Secde

1) Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.[#307]
Birçok kez ifade ettiğimiz gibi, "الحروف المقطعة Hurûf-ı Mukattaa [Kesik Harfler]" diye adlandırılan bu harflerin neyi ifade ettiği henüz kesin olarak bilinmemektedir. Uyarı veya gelecek ayetlere dikkat çekme ünlemi olabilecekleri gibi, Kur’an’ın içyapısına ait önemli bir yapı taşı da olabilirler. Ayrıca Kur’an indiği dönemde henüz rakamların icat edilmemiş olduğu ve rakam yerine "ا ب ج د [EBCD]" harflerinin kullanılmakta olduğu dikkate alındığında, bu harflerin belirli sayıları ifade ediyor olması da mümkündür. Böyle olduğu takdirde, söz konusu sayıların matematiksel olarak neyi ifade ettikleri de henüz bilinmemektedir. İleriki dönemlerde yapılacak çalışmalar sonucunda bu harflerin işaret ettiği anlamların doğru şekilde tevil edilebileceği kanaatindeyiz.

Ebced hesabına göre surenin başındaki harflerin sayısal değerleri, 1. ayetin mealinde verilen rakamlardır.
2) Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir.
3) Yoksa onlar, "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar. Tam tersi Kur'ân, kılavuzlandıkları doğru yola ulaşırlar diye, senden evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan toplumu uyarasın diye Rabbinden gelen gerçektir.
Uyarı edatlarıyla dikkat çekildikten sonra surenin bu ilk iki ayetinde Kur’an’a bir kez daha vurgu yapılarak içinde şüphe, çelişki ve tutarsızlık bulunmayan bu kitabın âlemlerin Rabbi Allah’ın indirmesi olduğu bildirilmektedir. Resulullah’tan evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan ve "Onu kendisi uydurdu" diyen müşriklere ise Kur’an’ın doğruya ulaşırlar diye insanları uyarması için Resulullah’a Yüce Rabb’den gelen gerçek olduğu açıklanmaktadır. Böylece Kur’an’a "büyüdür", "şiirdir", "kâhin sözüdür", "öncekilerin efsaneleridir" diyenlerin iddiaları reddedilmektedir.

Ayetteki "senden evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan toplumu uyarasın" ifadesiyle o dönemdeki Kureyşliler kastedilmektedir. Kureyşliler ümmi bir toplum idiler. Peygamberimiz uyarıcı elçi olarak gelmezden evvel kendilerini Allah'ın azabı ile uyaran hiçbir kimse gelmemişti. Ancak bununla kastedilen Mekkeli Araplara hiç uyarıcı elçinin gelmediği değil, Resulullah’tan önceki dönemde bir uyarıcının gelmediğidir. Çok uzun zaman önce onlara da peygamber geldiği halde, zamanla o uyarıcının getirdiği mesajın etkisi azalmış, yok olmuştu.

Bu ayette verilen bilginin bir benzerini Ya Sin suresinde görmüştük:

2-6Babaları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri duyarsız bir toplumu kendisiyle uyarasın diye en üstün, en güçlü, en şerefli, yenilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin indirdiği yasalar içeren/bozulması engellenmiş Kur’ân kanıttır ki sen, o elçilerdensin, hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. [Ya Sin/2- 6]

Ya Sin suresindeki bu ayet de Mekke ve civarındaki Arap toplumunun, ataları [yakın zamanda] uyarılmadığı için iyice gaflete dalmış; dini, imanı, Allah’ı, ahireti umursamaz hale gelmiş bir toplum olduğunu göstermektedir. Bu noktada akla "Allah’ın elçisi Muhammed (as) sadece Arap toplumunu uyarmakla mı görevlendirildi?" sorusunun gelmesi mümkündür. Ancak orijinal metinde böyle bir kısıtlama getiren ifade bulunmamaktadır. Bilindiği gibi Rabbimizin bu konudaki buyrukları şöyledir:

214Ve en yakın oymağını uyar. [Şuara/214]

4Ve Biz onlara, açıkça ortaya koysun diye, her peygamberi yalnız kendi toplumunun diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğru yola iletir. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. [İbrahim/4]

Doğal olarak, bir uyarıcı [elçi], kendisine tevdi edilen göreve önce kendi ailesinden, yakınlarından, halkından başlamak durumundadır. Yani, uyarı halkası uyarıcının kendi bölgesinden başlar, daha sonra genişler. Nitekim peygamberimize uyarıya kendi oymağından başlamasını bildiren Rabbimiz, bununla beraber onun tüm insanlığa gönderildiğine dair de birçok ayet (Maide/15) (Sebe/28) A’râf/158) (En’âm/19) (Enbiya/107)göndermiştir.

Surenin 2. ayetindeki "Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir" ifadesi, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş olması nedeniyle Kur’an’da hiçbir şüphe, çelişki ve tutarsızlık olmadığı mesajını içermektedir. Kur’an’da hiçbir çelişki ve tutarsızlığın olmadığı Rabbimiz tarafından birçok kez vurgulanmıştır:

1Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.

2-4İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, [Bakara/1-2]

1-4Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab'ı indiren Allah içindir; başkası övülemez. [Kehf/1-4]

27,28Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. [Zümer/27, 28]

82Onlar hâlâ, Kur’ân'ı arka arkaya dizerek gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı. [Nisa/82]

Bilindiği üzere, Mekkeli inkârcılar o "Kitap"ı Muhammed'in (as) kendisinin uydurduğunu ileri sürüyorlardı. Bu iddiaları birçok ayette (Yunus/35- 38, Enbiya/5, Furkan/4, Ahkaf/8) nakledilmiş idi.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Resulullah'tan önce uzunca bir süre Arap toplumuna herhangi bir uyarıcı gelmediğine göre, o süre içinde yaşamış kişilerin akıbetleri nasıl olacaktır? Bu süre içinde yaşamış olan kimseler nelerden sorumludurlar?

Arapların Cahiliye döneminde veya herhangi bir dönemde yaşayıp da kendilerine vahiy/ilahi mesaj ulaştırılmamış kimseler, Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaktan sorumlu olacaklardır. Zira Allah’ın varlığını ve birliğini algılamak için uyarıcıya, herhangi bir öğretmene ihtiyaç yoktur. Aklın varlığı bu sorumluluk için yeterlidir. Kur’an’da Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaya yönelik ayetlerin hepsi de aklı kullanmayı emretmektedir. Kısacası; aklını kullanan herkes Allah’ı ve O’nun birliğini tanır. Nitekim Resulullah’ın elçi gönderildiği dönemde Mekke’de kendilerine "hanif" denilen Kuss b. Saidetü’l-İyadî, Ümeyye b. Ebi es-Salt, Suveyd b. Amr el-Mustalikî, Vaki’ b. Selame b. Züheyr el-İyadî, Amr b. Cündüb el-Cühenî, Ebu Kays Serme b. Ebi Enes, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varak b. Nevfel, Osman b. el-Huvaris, Ubeyde b. Cahş, Amir b. ez-Zerb el-Advanî, Allâf b. Şehab et-Temimî, El-Mütelemmis b. Ümeyye el-Kinanî, Züheyr b. Ebu Selmâ, Halid b. Sinan b. Gays el-Absî, Abdullah b. Kudâî gibi Allah’ı tanıyan, birliğine inanan kimseler bulunmaktaydı.
4) Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı evrede oluşturan ve de en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır.[#308] O'nun astlarından size bir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın ve bir destekçi, iltimasçı yoktur. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?
5) Allah, gökten yere, sistemleri düzenler, sonra da sistemler, ölçüsü, sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde Allah'a yükselir; geri döner, sistem çöker, bozulur.
6) İşte Allah, algılanabilenleri ve algılanamayanları, geçmişi, geleceği bilendir; en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, engin merhamet sahibidir.
Bu ayetlerde Rabbimiz Kendi niteliklerinden bir kısmını daha tanıtarak birçok hakikate ışık tutmaktadır:

• Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratandır.

• Allah, Arş üzerine egemenlik kurandır.

• Allah, gökten yere işleri düzenler.

• Allah’ın astlarından insanlar için bir yakın ve bir şefâatçı yoktur.

• İşler, çok uzun yıllar sonra Allah’a yükselecektir [yani evrenin sistemi yok olup kıyamet kopacaktır].

Daha evvel A’raf suresinde "yaratma"nın ve "idare etme"nin [evrenin işleyiş planlarının ve yasalarının] Allah’a ait olduğunu görmüştük:

Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeryüzünü altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki, yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (A’raf/54)

GÖKLERİN ve YERYÜZÜNÜN YARATILMASI: Âyette geçen الخلق[halk] sözcüğü, "yoktan var etme" anlamında olmayıp "takdir etmek, şekil vermek, düzene sokmak" anlamındadır. Dolayısıyla, Rabbimizin gökleri ve yeryüzünü yaratmasından onlara şekil verdiği, onları düzene soktuğu anlaşılmalıdır. Elbette ki her şeyi yoktan var eden de Yüce Allah'tır. Ancak Rabbimizin bu ifadede "halk [yaratma]" sözcüğünü kullanması, bize göre, göklerin ve yeryüzünün araştırılarak incelenmesini, elde edilecek bulgulardan yola çıkılarak "eserden müessire ulaşma" yöntemiyle, evrene düzen veren programlayıcının da Kendisi olduğunun bilinmesini istemesinden dolayıdır. Bizim, Kur’ân çalışmalarımızda gökler ve yeryüzüyle ilgili tespit edilebilmiş mucizelere yer verip bu bilgileri aktarma çabamız da kullara yüklenen bu görevin bir gereğidir.

Rabbimiz birçok âyette insanların yeminle dikkatlerini çekerek Kendisine delâlet edecek kanıtları sadece göklerde ve yeryüzünde değil, enfüste [kendi içyapımızda] de aramamızı istemiştir. Kur’ân'da Rabbimizi tanımamıza vesile olacak deliller arasından özellikle "gökler" üzerinde fazlaca durulmuş ve göklerin halk edilişinin [düzene sokuluşunun] insanın halk edilişine göre daha büyük bir iş olduğu bildirilmiştir:

3,4O, yedi göğü, birbiri üzerine uyumlu olarak oluşturandır. Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] oluşturmasında bir çatlaklık-uygunsuzluk görmezsin. Haydi, gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür. Gözün, âciz olarak ve çok bitkin olduğu hâlde sana dönecektir. [Mülk/3-4]

190-194Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: "Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, "Rabbinize inanın!" diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi "iyi adamlar" ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin" diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır. [Âl-i İmrân/191]

57Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. [Mümin/57]

İŞLER ALLAH’A YÜKSELİR:

5. ayette geçen "İşlerin Allah’a yükselmesi", Allah’ın yeryüzünde cari kıldığı kuralların, nizam ve intizamın ortadan kalkması demektir. Burada konu edilen "bin sene" de bu kalkış zamanının çok zaman sonra olacağından kinayedir.

4Haberci âyetler ve vahiy, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O'na yükselir/yeryüzünden çekilir.

5O hâlde sen, güzel bir sabır ile sabret.

6,7Şüphesiz Biz, olacak azabı çok yakın görürken, onlar onu çok uzak görüyorlar. [Mearic/4-7]

47Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. [Hacc/47]

İşlerin tedbiri ve Allah’a urûcu konu edilen ayetlerden anlaşıldığına göre, Rabbimiz evrenin düzenini makrodan mikroya doğru kurmuştur; evrenin kıyametini de mikrodan makroya doğru oluşturacaktır.

ALLAH, GÖKLERİ VE YERİ ALTI GÜNDE YARATMIŞTIR:

"اليوم Yevm" sözcüğü Türkçeye "gün" olarak çevrilebildiği gibi "devir" olarak da çevrilebilir. Çünkü Arapçada "yevm" sözcüğü hem gündüz ve geceden oluşan 24 saatlik bir "devir [gün]" anlamına, hem de genel olarak "devir" anlamına gelir.

"Yevm" sözcüğünün buradaki anlamının "devir" olarak kabulü, bizlere Kur`an`ın bir mucizesini daha görme imkânı vermektedir. Bilindiği gibi günümüz itibariyle elde edilmiş kozmolojik bulgular, evrenin [dolayısıyla Dünya’nın da] bir takım evrelerden geçerek bugünkü durumuna geldiğini göstermektedir. Kur`an, evrenin ve dünyanın 6 "yevm"de [devirde] yaratıldığını bildirerek, bugünkü bilimsel bulgularla varılan sonucu, yani oluşumun evreler, devirler hâlinde gerçekleştiğini 14 asır önceden ilân etmiş ve bir mucizesini daha gözler önüne sermiştir.

Kaf/38'in tahlilinde ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi, "altı gün", "altı evre" ifadesi ile evrenin ve ona bağlı olarak dünyanın oluşması ve mevcut düzene girmesindeki evreler kastedilmiştir. Kur’ân'da birçok yerde geçen "altı gün" ifadesi, bize göre Kur’ân'ın mucizelerindendir ve bilim hâlen bu evreleri araştırmakla meşguldür.

"
Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan ve de arş üzerine egemenlik kurandır" ifadesinde yer alan " ثمّsümme [sonra]" edatı zamanda tertibi/sıralamayı değil, kelamda tertibi/sıralamayı ifade etmektedir. Bu edattan dolayı, ifadenin ikinci bölümü "ve de arş üzerine egemenlik kurandır" diye çevrilmiştir.

3Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah'tır. Dünyada yardım edecek, destek olacak kişi ancak O'nun izninden/bilgisinden sonra yardım edebilir. İşte Bu, Rabbiniz Allah'tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız? [Yunus/3]

Bu konu daha evvel Kaf suresinde detaylı olarak açıklandığı için bu kadarla yetiniyor, daha fazla bilgi edinmek isteyenlerin ilgili bölümü yeniden okumalarını öneriyoruz.

ALLAH, ARŞ ÜZERİNDE İSTİVA EDEN’DİR:

"العرش Arş" sözcüğü, iktidar alameti olan "kral koltuğu, taht" demektir. "Arşın sahibi" ifadesi ise yeryüzünün, gökyüzünün, içindeki varlıklarıyla tüm evrenin tek sahibi, tek yöneticisi, tek hükümranı anlamına gelir. Her şeyin ve herkesin sahibi olan bu yüce varlık, kimsenin ve hiçbir şeyin kendisinden kaçamayacağı Allah’tır.

Müteşabih bir kavram olan "استوى istiva" sözcüğü ise ayette mecaz olarak kullanılmıştır. Bu sözcük lâfzen "arşın üstüne kurulmak", mecâzen de "en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak" anlamına gelir. Allah'ın mekândan münezzeh olduğu birçok âyetle bildirildiğine ve aklen de böyle olduğu sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin "hakikat" manalarının murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla "
Allah'ın arşa istiva etmesi", Allah'ın en büyük makama sahip olduğunu ve en büyük gücü elinde bulundurduğunu ifade etmektedir.

5Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır. [Ta Ha/5]

54Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir! [A'râf/54]

29O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu; onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir. [Bakara/29]

"İstiva" sözcüğü, yukarıdaki ayetlerden başka, Yunus/3, Ra'd/2, Furkan/59 ve Secde/4’te de bu şekilde geçmektedir.

Görüldüğü gibi, ayetlerdeki "استوى istiva" sözcüğü, müteşabih bir anlatımla Allah'ın gücünü ve kuvvetini ifade etmektedir. Bundan başka, "Gökte olan", "Tahtta oturan" gibi Kur’an ifadeleri de müteşabih olup Allah'ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu müteşabih ifadelerin çoğu, o günkü Araplar arasında dolanımda olan ifade kalıplarıdır. Bu nedenle Yüce Allah da kendi muradını Arapların o günkü konuşma ve anlamalarına uygun olan bu deyim ve kalıplarla ifade etmiştir.

Kur'an'da müteşabih ayetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran/7 ve Zümer/23 ayetlerinin göz ardı edilip müteşabih ayetlerdeki her ifade zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur'an'ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah'ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi müteşabih ifadeler olup bunlar ehil kişilerce tevil edilirler.

Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını zamana ve ehline bırakmak daha doğru bir davranıştır. Zaman içinde mutlaka her ilimde rasih olanlar çıkar ve bu donanımlı uzmanlar o ayetleri gereği gibi tevil ederler.

"İŞİ YÖNETİP DURAN" ALLAH’TIR:

Ayette geçen " تدبيرtedbir" sözcüğü, "bir işin iyi bir sonuca ulaşması için ardını ve akıbetini, önünü ve sonunu, bilerek, hesap ederek gözetmek, takdir ve idare etmek" demektir. Bu ifade kullanılmak suretiyle Allah’ın yarattıktan sonra evrenle ilişkisini kesmediği, aksine evrenin yönetimini sürekli kontrolü altında bulundurduğu vurgulanmaktadır.

4Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah, bunu hak olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan oluşturur, sonra iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseleri nasipleri/hakları olan payları ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmiş olan şu kimseler, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır. [Yunus/4]

ALLAH’IN ASTLARINDAN İNSANLAR İÇİN BİR YAKIN VE BİR ŞEFAATÇİ YOKTUR:

Bu ifade, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu anlamına gelmektedir. Ancak bu, Allah’ın bu konuda herhangi bir kişiye veya zümreye şefaat etme izni verdiği veya vereceği şeklinde yorumlanamaz. Çünkü Rabbimizin bu meyanda bir bildirimi yoktur. Şefaat konusu ile ilgili daha fazla detay Necm, Meryem ve Ta Ha surelerinde sunulmuştur.

Ayetteki " شفيعşefi’" sözcüğünü "çift, ikincil, yani ikinci olan, yaratılan, yaratıklar" anlamında alarak "Şefaatçi ancak Allah’ın izninden sonradır" ifadesinin "her var olanın, her meydana gelenin ancak Allah’ın izni ile var olup meydana geleceği" anlamına geldiğini söylemek de mümkündür. Çünkü Fecr suresinde belirttiğimiz gibi, "çift sayı" kavramı, aynı türden birden fazla unsurun varlığına işaret eder; başka bir ifadeyle, karşıtı veya karşıtları olan ve bu sebeple başka şeylerle ilişki içinde bulunan her şeyi kapsar.

Ayetin son bölümünde yer alan "İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?" ifadesiyle müşriklere şöyle denilmektedir: "İbadeti tek ve ortağı olmayan Allah’a tahsis ediniz, ey müşrikler! Durumunuz hakkında öğüt dinlemez misiniz ki, Allah ile beraber O’nun yegâne yaratıcı olduğunu bildiğiniz hâlde bir başkasına da ibadet ediyorsunuz?"

Konumuz olan ayet, Zühruf ve Müminun surelerinde detaylandırılmıştır:

82Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır.

83Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.

84Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, çok iyi bilendir.

85Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece Kendisine ait olan Allah ne cömerttir. Kıyâmet anının bilgisi de yalnızca O'nun yanındadır. Ve siz sadece O'na döndürüleceksiniz.

86Ve onların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler yardıma, desteğe, iltimasa mâlik olamazlar. Ancak hakka şâhit olan Zat bunun dışındadır. Onlar da biliyorlar.

87Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: "Allah" derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar!

88Ve onun, "Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir toplumdur" demesi kanıttır ki...

89Artık sen onlardan vazgeç ve "Selâm!" de. Artık onlar yakında bileceklerdir. [Zühruf/82-89]

84De ki: "Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?"

85Onlar: "Allah'a aittir" diyecekler. "Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?" de.

86De ki: "Yedi göklerin Rabbi ve çok büyük tahtın Rabbi kimdir?"

87Onlar, "Allah'ındır/Allah'tır" diyecekler. Sen: "Öyleyse Allah'ın koruması altına girmeyecek misiniz?" de.

88De ki: "Eğer biliyorsanız; her şeyin mülkiyeti ve yönetimi Kendisinin elinde olan ve Kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat Kendisi korunmayan kimdir?"

89Onlar, "Allah'ındır/Allah'tır" diyecekler. Sen: "Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?" de. [Müminun/84-89]
7,8,9) Ki O, oluşturduğu her şeyi en güzel yapan ve insanı oluşturmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve onu bilgilendirdi.[#309] Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ne de az ödüyorsunuz?
Bu ayet grubunda Rabbimiz kendisini ve yarattıklarındaki tecellisini anlatarak insanlığı düşünmeye ve sahip oldukları nimetlerin bedellerini ödemeye davet etmektedir.

7. ayetteki "O, yarattığı her şeyi en güzel yapandır" ifadesi, Allah’ın her şeyi hem yapısal olarak en güzel bir şekilde yarattığını, hem de yarattığı her şeye kodladığı yaratılma amacının güzelliğini ifade etmektedir. En küçüğünden [mikro] en büyüğüne [makro] kadar, canlı-cansız her varlık kendi varlığı çerçevesinde en güzel bir biçimdedir. Hiçbiri çirkin ve bozuk yapılı değildir. Ne insan hayvanat gibidir ne de hayvanlar insan gibidir. Hiçbir varlık bir diğeri gibi değildir. Bu durum Rabbimiz tarafından birçok ayette açıkça ifade edilmiştir:

64Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil veren, –ki şekillerinizi ne de güzel vermiştir– ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. –İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!– [Mümin/64]

3Allah gökleri ve yeri hak ile oluşturdu ve sizi biçimlendirdi. –Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!– Ve dönüş yalnızca O'nadır. [Teğabün/3]

4-6gerçekten Biz, insanı en güzel biçimde oluşturduk, sonra iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar hariç –çünkü onlar için kesintisiz bir ödül var– onu alçakların en alçağına döndürdük. [Tin/4- 6]

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, "Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun" demişti. [Sad/71-72]

Konumuz olan pasajda insanın yaratılmasına çamurdan başlandığı belirtilerek yaratılışın diğer aşamalarına da kısaca işaret edilmektedir. Bu yaratılış aşamaları, insanın sorumlu bir varlık olarak yeryüzünde halife kılınması sürecine işaret etmektedir. Bu konu Sad suresinin tahlilinde ayrıntılı olarak ele alındığından, konuyla ilgili kısa bir özetle yetiniyor ve detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

Hemen belirtmek gerekir ki, insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavının nasıl başladığı ile ilgili hakikatler, konunun yer aldığı sûrelerde temsilî olarak anlatılmıştır. Olayın bir tiyatro sahnesi gibi canlandırılarak anlatılması, evrenin, dünyanın ve canlıların varoluş aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayanların konuyu iyi anlamalarını sağlamaya yöneliktir.

"Çamurdan yaratılış", "tesviye", "rûhun üfürülmesi" ve "meleklerin secdesi", bir anda olup bitmiş olaylar değildir. Kur’ân'da verilen ayrıntılara göre, bu olaylar milyarlarca yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Bu konu Sâd duresinde ayrıntılı olarak sunulmuştur.

10) Ve onlar: "Biz, yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir oluşturuluşta olacağız?" dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı; O'nun huzuruna varmayı bilerek reddeden/inanmayan kimselerdir.
11) De ki: "Size ölümle görevlendirilmiş görevli güç, sizi vefat[#310] ettirecek; size geçmişte yaptıklarınızı ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıracak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
Bu ayetlerde, "Biz yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?" diyen ahiret inkârcılarına ders verilmektedir. Bu konu Kur’an’da birçok kez yer almıştır. İnsanın ölümü onun yok olması değil, Allah’a döndürülmesidir. Yani insanın ahiret yurduna adım atması, orada toplanması, sorgulanması, bunun sonucunda da iman ve amellerinin karşılığını almasıdır.

Demek oluyor ki, beden parçalanıp toprağa karışsa da yine varlığını sürdürmekte, bir araya getirilmeyi beklemektedir.

"Ölüm" Kur’an’da "Allah’a dönüş, Allah’a kavuşma" olarak nitelenmiştir. Bu ifadeler bir çeşit "hasretten, gurbetten kurtulup sılaya kavuşma"yı çağrıştırmaktadır. Bu ifadeyle insanın sevdiklerine saygın olarak kavuşması gerektiği ima edilmektedir.

11. ayetteki "Size görevlendirilmiş ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz" ifadelerinden, önce vefatın olacağı, sonra da Allah’a dönüşün gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.

VEFAT

" وفاةVefat" sözcüğünün kökü " وفىvfy [vefa]" sözcüğüdür. "Vfy" sözcüğü; " غدر ğadr" sözcüğünün zıddı olup "tastamam verme, eksiltmeden yerine getirme" demektir. Bu sözcükten türemiş olan "vefat" sözcüğü ise "ölüm" demektir. Ölüme "vefat" denmesi, Allah’ın kişiye verdiği ömrü senesi, ayı, günü, saati, dakikası ve saniyesiyle eksiksiz yaşatmasındandır. [Lisanü’l-Arab; c: 9, s: 362-364]

Bu bilgiler doğrultusunda Kur’an’a bakıldığında, "vfy" sözcüğünün gerek sülasi [üçlü] gerekse mezidatı [eklentili kalıpları] dâhil, Kur’an’da toplam 66 kez yer aldığı görülmektedir.

Ancak sözcük Kur’an’ın her yerinde aynı anlamda kullanılmamıştır. Sırf "vefat" sözcüğünün geçtiği ayetlere bakıldığında, sözcüğün "ölüm" anlamına gelmediği, "ölüm" ile "vefat"ın birbirinden farklı iki ayrı şey olduğu görülmektedir:

60Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren; geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş süre sonunun gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.

61Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir." [En’am;/60, 61]

42Allah, o nefisleri, ölmeleri sırasında, onlara geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırır. Ölmeyenleri de uyuduklarında; artık haklarında ölüm gerçekleştirdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süre sonuna kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır. [Zümer/42]

Dikkat edilirse, ayetlerdeki "ölüm geldiği vakit elçilerimiz ... vefat ettirirler" ve "ölmeleri sırasında vefat ettirir" ifadelerinde "vefat" sözcüğünün "Allah’ın kişiye verdiği ömrü senesiyle, ayıyla, günüyle, saatiyle, dakikasıyla ve saniyesiyle eksiksiz yaşatması" anlamına karşılık olmadığı; "vefat"ın ölüm anından hemen önce yaşanan bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Rabbimiz "vefat"ın ölümden başka bir süreç olduğunu ve değişik şekillerde tezahür ettiğini şu ayetlerde beyan etmiştir: Secde/11, Nisa/97, Nahl/28, Enfal/50, 51, Muhammed/27, Nahl/32, Kıyamet/22-30.

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, "vefat" iki şekilde gerçekleşmekte, bu süreci takva sahipleri mutluluk ve rahatlık içinde geçirirken, suçlular ise mutsuz ve işkence içinde geçirmektedirler.

Demek oluyor ki, "vefat", Allah’ın insanlara ölecekleri andan hemen önce yaşatacağı, herkese yaptıklarının ve yapması gerekirken ötelediklerinin hepsini eksiksiz fazlasız göstereceği, haber vereceği bir süreçtir. Başka bir ifade ile "vefat", Rabbimizin, insanın hayatındaki tüm kayıtları en ince ayrıntısı ile tıpkı bir yazarkasanın "Z raporu" gibi, ölüm anından kısa bir süre önce hiç eksiksiz fazlasız ortaya koyuvermesidir. Bu "ortaya koyuş", insana yaratılışta yerleştirilmiş olan "koruyucular, bellekler, elçiler [hafıza hücreleri]" ile sağlanmaktadır.

Özetlemek gerekirse; "vefat" ölüm değil, "ölüm anında hayat boyu yaşananların Allah tarafından hatıra getirilmesi" demektir.

İNKÂRCILARIN MAZERETLERİ

İnkârcıların ahireti inkâr edebilmek için ileri sürdükleri mazeretler Kur’an’da birçok kez (Sebe/7, Sebe/19, Vakıa/47, Müminun/82, Saffat/16) nakledilmiştir.

Bu konu İsra suresinde (İsra/49-52) de ayrıntılı olarak sunulmuştur.

Yeniden diriltilme konusunda da daha evvel Yunus (4. ayet) suresinde ayrıntılı açıklamalarımız olmuştu.
12) Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz" derlerken bir görsen!
11. ayette insanların mutlaka Allah’a döndürülecekleri vurgulanmıştı. Bu ayette ise suçluların o günkü trajik durumları tasvir edilmektedir: Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz" diye yakaracaklardır. İnkârcıların şaşılacak ölçüdeki perişan hallerine dikkat çekilen bu uhrevî sahne, tüm insanlığa bir uyarı tablosu olsun diye nakledilmiştir.

Ne var ki, böylesine trajik bir duruma düşen inkarcılar, zillet içinde yalvarıp yakarmalarına rağmen bu yakarışlarında samimi değildirler. Bu durum daha evvel En’am suresinde açıklanmıştı:

* Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, "Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık!" deyiverdiklerini bir görsen! Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine yasaklandıkları şeye kesinlikle dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar. [En’am/27,28]

Ayetteki "المجرمون mücrimler [suçlular]" ifadesi ile inkârcılar kastedilmektedir. "Mücrimler [suçlular]" sözcüğü Kur’an’da birçok ayette yer almıştır. Bu ayetlerin hepsinde de mücrimler "şükür etmeyenler, iman edenlere gülenler, Kur’an’dan şüphe edenler, Firavun’a yardımcı olanlar, hakkı işlemeyenler, Allah’a karşı yalan uyduranlar, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, insanları yoldan çıkaranlar, Allah’ın ayetlerine karşı büyüklük taslayanlar, imandan sonra küfre dönenler, elçi uyarmasına rağmen cinsel sapıklıktan vazgeçmeyenler, toplumda bozgunculuk yapanlar" olarak nitelenmişlerdir. Bu niteliklerinden, mücrimlerin daima inkârcı, yalanlayıcı bir kitle olduğu; bu suçları inançsızlıkları yüzünden işledikleri anlaşılmaktadır.
13) Ve eğer Biz, dileseydik her kişiye doğru yolu verirdik. Velâkin Benden: "Bütün bilinen, bilinmeyen, geçmişten, gelecekten[#311] herkesten cehennemi elbette tamamen dolduracağım" sözü hak olmuştur.
14) "Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz cezalandırdık sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!"
"14Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz cezalandırdık sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!"

Bu ayetlerde, suçluların mahşerdeki rüsvalıklarının sebebinin bizzat kendileri olduğu, Allah’ın zorlamasıyla o hale gelmedikleri, bu nedenle de yaptıklarının karşılığını çekecekleri açıklanmaktadır. Kur’an’ın bütünsel mesajı göz önüne alındığında, Allah’ın kimseyi doğru yola zorlamadığı; insana hem iyiyi, doğruyu, güzel olanı seçecek bir "akıl" verip hem de iyiyi, doğruyu ve güzel olanı açıklayan bir "kitap" gönderip gerisini insanların kendisine bıraktığı anlaşılmaktadır.

1-10Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah işleme ve "Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır. [Şems/8]

29Ve de ki: "O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin/inanmasın." Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! [Kehf/29]

2,3Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Onu yıpratacağız/yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık; iyiyi kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik. Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik, ister kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen biri olsun, ister nankör. [İnsan/3]

Ve İnsan/29, Tekvîr/26- 28, Yunus/99- 100, Leyl/1-11.

Ğaşiye suresinde de Resulullah’ın görevinin sadece öğüt verip hatırlatmak olduğu açıklanmıştı:

21,22Haydi, öğüt ver/hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin. [Ğaşiye/21, 22]

Ayrıca dinde zorlamanın olmayacağı, herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu birçok ayette açıkça belirtilmiştir:

256Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. [Bakara/256]

45Biz, onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen, onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. [Kaf/45]

99Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inanan kimseler olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? [Yunus/99]

Bunlardan başka Zümer/7, 15, Fussılet/40, İnsan/2, 3, Hud/28, Nahl/9, Secde/13, Maide/48, Nahl/36, 93, Yunus/108, İsra/15, Şûra/20, 48, Hud/15, İsra/18, En`âm/35, Rad/31, Şuara/3, 4’e de bakılabilir.

13. ayetteki "
Velâkin Benden ‘Bütün insanlar ve cinlerden [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım’ sözü hak olmuştur" ifadesinde geçen "söz", daha evvel Sad suresinde nakledilen temsili sahnedeki "ilahi karar"dır:

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, "Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun" demişti.

73,74Bunun üzerine İblis/düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.

75Allah, "Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi.

76İblis dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden oluşturdun."

77,78Allah, "Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, /katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, "Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir" dedi.

79İblis, "Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver" dedi.

80,81Allah, "Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin" dedi.

82,83İblis, "Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım" dedi.

84Allah dedi ki: "Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: "85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım."

86De ki: "Ben Kur’ân'a karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden/kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan, külfet getirenlerden, başa iş çıkaranlardan da değilim. 87Kur’ân, bütün âlemler için bir öğüttür ancak. 88Ve onun müthiş haberini bir zaman sonra kesinlikle bileceksiniz." [Sâd/71 -88]

14. ayetteki "
Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan /terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz unuttuk/terkettik [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!"ifadelerinden anlaşıldığına göre, inkârcılar için tüm ümit kapıları kapatılmaktadır.

Allah’ı umursamamanın cezası Kur’an’da değişik yerlerde gündeme getirilerek gerekli uyarılar yapılmıştır:

124-126Kim Benim anılmamdan/Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: "Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?" Allah der ki: "Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun." [Ta Ha/126]

36,37Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/yandaştır; ve şüphesiz ki yandaşlar/akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar.

38Sonunda Bize gelince: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı" der. –Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/yandaştır!–

39Ve bugün pişmanlık duymanız size hiçbir yarar sağlamayacak. Siz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptığınız zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız. [Zuhruf/36- 39]

50,51Ve ateşin ashâbı, cennetin ashâbına, "Biraz su veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize aktarın" diye seslendiler. Onlar da, "Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit, iğreti dünya hayatına aldanan kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere ikisini de gerçekten yasaklamıştır!" dediler. –Bu günle karşılaşacaklarını umursamadıkları, âyetlerimizi/alâmetlerimizi/göstergelerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz de bugün onları umursamayacağız/cezalandıracağız.– [Araf/50,51]

34,35Ve denilmiştir ki: "Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/terk ederiz/cezalandırırız. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah'ın âyetlerini alaya almanız ve basit dünya yaşamının sizi aldatması sebebiyledir." Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/Allah'ı hoşnut etmeleri de istenmez. [Casiye/34,35]

15) Gerçekten Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman boyun eğip teslimiyet göstererek yerlere kapanan ve Rablerinin övgüsüyle birlikte noksan sıfatlardan arındıran ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar.
16) Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar/başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını temin ederler.
Yaptıklarının karşılığını mutlaka tadacak olan inkârcılara karşılık, bu ayetlerde de Allah’ın ayetlerine inananların nitelikleri sayılmaktadır. Onlar:

• Kendilerine öğüt verildiği zaman secde ederek yerlere kapanırlar

• Rablerine hamd ile tesbih ederler

• Büyüklük taslamazlar

• Yataklarında fazla yatmazlar

• Korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler

• Allah’ın kendilerine verdiği rızıklardan bağışlarlar.

Gerçek müminlerin hangi niteliklere sahip olduğu başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

15-17De ki: "Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah'ın koruması altına girmiş; "Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş'in azabından koru!" diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir. [Al-i Imran/17]

9Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikilerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: "Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?" Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler. [Zümer/9]

Müminler, sıkıntı karşısında Allah’a yönelen, nimete erişince de şımarıp azan istikrarsız tipler değil, bu psikolojik zaafını bilen, bildiği için de o tuzağa düşmekten kaçınan, sıkıntılı zamanlarda olduğu gibi iyi günlerde de Rabbine bağlı kalmayı başaran, imanlı, sorumlu, mutmain olmuş kimselerdir. Bunlar evren kitabını iyi okuyup anlamışlardır. İnkârcılar ise temel hakikat olan "varlığın Allah ile olan bağı"nı kavrayamamış, cahil kimselerdir.

Müminler gece vakti yataklarından kalkar, istiğfar ederler. Yorgun olsalar bile gecelerini zevk ve sefa ile değil, Rabblerine ibadet ile geçirmeye çalışırlar:

15-19Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak bahçelerde ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce iyilik-güzellik üretenler idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve isteyemeyen için bir hak vardı. [Zariyat/15-19]

20Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte-ikisinden daha azını, yarısını, üçte-birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyledir. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin bu işi kolaylıkla yapamayacağınızı bildi de sizin için bu görevi hafifletti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni öğrenin-öğretin! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni öğrenin-öğretin! Salât'ı [mâli ve zihinsel destek; toplumu aydınlatma kurumlarını] kurun/ayakta tutun, zekat'ı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhamet edicidir. [Müzzemmil/20]

17) İşte, kişi, kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor!
Mümin ve mücrim kimselerin durumları sergilendikten sonra, bu ayette de kişinin basit hayata kapılıp iyi hesap yapmadığına dikkat çekilmektedir. Öyle ki, iyi hesap yapmadığı için gözleri aydınlatacak, başka şeyleri unutturacak, kalpleri huzura erdirecek en önemli kazancı, "ebedi hayat"ı feda etmektedir. Bu, kınanacak bir davranıştır.

Ayetteki "yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor" ifadesiyle kastedilen nimetler, kimsenin düşünemediği, düşünemeyeceği ölçüde değerli nimetlerdir. Bu, büyük bir müjdedir. Müminler bu müjde ile Allah’ın rızasını kazanmak için maddi ve manevi olarak daha çok çaba sarf etmeye özendirilmektedir.
18) Peki, inanmış kimse, yoldan çıkan kimse gibi midir? Bunlar, aynı olmazlar.
19) İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince; artık yaptıklarına karşılık, bir ağırlanma olarak, barınak bahçeleri yalnızca onlar içindir.
20,21) Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, "Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın" denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler; Allah'ın ilkelerine uygun hareket ederler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız.
Suçlular ve inançlılar ile ilgili açıklamalarından sonra Rabbimiz bu pasajın ilk ayetinde her iki grubu simgeleyen insan tiplerinin birbirine denk olmadığını vurgulayacak şekilde "Peki, mümin olan kimse ‘fasık’ olan kimse gibi midir?" diye sormakta, sonra da bu soruya kendisi cevap vermektedir: "Bunlar, aynı olmazlar."

Bu "istifham-ı inkari" ve ona verdiği cevaptan sonra Rabbimiz bu iki insan tipi arasındaki farkı belirten açıklamalar yapmaktadır:

"İman etmiş ve salihatı işlemiş olanlar, yaptıklarına karşılık, bir ağırlanma olarak yalnızca kendilerinin olan Me'vâ [barınak] cennetleri içindedirler." Yoldan çıkmış olanlar da Ateş’tedirler. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrileceklerdir. Onlara "yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın" denilecektir. Ahiretteki halleri böyle olacağı gibi, akıllarını başlarına alıp dönerler diye dünyada da açlık, kıtlık, hastalık, esaret gibi birtakım cezalar ile cezalandırılacaklardır.

47Evet, şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselere, bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyor. [Tur/47]

41İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. [Rum/41]

19-22Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve: "Yakıcı azabı tadın!"

23Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 24Ve onlar sözden, güzel/hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır. [Hacc/19- 24]

22) Ve Rabbinin âyetleriyle kendisi öğütlendirilen, sonra onlardan mesafeli duran kimseden daha yanlış; kendi zararına iş yapan kimdir? Şüphesiz Biz, günahkârları yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlayanlarız.
Allah’ın ayetlerine karşı duyarsız kalan, yeterli bilgi ve belge ile öğütlendirilmesine rağmen onlara yüz çeviren bu tür kimseler, Rabbimizin "zalim" nitelemesine de müstahak olmaktadırlar. Ayette sorulan "onlardan [Rabbinin ayetlerinden] yüz çeviren kimseden daha zalim kimdir?" şeklindeki cevabı belli olan soru ile hem böyle kimselerin nankörlük konusundaki derecelerinin en üst düzeyde olduğuna işaret edilmekte, hem de böyle bir kişiye bizzat kendisinin verdiği zulümden daha fazla hiç kimsenin zulüm yapamayacağı mesajı verilmektedir.

Burada konu edilen "ayetler" ile Rabbimizin tüm ayetleri kastedilmektedir. Bunlar: Yer ve göklerdeki [evrenin işleyiş düzenindeki] ayetler; insanın biyolojik ve fizyolojik sistemlerine yerleştirilen ayetler; insanın zihinsel fonksiyonlarındaki ayetler; Rabbimizin kendi elçilerine vahiy olarak indirdiği ayetlerdir.

Çağımızdaki bilimsel gelişmeler itibariyle, Kur’an’da ortaya konan enfüsi ve âfâki mucizelerden bir kısmı şunlardır:

ENFÜSİ MUCİZELER: Her insanda koruyucu hücrelerin varlığı, eşler halinde yaratılma, meninin bir karışım olduğu, cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarında asılı olma, bir çiğnemlik et parçası olma, kemiklerin oluşumu ve etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma...

AFAKÎ MUCİZELER: Evrenin sürekli genişlemesi, yokluktan yaratılma, evrenin gaz aşaması, evrendeki mükemmel yörüngeler, Güneş’in akıp gitmesi, Güneş ve Ay’ın farkı, ayın yörüngesi, gökyüzünün tabakaları, yeryüzünün tabakaları, gökyüzünün korunmuşluğu, göğün geri çevirdikleri, gökyüzünün direksiz yükselişi, dünyanın geoit [Devekuşu yumurtasına benzeyen, tam küre olmayan, kutuplardan basık, küremsi] şekli, dünyanın ve uzayın çapları, döndükçe kutupların basıklaşması, dünyanın dönüşü, aşılayıcı rüzgârlar, yağmurdaki ölçü, suyun çevrimi, kazık şeklindeki dağlar, petrolün oluşumu, solunum ve fotosentez, gökyüzüne yükselmenin zorluğu, bitkilerdeki erkeklik ve dişilik...

Rabbimiz konumuz olan 22. ayetin sonunda "
Şüphesiz Biz, günahkârlardan intikam alanlarız" buyurmuştur. Ancak daha evvel de ifade ettiğimiz gibi, intikam Türkçede kullanıldığı anlamıyla "öç almak" değil, "suçluyu yakalayıp cezalandırmak suretiyle adaleti sağlamak" demektir. Ayette verilen mesaj, Rabbimizin inkârcıları yakalayıp kesinlikle cezalandıracağı ve böylece adaleti tam olarak sağlayacağıdır.
23) Ve andolsun ki Biz, vaktiyle Mûsâ'ya o kitabı verdik. -Şimdi sen, sana vahyolunan kitabın tümüne kavuşmaktan kuşku içinde olma; kitabın tümüne kavuşacaksın.- Ve Biz, onu İsrâîloğulları için bir kılavuz yaptık.
24) Ve onlardan, sabrettikleri zaman, Bizim emrimizle kılavuzluk eden önderler yaptık. Ve onlar, Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.
Bu ayetlerde, Kur’an’ın mesajlarına direnen müşriklerin hali nedeniyle peygamberimiz teselli edilip görevini sabır ve sebatla sürdürmesi istenmektedir. Bu teselli, aydınlatıcı, doğru yolu gösterici bir kitabın daha evvel Musa’ya (as) da verildiği hatırlatılarak yapılmaktadır. İsrailoğulları Musa’ya (as) uyarak, sabrederek, Allah’ın ayetlerine kesin inanarak birçok nimetlere mazhar olmuş, çevrelerine kılavuzluk eden önderler haline getirilmişlerdir. Dolayısıyla aynı süreci izledikleri takdirde Resulullah’a uyanların da övgüye layık kişiler olacakları mesajı verilmektedir.

Kur’an’dan öğrendiğimize göre, peygamberlere verilen vahiyler, o toplumlar için doğru yolu gösteren birer rehber işlevi görmüştür. Bu nedenle "rehberlik" tüm ilahi kitapların ortak özelliğidir.
25) Şüphesiz senin Rabbin; Allah, onların anlaşmazlığa düştükleri şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında hükmedecektir.
Bu ayette, Allah’ın inkarcıların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında, yani müminler ile kâfirler arasında hüküm vereceği ve herkesin hak ettiği karşılığı alacağı açıklanmaktadır.

Ayetteki "
onların ihtilafa düştükleri şeyler" ifadesi ile kastedilen dindeki tefrikalardır. Tarihe ve günümüze bakıldığında Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların birçok gruba ayrılmış oldukları; her grubun diğerini küfürle, isyanla itham edip kendi grubu ile övündüğü görülmektedir. Hâlbuki ilahi mesajlar ihtilafı ve tefrikayı değil, birliği ve beraberliği emretmektedir.

159Şüphesiz dinlerini parça parça edip grup grup olan şu kimseler; sen hiçbir şekil ve davranışça onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra Allah, onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir. [En’am/159]

93Hâlbuki ortak koşanlar, işlerini aralarında paramparça ettiler. Hepsi yalnızca Bize dönücülerdir. [Enbiya/93]

53Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir. [Mü’minun/53]

Günümüzde Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların kendi içlerinde çeşitli mezheplere ayrılmaları; bu mezheplerin birbirlerine çok yanlış yerde olduklarını söyleyip birbirlerini dinden çıkmakla itham etmeleri vahyin temel amacını yaralamaktadır.

Gerek Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın aslı, gerekse İslam dini, "tevhîd inancı"nı yerleştirmek ve onun eğitimini vermek için gelmiştir. Vahyin izleyicilerince ortaya konan ayrılıkçı ve ayrıştırıcı tavırlar âhirete intikal edecek ve Yüce Allah tarafından sorgulanacaktır. Allah’ın emri daima birlik ve beraberlikten yanadır.

103Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, birbirinize düşmanlar idiniz de, Allah, kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz, O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye alâmetlerini/göstergelerini sizin için böyle ortaya koyar. [Al-i Imran/103]

64De ki: "Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze; ‘Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim’ ilkesine geliniz. Buna rağmen eğer Kitap Ehli, yüz çevirirlerse, artık "Şüphesiz bizim müslimler olduğumuza şâhit olun" deyin. [Al-i Imran/64]

26) Yurtlarında gezip dolaşmakta oldukları kendilerinden önceki nice kuşakları değişime/yıkıma uğratmış olmamız da, onlara kılavuz olmadı mı? Şüphesiz bunda nice alâmetler/göstergeler vardır. Hâlâ kulak vermeyecekler mi?
27) Ya da, Bizim kır-kurak yere suyu salıverip de onunla hayvanların ve kendilerinin yediği bir ekin çıkarmamızı da mı görmediler? Hâlâ görmezler mi?
Bu ayetlerde Rabbimiz, müşrikleri geçmişten ibret almaya ve çevrelerindeki ayetleri incelemeye davet etmektedir.

100Ve önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris; son sahip olanlara kılavuz olmadı mı, etki yapmadı mı: "Eğer Biz dilersek onları da günahlarından dolayı cezalandırırdık. Biz onların kalplerinin üzerine damga vururuz/mühürleriz de onlar işitmezler." (A’raf/100)

27. ayette yeniden canlanmaya somut bir örnek verilmektedir. Kıraç, bitkisiz bir alana gökten su indirilerek [yağmur yağdırılarak] bitkiler nasıl canlandırılıyorsa, Yüce Allah ölüleri de böyle canlandıracaktır. İnsanlar gözlerinin önünde sürekli cereyan eden bu olaydan ders almalıdır.

Bu örnek Kur’an’da birçok kez (Kaf/11, A’raf/57, Fatır/9, Zümer/21, Fussılet/39) tekrarlanmıştır.
28) Bir de onlar, "Ne zaman o yargı, eğer doğru kimseler iseniz?" diyorlar.
29) De ki: "Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere, o yargı günü iman etmeleri yarar sağlamaz ve onlara süre tanınmaz."
Müşrikler "Ne zaman o fetih [yargı], eğer doğru kimseler iseniz?" diyerek zımnen ahireti inkâr ettiklerini ortaya koymaktadırlar. Rabbimiz ise inkârcıların asıl niyetlerine bakarak onlara "İnkâr eden kimselere, o fetih günü, iman etmeleri fayda vermez ve onlara mühlet verilmez" diye karşılık vermektedir. Bu cevaptan alınması gereken mesaj şudur: Bu soruyu soran inkârcılara lazım olan esas bilgi yargı gününün vakti değil, o günün iman etmek için çok geç olacağı ve iman etmeyenlere tekrar mühlet verilmeyeceğidir. Şayet akıllı kimseler iseler, o gün gelmezden evvel gerçeği görüp iman etmelidirler.

Ayette konu edilen "fetih günü" ile Mekke'nin fethi gününün kastedildiğini ileri sürenler olmuşsa da bu doğru değildir. Zira gerek fetih gününde ve gerekse daha sonraki günlerde inanan ve bu inancı kendisine fayda vermiş birçok kimse vardır. Pasajdan da anlaşıldığına göre, sözü edilen fetih günü "yargı günü"dür. Hesap gününde iman etmek ise daha evvel birçok kez bildirildiği gibi yararsız bir inanmadır. Bu konu daha önce "İman-ı Ye’s ve İman-ı Be’s [Zoraki İman] adıyla birkaç kez ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

الفتحFETH

" الفتحFeth" sözcüğü kapalı olan şeyi açmak demektir. Yemenlilerin dilinde ise "yargı" demek olup hâkime "fettah [yargıç] derler. "Fettah", Allah’ın isimlerinden biridir. Bununla Allah’ın kullarına rahmet ve rızık kapılarını açtığı kastedildiği gibi, kulları arasında hüküm vermesi de kastedilir. [Lisanü’l-Arab; c: 7, s: 10-12. "fth" mad.]

Sözcük, "kapalı olanı açmak" anlamı eksen alınarak su, sulama amacıyla toprağa su vermek, nehir, savaş ülkesini açmak; fethetmek, zafer kazanmak, zapt etmek, yardım etmek gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Konumuz olan 27 ve 28. ayetlerdeki ifadeler dikkate alındığında ise sözcüğün Arapçanın Yemen bölgesindeki "hüküm ve "hüküm günü" anlamı ön plana çıkmaktadır. Nitekim daha evvel A’raf ve Sebe’ surelerinde de bu anlamı ile geçmişti:

88,89Toplumundan büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: "Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden kesinlikle çıkarırız, ya da bizim dinimize/yaşam tarzımıza dönersiniz!" Şu‘ayb, dedi ki: "İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize/yaşam tarzınıza dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi dışında ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz bilgisi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık." –Ey Rabbimiz! Bizimle toplumumuz arasında hak ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!– [A’raf/88, 89]

26De ki: "Rabbimiz aramızı bir araya getirecek, sonra da hak hükmü ile aramızı ayıracaktır. Ve O, hayır kapılarını açandır, hüküm verendir, çok iyi bilendir. [Sebe’/26]
30) Artık sen onlardan mesâfelen ve gözetle. Şüphesiz onlar gözetleyenlerdir.
Surenin bu son ayetinde peygamberimize muhataplarına karşı takınacağı tavır bildirilmektedir. Buna göre, Resulullah inkârcı karşıtlarının üzerine gitmemeli, bu arada olacak gelişmeleri beklemelidir. Bu mesaj daha evvel Zümer suresinde şöyle iletilmişti:

38Ve sen, gerçekten onlara: "O gökleri ve yeri kim oluşturdu?" diye sormuş olsan, kesinlikle "Allah!" diyeceklerdir. De ki: "Öyleyse Allah'ın astlarından çağırdıklarınızı hiç düşündünüz mü? Eğer Allah, bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını giderebilen kimseler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini engelleyebilen kimseler midirler? De ki: "Allah, bana yeter. Sonucu bırakanlar, yalnızca O'na sonucu bıraksınlar."

39,40De ki: "Ey toplumum! Siz bulunduğunuz yer üzere çalışın. Şüphesiz ben de çalışan biriyim. Artık kendisini rüsva edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı bir azabın kimin üzerine yerleşeceğini yakında bileceksiniz." [Zümer/38- 40]