Tegâbün

1) Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, Allah'ı her türlü noksanlıktan arındırır. Mülk yalnızca O'nundur, tüm övgüler de sadece O'nadır; başkası övülemez. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir.
2) O, sizi oluşturandır. Artık, kiminiz kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biridir, kiminiz mü'mindir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
3) Allah gökleri ve yeri hak ile oluşturdu ve sizi biçimlendirdi. -Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!- Ve dönüş yalnızca O'nadır.
4) O, göklerde ve yeryüzündeki şeyleri bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah, göğüslerin özünü de en iyi bilendir.
Gâyet açık ifadeleri içeren bu âyetlerde Allah, Kendisini tanıtmaktadır. Şöyle ki:

• Gökler ve yerdeki şeyler, Allah'ı tesbih eder.

• Mülk, yalnızca O'nundur.

• Hamd, sadece O'nadır.

• O, her şeye güç yetirendir.

• O, insanları yaratan, sonra kâfir ya da mü’min olmaları için özgür bırakandır.

• Allah, insanların yaptıklarını görendir.

• Allah, gökleri ve yeri hakk ile yaratmış ve insanı biçimlendirmiştir.

• Bu biçimlendirme de eşsiz güzelliktedir.

• Dönüş, yalnızca O'nadır.

• O, gökler ve yerdeki şeyleri bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir.

• Allah, göğüslerin özünü bilendir.

Bu âyetlerdeki insana yönelik ifadeler şu âyetlerde de geçmişti: İnfitâr/6-8, Mü’min/64, Tin/4-6.

2. âyette,
Artık kiminiz mü’mindir... ifadesiyle konu edilen inanç özgürlüğü, birçok âyette (En‘âm/35, Yûnus/99, En‘âm/149, Kehf/29, İnsan/2-3, Bakara/256) vurgulanmıştı.

3. âyetteki, varlıkların "hakk ile yaratılma"sı; onların, oyun-eğlence için boşuna yaratılmayıp bir amacı olduğuna işaret etmektedir:

38Ve Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri oyun oynayanlar olarak oluşturmadık.

39Biz, o ikisini sadece hak/gerçek ile oluşturduk. Fakat onların çoğu bilmiyorlar. [Duhân/38-39]

27Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna oluşturmadık. Bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı şu kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilerin vay hâline! [Sâd/27]

16Ve Biz göğü, yeryüzünü ve aralarındaki şeyleri, oyun oynayanlar olarak oluşturmadık.

17Eğer Biz, bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu Kendi katımızdan edinirdik, eğer Biz, yapanlar olsaydık. [Enbiyâ/16-17]

Ve En‘âm/73, Mü’minûn/115-116, Âl-i İmrân/190-194.

4. âyette, Allah'ın ilminin sınırsızlığına vurgu yapılmıştır. Bu vurgu ayrıca, En‘âm/59, Nisâ/108, Zâriyât/15-19, Hadîd/4, Mücâdele/7’da yapılmaktadır.

5) Önceden kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin haberi size gelmedi mi? İşte onlar, işlerinin vebalini tattılar. Onlar için acı bir azap da vardır.
6) Bu cezalandırma, kendilerine elçileri açık deliller ile geldiğinde: "Bir beşer mi bize yol gösterecek?" deyip de küfretmeleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye çalışmaları ve sırt çevirmeleri nedeniyledir. Allah, muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, övülmeye en iyi lâyık olandır.
7) Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler, kesinlikle diriltilmeyeceklerine yanlışça inandılar. De ki: "Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır."
8) Öyleyse, Allah'a, Elçisi'ne ve Bizim indirdiğimiz ışığa/Kur'ân'a inanın. Ve Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.
9) Toplanma günü için sizi toplayacağı gün; -işte o gün, karşılıklı aldatma/aldanma günü; kimin kimi aldattığının ortaya çıktığı gündür- kim Allah'a inanır ve sâlihi işlerse Allah, onun kötülüklerini örter ve onu, içinde sonsuza dek; ebedi kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur.
10) İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, içinde sürekli kalanlar olarak Ateş'in ashâbıdırlar. O, ne kötü dönüş yeridir!
Bu âyetlerde, geçmiş ümmetlerdeki inkârcıların itirazları ve âkıbetleri hatırlatılarak muhatap inkârcılar uyarılmaktadır.

Geçmişte küfredenlerin başlarına neler geldiği ilâhî mesajlarla size bildirildi, onların kalıntıları; ören yerleri de gözünüzün önündedir. Onlara azap edilmesinin nedeni,
elçileri açık deliller ile geldiğinde, Bir beşer mi bize yol gösterecek? deyip küfretmeleri ve sırt çevirmeleridir. İyi incelerseniz Allah'ın muhtaç olmadığını, sınırsız zenginliğe sahip olduğunu ve övülmeye layık olduğunu, elçi göndermesinin ve kitap indirmesinin sizin yararınıza olduğunu anlayabilirsiniz.

Bu uyarıdan sonra,
Şu inkâr eden kimseler, kesinlikle diriltilmeyeceklerine yanlışça inandılar buyurularak, sakat inançları bildirilip kâfirlere, Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır denilerek ikinci bir uyarı daha yapılıyor.

Bunların ardından da evrensel çağrı geliyor:
Öyleyse, Allah'a, Elçisi'ne ve Bizim indirdiğimiz nûra [ışığa] inanın. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır. Toplanma günü için sizi toplayacağı gün [zaman], –işte o gün, karşılıklı aldatma günüdür.– Kim Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, içinde sürekli kalanlar olarak ateş'in ashâbıdırlar. O, ne kötü dönüş yeridir!

Âyette, toplanma günü, "teğâbün günü" olarak nitelenmiştir. Teğâbün sözcüğü aslında ticarette yapılan aldatmalar/aldanmalar hakkında kullanılır. Âhiret için bu ifadenin kullanılmasının nedeni, "aldananın kim olduğunun o gün açığa çıkacak olmasıdır, ki kâfirler mü’minlerin, Allah'a ve âhirete inanmaları nedeniyle aldandıklarını, enayilik ettiklerini, hesap verme korkusuyla bir sürü nimetten, zevk ve sefadan mahrum yaşadıklarını ileri sürmektedirler.

Küfrü tercih etme, iman ve sâlihâtı işleme, Kur’ân'da bir tür ticaret olarak nitelendiğinden, anlatımda bu ifade ile yer almıştır:

16İşte onlar, doğru yol karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir de onların ticaretleri kâr etmedi ve onlar kılavuzlandıkları doğru yolu bulan kimseler olmadılar. [Bakara/16]

111,112Şüphesiz Allah, tevbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah'ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver! [Tevbe/111-112]

86İşte onlar, âhiret karşılığında basit dünya yaşamını satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar. [Bakara/86]

1-3Elif/1, Lâm/30, Râ/200. Bu Bizim, insanları Rablerinin izni/bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa; en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, övülen, övgüye lâyık bulunanın; göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler Kendisinin olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Ve dünya hayatını âhirete tercih eden, Allah'ın yolundan çeviren ve onun eğriliğini isteyen kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimselerin, şiddetli bir azaptan dolayı vay haline! İşte bunlar, çok uzak bir sapıklık içindedirler. [İbrâhîm/1-3]

Ve Nahl/107, Yâ-Sîn/47, Kamer/24, Mülk/9, Bakara/175, Nisâ/45, Furkân/41-42.

Gerçekten aldananın kim olduğunun ortaya çıkması nedeniyle mahşer gününe bu ad verilmiştir.

7. âyette,
Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır buyurularak bir ihtar yapılmıştır, ki bu ihtar daha evvel de yapılmıştı:

53Ve "O azap gerçek mi?" diye senden haber almak istiyorlar. De ki: "Evet. Rabbime andolsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz, âciz bırakanlar değilsiniz." [Yûnus/53]

3,4Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler: "Bize o kıyâmetin kopuş anı gelmeyecektir" dediler. De ki: "Evet, gelecektir. Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilen Rabbime andolsun ki iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan o kimselere –ki işte onlar kendileri için bir bağışlanma ve hatırı sayılır bir rızık olanlardır– karşılıklarını vermek için size kesinlikle gelecektir. O'ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi kesinlikle açık bir kitaptadır." [Sebe/3-4]

103Şüphesiz âhiret azabından korkan kimseler için bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. O, insanların kendisi için toplandığı bir gündür ve kesinlikle görülecek bir gündür. (Hûd/103)

Âhiretin gerekliliği ile ilgili Nahl sûresi'nin 38, 39. Ayetlerinin tahlilinde ayrıntılı bilgi verilmiştir. [Tebyin?????????]

11) İsabet eden her musibet, sadece Allah'ın bilgisi çerçevesinde isabet eder. Kim Allah'a inanırsa, Allah, onun kalbini kılavuzlar. Ve Allah her şeyi en iyi bilendir.
Bu âyette, insana isabet eden her musibetin Allah'ın izni/bilgisi çerçevesinde olduğu bildirilmektedir. İnsana isabet eden musibetin iki yönü vardır:

A) Kendi yaptıklarının karşılığı olması, ettiğini bulması:

* Sana iyilikten-güzellikten isabet eden şeyler, işte Allah'tandır. Sana kötülükten isabet eden şeyler de senin kendindendir. Ve Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. İyi bir tanık olarak da Allah yeter. [Nisâ/79]

* İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. [Rûm/41]


Ve Şûrâ/30, Zümer/51, Rûm/36, Zümer/48, Kasas/46-47.

B) Allah'ın denemeye yönelik olarak musibet vermesi:

* Ve de kesinlikle Biz, korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiklik ile sizi zayıf düşüreceğiz/imtihan edeceğiz. Kendilerine bir musibet geldiği zaman, "Biz şüphesiz Allah'a aidiz ve yalnız O'na döneceğiz" diyen şu sabredenlere de müjdele! İşte onlar; Rablerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, kılavuzlandıkları doğru yolu bulanların da ta kendisidir. [Bakara/155-157]

* İnsanlar, denenmeden, "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve andolsun ki Biz, onlardan öncekileri de saflaştırılmaları için ateşlere/sıkıntılara sokmuştuk. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da kesinlikle bildirecektir. [Ankebût/2-3]
12) Ve Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin. Artık yüz çevirirseniz bilin ki Elçimize düşen apaçık bir tebliğdir.
13) Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır. Artık mü'minler, sadece Allah'a işin sonucunu havale etsinler.
Bu âyetlerde, insanlara isabet eden musibetlerin Allah'ın izni ile olduğu bildirilmekte ve buna rağmen Allah; bu musibetlerden savaş, savaşta öldürülme, yaralanma, sakat kalma, mal kaybı, çocukların mağduriyeti vs. gibi şeylerin olabileceğini bilerek savaşı emretmekte ve bu durumda da Allah'a ve Elçi'ye itaat edilmesini, sebat gösterilmesini, tevekkül edilmesini istemektedir.

13. âyetteki, Artık mü’minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler ifadesiyle mü’minler, gönül rahatlığı ve samimiyetle Allah'a güvenmeye davet edilmektedir. Bu âyetin bir benzeri daha evvel geçmişti:

* O, doğunun ve batının; tüm yönlerin Rabbidir. O'ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O'nu vekil et; "tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan" olarak tanı! [Müzzemmil/9]
14) Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir.
15) Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. Allah ise, büyük ödül Kendi katında olandır.
16) O nedenle gücünüz yettiğince Allah'ın koruması altına girin, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak Allah yolunda harcamada bulunun/başta yakınlarınız olmak üzere başkalarının nafakalarını temin edin. Kim de benliğinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir.
17,18) Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Ve Allah, en iyi karşılık ödeyen, çok yumuşak davranan, görüleni ve görülmeyeni bilendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Bu paragraf, bir beyânname niteliğinde olup mü’minleri eş, evlat ve mal nedeniyle aldanarak hakktan ayrılmamaları konusunda uyarmaktadır: Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız bir fitnedir. Allah ise, büyük ecir Kendi katında olandır. O nedenle gücünüz yettiğince Allah'a takvâlı davranın, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de nefsinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir. Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Ve Allah, en iyi karşılık ödeyen, çok yumuşak davranan, görülebileni ve görülmeyeni bilendir, azîz'dir, hakîm'dir.

14. âyetteki, Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir ifadesiyle, mü’minlerin en yakınlarının düşman olabileceği, bu nedenle ihtiyatlı olmaları gerektiği bildirilmektedir.

Bu âyetlerin iniş sebebine dair şu nakledilmiştir:

Yüce Allah'ın, Ey iman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. O hâlde onlardan sakının buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbâs şöyle demektedir: "Bu âyet-i kerîme Medîne'de Eşcalı Avf b. Mâlik hakkında inmiştir. Peygamber'e (s.a) hanımının ve çocuklarının kendisine karşı katı davrandıklarından şikâyet edince, bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur."[Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân; Taberî.]

17. âyete,
Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar buyurularak infak görevi, Allah'a güzel bir ödünç verme olarak nitelenmiş ve böylece Allah yolunda infak edenler onurlandırılmıştır, ki bu başka âyetlerde de zikredilmiştir: Bakara/245, Hadîd/11, Hadîd/18, Müzzemmil/20.

İsrâîloğulları, yapılacak infakın, "Allah'a güzel bir ödünç" olduğunu umursamamış ve felakete sürüklenmişlerdir:

12Ve andolsun ki Allah, İsrâîloğulları'nın sağlam sözünü almıştı. Ve Biz, kendilerinden on iki müfettiş/başkan göndermiştik. Ve Allah demişti ki: "Ben, kesinlikle sizinle beraberim. Salâtı ikame eder [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutar], zekâtı/verginizi verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz, andolsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur." [Mâide/12]