de kişinin afak ve enfüste gördüğü tekvini ayetler anlaşılabilir.
62) Ve Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız. Nezdimizde de hakkı konuşan bir kitap vardır ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar.
Tek bir ümmet olanlar "iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir" diye taltif edildikten sonra; bu ayette de, böyle olmanın zor bir şey olmadığı; bu durumun herkesin yapabileceği ölçülerde olduğu ve bunun [kimseye çekemeyeceği bir yükü yüklememenin] ilahi bir ilke olduğu vurgulanmıştır. Ki aynı vurgu, (A’raf/42, 43, En’am/152, Bakara/233, Talak/7, (Bakara/285- 286’da da yapılmıştır.
63) Tam tersi, onların kalpleri bu hususta örtü içindedir. Ve onların bundan aşağı birtakım kötü işleri vardır ki, onlar kötü işleri yapar dururlar.
64) Sonunda, onların konfor içinde olanlarını azapla yakaladığımızda hemen feryadı basıverirler.
65,66,67) Bugün feryat etmeyin! Şüphesiz siz, Bizden yardım göremezsiniz. Şüphesiz âyetlerimiz size okunurdu da, buna karşı siz kibirlenerek ve geceleyin hezeyanlar savurarak arkanızı dönüp gidiyordunuz.
68) Onlar, Kur'ân'ı hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
69) Ya da onlar, elçilerini tanımadılar mı da kendilerine gelen elçi için tanıtmamaya yeltenen kimselerdir?
70) Yoksa 'Onda bir delilik var' mı diyorlar? Aksine elçileri, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu da hak için hoşlanmayan kimselerdir.
71) Ve eğer hak onların tutkularına uysaydı; kesinlikle gökler, yeryüzü ve bunlarda bulunan kimseler bozulup giderdi. Aslında, Biz onların şanını/öğütlerini getirdik; sonra da onlar, kendi şanlarından/öğütlerinden mesafeli duran kimselerdir.
72) Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun? İşte, Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. Ve Rabbin, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
73,74) Ve şüphesiz sen, kesinlikle onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun. Âhirete inanmayan şu kimseler ise, bu yoldan kesinlikle sapanlardır.
75) Ve eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, kesinlikle iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
76) Ve andolsun, Biz onları azap ile yakaladık; buna rağmen Rablerine boyun eğmediler ve Allah'a karşı zeliller olduklarını hiç göstermediler.
77) Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır!
Bu ayet gurubunda, bir tek ümmet olmaya yanaşmamış olanların durumları ve Allah’ın onlara karşı olan tavırları sergilenmiş, daha sonra da bu hakikat düşmanlarının akıbetleri nakledilmiştir. Onlar kalplerini, gönüllerini imana ve İslam’a kapatmış kişilerdir. Onlar sürekli kötülük işlerler.

Ne var ki, böyleleri Allah’ın cezasına çarpılacak, pişman olup feryat edeceklerdir. Fakat kendilerine müsamaha edilmeyecektir. Çünkü bunlar Kur’an üzerinde hiç tefekkür etmemişlerdi. Ellerinde kendi inançlarının doğru olduğunu beyan edecek bir belgeleri de yoktu. Kendilerine gelen elçi de onlardan bir çıkar sağlamayı düşünmemiş, buna rağmen onu ve getirdiği mesajı yalanlamaktan geri durmamışlardı. Oysa elçilerin gelişi onlar için açık bir onurdu. Kendilerine fırsat verilse yine eski hallerini sürdürmeye yönelirlerdi. İşte bu nedenle cezalandırıldılar. Şimdi de ümitsiz ve çaresiz bir haldedirler.

Klasik kaynaklarda bu pasajın inişi ile ilgili şu olay nakledilmektedir:

Sümâme b. Esâl el-Hanefî, müslüman olup Yemame'ye katılınca, Mekkelilerden yiyeceği kesti. Böylece, Allah Teâlâ da onlara birkaç yıl kıtlık verdi. Öyle ki, derileri, lâşeleri yediler. Derken Ebû Süfyan, Hz. Peygamber (s.a.s)'e gelerek: "Sen, âlemlere rahmet olarak geldiğini iddia etmedin mi? Sonra da, atalarımı kılıçla, çoluk çocuğumu da açlıkla öldürdün. Allah’a dua et de bu kıtlığı bizden kaldırsın" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) dua etti, Allah da onlardan bunu kaldırdı. İşte bunun akabinde de bu ayeti indirdi. Buna göre mana: "Biz onları açlıkla da muaheze ettik. Ama onlar itaat etmediler." [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

Bu tip insanlar Allah’ın bilgisinde tescillidir. Kimin ne yapacağını Rabbimiz şüphesiz bilmektedir. Bu pasajda anlatılan müşriklere ait davranışları ve bunların doğal sonuçlarını bildiren birçok ayet mevcuttur. Bunlardan bir kısmını topluca sunuyoruz: (En’am/28, Rum/12, Zuhrûf/74-76, Sebe/4 7, Sad/86, Şura/23, Ya Sin/20,25.

Ayrıca onlarca ayette insanların rahata kavuştukları zaman Allah’ı dikkate almadıkları açıklanır. Burada Duhan/10- 16. Ayerler de incelenmelidir.
78) Ve Allah, sizin için duymayı, gözleri ve kalpleri inşa edendir. Kendinize verilen nimetlerin karşılığını ne de az ödüyorsunuz!
79) Ve Allah, sizi yeryüzünde türetip üretendir. Ve sadece O'na toplanacaksınız.
80) Ve Allah, diriltir ve öldürür. Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi de yalnızca O'nun içindir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
Bu ayetlerde Rabbimiz, inançsız kimseleri muhatap alarak dikkatlerini tekrar duyma, görme, iç duyular, yeryüzünde yaratılma, gece gündüzün birbirini takip etmesiyle hayatın sıkıntısız devam etmesi gibi nimetlerine çekmiş ve "hala bu ayetlere dikkat ederek akıllarını kullanmayacaklar mı?" diye onları kınamıştır. Zira bu nimetlerin farkında olan kişi bunları kullanacak, yani duyacak, görecek, aklını kullanarak tefekkür edecek ve böylece Allah'ı gereği gibi takdir edip iman etmek zorunda kalacaktır.
81) Aslında onlar, öncekilerin söylediklerinin benzerini söylediler.
82,83) Onlar: "Biz, ölüp de bir toprak ve kemikler olunca mı, kesinlikle diriltileceğiz? Andolsun ki biz ve atalarımız bundan önce bununla korkutulmuştuk. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir!" dediler.
Bu ayetlerde, müşriklerin zihinlerindeki temel takıntıları açıklanmıştır: O da, bütün kötü davranış ve tavırların altında yatan "öldükten sonra diriltilme"ye olan kuşku ve inançsızlıklarıdır. Aslında yeni bir şey söylememektedirler. Onlar da eski beyinsizlerin yolundan gitmekte ve "Biz, ölüp de bir toprak ve kemikler olunca mı, mutlaka diriltileceğiz? Ant olsun ki, gerek biz ve atalarımız bundan önce bununla vaat olunmuştuk [korkutulmuştuk]. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir!" demektedirler.

10,11Onlar, "Biz tekrar eski hâlimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı" diyorlar.

12Dediler ki: "Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür." [Nâziât/10- 12]

77Ve o kişi, kendisini bir nutfeden/bir damla sudan oluşturduğumuzu görmedi mi de şimdi o apaçık bir düşmandır.

78Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: "Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!"

79,80De ki: "Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. [Ya Sin/77- 80]

15-17Ve onlar: "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?" diyorlar. [Saffat/15-17]

Ve Saffat/53, Kaf/2, 3, Secde/10, İsra/49, İsra/98, Müminun/35.
84) De ki: "Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?"
85) Onlar: "Allah'a aittir" diyecekler. "Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?" de.
86) De ki: "Yedi göklerin Rabbi ve çok büyük tahtın[#304] Rabbi kimdir?"
87) Onlar, "Allah'ındır/Allah'tır" diyecekler. Sen: "Öyleyse Allah'ın koruması altına girmeyecek misiniz?" de.
88) De ki: "Eğer biliyorsanız; her şeyin mülkiyeti ve yönetimi Kendisinin elinde olan ve Kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat Kendisi korunmayan kimdir?"
89) Onlar, "Allah'ındır/Allah'tır" diyecekler. Sen: "Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?" de.
Bu ayetlerde, akıllarını başlarına almaları için Rabbimiz müşriklere Elçi’si aracılığı ile bir takım sorular yöneltmekte ve bu sorulara onların da "Allah" diye cevap vereceklerini bildirmektedir. Sorular şunlardır:

* "
Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?"

* "Yedi göklerin Rabbi ve çok büyük Arş’ın Rabbi kimdir?"

* "
Eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu [mülkiyeti ve yönetimi] kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan kimdir?"

Bu sorulara müşriklerin de hep "Allah!" diye cevap verecekleri bildirilmekle, bu hakikatin herkese aşikâr bir nitelik taşıdığı mesajı verilmektedir. Bu mesaj verildikten sonra akıllarını başlarına almaları için Resulullah’tan kendilerine "Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?", "Öyleyse takvalı davranmayacak mısınız?", "Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?" sorularının yöneltilmesi emredilmiş, böylece zihin körlüklerini fark etmeleri ve hakkı kabul etmeye yönelmeleri hedeflenmiştir.

Ayetlerin mesajından anlaşıldığına göre, müşriklerin Allah'ın varlığı konusunda hiçbir sorunları yoktu. Onların zoru öldükten sonra dirilmeyi, yani âhiret hayatını, cennet ve cehennemi inkâr etmek idi.

25Yine andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim oluşturdu?" diye sorsan, kesin "Allah" diyeceklerdir. De ki: "Tüm övgüler, Allah'adır; başkası övülemez!" Aslında onların çoğu bilmezler. [Lokman/25]

61Yine andolsun ki onlara sorsan: "Gökleri ve yeri kim oluşturtı, güneşi ve ay'ı kim kontrol altına aldı/kulların yararlanacağı yapı ve özellikte kim yarattı?" Kesinlikle, "Allah" diyeceklerdir. O hâlde nasıl çevriliyorlar? [Ankebut/61]

63Ve andolsun, eğer onlara sorsan: "Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?" Kesinlikle, "Allah" diyeceklerdir. De ki: "Tüm övgüler, Allah'a özgüdür; başkası övülemez." Tersine onların çoğu akıllarını kullanmazlar. [Ankebut/63]

Elimizdeki Mushaflarda 87 ve 89. ayetteki "للّه
lillahi" ifadesi, Basra ve TİEM Mushaflarında " اللّهAllah" olarak yazılıdır. [Mushaf-ı Şerif, İSAM Yayınları, Mushaflar Arası Farklar Bölümü] Biz her iki yazılışa göre de meal koymuş bulunuyoruz.

90) Aslında Biz onlara hakkı getirdik, onlar ise kesinlikle yalancıdırlar.
91,92) Allah, çocuk diye bir şey edinmemiştir; O'nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kesinlikle kendi oluşturduğu şeyle birlikte gider ve kesinlikle diğerleri üzerine üstün olurdu. Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni ve açığı bilen Allah, onların niteledikleri şeylerden arınıktır. O, onların ortak koştukları şeylerden de çok yücedir.
Bu ayetlerde Rabbimiz yine tevhid inancının temel çerçevesini hatırlatmaktadır. Rabbimiz inkârcılara hak ve hakikati bildiren kitabını ve elçisini göndermiş, onlar ise bildik kafa yapılarıyla o Kitap’ı ve Elçi’yi yalanlama yoluna gitmişlerdir. Bu inkârcılar aynı zamanda Allah hakkında da yalanlar ortaya atmışlardır.

Rabbimiz, pasajın diğer ayetlerinde, inkârcıların kapıldığı akıl almaz saçma inanışları konu ederek onlara akıl ve vicdanlarının reddedemeyeceği açıklamalarda bulunmaktadır: Allah’ın çocuk edinmesi mümkün değildir. Böyle bir inanış ne akla, ne mantığa, ne de vicdana uygundur. Allah’tan başka ilah da yoktur. Aslında tüm inkârcıların akıl ve mantıkları da kabul eder ki: Eğer birkaç ilah olsaydı, her biri kendi taraftarlarını toplayıp diğerlerine üstünlük sağlama yoluna giderdi. Allah, inkârcıların bu sapıkça nitelemelerinden münezzehtir.

İnkârcıların Allah hakkında ortaya attıkları yalanlar, Maide/72, 73, Tevbe/30, 31 ve İsra/40’ta konu edilenlerdir:

72Andolsun, "Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir" diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, "Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da Ateş'tir. Ve şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur" demişti.

73Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Oysa tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. [Maide/72, 73]

30Ve Yahudiler; "Uzeyr Allah'ın oğludur" dediler. Hristiyanlar da, "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar!

31Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ'yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır. [Tevbe/30, 31]

42De ki: "Eğer dedikleri gibi Allah ile birlikte birtakım ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar en büyük tahtın sahibine; Allah'a bir yol ararlardı."

40Rabbiniz, oğulları size özel olarak verdi de Kendisi meleklerden dişiler mi edindi? Şüphesiz ki siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz.

43Allah, onların dediklerinden büyük bir yücelikle arınık ve pek yücedir. [İsra/42, 40, 43]

149Şimdi sor onlara: Kız çocuklar Rabbinin, oğlan çocuklar onların mı?

150Yoksa Biz melekleri dişi oluşturmuşuz, onlar da şâhitler miymiş?

151,152Gözünüzü açın! Onlar, şüphesiz uydurdukları iftiralarından dolayı "Kesinlikle Allah doğurdu" diyorlar. Ve hiç şüphesiz onlar, kesinlikle yalancıdırlar.

153Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş?

154Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

155Hâlâ düşünmüyor musunuz?

156Yoksa sizin için açık bir güç mü/kanıt mı var?

157O hâlde, eğer doğru kimseler iseniz getirin kitabınızı.

158Ve onlar, Allah ile gizli güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. Oysa andolsun, gizli güçler kendilerinin kesinlikle hazır edilenler/mahşerde toplananlar olduklarını bilirler.

159Allah, onların nitelediği şeylerden arınıktır. [Saffat/149- 159]

Rabbimiz ilahların çokluğu varsayılsa, evrendeki olacakları daha evvel şöyle açıklamıştı.

22Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu/düzenleri bozulurdu. O hâlde en büyük tahtın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden arınıktır. [Enbiya/22]
93,94) De ki: "Rabbim! Onların tehdit olundukları şeyleri bana kesinlikle göstereceksen, Rabbim! Bu durumda beni, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler topluluğu içinde tutma."
95) Ve şüphesiz Biz, onlara vaat ettiğimiz şeyleri sana göstermeye elbette ki güç yetirenleriz.
96) Sen, kötülüğü en güzel bir şeyle sav. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz.
97,98) Ve de ki: "Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Ve Rabbim! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım."
Bu ayet grubunda Rabbimiz, Resulullah’a, inkârcılardan gördüğü güçlük ve eziyetlerden dolayı Kendisine nasıl dua ve yakarışta bulunması lazım geldiğini bildirmektedir. Elçi, "Rabbim! Onların tehdit olundukları şeyleri bana mutlaka göstereceksen, Rabbim! Bu durumda beni, o zalimler topluluğu içinde kılma!" diye dua etmelidir. Bu duanın işaret ettiğine göre, çok yakın bir zamanda Mekkeli zalim müşrikleri bir musibet beklemektedir.

Müşrik inkârcılara vaat edilen cezaları vermeye her zaman kadir olduğunu bildiren Rabbimiz, daha sonra "Sen, kötülüğü en güzel bir şeyle sav, Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz" diye emrederek Resulullah’tan kendisine düşen tebliğ ve uyarı görevini en güzel biçimde; kötülüğü iyilikle savarak sürdürmesini istemiştir. Peygamberimize öğretilen bir diğer konu da, şeytanların kışkırtmalarından, çevresinde şeytan bulunmasından Allah’a sığınması gerektiğidir.

Ancak unutulmamalıdır ki, Elçi’nin şahsında ortaya konulan bu emir ve yöneltmeler aslında bütün müminler için de geçerlidir.

Müşriklerle nasıl mücadele edileceği birçok ayet ile öğretilmiştir:

33,34Ve Allah'a çağırıp/yakarıp sâlihi işleyen ve "Ben, Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve tüm güzellikler/tüm iyilikler eşit olmaz; tüm çirkinlikler/tüm kötülükler de eşit olmaz. Kötülüğü, güzelin/iyiliğin en güzeli/en iyisi olanı ile sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır.

35Bu olgun davranışa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur. [Fussılet/33- 35]

Rabbimiz hiçbir insana, hatta vahşi, gözü dönmüş müşriklere bile kaba davranılmasını uygun görmemiştir:

125Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir.

126Ve eğer ceza verecek olursanız da, sizin cezalandırıldığınızın misli ile ceza verin. Ve eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. [Nahl/125, 126]

159İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever. [Al-i Imran/159]

45Ve Biz, Tevrât'ta onlara, zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar yanlış; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir. [Maide/45]

Ve Şura/40, Al-i Imran/134, Furkan/72, Teğabün/14, Nur/22, Maide/100.
99,100) Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde, "Rabbim, terk ettiğim şeylerde sâlihi işlemem için beni geri döndür" dedi. Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Bu, şüphesiz onun söylediği bir sözdür. Onların tekrar diriltilecekleri güne kadar onların arkalarında bir engel vardır.
101) Artık Sûr'a üflendiği[#305] zaman, işte o gün aralarında soy-sop ilişkisi yoktur, kimse kimseden bir şey isteyemez de.
102) Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte onlar asıl kurtuluşa erenlerdir.
103) Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar.
104) Orada onlar, dişleri sırıtır hâlde iken ateş yüzlerini yalar.
105) Benim âyetlerim size okunmadı mı? Siz de onları yalanlıyor muydunuz?
106,107) Dediler ki: "Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz yanlış; kendi zararlarına iş yapanlarız."
108,109,110,111) Allah dedi ki: "Sinin oraya! Bana konuşmayın da. Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup: "Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin" diyorlardı. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık, onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir."
Bu ayet gurubunda, aklını kullanmayan, inatçı, müşriklerin ölüm anları, mahşere çıkmaları ve mahşerdeki rezillikleri canlandırılmaktadır. Ölüm anında tüm yaptıkları gözlerinin önüne gelmiş ve her şeyi anlamışlardır. Dönüş için çare aramaktadırlar. Ne var ki, geri dönüş yoktur. Hiçbir kimseden hayır görecek bir durumda da değildirler. Orada adalet terazisi kurulmuş, terazisi ağır basan kendisini kurtarmış, hafif çekenler ise kendilerine yazık etmişlerdir. Onlar cehennemde sürekli kalacaklardır.

50,51Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, "Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde haksızlık eden biri değildir" diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin. [Enfal/50, 51]

O gün müşrikler "
Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz" diye yalvaracaklar fakat yakarışlarına "Sinin oraya! Bana konuşmayın da!" diye azarla karşılık göreceklerdir.

12Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz" derlerken bir görsen! [Secde/12]

21Ve Allah'a karşı yalan uydurandan veya âyetlerini yalanlayandan daha yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Hiç şüphe yok ki şirk koşarak yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan bu kimseler kurtuluşa eremezler.

22Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: "Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?" diyeceğiz. 23Sonra, onların ateşlere atılmaları, "Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi."

24Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu.

25Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler.

26Ve onlar, ondan men ederler ve kendileri ondan uzak dururlar. Ve onlar bilinçsizce, yalnızca kendilerini değişime/yıkıma uğramaya sürüklüyorlar.

27Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, "Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık!" deyiverdiklerini bir görsen!

28Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine yasaklandıkları şeye kesinlikle dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar.

29Ve onlar, "Şu bizim iğreti dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur, biz diriltilecek de değiliz" demişlerdi.

30Ve Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! Rableri: "Bu, bir gerçek değil miymiş?" der. Onlar: "Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir" derler. Rableri: "Öyleyse küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmanız nedeniyle azabı tadın!" der.

31Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar, kesinlikle kayba/zarara uğrayıp acı çekmişlerdir. Kıyâmet anı ansızın gelince, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak diyecekler ki: "Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!" –Dikkat edin yüklenip durdukları/günahları ne kötüdür!–

32Ve basit dünya hayatı, sadece eğlence ve oyundur. Son yurt/Âhiret yurdu ise, Allah'ın koruması altına girenler için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız? [En’am/21- 32]

36Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, cehennem ateşinin birazı da hafifletilmez. İşte Biz, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden her aşırı kimseyi böyle cezalandırırız. 37Ve onlar, orada feryat ederler: "Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım." –Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için bir yardımcı da yoktur.– [Fatır/36,37]

Ve Münâfikûn/10, 11, İbrahim/44, 45, A'raf/53, Şûra/44, Mü’min/11, 12.

101. ayetteki "o gün aralarında soy sop ilişkisi yoktur" ifadesiyle, o gün inkârcıların arasında herhangi bir akrabalık bağının kalmayacağı bildirilmiştir.

İnkârcıların birbirinden kaçacakları, birbirlerini suçlayacakları birçok ayette dile getirilmiştir:

33-36Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman; öyle bir gün ki o, kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından kaçar.

37O gün onlardan her kişi için, kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır. [Abese/33- 37]

8-10O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak; yakın dost bir sıcak; yakın dosta sormaz. [Mearic/8-10]

Müminlerin ise böyle bir sorunları yoktur:

25-28Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: "Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir." [Tur/25- 28]

19-24Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;

Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,

Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,

Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,

Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,

salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],

kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış

ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!" [Ra'd/19- 24]

55Gerçekten cennetin ashâbı bugün gönül şenliği sürerek bir uğraşı içindedirler.

56Kendileri ve kendilerine sunulan refakatçı eşler, gölgeler içinde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.

57Yalnızca onlara, orada meyveler vardır. İsteyecekleri her şey de onlarındır.

58Söz olarak onlara engin merhamet sahibiRabbden "selâm" vardır. [Ya Sin/55- 58]

7-9Artık, kitabı sağ eline verilen kişiye gelince; o, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve o, sevinçli olarak yakınlarına dönecektir.

10-14Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi. [İnşikâk/7- 14]

110. ayetteki "İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü unutturdu/terk ettirdi" ifadeleri, mü’minlerin fakirliklerinin, yalnızlıklarının onlara Allah tarafından verilen bir ceza olduğunu, onların kötü insanlar olduğuna inanan müşriklerin, onların durumlarından dolayı onlar gibi inanmaktan (Allah’ın zikrinden; Tevhitten) kaçındıkları açıklanıyor.

Bu Sad/62’de şöyle açıklanmıştı:

62Ve yine derler ki: "Kendilerini kötülerden saydığımız birtakım adamları niye göremiyoruz? 63Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?"

Sebe/34, 35

34Ve Biz herhangi bir memlekete uyarıcı gönderdikse, kesinlikle oranın varlık ve güç sahibi şımarık önde gelenleri: "Biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri/mesajları bilerek reddedenleriz /inanmayanlarız" dediler.

35Ve yine dediler ki: "Biz malca ve evlatça daha çoğuz ve biz azaba uğrayacaklardan değiliz."
112) Allah: "Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?" dedi.
113) Onlar: "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Haydi, sayanlara sor" dediler.
114) Allah: "Siz sadece pek az bir süre kaldınız; keşke siz bilmiş olsaydınız!" dedi.
115) Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere oluşturduğumuzu ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?
Bu ayetlerde, 103. Ayette konu edilenler; Terazisi hafif gelenler muhatap alınarak dünyanın değersizliği, dünyadaki geçici nimetler için ebedi ahıret hayatını feda etmenin yanlışlığı, Rabbimizin mahşerde müşriklerle olan bir diyalogu verilerek anlatılmaktadır:

* Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?

* Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Haydi, sayanlara sor."

* Siz sadece pek az bir süre kaldınız; keşke siz bilmiş olsaydınız! Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?

Ayetteki "sayanlara sor" ifadesi, kendilerinin dünyada kaç yıl kaldıklarını bilmediklerini, saymadıkların itiraf edişlerinin beyanıdır. Ki "sayan varsa o söylesin, biz saymadık, bilmiyoruz" demek istemişlerdir.

Görüldüğü gibi, dünya nimetlerine takılıp kalarak ahıreti feda edenler, dünya nimetlerine doymadıklarını, onların değersizliğini itiraf etmektedirler. Bunun üzerine kendilerine boş yere yaratılmadıkları, yeryüzünde hayvanlar gibi başıboş bırakılmadıkları, akıllarını iyi kullanmayarak yaratılışlarının gerisinde bir amaç bulunduğunu niye düşünmedikleri sorulmaktadır.

36Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? [Kıyamet/36]

55Ve kıyâmetin kopacağı gün günahkarlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı. [Rum/55]

116) İşte gerçek sahip, yönetici Allah, yüceler yücesidir. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, saygın, en büyük yönetim makamının[#306] Rabbidir.
117) Her kim, hiçbir delili olmadığı hâlde, Allah ile birlikte diğer bir ilâha yakarırsa, bilsin ki o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar, durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar.
Yukarıdaki tüm açıklamalardan sonra, bu ayetlerde de bilgisi, belgesi olmadan hâlâ yanlışta ısrar edenlere seslenilmiştir:

"İşte gerçek kral Allah, yüceler yücesidir. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, saygın Arş’ın Rabbidir. Her kim, hiç bir delili olmadığı halde, Allah ile birlikte diğer bir ilaha yakarırsa, bilsin ki, o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz kâfirler, iflah olmazlar [durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar]."

Arş, "taht, hükümdar koltuğu" demektir. Sözcüğün burada "
saygın" sıfatıyla beraber kullanılmış olması, bu tahtın sıradan bir taht olmadığını ifade etmektedir. Rabbimiz kendisini "saygın taht"ın sahibi olmakla niteleyerek evrenin kontrolünün sadece kendisinde olduğuna, mülkünü kimseyle paylaşmadığına dikkat çekmektedir.

111Ve de ki: "Tüm övgüler, hiçbir çocuk edinmeyen, sahiplikte ve yönetimde kendisinin herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür; başkası övülemez." Ve Allah'ı ululadıkça ulula! [İsra/111]

13,14Allah, geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve ayı insanlığın yararlanacağı yapı ve işleyişte yaratmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor. İşte bu, mülk Kendisinin olan sizin Rabbiniz Allah’tır. O'nun astlarından yakardığınız kimseler bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları çağırırsanız, onlar çağrınızı işitmezler; işitseler bile size cevap veremezler, Kıyâmet günü de ortak koştuğunuzu kabul etmezler. Sana her şeyden haberdar olan Allah gibi kimse haber veremez. [Fatır/13, 14]

40De ki: "Allah'ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz kimseleri hiç düşündünüz mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi oluşturmuşlar? Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var? Ya da Biz kendilerine bir kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?" Tam tersi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, birbirlerine, aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar.

41Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yokoluvermekten, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer gökler ve yeryüzü yokoluverirlerse, onları O'ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok bağışlayandır. [Fatır/40, 41]

40Allah, sizi oluşturan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı? Allah, onların ortak koştuklarından arınık ve çok yücedir. [Rum/40]

46De ki: "Hiç düşündünüz mü, eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilâh kimdir?" Bak, Biz âyetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra da onlar sırt çevirip engelliyorlar? [En’am/46]

255Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, her şeyi ayakta tutan, koruyan, diri ve bütün kâinatın idaresini bizzat yürütendir. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun içindir. Kendisinin izni/bilgisi olmadan yanında yardım, kayırma yapacak olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O'na zor gelmez. Ve O, çok yücedir, yücelticidir, sonsuz büyüktür. [Bakara/255]

118) Ve de ki: "Rabbim! Bağışla ve merhamet et! Ve Sen merhametlilerin en hayırlısısın."
Surenin bu son ayetinde Rabbimiz, Elçi’sine "Rabbim! Bağışla ve merhamet et! Ve Sen merhametlilerin en hayırlısısın" diye yakarmasını emretmiştir. Rabbimiz bu dua ile bize kendisinden başka sığınacak bir kapının olmadığı mesajını vermektedir.

Bu dua aslında tüm insanlık için de büyük bir nimettir. Herkesin aynı şekilde Rabbimize sığınması O merhametliler merhametlisinden bağışlanma ve merhamet istemesi gerekir.

Nuh peygamber de insanlığa aynı doğrultuda çağrıda bulunmuştu:

5-12Nûh dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben, toplumumu gece-gündüz/sürekli olarak davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de söyledim. Sonra dedim ki": "Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın.13Size ne oluyor ki, Allah için "ağır davranış"ı ummuyorsunuz? [Nuh/5-12]