Zuhruf

1) Hâ/8, Mîm/40.[#268]
Surenin birinci ayeti "ح Ha" ve "م Mim" kesik harflerinden oluşmuştur. Kesik harflerle ilgili kanaatimizi bundan evvelki surelerde geçen mukatta’ harfleri vesilesiyle daha önce de birçok kez dile getirmiştik. Kısaca hatırlatmak gerekirse; bu harflerin anlamı henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Bir anlamları olabileceği gibi, Kur’an’ın korunmasına yönelik birer öge veya dikkat çekmek için kullanılmış birer edat olmaları da mümkündür.

Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, "Ha, Mim" kesik harfleri ile ilgili olarak da geçmişte bir takım yakıştırmalar yapılmıştır. [Bu yakıştırmalar için aynı ciltte bulunan Gafir/1’in tahliline bakılabilir.]
2,3) Apaçık/açıklayan kitap kanıttır ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir okuma yaptık.
4) Ve şüphesiz Kur'ân, Bizim nezdimizdeki ana kaynakta gerçekten çok yücedir ve yasalar içermektedir, sağlamdır/bozulması engellenmiştir.
Surenin girişindeki bu ayetlerde Kur’an üzerinde durulmuş, Kur’an’ın Arapça indirilme nedeni açıklanmış ve Kur’an’ın konumu bildirilmiştir. Böylece müşriklerin zihinlerindeki "Kur’an’ı Muhammed kendisi uyduruyor" şeklindeki iddialar ve şüpheler bertaraf edilmek istenmiştir.

Ayette Kur’an "aklı kullanma"ya referans gösterilmiştir. Kur’an’ı inceleyen herkes Kur’an’ın aklı çalıştırdığını, insanı rüşde erdirdiğini kabul eder.

Ayetteki " عربيًّArabiyyen" sözcüğü, Kur’an’ın hem Elçi’ye kendi kavminin diliyle indirilmiş olmasını, hem de Kur’an’ı teşkil eden sözlerin ses ve mana kusurlarından arınmış olmasını, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması gibi üstün özelliklere sahip olduğunu ifade etmektedir.

Zaten bir kitabın okunup anlaşılması da bu iki temel özelliğe sahip olmasına bağlıdır. Yabancı dildeki bir kitabı o dili bilmeyenlerin anlaması mümkün olmadığı gibi, kullanılan dilin düzgün, açık ve anlaşılır olmaması da aynı sonucu doğurur. Kur’an olumlu anlamda her iki özelliğe de sahip bir kitaptır. Herşeyden önce dili Arapçadır. Kur’an’ın ilk muhatabı olan Arap toplumundan biri çıkıp da "Yabancı bir dilde geldiği için biz bu kitabı anlamıyoruz, doğru olup olmadığına karar veremiyoruz" diye bir mazeret öne sürmesi söz konusu olamaz. Bir toplumun diliyle de olsa, düzensiz, nizamsız, karmakarışık kitaplar da anlaşılmaz. Kur’an bu yönüyle de üstün bir niteliğe sahiptir. Kur’an’ı okuyanlar onun açık, anlaşılır, misallerle dolu mükemmel anlatımını rahatlıkla müşahede ederler.

Bu ayetlerde ayrıca Kitap’ta anlaşılmayacak herhangi bir ayetin bulunmadığı da açıklanmış olmaktadır.

44Ve eğer Biz o öğüdü/Kur’ân'ı yabancı dilde bir okuma yapsaydık, elbette onlar: "Âyetleri ayrıntılı olarak verilmeli değil miydi? Yabancı dil mi, Arapça mı!" diyeceklerdi. De ki: "O, iman eden kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır." İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o Öğüt/Kur’ân, onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir. [Fussılet/44]

155-157Ve Kur’ân, "Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk" veya "Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. [En’am/155-157]

4. ayette Kur’an ile ilgili olarak "... Bizim nezdimizdeki ana kitap ..." ifadesi kullanılmıştır. Bu ifade Rabbimizin Ana kaynağa; Kelâm; Yani sonsuz bilgisine, sonsuz hafızasına, sonsuz vahy gönderme sıfatına bir işarettir. Bu husus Kur’an’da birkaç değişik şekilde ifade edilmiştir:

75Artık hayır. Necmleri/her indirilmede gelen âyetlerin yerlerini/zamanlarını; inişini kanıt gösteririm ki –76ve eğer bilirseniz bu büyük bir kanıt gösterimidir–, 77hiç kuşkusuz o, şerefli Kur’ân'dır. 78Saklanmış/korunmuş bir kitaptadır. 79Ona zihinsel olarak temizlenmişlerden başkası temas edemez. 80O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. [Vakıa/75- 80]

21,22Aksine o, korunmuş levhada şerefli bir Kur’ân'dır. [Buruc/21, 22]

5) Peki, Biz, siz gerçeği eksik gösteren bir toplum oldunuz diye o Öğüt'ü/Kur'ân'ı size göndermekten vaz mı geçelim?
60) Ve eğer Biz, dileseydik, sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yapardık.[#269]
Bu ayetlerde Rabbimizin rahmetinin sınırsızlığı gözler önüne serilmektedir. Şöyle ki: Şirk koşan kullar nankörlük ettiler, saygısızlık yaptılar, akıllarını başlarına almıyorlar, haddi aşan davranışlarda bulunuyorlar diye Rabbimiz onlara öğüt göndermekten vaz geçmemekte, sürekli olarak onlara uyarı mesajları yollamaktadır. 5. ayet sanki müşriklerin Resulullah’a "Bütün bunlardan sonra kendini neden yoruyorsun, niçin bizden umudunu kesmiyorsun, niçin bizi kendi halimize bırakmıyorsun?" şeklindeki sitemlerine verilmiş bir cevap mahiyetindedir.

Böyle bir ısrar insanlar arasındaki ilişkide olsa, "Bırakın ne halleri varsa görsünler!" denilir, uğraşmaktan vazgeçilir. Ne var ki, Rabbimiz böyle yapmamakta, haddi aşan kullarını uyarmayı bıkmadan sürdürmektedir.

Bu ifadeyi şöyle bir anlama çekmek de mümkündür:

"Siz, başıboş; istediğinizle baş başa bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Hayır, hayır! Sizi başıboş bırakmıyoruz. İnanmanız ve yapmanız gerekenleri ısrarla önünüze koyacağız. Sonra da bunların hesabını sizden soracağız."

Buradan anlaşılıyor ki, tevhid tebliğcileri yılmadan, usanmadan, çalışmalarını kesintiye uğratmadan görevlerini sürdürmeli, neticeyi de Allah’a bırakmalıdırlar.
6,7,8) Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olanları yakalayarak değişime/yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti.
Bu ayetler bir bakıma 5. ayette sorulan sorunun cevabı niteliğindedir. Söz konusu ayette Rabbimiz "... haddi aşan bir kavim oldunuz diye o zikiri [öğüt dolu Kur’an’ı] size göndermekten vaz mı geçelim?"diye sormuştu. Şimdi de zımnen "bu engellemeler, karşı koymalar, yalanlamalar kitaplar indirmemizi ve peygamberler göndermemizi engelleyecek olsaydı, bu güne kadar ne bir peygamber gönderilir, ne de bir kitab indirilmiş olurdu" mesajı verilmektedir.

Bu ayetler aynı zamanda Resulullah’ı teselli, müşrikleri ise tehdit eden bir mesaj taşımaktadır. Şöyle ki: Resulullah’a karşı çıkan, onu ve getirdiği mesajı alaya alarak haddi aşan Mekkelilere dolaylı olarak "Siz de öncekiler gbi inadı sürdürerek şirkte, yalanlamada devam ederseniz, sizden evvelki, sizden daha güçlü müşrik, yalanlayıcı toplumları helâk ettiğimiz gibi sizi de helâk ediveririz" denilmektedir.

Bilindiği üzere, Rabbimiz, uyarı amaçlı olarak geçmişten sürekli örnekler vermektedir:

39Ve Biz onların hepsine örnekler verdik ve hepsini kırdık geçirdik. [Furkan/39]

44,45Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım." derler. –Daha önce siz, sizin için bitişin/tükenişin/yok oluşun olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, şirk koşarak kendilerine haksızlık edenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.– [İbrahim/44,45]

47Ve her önderli toplum için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında adalet gerçekleştirilmiştir. Ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar. [Yunus/47]

Ve Duhan/25, Mü’min/82, Zuhruf/55, 56, Mü’min/85, Ahzab/62.
9) Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara: "Gökleri ve yeri kim oluşturdu?" diye sorsan, kesinlikle: "Onları en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, çok iyi bilen oluşturdu" diyeceklerdir.
Bu ayette müşriklerin Allah hakkındaki tutarsızlıkları sergilenmektedir. Şöyle ki: "Gökleri ve yeryüzünü kim yarattı" diye sorulduğunda hiç tereddüt etmeden "Onları Azîz, Alîm yarattı" diye cevap veren müşrikler aslında Allah’ı tanıyıp kabul ettiklerini ifade etmiş olmaktadırlar. Ne var ki, O’nun sadece yaratan, sonra da kendi köşesine çekilip yarattıklarını kendi hallerine bırakan bir güç olduğunu varsaymak suretiyle Allah’ın rabliğini reddetmiş olmaktadırlar. Allah’ın yaratma sıfatını kabul ettikten sonra, yarattığı hiçbir varlığı başıboş bırakmayacağını ve evrendeki tüm oluşumların O’nun programlamasıyla gerçekleştiğini kabul etmemek, Allah’ı gereği gibi tanımamak demektir. Allah’ı gereği gibi tanımamış olmak ise O’na inanmamakla eşdeğer bir tutumdur. Allah’ı kabul edip rabliğini kabul etmemek tutarsız bir yaklaşımdır. Bu tutarsızlığın varıp dayandığı en sapkın düşünce ise Allah’ın yarattığı kullarını kendisine döndürmeyeceği varsayımıdır.

İşte, bu ayetlerden sonra gelen 10-14. ayetler Allah’ın evreni yarattıktan sonraki rabliğini, yani onları sürekli kontrol altında tuttuğunu, vekilliğini anlatmaktadır. Buna rağmen aklını kullanmayanların Allah ile birlikte O’nun astlarından putlara ve Allah'a denk saydıklarına tapınmakta oldukları bildirilmektedir.

* Yine andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim oluşturdu?" diye sorsan, kesin "Allah" diyeceklerdir. De ki: "Tüm övgüler, Allah'adır; başkası övülemez!" Aslında onların çoğu bilmezler. [Lokman/25]

* Yine andolsun ki onlara sorsan: "Gökleri ve yeri kim oluşturdu, güneşi ve ay'ı kim kontrol altına aldı/kulların yararlanacağı yapı ve özellikte kim yarattı?" Kesinlikle, "Allah" diyeceklerdir. O hâlde nasıl çevriliyorlar? [Ankebut/61]

* Ve sen, gerçekten onlara: "O gökleri ve yeri kim oluşturdu?" diye sormuş olsan, kesinlikle "Allah!" diyeceklerdir. De ki: "Öyleyse Allah'ın astlarından çağırdıklarınızı hiç düşündünüz mü? Eğer Allah, bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını giderebilen kimseler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini engelleyebilen kimseler midirler? De ki: "Allah, bana yeter. Sonucu bırakanlar, yalnızca O'na sonucu bıraksınlar." [Zümer/38]

* Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: "Allah" derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar! [Zuhruf/87]
10) O Allah ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı. Orada kılavuzlandığınız doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da yaptı.
11) Ve O Allah ki, suyu gökten belli bir ölçü ile indirdi. Sonra Biz, onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz, böyle çıkarılacaksınız.
12,13,14) Ve O, bütün eşleri oluşturdu ve siz onların sırtına binip üzerlerine yerleşirsiniz. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak: "Bunları bizim hizmetimize veren/bunları yararlanacağımız özelliklerde yaratan Allah eksikliklerden arınıktır. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz" diyesiniz diye sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti.
Bu ayet gurubunda Rabbimiz Kendisini yaratıcı olarak tanıyıp da "Rabb" olarak tanımayan müşriklere Rabliğinin göstergelerini saymakta ve onları Rabliğini kabule davet etmektedir. Bu yapılırken de müşriklerin çevresindeki en dikkat çekici tasarruflara değinilmektedir.

Rabbimizin bu ayetlerde ön plana çıkarılan sıfatları şunlardır:

* Yeryüzünü sizin için bir beşik kılan

* Orada doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da kılan

* Suyu gökten belli bir ölçü ile indiren

* Ölü bir beldeyi canlandıran

* Bütün çiftleri [eşleri] yaratan

* Onların sırtına binip üzerlerine yerleştiren

* Üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak: "Bunları bizim hizmetimize veren Allah eksikliklerden münezzehtir. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz" diyesiniz diye gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri kılan

* Allah’ın yenilmezliği ve her şeyi en iyi bilen oluşu.

Bunlardan ilki, Rabbimizin yeryüzünü insanlar için bir beşik kılmış olmasıdır. Öyle bir beşik ki, insanlar o beşik içerisinde rahat rahat hayatlarını sürdürmektedirler. Beşik nasıl bebekler için rahat ve uygun bir istirahat yeriyse, yeryüzü de insanlar için öyledir.

10. ayette yer alan "birtakım yollar" ifadesinin Ta Ha/53, 54’ün delaletiyle "bir takım geçim yolları" olarak anlaşılması da mümkündür.

53O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir" 52dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! [TaHa/53, 54]

Rabbimiz suyu da gökten ölçü ile indirmekte ve onunla hayatın idamesini sağlamaktadır.

57Ve O, hatırlarsınız/öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/dağıtıcılar/yayıcılar olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. 58Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/bilgisiyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız. [Araf/57]

Ayette konu edilen "bütün çiftler", evrendeki tüm varlıkların çiftler halinde yaratılmış olduğu gerçeğini ifade etmektedir. "Tatlı-ekşi, beyaz-siyah, erkek-dişi, üst-alt, sağ-sol, ön-arka, mazi-müstakbel, zât-sıfat, yaz-kış ve ilkbahar-sonbahar, kış-yaz, gece-gündüz, yer-gök, cennet-cehennem, hayır-şer, iman-küfür, fayda-zarar, fakirlik-zenginlik, sağlık-hastalık ... gibi çiftler buna örnektir. Varlıkların çift oluşu, onların bir yaratan tarafından yaratılmış olduklarının kanıtıdır.

1-4Gerçeği örtbas etmenin, Allah'a ortak kabul etmenin, cahilliğin parçalanışını, on gece Peygamber'in bilgilendirilişini, Allah-kul ilişkisini ve gerçeği örtbas etmenin, Allah'a ortak kabul etmenin, cahilliğin gitmeye yüz tutuşunu kanıt gösteririm ki şüphesiz ki 14Rabbin gözetlemektedir. 5İşte bunlarda, akıl sahibi için güçlü-ikna edici, inandırıcı bir anlatım vardır. [Fecr/1- 4):]

7,8Ve Biz, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona öğüt olarak yeri yayıp döşedik ve ona sabit dağlar bıraktık. Orada görünüşü iç açıcı-göz alıcı her çiftten bitkiler bitirdik, [Kaf/7]

10Allah, gökleri dayanak olmadan oluşturmuştur, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de, size sofra hazırlasın diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve oralarda irili-ufaklı her canlıdan türetip yayıverdi. Ve Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her değerli çiftten bitki bitirdik. [Lokman/10]
15) Ve onlar, O'nun için Kendi kullarından bir parça kabüllendiler. Şüphesiz şu insan kesinlikle apaçık bir nankördür.
16) Yoksa O, oluşturduklarından kızlar edindi de oğulları size mi seçti?
17) Onlardan biri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] yakıştırdığı/kız ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir. Ve o, yutkunup duran biridir.
18) -Süsler içinde; zengin, konforlu bir hayat sürerek tartışmalarda açıkça ortada olmayan, tezini savunamayan; bilgisiz, bilinçsiz, korkak erkek kişi mi bu saçmalığı ortaya atıyor?-
19) Onlar Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi saydılar. Onlar, onların oluşturuluşuna tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.
20) Ve onlar: "Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] dileseydi, biz onlara tapmazdık" dediler. Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar.
Bu ayet gurubunda, kadın ve kızları erkek çocuklarından aşağı gören müşriklerin dinleri adına nasıl tutarsız davrandıklarına değinilmektedir. Bu tutarsızlık, kendilerine oğlan çocuklarını lâyık gören müşriklerin güya dinî bir hava vererek Allah’a kız çocuklar isnat etmeleriydi. O günkü müşrikler kızları kendilerine uygun görmez, kız çocuğu sahibi olduklarını öğrendiklerinde son derece rahatsız olurlardı. Onların kendilerine oğlanları lâyık görüp de kız çocuklarını Allah’a izafe etmeleri hayret edilecek bir tutumdu. Ayette bu tutumlarının yanlışlığına dikkat çekilerek Allah’ın böyle nitelendirilmeden münezzeh olduğu vurgulanmaktadır.

58Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. [Nahl/58]

21Erkek sizin için, dişi Allah için mi? 22İşte bu, bu şekilde olursa, eksik/haksız bir bölüştürmedir. [Necm/21, 22]

18. âyetteki "mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücadelede apaçık olmayanı" ifadesi ile "yumuşak, nazik, süslenmeyi seven ve yaratılış olarak bedenen zayıf; savaş meydanlarına çıkmayan kız çocuklarının kastedildiği ileri sürülür. Bu anlayış, çok yanlış bir kabuldür. Zira, ayette açıkça konu edilen kişinin er kişi olduğu "هُو hüve (eril)" zamiriyle de pekiştirilmiştir. Burada işaret edilen kişi/kişiler, daha evvel En’âm/100, 101’de "Ve onlar, görünmez güç ve varlıkları Allah'a ortaklar kıldılar. Hâlbuki onları O oluşturmuştur. Bilgileri olmadan da oğullar, kızlar uydurdular. –O'nun şanı onların nitelediği şeylerden arınık ve yücedir.– O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun sahibesi/eşi olmadığı hâlde, nasıl olur da O'nun çocuğu olur? Ve O, her şeyi oluşturmuştur. Ve O, her şeyi en iyi bilendir." diye bilgi verilenlerdir.

On sekizinci ayetteki "-Süsler içinde; zengin, konforlu bir hayat sürerek tartışmalarda açıkça ortada olmayan, tezini savunamayan; bilgisiz, bilinçsiz, korkak erkek kişi" ifadesiyle kastedilen o dönemin sözde itibarlı, soylu kişileridir. 53. ayette Firavun’un Musa hakkındaki "Hem onun üzerine altın bilezikler atılmalı" şeklindeki sözünden de anlaşılacağı üzere, bu şekilde süslenmenin o dönemdeki soylu kimselerin âdeti olmasından dolayıdır. Firavun ve çevresindeki yakınları o dönemde bu tür altın bileziklerle süslü idiler. Çünkü altın takılarla süslenmek, o dönemin kültüründe bir soyluluk nişanesi idi.

Ve bu ayet parantez bir ifade olup En’âm/100, 101, 116-146 ve Saffât/149 – 160. âyetlerde ayrıntılı olarak yer alan müşriklerin (özellikle de Cuheyne, Huzaa, Benî Muleyh, Benî Seleme ve Abdudüddar Oğulları) zavallılıklarını açıklamaktadır. Bunlarla ilgili, Saffât suresinde de şöyle bilgi verilmişti.

149Şimdi sor onlara: Kız çocuklar Rabbinin, oğlan çocuklar onların mı?

150Yoksa Biz melekleri dişi oluşturmuşuz, onlar da şâhitler miymiş?

151,152Gözünüzü açın! Onlar, şüphesiz uydurdukları iftiralarından dolayı "Kesinlikle Allah doğurdu" diyorlar. Ve hiç şüphesiz onlar, kesinlikle yalancıdırlar.

153Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş?

154Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

155Hâlâ düşünmüyor musunuz?

156Yoksa sizin için açık bir güç mü/kanıt mı var?

157O hâlde, eğer doğru kimseler iseniz getirin kitabınızı.

158Ve onlar, Allah ile gizli güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. Oysa andolsun, gizli güçler kendilerinin kesinlikle hazır edilenler/mahşerde toplananlar olduklarını bilirler.

159Allah, onların nitelediği şeylerden arınıktır.

160Ancak Allah'ın arıtılmış kulları Allah'ı böyle ortak kabulü ile nitelemezler.–

Ayrıca En’âm/116-146’ya da bakılmalıdır.

Bu müşrik kesimin kız çocukları hakkındaki görüşleri birçok ayette yer almıştır.

57Ve onlar, Allah'a kızlar isnat ediyorlar. –Allah, bundan arınıktır.– Kendileri için de iştahlandıkları oğlan çocukları vardır.

58Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir.

59Kendisine verilen haberin kötülüğü dolayısıyla toplumundan gizlenir; aşağılık ve horluğa rağmen kızı yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin, onların verdikleri hüküm/töreleri ne kötüdür! [Nahl/57- 59]

136Ve onlar, Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a bir pay ayırdılar da kendi sapık inançlarına göre, "Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir" dediler. İşte, ortakları için olan pay Allah'a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür! [En’am/136]

21Erkek sizin için, dişi Allah için mi? 22İşte bu, bu şekilde olursa, eksik/haksız bir bölüştürmedir. [Necm/21- 22]

45Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, "Biz Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?" [Zuhruf/45]

20. ayette yer alan "Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık" ifadesinden müşriklerin yine kusuru Allah’a buldukları anlaşılmaktadır. Müşriklerin sıkışınca böyle bahanelere sıkça başvurdukları birçok ayette dile getirilmiştir:

47Onlara: "Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcamada bulunun" denildiği zaman da kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş o kişiler, şu iman etmiş kişiler için: "Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz" dediler. [Ya Sin/47]

148Allah'a ortak koşan kimseler diyecekler ki: "Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: "Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz." [En’am/148]

27,28Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. [Zümer/27, 28]
21) Yoksa Biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de şimdi onlar, ona mı tutunuyorlar?
Bu ayette, müşriklerin Allah’ın Rabb oluşunu kabul etmeyerek yerde ve gökte işleri idare eden bir takım sahte rabler edinmelerine ve melekleri dişi varlıklar kabul ederek onların Allah’ın kızları olduğuna inanmalarının ilahi bir kaynağa dayanmadığına işaret edilmektedir.

* Yoksa Biz, onlara bir delil indirmişiz de o delil, onların Allah'a ortak koştukları şeyleri mi söylüyor? [Rûm/35]

Görüldüğü gibi, aynı mesajı içeren Rûm/35’teki sorunun cevabı da yine "onların elinde o inançları içeren Allah’tan gelmiş bir kitap bulunmuyor" şeklinde olup müşriklerin bu yanlış tutumu açıkça reddedilmektedir.
22) Aksine, onlar: "Şüphesiz biz atalarımızı bu önderli toplum üzerinde bulduk, biz de onların izleri üzerinde kılavuzlandığımız doğruya erdirilmiş kimseleriz" dediler.
Bu ayette yine müşriklerin taklide sarılarak atalarının yolunu bahane etmelerinin yanlış inanışlara kapılmalarının kaynağı olduğu açıklanmakta ve bu akılsızca tutumları eleştirilmektedir:

* Ve onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiği vakit, "Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız" dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi? [Bakara/170]

* Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin" dendiği zaman: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" dediler. Ataları bir şey bilmeyen ve kılavuzlanan doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı? [Maide/104]

* Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine tâbi olun!" dendiği zaman: "Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" dediler. Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse! [Lokman/21]

* Ve onlar bir iğrençlik yaptıkları zaman, "Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti" derler. De ki: "Allah iğrençliği emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" [A'raf/28]
23) Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri: "Şüphesiz biz, atalarımızı bir önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız" demişlerdi.
24) Gönderilen uyarıcı; "Eğer size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmişsem de mi?" dedi. Onlar: "Şüphesiz biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi bilerek reddedenleriz/inanmayanlarız" dediler.
23. ayette geçen "Ümmet" sözcüğü, terim olarak "kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk neticesinde aynı zamanda aynı yerde bulunan; iyi ya da kötü aynı inanca sahip olan; aynı amacı gütme neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğu" demektir.

* Senin için senden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz senin Rabbin kesinlikle bağışlama sahibidir ve acı veren bir azabın sahibidir. [Fussilet/43]

* Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde Bana kulluk edin. [Enbiya/92]


Yine 23. ayetteki "... oranın şımarık varlıklı kimseleri ..." ifadesinde sözü edilenler "mütref" kimselerdir. Bu şımarık zenginler grubu, mevcut sistemin sayesinde semirip zenginlik ve refah içinde olduklarından, sistemlerinin yıkılmasını asla arzu etmezler. Peygamberlerin dile getirdiği düşünceler kabul gördüğü ve yayıldığı takdirde mevcut sistemin yıkılacağını, paralarından, pullarından, kapılarındaki kullarından olacaklarını iyi bilirler. Bu nedenle de elçilere şiddetle karşı çıkarlar, onların en azılı düşmanı kesilirler.

"Mütref", "nimet ve rahat yaşamın şımarttığı, azdırdığı kişi" demektir. [Lisanü’l Arab; c. 1, s. 605, "trf" mad.] Peygamberlerin Allah’tan getirdikleri mesajların tebliğine ilk karşı çıkanların daima servet, nüfuz ve yetki sahibi olan zengin kimseler [mütref, mele, ekâbir] olduğu gerçeği Kur’an’da pek çok kez vurgulanmıştır.
25,26,27,28) Bunun üzerine Biz de onları yakaladık, cezalandırmak sûretiyle adaleti sağladık. Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak! -Ve hani bir zamanlar İbrâhîm babasına ve toplumuna: "Şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. -Beni yoktan yaratan ayrı.- Şüphesiz ki artık O, beni doğru yola iletecektir" dedi. İbrâhîm bu sözü, onların dönmesi; Allah'ın ilkelerine uygun hareket etmeleri için ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı.-
25Bunun üzerine Biz de onları yakaladık, cezalandırmak sûretiyle adaleti sağladık. Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!

Bu ayette, atalarından gördükleri sapık zihniyeti ısrarla sürdüren bir toplumda yaşayıp da konumlarının sarsılmamasını isteyen mütref kesimlerin karşılaşacağı kötü akıbet bildirilmektedir. Bu kesimin mensupları, iflâs etme, maldan mülkten olma, esir düşme, iktidardan olma gibi sonuçlarla karşılaşacaklardır.

Bunların durumu ilk olarak Hümeze suresinde teşhir edilmişti:

1Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline!

2,3O ki, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan/tekrar tekrar sayandır.

4Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır.

5Hutame'nin ne olduğunu sana ne bildirdi?

6,7O, Allah'ın, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkan, tutuşturulmuş bir ateşidir.

8,9O, uzatılmış direkler içinde, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır. [Hümeze Suresi]

Rabbimizin 25. ayetteki "
Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!" emriyle müminlere bu ekâbir takımının akıbetlerinin araştırılması, hayatlarının tüm yönleriyle ortaya çıkarılması görevi verilmektedir.

–26,27Ve hani bir zamanlar İbrâhîm babasına ve toplumuna: "Şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. –Beni yoktan yaratan ayrı.– Şüphesiz ki artık O, beni doğru yola iletecektir" dedi. 28İbrâhîm bu sözü, onların dönmesi; Allah’ın ilkelerine uygun hareket etmeleri için ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı.–

Bu ayetlerde, atalar dininden vazgeçmeyen ve şirkte ısrar edenlerin Allah’ın cezalandırmasına, adaleti sağlamasına ilk somut örnek İbrahim peygamber ve kavmi gösterilmiştir. Ancak Saffat suresinde olduğu gibi olaylara çok kısa olarak işaret edilip geçilmiştir.

İbrahim (as), atalar dinine sımsıkı sarılmış bir toplumda doğmuş, genç yaşında hakkı kavrar kavramaz atalar dinini terk etmiştir. Konumu olan ayetlerde İbrahim peygamberden söz edilerek Mekkeli müşriklere şöyle bir mesaj da verilmektedir: "Eğer babalarını, atalarını taklit etmek istiyorlarsa, işte en büyük babalarının, atalarının tavrı! Ona tutunsunlar ve içinde bulundukları sapıklıklardan vazgeçsinler."

İbrahim peygamberin kendi kavmi ile giriştiği tevhid mücadelesi, En’am (En’am/74- 85), Enbiya (Enbiya/51-70) ve Saffat (Saffat/83-98) surelerinde yer almıştır.

28. ayette geçen "O [İbrahim], bunu [bu sözü], onların dönmesi için ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı" ifadesini iyi anlamak için İbrahim peygamberin bir önceki ayette nakledilen sözünü hatırlayalım: İbrahim "Şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. -Beni yaratan ayrı.- Şüphesiz ki artık O, beni doğru yola iletecektir" demişti. 28. ayette devamlı kalacağı bildirilen söz işte budur. İbrahim peygamber bu sözü kendisinden sonra şirk içinde bulunanlar beni örnek alır da Allah'tan başkasına ibadet etmekten tevbe ederler" ümidi ile söylemiştir.
29) Tam tersi, Ben bunları da atalarını da kendilerine hak/gerçek ve açıklayıcı bir elçi gelinceye kadar kazançlandırdım.
30) Ve hak/gerçek kendilerine geldiği zaman onlar: "Bu, bir büyüdür ve şüphesiz biz onu bilerek reddedenleriz/inanmayanlarız" dediler.
31) Yine onlar: "Bu Kur'ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler.
32) Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
Bu ayetlerde, eski dönemlerdeki müşriklerin cezalandırılışı anlatıldıktan sonra o güne kadar cezalandırılmayan müşrik Arapların takındığı yanlış tutuma değinilmektedir. Çünkü onlar "hakk/gerçek kendilerine geldiği zaman: ‘Bu, bir büyüdür ve şüphesiz biz onu inkâr edenleriz" dedikleri gibi, "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" diyerek kendilerini uyaran son peygambere karşı çıkmışlardır.

Mekkeli müşriklerin durumu şu ayetlerde de dile getirilmiştir:

6-8Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler: "İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden, kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/Kitap aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?" –Aksine onlar Benim öğüdümden/Kur’ân'dan yetersiz bilgi içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.– [Sad/6- 8]

42,43Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan/onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da bulamazsın. [Fatır/42, 43]

89Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı doğrulayan bir kitap; Kur’an gelince de –ki bunlar daha önceleri kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu kendileri örttüler. Artık Allah'ın dışlaması/rahmetinden mahrum bırakması, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir. [Bakara/89]

Klâsik kaynaklarda [Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an] yer aldığına göre, burada konu edilen iki şehir Mekke ile Taif’tir. İki adam ise Mekke’den Ebu Cehil'in amcası el-Velid b. el-Muğire b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum ile Taif'ten Ebu Mesud Urve b. Mesud es-Sakafî’dir.

Rabbimiz müşriklerin bu düşünceleri üzerine "
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?" buyurmuştur. Yani onlara "peygamberliği, elçiliği onlar mı paylaştırıyorlar da onu kendi istedikleri kimseye vermeye kalkıyorlar?" diye cevap verilmiştir.

Yine Rabbimiz 32. ayette "
Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık, Biz... Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik" buyurmuştur. Bu ifade, hayattaki ast-üst ilişkisinin toplumsal yaşama konulan bir yasa olduğunu göstermektedir. Burada konu edilen derecelerle yükseltme, "keramet; üstünlük, saygınlık" değildir. Ekonomik güç, akıl, zekâ, anlayış, bilgi-bilgisizlik gibi yönlerden olan farklılıklardır. Herkesin ekonomik güç, zekâ, anlayış bakımından eşit olduğu bir ortamda işçi bulmak mümkün olmaz; işçinin olmadığı ortamlarda ise hayat durur.

Dünyalık dereceler imrenilecek, göz dikilecek şeyler değildir:

131Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. [Ta Ha/131]

88,89Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere; mal ve servete heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve: "Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim" de. [Hıcr/88, 89]

33,34,35) Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden /inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler içindir.
Bu ayetlerde insanların birbiri üzerine derecelerle yüksek kılınmasının bir başka gerekçesi açıklanmaktadır.

Rabbimiz, eğer dünya sevgisi kalplere baskın gelip de bu durum insanları küfre iterek hepsini tek bir küfür toplumu haline getirmeyecek olsaydı, "
evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. Ve onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapar,onları lüks içinde yaşatırdık" buyurmuştur. Bu ifadeyle insanın lüksü, refahı arttıkça şımardığı, azgınlaştığı ortaya konmaktadır. Doğrudan "toplum" denilmeyip de "ümmet [önderli toplum]" denilmesinin nedeni, birilerinin ortaya çıkıp insanları yanlış yöne yönlendireceği; onların da bu önderlerin arkasına takılarak lüks yaşam nedeniyle küfrü tercih edecekleri gerçeğidir.

27Ve eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı/döşeseydi [bol bol verseydi], kesinlikle yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Velâkin Allah dilediğini belli bir ölçüye göre indiriyor. Şüphesiz ki O, kullarından en çok haberi olandır, en iyi görendir. (Şûra/27)

İnsanın aslında zayıf yaratıldığı; bundan dolayı da zenginleşince azma, sıkıntıda ise bunalma riskiyle karşı karşıya olduğu daha evvel birçok ayette açıklanmıştı:

28Allah, sizden hafifletmek istiyor. Ve şüphesiz insan çok zayıf oluşturulmuştur. [Nisa/28]

6-8Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendisini yeterli gördüğünde, kesinlikle azar.. [Alak/6- 8]

14Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!– [Neml/14]

Kur’an, dünyadaki lüks yaşamın, altın ve gümüş gibi değerlerin bu dünyaya ait basit, önemsiz kazanımlar olduğunu; asıl kazancın ahirete yönelik olduğunu, bu nedenle de zenginliğin, lüks yaşamın insanı azdırmaması, yoldan çıkarmaması gerektiğini ihtar etmekte ve toplumu bu yönde yönlendirenlerin arkasına düşülmemesini istenmektedir.
36,37) Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona ceza olarak bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/yandaştır; ve şüphesiz ki yandaşlar/akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar.
38) Sonunda Bize gelince: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı" der. -Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/yandaştır!-
39) Ve bugün pişmanlık duymanız size hiçbir yarar sağlamayacak. Siz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptığınız zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız.
Bu ayetlerde, çevreden gösterilen binlerce ayete karşı bakarkörlük yapıp Allah’ın öğütlerine kör gibi davranan kişiye bu halini sürdürmesi için şeytanın musallat olacağı, şeytanın o kişiye yaptıklarının doğru ve haklı olduğu yönünde dalkavukluk edeceği, böylece şeytanın o kişiyi tüm yanlış iş ve davranışlarında teşvik edeceği bildirilmektedir. Tabii, bu durum Allah’ın huzuruna gelinceye kadar sürecektir. Huzura gelince iş anlaşılacak, kişi o şeytana "Keşke seninle benim aramda iki doğu [doğu ile batı] arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı!" diyecektir. Fakat artık iş işten geçmiştir. Şirkin karşılığı olan azap kaçınılmazdır.

Pasajn 36. ayetini surenin 5. ayeti ile birlikte değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir anlam da çıkmaktadır: "Biz size Zikr’i ulaştırmaya devam edeceğiz. Her kim ondan yüz çevirmek sureti ile Zikr’i görmezlikten gelirse Biz ona bir şeytanı musallat ederiz; şeytan ona yumurtanın dış kabuğu gibi kabuk olur. Yani o kişinin küfrünün, körlüğünün bir cezası olmak üzere ona bir şeytan veririz. O da sürekli onu yoldan çıkarır, o da kendini hep doğru yolda sanır". Meryem/45’de "derileştirme" olarak ifade edilir.

Ayetin orijinalinde " المشرقينiki doğu" ifadesi geçmektedir. Ancak bu ifade "doğu ve batı" demektir. Arapçada iki ayrı şey bazen birinin tesniye [ikil] yapılmasıyla da ifade edilebilmektedir. Meselâ Ay ve Güneş " القمرينKamerayn [iki ay]" diye de söylendiği halde bu ifadeyle Ay ve Güneş kastedilir. Yine " عمرين Omerayn [iki Ömer]" ifadesiyle de Ebubekir ve Ömer kastedilir. Öğle ile ikindiye " عصرانasrani [iki ikindi], ana-babaya الوالدينvalideyn [iki ana] ve االأبوينebeveyn [iki baba] denilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

38. ayetteki "
doğu ile batı arasındaki uzaklık" ifadesiyle kastedilen, en uzun mesafedir.

115Ve kim kendisine doğru yol apaçık ortaya çıktıktan sonra Elçi'ye karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başkasını izlerse, Biz, onu döndüğü şeye döndürürüz ve onu cehenneme sokarız. O da ne kötü bir gidiş yeridir! [Nisa/115]

25Ve Biz onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan "Söz" onların üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler. [Fussilet/25]

43Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi. [En’am/43]

63Allah'a yemin olsun ki Biz kesinlikle senden önce birtakım ümmetlere elçiler gönderdik de şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bu gün onların koruyucu, yol gösterici yakınıdır. Ve onlar için acı bir azap vardır.

Nahl/63)

22-26Derken, çok beklemeden Hüdhüd geldi de, "Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Şüphesiz ki, Sebelilere hükümdarlık eden, kendisine her şeyden verilmiş ve çok büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Onu ve toplumunu, Allah'ın astlarından güneşe boyun eğip teslimiyet gösterirler/taparlar buldum. Şeytan da göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a boyun eğip teslimiyet göstermesinler/kulluk etmesinler diye kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için de onlar kılavuzlanan doğru yolu bulamıyorlar. –Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, büyük arşın sahibidir–" dedi. [Neml/22- 26]

124-126Kim Benim anılmamdan/Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: "Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?" Allah der ki: "Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun." [Ta Ha/124- 126]

40) O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin?
41) Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız.
42) Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz.
43) Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
44) Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur'ân], senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür/şan-şereftir. Siz yakında sorgulanacaksınız.
61,62) Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur'ân], o kıyâmetin kopuşu için kesinlikle bir bilgidir: "Sakın kıyâmetin kopuşu hakkında şüpheye düşmeyin ve bana uyun. Bu, doğru yoldur. Ve sakın şeytan sizi alıkoymasın. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır."[#270]
Resulullah’ın teselli edildiği bu ayet grubunda hem ona hem de ona uyanlara bir takım yeni bilgiler verilmektedir.

61, 62. ayetler hem teknik olarak hem de anlam bakımından resmi mushaftaki yerlerine uygun değildir. Ayetlerin teknik bakımdan ve anlam yönünden uygun olduğu yer burasıdır. Bu nedenle resmi sıralamada 61. ve 62. ayetler bu pasaja taşınıp 44. ayet ile 45. ayet arasına tarafımızdan tertip edilmiştir. Böylece hem bu paragraf hem de ayetlerin bulunduğu eski paragraf anlamlı hale getirilmiştir.

61. ayetin resmi mushafta İsa’dan (as) bahseden bir paragrafın cümleleri arasında yer alması, ayetteki " إنّهo" zamirinin İsa peygambere gönderilmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı da İsa’nın kıyametin bilgisi olduğu yolunda yanlış bir anlayış gelişmiştir. Bu anlayış İsa’nın (as) gökten ineceği ve bu inişinin de kıyametin alameti olacağı şeklindedir. Bu konuya ait yazılmış senaryoları ibret için takdim ediyoruz:

Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah [sav]'ın İsra'ya götürüldüğü gece İbrahim, Musa ve İsa (hepsine selam olsun) ile karşılaştı. Kıyametin kopuşunu sözkonusu ettiler. Önce İbrahim'den başlayarak ona kıyamete dair soru sordular. Onda bu hususa dair bir bilgi yoktu. Sonra Musa'ya sordular, onda da buna dair bir bilgi yoktu. Nihayet söz sırası Meryem oğlu İsa'ya gelince, dedi ki: "Meydana gelmesinden önce bana bir ahit verilmiş bulunuyor. Ne zaman gerçekleşeceğine gelince, onu Aziz ve Celil olan Allah'tan başkası bilmez" deyip Deccal'in çıkışını söz konusu etti ve "İnip onu öldüreceğim" dedi. Sonra da (İbn Mesud) hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu hadisi İbn Mace, Sünen'inde rivayet etmiş bulunmaktadır.

Müslim'in, Sahih'inde de şöyle denilmektedir: "O -yani Mesih Deccal- bu halde iken Allah Meryem oğlu Mesih'i gönderecek, o da Dımaşk'ın doğu taraflarında Beyaz Minare’nin yakınında, ellerini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olduğu halde, iki elbiseye bürünmüş olarak inecek. Başını aşağı doğru eğdi mi damlayacak, yukarı doğru kaldırdı mı ondan inci tanelerini andıran inci suretinde yapılmış gümüş taneleri yuvarlanacak. [Yağmur yağmasından kinayedir.] Onun nefesinin kokusunu alan bir kâfir mutlaka ölecek. Nefesi de gözü ile gördüğü en ileri noktaya kadar ulaşacak. Nihayet (İsa) onu [Deccal'i] takibe koyulacak ve ona Lud kapısında yetişip öldürecek."

Sa'lebî, Zemahşerî ve başkalarının Ebu Hureyre yoluyla zikrettikleri rivayetlere göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsa semadan Vefık diye adlandırılan Arz-ı Mukaddes’teki bir tepe üzerine, sarımtrak iki elbiseye bürünmüş olarak inecek. Saçları yağlanmış olacak, elinde de kendisi ile Deccal'i öldüreceği bir mızrak bulunacak. İnsanlar ikindi namazında imamla namaz kıldıkları bir sırada Beytu'l-Makdis'e gelecek, imam geri çekilmek isteyecek, fakat İsa (a.s) onu öne geçirecek ve Muhammed (sav)'ın şeriati üzere arkasında namaz kılacak. Sonra da domuzları öldürecek, haçı kıracak, havra ve kiliseleri yıkacak, ona iman edenler müstesna, hristiyanları öldürecek."

Halid'in rivayetine göre de el-Hasen şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Peygamberler baba bir kardeşler (gibi)dir. Onların anneleri ayrı olmakla birlikte dinleri birdir. İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa'ya en yakın benim. Çünkü benim ile onun arasında bir peygamber yoktur. O semadan ilk inecek kişi olup haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm’a girmeleri için insanlarla savaşacaktır. el-Maverdî dedi ki: İbn İsa'nın bir topluluktan naklettiğine göre onlar şöyle demişler: İsa indi mi Allah'tan aldığı emirlere göre insanlara emir verip, yasaklar koyan o dönemin bir rasûlü olmasın diye mükellefiyet kaldırılmış olacaktır.

Ancak bu, şu üç husus sebebiyle reddedilecek bir görüştür. Birincisi hadis-i şeriftir, çünkü dünyanın kalması dünyada mükellefiyetin kalmasını gerektirir. Diğer taraftan o marufu emreden, münkerden alıkoyan birisi olarak inecektir. Yüce Allah'ın ona vereceği emirlerin İslâm’ı desteklemek, İslâm’ın gereklerini emretmek ve insanları İslâm’a davet etmek ile münhasır olacağı da reddolunacak bir şey değildir.

Derim ki: Müslim'in Sahih'inde ve İbn Mace'de sabit olduğuna göre, Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Andolsun Meryem oğlu İsa adaletli bir hakem olarak inecektir. Haçı kıracaktır, domuzu öldürecektir, cizyeyi kabul etmeyecektir. Andolsun genç develer başıboş bırakılacak, onlara çobanlık eden olmayacaktır. Düşmanlık, nefret ve kıskançlık yok olup gidecektir. Malın alınması için çağrıda bulunacak, fakat kimse onu kabul etmeyecek."

Yine Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "İmamınız kendinizden iken -bir rivayette: sizden olan ile size imam olmuşken- Meryem oğlu [İsa] aranızda ineceği vakit haliniz ne olacak?" İbn Ebi Zi'b dedi ki: "İmamınız sizden olan ile size imam olmuşken ne demek biliyor musun? (el-Velid b. Müslim) de "Bana haber verirsen öğrenirim" dedim. Dedi ki: "Rabbinizin Kitabı ile peygamberiniz (sav)'ın sünneti ile size imamlık ederse" demektir.

İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- dediler ki: İşte bu İsa (a.s)'ın peygamberimiz Muhammed (sav)'ın dininin unutulmuş olan birtakım hükümlerini uygulamaya koymak üzere bir yenileyici [müceddid] olarak ineceği hususunda açık bir nasstır. Yoksa yeni bir şeriat ile de inmeyecektir; gerek burada, gerekse "et-Tezkire" adlı eserimizde açıkladığımız üzere, mükellefiyet de olduğu gibi devam edecektir.

Bir açıklamaya göre "şüphesiz ki o Saatin ilmidir." Yani muhakkak ki İsa'nın ölüleri diriltmesi kıyametin kopacağına ve ölülerin diriltileceğine delildir. Bu açıklamayı İbn İshak yapmıştır.

Derim ki: "Şüphesiz ki o" buyruğunun, "şüphesiz ki Muhammed (sav) saatin ilmidir" anlamında olma ihtimali de vardır. Buna Peygamber (sav)'ın: "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi gönderildik" deyip şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana getirmesi delil teşkil etmektedir. Bunu Buharı ve Müslim rivayet etmiştir. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]

Kıyamet İşareti:

Cenâb-ı Hak, "Şüphe yok ki o, (yani Hz. İsa) saatin ilmidir. Yani, sayesinde kıyametin bilindiği alametlerden bir alamettir." Böylece, bir şeye defâlet eden alâmet, sayesinde o şey bilinip anlaşıldığı için, "ilim" adını aldı (yani, "le ilmün" buyuruldu). İbn Abbas da bu ifadeyi "le alemün" şeklinde okumuştur ki, bu, alâmet, belirti demektir. Yine bu ifade, "lel'ilmu" şeklinde de okunmuştur. Ubeyy İbn Kâ'b ise, "le zikrun" şeklinde kıraat etmiştir. Konuyla ilgili hadiste şu yer almaktadır: İsa, elinde mızrağı olduğu halde, Arz-ı Mukaddes'te, kendisine "Efik" adı verilen bir tepeye iner. Mızrağı ile Deccâli öldürür, peşinden, imamın cemaate namaz kıldırdığı bir sırada, sabah namazında Beyt-i Makdîs'e gelir. Bunun üzerine imam geriye çekilir, fakat Hz. İsa onu yine ileri sürer ve o imamın arkasında Hz. Muhammed'in şeriatine göre namaz kılar. Daha sonra, domuzları öldürür, haçı parçalar, havra ve kiliseleri tahrip eder ve kendisine inananlar hariç, hristiyanları da öldürür." [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

Konumuz olan pasajda Resulullah’a tek yapması gereken şeyin kendisine vahyedilene uymak olduğu uzun uzadıya açıklanarak peygamberimiz teselli edilmiştir.

O dönemde kâfirler Resulullah’ı ortadan kaldırabilmek için gece gündüz plânlar kurmakla meşguldüler. Onu öldürebildikleri takdirde dertlerinin sona ereceğine inanmaktaydılar. Bu nedenle Rabbimiz, Elçi’ye "Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onlardan intikam alanlarız [onları cezalandırarak adaleti sağlarız].Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz" diye hitap etmiştir. Rabbimizin peygamberimize verdiği bu sözün Bedir günü gerçekleştiği ve peygamberimizin de bu kokuşmuş insanların cezalandırılışlarını o gün, orada gördüğü söylenebilir.

45. âyet, bazı safsatacılar tarafından, "Bu âyet peygamberimize İsra/Miraç olayında geldi. Rasülüllah da Mescid-i Aksa’da namaz kıldırdığı geçmişteki peygamberlere ‘
Allah, astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıdır?’ diye sordu. Onlar da ‘böyle bir şey olmadı’ diye cevap verdiler" şeklinde açıklanmıştır. (Râzî, Kurtubi)

Peygamber’in, kendinden önce geçmiş peygamberlere bir şeyler sorması aklen imkansız bir şeydir. Âyetteki "elçiler" ifadesiyle geçmiş kitaplar da kastedilmiş olamaz. Çünkü onlardan da ortada eser mevcut değildir; eldeki Tevrat ve İnciller gerçek Tevrat ve İncil değildir.

O zaman bu âyette denilmek istenen nedir?

Buradaki ‘sor’ ifadesi Mecaz olup; "
Bak araştır, düşün, incele!" anlamındadır. Verilen mesaj: "Geçmiş peygamberlerin yolundan gittiğini ileri süren kimselere sor; onlardan araştır; onlar sana, hiçbir peygamberin dininde Allah’ın astlarından canlı cansız hiçbir şeye tapmanın yer almadığını söyleyeceklerdir" şeklindedir.

Bu ifade, tıpkı "Yeryüzü’ne, Nehirlerini kimin kazdığını, ağaçlarını kimin diktiğini ve meyvelerini kimin ektiğini sor. Eğer o sana diliyle cevap vermezse bile, lisan-ı haliyle cevap verecektir" denmesi gibidir. (Râzî, Zemahşeri)

Anlam olarak bu ayetin bir benzeri de Enbiya suresi 25. âyettir:

25Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: "Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım.

Bu ayetin teknik olarak bir benzeri de Medeni surelerden Bakara suresinin 211. âyetidir. Orada "
İsrâîloğulları'na, Bizim, onlara açık alâmetten/göstergeden kaç tane verdiğimizi sor" buyurulmaktadır. Buradaki asıl mesaj da onlara verilen alametlerin/göstergelerin araştırılması, düşünülmesidir.

Bu âyet açıkça vahyin birliğini ve ilk peygamberden son peygambere Tevhid ilkesinin değişmezliğini vurgulamaktadır.

Anlaşılan o ki, müşrikler Rasülüllah’a Sad suresinin girişinde de geçtiği üzere "Senin bu din diye getirdiklerin başka dinlere benzemiyor?" şeklinde itirazda bulunmuşlar, bunun üzerine de Rabbimiz, gerçeği açığa çıkarmak ve konuyu pekiştirmek için bu âyeti indirmiştir.

45) Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor; bak araştır, düşün, incele! "Biz Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?"
46) Ve hiç kuşkusuz Biz, Mûsâ'yı âyetlerimizle/alâmetlerimizle/göstergelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine elçi gönderdik de o: "Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti.
47) Sonra da Mûsâ âyetlerimizi/alâmetlerimizi/göstergelerimizi onlara getirince, onlar hemen âyetlere gülüverdiler.
48) Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir alâmet/gösterge bir önceki alâmetten/göstergeden kesinlikle daha büyüktür. Ve onlar dönerler; Allah'ın ilkelerine uygun hareket ederler diye Biz onları azapla yakaladık.
49) Onlar da: "Ey büyücü! Sende olan ahdi/sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yola gireceğiz" dediler.
50) Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar sözlerinden dönüverirler.
51,52,53) Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: "Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi.
54) Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler.
55,56) Sonunda onlar Bizim hoşnut olmadığımız işleri aşırı derecede yaptıkları zaman onları cezalandırarak adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık.
Bu ayet gurubunda, aklını kullanmayan, çevrelerindeki binlerce ayete gözünü kapayan ve bu nedenle de azabı hak edenlere Firavun ve avenesi örnek gösterilmiştir. Bu kısa anlatımda Firavun ve avenesinin politikaları ana hatlarıyla açıklanmıştır. Sonra da Mekkeli müşrik kodamanlara Firavun’dan farklarının olmadığı bildirilerek, Firavun ve avenesinin başına gelenlerin kendi başlarına da geleceği ihtar edilmiştir.

130Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, "İşte bu bize aittir" dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler. [A’raf/130]

133Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular.

134Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: "Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/verdiği söz nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrâîloğulları'nı seninle birlikte göndereceğiz" dediler.

135Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar. [A’raf/133-135]

21-24Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" dedi.

25Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi. [Nâziât/23- 25]

4Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını da utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi. [KASAS/4]

53-56Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: "Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz." 60Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler. [Şuara/53-56]

Ayetlerde Firavun’un hazırladığı orduya İsrailoğulları ile ilgili "Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz." demektedir.

56. ayetteki "
Nihayet onlar Bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık [cezalandırarak adaleti sağladık]" ifadesi onların artık Allah düşmanı olduklarının beyanıdır:

33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri/eğitime öğretime tabi tutup dönmelerinin sağlanması veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. [Maide/33, 34]

57Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne eziyet verenler; Allah onları dünyada ve âhirette dışlamıştır. Ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. [Ahzab/57]

53. ayette Firavun’un Musa (as) hakkında sarf ettiği nakledilen "Hem onun üzerine altın bilezikler atılmalı" şeklindeki sözü, bu şekilde süslenmenin o dönemdeki soylu kimselerin âdeti olmasından dolayıdır. Firavun ve çevresindeki yakınları o dönemde bu tür altın bileziklerle süslü idiler. Çünkü altın takılarla süslenmek, o dönemin kültüründe bir soyluluk nişanesi idi.

Kitab-ı Mukaddes’te de bu âdete ait ipuçları bulunmaktadır:

Bu öneri Firavun'a ve görevlilerine iyi göründü.

Firavun görevlilerine, "Bu adam gibi Tanrı Ruhu'na sahip birini bulabilir miyiz?" diye sordu.

Sonra Yusuf'a, "Mademki Tanrı sana bütün bunları açıkladı, senden daha akıllı ve bilgili bir adam yoktur" dedi,

"Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan ötürü yalnız ben senin üzerinde olacağım.

Seni bütün Mısır'a yönetici atıyorum."

Sonra mührünü parmağından çıkarıp Yusuf'un parmağına taktı. Ona ince ketenden giysi giydirdi. Boynuna altın zincir taktı.

Kendi yardımcısının arabasına bindirdi. Yusuf'un önünde, "Yol açın!" diye bağırdılar. Böylece Firavun ona bütün Mısır'ın yönetimini verdi.

Firavun Yusuf'a, "Firavun benim" dedi, "Ama Mısır'da senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak." [Tekvin/41; 37-44]
57) Meryem oğlu Îsâ bir örnek olarak anlatılınca da, senin toplumun, ondan mesafelenip giderler.
58) Ve senin toplumun: "Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu Muhammed mi/Îsâ mı?" dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur.
59) Îsâ, sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini İsrâîloğulları'na örnek yaptığımız bir kuldur.
63,64) Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: "Ben size haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur."
65) Fakat gruplar, Îsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Artık acı bir günün azabından dolayı, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların vay hâline!
İsa (as) ile ilgili pasajı bu düzenle tertip edip anlamalıyız.

Kur’an’ın İsa (as) hakkında verdiği bilgilere karşı Mekkeli müşriklerin tutumlarının anlatıldığı bu ayet grubunda, İsa’nın İsrailoğulları’na örnek gösterildiği ve onun Allah’ın birçok lütfuna mazhar olmuş bir kul olduğu vurgulanmaktadır.

Bu pasajın nüzul sebebi olarak klâsik kaynaklarda şu nakiller yer almaktadır:

Yüce Allah "
Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Rah-man'dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız? (Zuhruf/43, 45)" buyruğunu indirince müşrikler İsa (a.s)'ın durumunu ileri sürerek "Muhammed tıpkı Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi, bizim de kendisini ilah edinmemizden başka bir şey istemiyor" dediler. Bunu Katade söylemiştir.

Buna yakın bir rivayet Mücahid'den gelmiştir. O dedi ki: Kureyş "Muhammed, İsa'nın kavmi İsa'ya tapındıkları gibi, bizim de kendisine tapınmamızı istiyor" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi.

İbn Abbas dedi ki: Bu buyrukla Yüce Allah, Abdullah b. ez-Ziba'ra'nın Peygamber (sav) ile İsa (as) hakkındaki tartışmasını kastetmektedir. Bu örneği veren kişi Sehmoğullarından Abdullah b. ez-Ziba'ra'dır ve bunu kâfir iken söylemişti. Kureyş kendisine: "Şüphesiz Muhammed ‘Gerçekten siz de, Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz (Enbiya/98)’ ayetini okuyor" dediler. Abdullah b. ez-Ziba'ra da "Eğer yanında hazır olsam ona cevap verirdim elbet" dedi. Bu sefer: "Ona ne diyecektin?" diye sordular. O da şöyle dedi: "Ona derdim ki: İşte, Mesih'e Hıristiyanlar ibadet ediyor. Uzeyr'e de Yahudiler ibadet ediyor. Bu ikisi de cehennemin odunundan mıdırlar?" Kureyşliler onun söylediği bu sözü beğendi ve böylelikle bu sözle onun davayı kazandığı görüşüne kapıldı. İşte Yüce Allah'ın "Bağrışıp çağrışmaya koyuldu" buyruğunun anlamı budur. Yüce Allah da bunun üzerine: "Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır (Enbiya/101)" buyruğunu indirdi. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]

Müfessirler bu hususta şunları ileri sürmüşlerdir ki, hepsi de ihtimal dâhilindedir:

1- Kâfirler, Hıristiyanların Hz, İsa (a.s)'ya taptıklarını duyunca, "Onlar, İsa'ya tapıyorlar; oysa, bizim ilâhlarımız İsa'dan daha iyidir" dediler. Onlar bu sözü, kendileri meleklere taptıkları için söylediler.

2- Rivayet edildiğine göre, "Siz de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şüphesiz ki cehennem odunusunuz (Enbiya/98)" ayeti nazil olunca, Abdullah İbnu'z-Ziba'râ, "Bu, bize ve ilâhlarımıza mı, yoksa bütün ümmetlere şamil bir hüküm mü?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "Hayır, bütün ümmetlere şamil bir hüküm" buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, "Ben seni yendim; Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, sen Meryem oğlu İsa'nın peygamber olduğunu iddia etmedin mi? İsa ve annesini hayırla yâd etmiyor muydun? Sen, Hıristiyanların, İsa ve annesine; Yahudilerin de Uzeyr'e taptıklarını ve meleklere de tapıldığını biliyorsun. Binaenaleyh, eğer bunlar cehennemde olacaklarsa, biz, bizim ve ilâhlarımızın onlarla beraber olmasına çoktan razıyız" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s] sustu, kâfirler güruhu sevindiler, güldüler ve çığlıklar attılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak "Şüphe yok ki, kendileri için bizden en güzel [bir saadet] sebkat etmiş olanlar, işte bunlar oradan [cehennemden] uzaklaştırılmışlardır (Enbiyâ/101)" ayetini indirdi. İşte bu ayet [Zuhruf/57] de o zaman nazil oldu. Buna göre mana, "Abdullah İbnu'z-Ziba'râ, Meryem oğlu İsa'yı bir misal getirip Hıristiyanların İsa'ya ibadet etmeleri sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'le mücadele edince, "Bir de ne görelim, senin kavmin Kureyş, bu meselden dolayı Hz. Peygamber (s.a.s)'in susturulmasını görmeleri sebebiyle sevinçlerinden çığlıklar attılar, büyüktendiler ve gülmeye başladılar. Çünkü örf, taraflardan birisi, davasını savunamayıp acze düştüğünde, ikinci tarafın çığlıklar atması ve bundan sevinç duyması şeklinde cereyan edegelmiştir. Dediler ki: "Bizim tanrılarımız mı iyi, yoksa o mu?" Yani, "Sence bizim ilâhlarımız [melekler] İsa'dan daha iyi değil midir? Binaenaleyh İsa cehennem odunu olduğuna göre, bizim ilâhlarımızın durumu ise, daha hafif ve daha ehven olur" demektir.

3- Hz. Peygamber (s.a.s), Hıristiyanların Hz. İsa’ya taptıklarını ve onu kendilerinin ilâhı kabul ettiklerini anlatınca, Mekke kâfirleri de, "Muhammed, tıpkı Hıristiyanların, Mesih'i kendilerinin ilâhı kabul etmeleri gibi, bizim de, kendisini bizim ilâhımız kabul etmemizi istiyor" dediler ve işte bu durumda "Bizim ilâhlarımız mı yoksa o mu?", yani, "Bizim ilâhlarımız mı yoksa, Muhammed mi daha hayırlıdır?" dediler ve bu sözü, "Muhammed bizi kendisine tapmaya davet ediyor; halbuki atalarımız ise bu putlara tapmanın gerekli olduğunu iddia etmişlerdi. Bu iki şeyden birisinin mutlaka yapılması gerekli olduğuna göre, bu putlara tapmak daha uygun olur. Çünkü atalarımız ve geçmişlerimiz, putlara tapma hususunda mutabakata varmışlardı. Ama Muhammed ise bizim kendisine tapmamız hususunda ithama maruz bir kişidir. Binaenaleyh, putlara tapmakla meşgul olmak daha evlâ olur" dedikleri için bu sözü söylediler. Cenâb-ı Hak ise, "Biz, İsa'ya tapmanın güzel bir yol olduğunu söylemedik. Tam aksine bu, bâtıl ve yanlış bir yoldur. Çünkü İsa sadece bizim kendisine in'âmda bulunduğumuz bir kuldur. Durum böyle olunca da, onların, "Muhammed, bizim, kendisine tapmamızı istiyor" şeklindeki sözleriyle ortaya attıkları bu şüphenin, zail olduğu..." şeklinde beyanatta bulunmuştur. İşte bu üç açıklama, ayetin lâfzının, bunlardan her birine muhtemel olduğu şeyler cümlesindendir. [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

65. ayette "Fakat gruplar, İsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler" buyrulmuştur. Kur’an’ın indiği dönemde hem Yahudiler hem de Hıristiyanlar İsa konusunda ihtilâf halinde idiler.

İsa peygamberin gayrimeşru bir çocuk ve sahte bir peygamber olduğunu iddia eden Yahudiler ile onun Allah’ın oğlu olduğunu ve Allah’ın onda cisimlendiğini iddia eden Hıristiyanlar, birbirleri ile sürekli ihtilâf hâlinde olmuşlardır. Rabbimiz her iki tarafın da yanlış düşünce ve kanaatlerini Kur’an’da bildirdiği bilgilerle ortadan kaldırmış, gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Allah’ı Kur’an’dan tanıyanlar ve aklıselim sahipleri artık bilmektedirler ki, Allah çocuk edinme gibi noksanlıklardan münezzehtir.

Ne var ki, İsa peygamber ile ilgili olarak sadece Yahudiler ile Hıristiyanlar arasında değil, Hıristiyanların kendi aralarında da ihtilâflar oluşmuştur. Bu ihtilâflar, hizipler ve mezhepler halinde bugüne kadar gelmiştir. İlk dönem Kur’an bilimcilerinden olan Mukatil’in tespitlerine göre o dönemde Hıristiyanların içinde farklı inanışlara sahip üç grup vardı:

*"İsa Allah’ın oğludur" diyen Nasturîler,

*"İsa Allah’ın kendisidir" diyen Mar-Yakubîler ve

*"Allah üçün üçüncüsüdür" diyen Melkanîler.

Kur’an’da Meryem ve İsa peygamber hakkında verilen bilgiler, İsa peygamberin doğumu ile Kur’an’ın inişi arasındaki dönemde ortaya çıkmış Yahudi ve Hıristiyan inançlarını yansıtmaktadır. Ne var ki, Kur’an’ın inişinden bu yana, tıpkı Müslümanların yüzlerce mezhebe, binlerce meşrebe ayrıldığı gibi, Hıristiyan ve Yahudiler de mezheplere, meşreplere ayrılmışlar ve her bir hizip değişik inanç ve yaşam tarzı sergilemiştir. Bizim düşüncemize göre, gerek Müslümanlar, gerekse Ehl-i Kitap arasında ortaya çıkmış olan yanlış inanç ve yaşam tarzlarının insanların hayatlarından çıkarılıp atılması için Kur’an’da verilen mesajlar ve ilâhî ilkeler sadece Müslümanlara değil, Ehl-i Kitap’a da ulaştırılmalıdır. Kur’an erlerinin ortaya koyacağı bu yöndeki çalışmalar, insanlığın doğru istikameti tanıması bakımından önemli sonuçlara yol açacak bir potansiyeli taşımaktadır.

213İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. [Bakara/213]

Bu konu daha evvel Meryem suresinin tahlilinde de ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

66) Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, kıyâmet anının kendilerine gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
67) O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişiler hariç tüm önderler/birbirinin izinden gidenler, birbirlerine düşmandırlar.
Bu ayetlerde, bunca açıklamaların muhatabı olup da hala yola gelmeyen, hevalarını ilâh edinmiş zavallılar kınanmıştır. Ayrıca kıyamete ait şu kısa bilgi verilmiştir:

O gün, ansızın gelecektir. Ona karşı tedbir almaları, onu geri çevirmeleri, ondan kurtulmaları söz konusu olmayacaktır. O gün Allah’ın yolundan gitmeyip de birbirinin izinden gidenler birbirlerine düşman olacaklardır. Dünyada iken birbirleriyle canciğer dost olmalarına karşın o gün birbirlerine düşman kesilecek ve "Senin yüzünden bu hale düştüm" diyerek birbirlerini itham edeceklerdir. Muttakiler ise her zamanki gibi birbirlerinin dostu olacaklardır. Aralarındaki dostluklar ahirette de devam edecektir.

Müşriklerin birbirine olan husumetleri birçok ayette dile getirilmiştir:

58Ve onun şeklinden çifter çifter diğerleri vardır. 59İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir rahat yok. Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar.

60Derler ki: "Hayır, asıl size merhaba; selam sabah yok. Cehennemi önümüze siz getirdiniz. O ne kötü bir duraktır!"

61Derler ki: "Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!"

62Ve yine derler ki: "Kendilerini kötülerden saydığımız birtakım adamları niye göremiyoruz? 63Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?"

64Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/davalaşması gerçektir. [Sad/58-64]

38Allah, "Sizden önce geçmiş tanıdığınız-tanımadığınız ateş içindeki önderli toplumların içine girin!" der. Her toplum girdikçe kardeşini dışlayıp gözden çıkarır. Sonunda hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, "Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver" derler. Allah, "Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz" der.

39Öncekiler de sonrakilere, "Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın" derler. [A’raf/38, 39]

57Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne eziyet verenler; Allah onları dünyada ve âhirette dışlamıştır. Ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. [Ahzab/64- 68]

25Ve İbrâhîm dedi ki: "Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah'ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi dışlayıp gözden çıkaracaktır. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur." [Ankebût/25]

125Ve din bakımından, iyileştiren-güzelleştiren biri olarak, kendisini Allah için İslâmlaştırandan ve hanif; eski inançlarından dönen biri olarak, İbrâhîm'in dinine uyan kimseden daha iyi-güzel kim olabilir? Ve Allah, İbrâhîm'i "çığır açan-iz bırakan; imam-önder" edindi. [Nisa/125]

2Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytü'l-Haram'a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve "iyi adam"lık ve Allah'ın koruması altına girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır. [Maide/2]

68,69,70,71,72,73) "Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.- Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz."
"68-70Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz."

Bu ayet gurubunda Rabbimiz, iman eden, takvalı davranan kullarına vereceği nimetleri sayıp dökmüştür.

Yedi ayetten oluşan bu paragraf, belağat gereği, orijinalinde ayrı ayrı ayetler halindedir. Biz anlamı ve cümle öğelerini de dikkate alarak ayetleri iki grup halinde meallendirdik.

Bu ayet gurubunda bildirilen cennet nimetleri Kur’an’ın birçok yerinde sayılıp dökülmüştür; özellikle de İnsan ve Vakıa surelerinde toplu olarak yer almıştır:

5-22Şüphesiz, "iyi adamlar", kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve "Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız" diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları içerler.

Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak,
-kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir. [İnsan/5-22]

13,14Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26Sadece söz olarak: "Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!"

27-34Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.

35Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38Ki onları, sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık. [Vakıa/15- 38]

32,33Sonra Biz, Kitab'ı kullarımızdan, süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de onlardan bazıları kendilerine haksızlık eden, bazıları orta yolu tutan/ikili oynayan, bazıları da Allah'ın izniyle/bilgisiyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu, büyük armağanın; Adn cennetlerinin ta kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir. 34,35Onlar orada, "Tüm övgüler, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi armağanlarından, kendisinde bize yorgunluk gelmeyen, kendisinde bizim için usanç olmayan, durulacak bu yurda girdiren Allah'a özgüdür; başkası övülemez. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir" derler. [Fatır/32,33]

Pasajın ilk bölümündeki "Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete!" ifadesi ile kastedilenler dünyadaki eşler değildir. Zira dünyadaki eşlerin her biri ayrı ayrı mükellef kişiliklerdir. Suçun ve cezanın şahsîliği söz konusudur. Dünyada muttaki olan bir kişinin eşinin de muttaki olması, her ikisinin de aynı lütfu hak etmiş olması mümkün fakat mutlak değildir. Burada konu edilen eşler, Rabbimizin ahirette insana vereceği özel olarak yaratılmış eşlerdir.
74,75,76) Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz, onlara haksızlık etmedik, fakat onlar, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin ta kendileri idiler.
77) Ve onlar seslenirler: "Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin." Mâlik: "Şüphesiz siz, böyle beklenti içinde olacaksınız" dedi.
Bu ayet gurubunda ise mücrimlerin ahiretteki durumları anlatılmaktadır. Onlar cehennem azabında ebedi kalıcıdırlar. Azapları hafifletilmez; azap içinde ümitsizce yaşarlar. Çaresizlikten cehennem görevlisine başvurarak Allah’a yalvarıp kendilerini bu durumdan kurtarması için aracı olmasını isterler. Cehennem görevlisi ise onlara "Şüphesiz siz böyle kalacaksınız" diye karşılık verir.

44Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular. [En'am/44]

Ayette geçen "Malik", pasajdaki söz akışından anlaşıldığına göre, cehennemin görevlisidir. Cehennemde bir takım meleklerin, zebanîlerin görev yaptığını Kur’an’dan öğrenmekteyiz.

49Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: "Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan biraz hafifletsin" dediler. [Mü’min/49]

6,7Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş'ten koruyun. Ateşin üzerinde, Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba görevli güçler vardır. Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz! [Tahrim/6, 7]

15,16Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Eğer salât edene; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimseye engel olan o kişi, salâtı; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı engellemesine son vermeyecek olursa, andolsun, perçemden; yalancı, günahkâr perçemden; saçından tutup sürükleyeceğiz. 17O zaman o, meclisini/örgütünü çağırsın. 18Biz zebanileri; defedicileri, engelleyicileri çağıracağız. [Alak/15-18]

36Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, cehennem ateşinin birazı da hafifletilmez. İşte Biz, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden her aşırı kimseyi böyle cezalandırırız. 37Ve onlar, orada feryat ederler: "Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım." –Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için bir yardımcı da yoktur.– [Fatır/36,37]

9,10Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/sağlayacaksa; saygısı olan öğüt alacaktır. 11En mutsuz olacak olan kişi de ondan kaçınacaktır. 12O kişi, en büyük ateşe yaslanacaktır. 13Sonra onun içinde ne ölecek ne de hayat bulacaktır. [A’la/9- 13]

78) Andolsun ki Biz size hakkı getirdik. Velâkin sizin çoğunuz hakkı çirkin görüyorsunuz.
79) Yoksa onlar işi sağlama mı almışlar/garantiye mi bağlamışlar? İşte Biz, şüphesiz sağlamcılarız.
80) Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar.
Bu ayetlerde, müşriklere cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlendirmek maksadıyla sorular yöneltilerek yaptıklarının ve aldıkları tedbirlerin yararsızlığı anlatılmaktadır. Onlara yöneltilen bu sorular, "onlar işi hiç de sağlama almadılar, çok çürük iş yaptılar. Biz onları hep işitiyor, ne yaptıklarını biliyoruz. Üstelik yanlarında daima yazan elçilerimiz de var. Bu elçiler sürekli olarak onların yaptıklarını yazmaktadırlar" demektir.

16Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. 17,18Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. [Kaf/16-18]

59Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.

60Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren; geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş süre sonunun gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.

61Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir." [En’am/59- 61]

Konumuz olan ayetlerde, Kureyş'in ileri gelenlerinin Resulullah’a karşı gizlice plân yaptıklarına da işaret edilmiştir:

Bu âyet-i kerime, müşriklerin Daru'n-Nedve'de Peygamber için planlar düzmeleri hakkında inmiştir. Bu danışma neticesinde Ebu Cehil'in kendilerine teklif ettiği görüşü kabul etmişlerdi. Buna göre Peygamber (sav)'i öldürmeye katılmak üzere her kabileden bir kişi ortaya çıkacaktı. Böylelikle onun kanının [kısasının] istenme imkânı kalmayacaktı. İşte bu âyet-i kerime bu hususta nazil oldu. Yüce Allah onların hepsini Bedir'de ölümle cezalandırdı. [Mukatil]

50Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık. [Neml/50]

30Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. [Enfal/30]

42Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna düşenlerdir. [Tur/42]

Ve Nisa/108, Mücadele/7, İnfitar/9- 12, Fatır/43.
81) De ki: "Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için bir çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki ben olurdum."
82) Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın[#271] Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır.
83) Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
84) Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, çok iyi bilendir.
85) Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece Kendisine ait olan Allah ne cömerttir. Kıyâmet anının bilgisi de yalnızca O'nun yanındadır. Ve siz sadece O'na döndürüleceksiniz.
Surenin buraya kadar olan ayetlerinin özeti mahiyetindeki bu ayet grubunda tevhide ağırlık verilmiş, Hıristiyanların İsa ile ilgili yanlış inançları reddedilmiştir. Kur’an’ın reddettiği "Teslis" inancı Hristiyanlar tarafından şu şekilde açıklanmaktadır:

"Üçlübirlik’te tek bir Tanrı’ya ve birlik içindeki Üçlüğe tapınırız; bu kişileri ne birbirine karıştırır ne de özünü böleriz. Çünkü Baba tek bir Kişi’dir, Oğul başka, Kutsal Ruh ise başka bir Kişidir. Ancak Baba’nın, Oğul'un ve Kutsal Ruh'un Tanrısal özyapısı birdir; görkemde eşit, yücelikte sonsuzdur. Baba nasıl ise, Oğul ve Kutsal Ruh da öyledir. Baba yaratılmamıştır, Oğul yaratılmamıştır, Kutsal Ruh yaratılmamıştır. Baba anlaşılmaz, Oğul anlaşılmaz, Kutsal Ruh anlaşılmazdır. Baba ebedi, Oğul ebedi, Kutsal Ruh ebedidir. Buna rağmen hepsi üç farklı ebedi değil, fakat tek bir ebedidir. Ne üç farklı ‘yaratılmamış’ ne de üç farklı ‘anlaşılmaz’ vardır, fakat tek bir ‘yaratılmamış’ ve tek bir ‘anlaşılmaz’ vardır. Aynı şekilde Baba her şeye kadir, Oğul her şeye kadir ve Kutsal Ruh her şeye kadirdir; Buna rağmen hepsi üç farklı ‘her şeye kadir’ değil, tek bir ‘her şeye kadir’dir. Baba nasıl Tanrı ise, Oğul da Tanrı’dır ve Kutsal Ruh da Tanrı’dır; Buna rağmen bunlar üç farklı Tanrı değil, tek bir Tanrı’dır. Baba nasıl Rab ise, Oğul da Rab'dir, Kutsal Ruh da Rab'dir; Buna rağmen bunlar üç farklı Rab değil, tek bir Rab'dir."

Rabbimiz Hıristiyanların bu inancını reddeder ve Kendisini şöyle tanıtır:

"Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, Hakîm’dir, Alîm’dir. Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece kendisine ait olan o Zat [Allah] ne cömerttir! Saat’in bilgisi de yalnızca O’nun yanındadır. Ve siz sadece O’na döndürüleceksiniz."

81. ayette peygamberimizden "Eğer Rahman için bir çocuk olsaydı, o takdirde ibadet edenlerin ilki ben olurdum" demesi istenmiştir. İfadeyi biraz açarak anlamı şöyle takdir edebiliriz:

"Şayet bunu farz kılmış olsaydı, elbette bu farz kılması üzerine O’na ibadet ederdim. Çünkü ben, O'nun kullarından bir kulum. Bana emrettiği her şeye itaat ederim. Bende O'nun ibadetine karşı bir büyüklenme ve O'nun ibadetinden yüz çevirme yoktur. Çünkü ben, Allah’a itaat eden bir kulum. Benim hiç kimseyi Allah’ın çocuğu olarak kabul etmemem bir inadın sonucu değildir. Ben bu düşünceyi gerçek olmadığı için kabul etmiyorum. Şayet Allah'ın bir çocuğu olsaydı, onu ilk ben tasdik ederdim. Ancak Allah hakkında böyle bir şey söz konusu bile edilemez."

4Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle oluşturacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan arınıktır. O, bir tek, kahredici Allah'tır. [Zümer/4]
86) Ve onların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler yardıma, desteğe, iltimasa mâlik olamazlar. Ancak hakka şâhit olan Zat bunun dışındadır. Onlar da biliyorlar.
Her şeyin kontrolünün Allah’a ait olduğu birçok yönüyle açıklandıktan sonra bu ayette de müşriklerin şefaatçilere bel bağlama inançlarına değinilmiştir.

Bu ayetin bir benzeri de Meryem suresinde geçmişti:

86Suçluları da susamış olarak cehenneme süreceğiz.

87Onlar, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] katından bir garanti söz almış olan kimse hariç –ki bu hiç kimseye verilmemiştir–, yardıma-desteğe sahip olamayacaklardır. [Meryem/86, 87]

"Şefaate malik olmak", iki yönlü olarak ya onların başkaları için yapacakları şefaati, ya da başkalarının onlar için yapacakları şefaati ifade ediyor gibi görünse de, ayetteki istisna cümlesinden buradaki şefaatin başkalarının onlar için yapacakları şefaat olduğu anlamı çıkmaktadır. Dolayısıyla "şefaate sahip olmayacaklar" ifadesi, "kimse onlara yardım etmeyecek" demektir. Zaten cehennemdekilerin -kendileri yardıma muhtaçken- bir başkasına yardımda bulunmaları anlamsızdır. Ancak Rabbimiz ayette "hakka şahit olan zat müstesnadır" diye bir istisna yaparak ahirette kimlerin yardım göreceğini açıklamıştır.

109O gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, yardım-destek, yarar sağlamaz. [Ta Ha/109]

" شفع Şef'ı" kökünden türemiş olan " شفاعة şefaat" sözcüğünün sözlük anlamı "Bir şeyi benzeri olan başka bir şeye eklemek, onu desteklemek, bir şeyi çiftlemek ve esirgemek"tir. Sözcük zaman içerisinde "Yüksek mevkide bulunan birinin düşkün birine yardım etmesi, onu koruması, onun korunmasına aracılık etmesi, onu yalnız bırakmayıp ona destek olması" anlamında kullanılır olmuştur.

Sözcüğün terim anlamı ise "Bir kimsenin bağışlanmasını istemek, bir kimseden başka biri için iyilik yapmasını, onun zararına olan davranışlardan vazgeçmesini rica etmek, başkası hesabına yalvarmak, rica etmek, birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak" demektir.

Kısaca şefaat "aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek" anlamlarına gelir.

Arapça'da başkası lehine talepte bulunana [şefaat edene] "الشّافع eş-şafi" veya " الشّفيع eş-şefi" denir.

"Şefaat" kavramının doğru anlaşılabilmesi için konunun aşağıdaki başlıklar altında incelenmesinde yarar görmekteyiz:

* Allah'tan başka şefaatçi yoktur: Şefaat sadece Allah'a aittir. Bu konuda ilk öğrenilmesi gereken husus, şefaat yetkisinin sadece Allah'a ait olduğudur.

44De ki: "Bütün yardım, destek, kayırma Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O'nundur. Sonra yalnızca O'na döndürülürsünüz." [Zümer/44]

4Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı evrede oluşturan ve de en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır. O'nun astlarından size bir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın ve bir destekçi, iltimasçı yoktur. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? [Secde/4]

* Yüce Allah, kendilerinden razı olduğu kulları için dilediğine şefaat/yardım izni verebilir: Allah'ın izni ve emri olmadan kimsenin kimseye şefaat/yardım etmesi söz konusu değildir. Allah'ın izni ile şefaat/yardım edecekler de ancak Allah'ın kendilerinden razı olduğu kulları için şefaat edebilirler.

3Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah'tır. Dünyada yardım edecek, destek olacak kişi ancak O'nun izninden/bilgisinden sonra yardım edebilir. İşte Bu, Rabbiniz Allah'tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız? [Yunus/3]

Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah'ın kendilerinden razı olduğu kimseler şefaat [yardım] edemezler, ancak şefaat [yardım] edilirler.

* Yüce Allah, güzel bir şefaatle şefaat edene izin verdiği gibi, kötü bir şefaatle şefaat edene de izin verebilir:

85Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir. [Nisa/85]

İyi ve güzele aracılık ve yardım etme anlamındaki "şefaat-ı hasene", iman edip Allah'ın ve kullarının haklarına riayet ederek müminlerin iyiliği ve yararı için uğraşmak, onları kötülüklerden ve uğrayabilecekleri zararlardan korumaya çalışmak demektir. Kötü ve zararlıya aracılık ve öncülük etmek anlamına gelen "şefaat-ı seyyie" ise müminlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmak demektir. Kur'an, gerek "şefaat-ı hasane"de ve gerekse "şefaat-ı seyyie"de bulunanların dünyada ve ahirette bu davranışlarının sonuçlarından pay alacaklarını bildirmektedir.

* O gün şefaat yoktur, kimseden şefaat kabul edilmeyecektir:

48Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin. [Bakara/48]

123Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden kurtulmalık kabul edilmeyeceği, yardımın, iltimasın hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve suçluların yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin. [Bakara/123]

Görüldüğü gibi, ahirette kimseye şefaat ettirilmeyecektir. O gün sadece Allah'ın izin verdikleri, bildikleri gerçeğe tanıklık edebilirler:

Halk arasında yaygın olarak "ümmetinden günahkâr olanların günahlarının affedilmesi için peygamberimizin Allah katında aracılık etmesi" şeklinde tanımlanan şefaat anlayışının Kur'an'a ters olduğu özellikle belirtilmelidir. Peygamberimizin günahkârlara destek olup hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlayacağı anlayışı, "... Sen ateştekini kurtarabilir misin?" diyen Zümer/19’a terstir. Bu anlayış sahipleri bilmelidirler ki, bu anlayışlarını değiştirmedikleri takdirde peygamberimizin şefaat değil, şikâyet ettiği ümmetine dâhil olacaklardır:

30Elçi de: "Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân'ı mehcur/terk edilmiş bir şey edindiler" dedi. [Furkan/30]

Şefaat kavramı hakkındaki ayrıntılı açıklama Necm suresinin tahlilinde verilmiştir.

87) Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: "Allah" derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar!
88) Ve onun, "Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir toplumdur" demesi kanıttır ki...
89) Artık sen onlardan vazgeç ve "Selâm!" de. Artık onlar yakında bileceklerdir.
Bu ayetlerde Mekkelilerin tutarsızlığı ve Resulullah’ın onlar hakkındaki ümitsizliği bildirildikten sonra Resulullah’a Mekkelilere nasıl davranması gerektiği yönünde direktifler verilmektedir.

Daha önce de belirtildiği gibi, müşrikler Allah’ı tanımakta fakat yine de bildiklerini okumaktadırlar:

25Yine andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim oluşturdu?" diye sorsan, kesin "Allah" diyeceklerdir. De ki: "Tüm övgüler, Allah'adır; başkası övülemez!" Aslında onların çoğu bilmezler. [Lokman/25]

25Ve Allah, selâmet [esenlik, güvenlik, mutluluk] yurduna çağırıyor ve O, dilediği/dileyen kimseye kılavuz olur. [Yunus/25]

89. ayette Resulullah’a müşriklerin üstüne gitmemesi ve onlara sadece "selam!" deyip geçmesi emredilmektedir. Elçi’den uyması istenen bu tebliğ yöntemi Rabbimizin sünneti olup daha evvel bir kaç yerde görmüştük.

63Ve Rahmân'ın; yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman "Selâm!" derler. [Furkan/63]

47,48İbrâhîm: "Selâm sana olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz O, bana çok armağan verendir. Ve ben, sizden ve Allah'ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda mutsuz olmayacağımı umuyorum" dedi. [Meryem/47, 48]

10Onların oradaki duaları, "Allah'ım! Sen her türlü eksiklikten arınıksın!"dır. Ve onların oradaki selâmlaşmaları, "Selâm"dır [sağlık, esenlik, mutluluktur]! Dualarının sonu da, "Tüm övgülerin, Âlemlerin Rabbi Allah'a olduğu!"dur. [Yunus/10]

54Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: "Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir" de! [En’am/54]

88. ayetteki "Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir kavimdir" ifadesi ile Resulullah’ın toplumu hakkında ümit kesip onları Allah’a havale etmesi açıklanmıştır. Nitekim başka bir ayette de Resulullah’ın bir başka şikâyeti yer almaktadır:

30Elçi de: "Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân'ı mehcur/terk edilmiş bir şey edindiler" dedi. [Furkân/30]

Resulullah’ın kendi kavmi hakkında düşündüklerini Nuh peygamber de kendi kavmi hakkında düşünmüştür:

5-12Nûh dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben, toplumumu gece-gündüz/sürekli olarak davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de söyledim. Sonra dedim ki": "Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın.13Size ne oluyor ki, Allah için "ağır davranış"ı ummuyorsunuz? [Nuh/5-12]

26-28Ve Nûh dedi ki: "Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden çocuklar yetiştirirler. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır." [Nuh/26- 28]