Dikkat, dikkat! 
Arapça bir Kur’ân, müjdeleyici ve uyarıcı olarak, bilen bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklanmış/ bölüm bölüm ayrılmış, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden, engin merhamet sahibi Allah’tan indirilmiş bir kitap! Buna rağmen onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar kulak vermezler.
Ve onlar: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, yapabileceğini yap, biz de gerçekten yapıyoruz” dediler.

Ey kur’an ile uyarı görevi yapanlar!
Deyin ki: “Muhammed sadece sizin gibi bir beşerdi. Ona, ‘Sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu’ vahyedildi. O nedenle O’na dosdoğru yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin.” Ve zekâtı/vergiyi vermeyen ve âhireti örten o kimselerin/ inanmayanların ta kendileri olan ortak koşanların vay haline!
–Şüphesiz ki, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar, kendileri için bitmez tükenmez/başa kakılmaz ecir olanlardır.–
(61/41, Fussılet/1-8) 
-242-

Deyin ki: “Siz yeryüzünü iki evrede yaratanı gerçekten örtüp duracak mısınız/ inanmayacak mısınız? Bir de O’na eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir.” 
Ve O, yeryüzünün içinde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp isteyenler için eşit olarak/ayırım yapılmadan rızıkları dört evrede ayarladı. 
Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/ egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de, “Biz isteyerek geldik” dediler.
Böylece Allah, onları iki evrede yedi gök olmak üzere gerçekleştirdi ve her göğün kendi işini içine yükledi. Biz en yakın göğü kandillerle ve korumayla süsledik. İşte bu, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, çok iyi bilenin ayarlamasıdır.
(61/41, Fussılet/9-12) 
-243-

Buna rağmen onlar, yine yüz çevirirlerse hemen deyin ki: “Biz sizi Âd ve Semûd’un yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyardık.”
Hani onlara, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin!” diye önlerinden-arkalarından [her yanlarından] elçiler gelmişti. Onlar: “Eğer Rabbimiz isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyleri kesinlikle örtenleriz/ inanmayanlarız” dediler. 
Âd’a gelince de onlar, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: “Güç bakımından bizden daha çetin kim vardır?” dediler. Onlar şüphesiz kendilerini yaratan Allah’ın güç olarak kendilerinden daha çetin olduğunu görmediler mi? Ve onlar Bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
Bu yüzden Biz de onlara bu en basit dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Âhiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez.
Semûd’a gelince; işte, Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yol üzerine sevip tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları şeyler sebebiyle alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakalayıverdi.
Ve Biz iman etmiş kimseleri ve Allah’ın koruması altına girmiş olan kimseleri kurtardık.
(61/41, Fussılet/13-18) 
-244-

Ey insanlar’
Ve Allah’ın düşmanlarının bir araya getirilip toplandıkları gün, artık onlar, ateşe dağıtılırlar.
Sonunda oraya geldiklerinde, onların işitme, görme duyuları ve derileri yaptıkları şeyler ile ilgili kendi aleyhlerinde şâhitlik ederler.
Ve onlar kendi derilerine, “Niye aleyhimize şâhitlik ettiniz?” dediler. Onlar dediler ki. “Her şeyi konuşturan Allah, bizi konuşturdu ve sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülmektesiniz. Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şâhitlik eder diye gizlenmiyordunuz. Velâkin yapmakta olduklarınızdan birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğine inandınız. İşte sizin bu inancınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz inancınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerden oldunuz.”
Şimdi eğer onlar direterek ortak koşma inancını, yalanlamayı sürdürürlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer özür bildirmeye çalışsalar, onlar, özrü kabul edilecek kimseler değildirler.
Ve Biz onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan “Söz” onların üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler.
(61/41, Fussılet/19-25) 
-245-

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar ve tüm insanlar!
Ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler: “Üstün gelmeniz için bu Kur’ân’ı dinlemeyin, onun içinde anlamsız şeyler yapın/ anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin” dediler.
Artık Biz, kesinlikle, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş kimselere şiddetli bir azap tattıracağız. Ve kesinlikle onlara yaptıkları amellerin en kötüsünü karşılık olarak vereceğiz.
İşte bu, Allah’ın düşmanlarının cezasıdır; ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr eden kimseler olduklarına ceza olarak, onlar için orada sonsuzluk yurdu vardır. 
Ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan o kişiler: “Rabbimiz! Bildiğimiz-bilmediğimiz herkesten bizi doğru yoldan saptıranları bize göster. Onlar en aşağıdakilerden olsunlar diye biz onları ayaklarımızın altında tutalım” dediler.
(61/41, Fussılet/26-29) 
-246-

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar!
Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, haberci âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve âhirette sizin yol gösterenleriniz, yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.”
Ve Allah’a çağırıp/ yakarıp sâlihi işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? 
Ve güzellikle çirkinlik/ iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle savın. O zaman, sizinle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın’dır.
Bu olgun davranışa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur.
Ve eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce sizi dürtecek olursa hemen Allah’a sığının. Şüphesiz ki O, en iyi duyanın ve en çok bilenin ta kendisidir.
(61/41, Fussılet/30-36) 
-247-

Ey insanlar! İyi gözlemleyin.
Ve gece, gündüz, güneş ve ay O’nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Güneşe ve aya boyun eğip teslimiyet göstermeyin. Ve eğer sadece Allah’a kulluk yapıyorsanız, onları yaratmış olan Allah’a boyun eğip teslimiyet gösterin.
Buna rağmen onlar eğer büyüklük taslarlarsa bilsinler ki, Rabbini iyi tanıyan kişiler her zaman O’nun için Allah’ı noksan sıfatlardan arındırırlar ve onlar hiç usanmazlar.
Şüphesiz sizin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, onun titreşmesi ve kabarması da O’nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren, kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir.
Şüphesiz alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Bize gizli kalmazlar. O hâlde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir.
(61/41, Fussılet/37-40) 
-248-

Ey insanlar!
Şüphesiz Öğüt/Kur’ân kendilerine geldiğinde onu örten kimseler… Ve şüphesiz o Öğüt/Kitap, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan, övülen, övgüye lâyık bulunan tarafından indirilmedir. Önünden ve ardından/ hiçbir tarafından kendisine bâtılın gelmediği çok şerefli bir kitaptır.

Ey Kur’an ile uyarıda bulunan kullar!
Elçi ve sizin için sizden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz sizin Rabbiniz kesinlikle bağışlama sahibidir ve acı veren bir azabın sahibidir.
Ve eğer Biz o öğüdü/Kur’ân’ı yabancı dilde bir okuma yapsaydık, elbette onlar: “Âyetleri ayrıntılı olarak verilmeli değil miydi? Yabancı dil mi, Arapça mı!” diyeceklerdi. Deyin ki: “O, iman eden kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır.” İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o Öğüt/ Kur’ân, onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.
Ve andolsun ki Biz Mûsâ’ya Kitab’ı vermiştik de onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbiniz tarafından geçmiş Söz olmasaydı kesinlikle aralarında gerçekleştirilmişti. Ve şüphesiz onlar, bundan [Kur’ân’dan] kesinlikle şüpheci bir yetersiz bilgi içindedirler.
(61/41, Fussılet/41-45) 
-249-

Ey insanlar!
Her kim sâlihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve sizin Rabbiniz kullara hiç mi hiç haksızlık eden biri değildir.
O saatin bilgisi sadece Allah’a bırakılır. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz, düşük yapmaz. Ve Allah, onlara: “Benim ortaklarım nerede?” diye seslendiği gün, onlar: “Bizden hiçbir şâhit olmadığını Sana arz ederiz” derler. 
Önceden tapmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kayboldu. Onlar kendileri için kaçacak bir yer olmadığını da iyice anladılar. 
İnsan hayır istemekten usanmaz, kendisine bir kötülük dokununca da hemen, üzgündür, ümitsizdir.
Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak, hiç kuşkusuz “Bu benim hakkımdır. Ve kıyâmetin kopuş anının geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır” der. Bu nedenle Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimselere, yaptıklarını kesin bildireceğiz ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattıracağız.
Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman o yüz çevirir, yan çizer. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman da geniş geniş dua sahibidir.

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar!
İnsanlara deyin ki: “Hiç düşündünüz mü? Eğer Kur’ân, Allah katından olup da sonra siz onu Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüşseniz… Kendisi uzak bir ayrılığın içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?”
Onun hak olduğu ortaya çıkıncaya kadar, hem dış dünyada, hem kendi bünyelerinde alâmetlerimizi/ göstergelerimizi onlara göstereceğiz. Rabbinin şüphesiz her şeye tanık olmuş olması da yetmedi mi?
Gözünüzü açın! Şüphesiz onlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler. Gözünüzü açın! Şüphesiz Allah, her şeyi kuşatandır.
(61/41, Fussılet/46-54)