Dikkat, dikkat, dikkat, dikkat, dikkat!

En üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah, Elçi Muhammed’e ve ondan öncekilere işte böyle vahyeder.
Göklerde ve yerde olan şeyler sadece O’nundur. O, çok yücedir, çok büyüktür. 
Gökler üstlerinden neredeyse çatlayacaklar. Tüm güçler ise Rablerinin övgüsüyle birlikte noksan sıfatlardan arındırıyorlar ve yeryüzünde bulunan kimseler için bağışlanma diliyorlar. Gözünüzü açın! Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 
Ve O’nun astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinen kimseler; Allah onların üzerinde yaptıklarını kayda almaktadır. 
Ve sen ey elçi ve Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlar, onların üzerinde canlı-cansız tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri değilsiniz.
İşte böylece Biz kentlerin anası, Mekke’yi ve dünyanın her yanındaki kişileri uyarasınız ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasınız diye Arapça bir Kur’ân vahyettik.
Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.
Ve eğer Allah dileseydi kesinlikle onları bir tek önderli toplum yapardı. Fakat O, dileyeni rahmetinin içine girdirir. Şirk koşarak yanlış yapanlar da, kendileri için bir koruyucu, yol gösterici yakın ve bir yardımcı olmayanlardır.
Yoksa O’nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı kabulleniyorlar? İşte Allah, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakının ta kendisidir. Ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir. İşte O, göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır/parçalayıcısıdır. O sizin için kendinizden eşler ve hayvanlardan çiftler yaratmıştır. O, sizi bu düzenin içerisinde üretip çoğaltıyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi işitendir, en iyi görendir. Göklerin ve yeryüzünün kilitleri yalnızca O’nundur. O, dilediği kimse için rızkı genişletir ve ayarlar. Şüphesiz ki O, her şeyi en iyi bilendir.
Allah, dinden Nuh’a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” 
Ey Kur’an ile uyarıda bulunan kimseler!
Sizin kendilerini davet ettiğiniz şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar.
Ve onlar, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbiniz tarafından “adı konmuş bir süre sonuna kadar” sözü geçmemiş olsaydı aralarında kesinlikle gerçekleştirilirdi. Ve şüphesiz kendilerinden sonra Kitab’a vâris kılınan kişiler Kur’ân’dan kesinlikle kararsızlığa götüren bir kuşku içindedirler.
İşte bunun için siz davet edin ve size emredildiği gibi dosdoğru olun. Onların boş iğreti arzularına uymayın ve deyin ki: “Biz Allah’ın kitaptan indirdiğine inandık ve biz aranızda adaleti gerçekleştirme görevi ile emrolunduk. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de yalnız O’nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah’a aittir. İşte bu, bizim Rabbimiz Allah’tır. Biz yalnız O’na işin sonucunu havale ettik ve biz yalnız O’na yöneliyoruz.”
(62/42, Şûrâ/1-9, 11-15, 10) 
-251-

Ey insanlar! İyi belleyin.
Ve kendisine karşılık verildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların kanıtları Rableri katında iptal edilmiştir. Ve onların üzerinde bir gazap vardır, çetin azap da onlar içindir.
Allah, bu kitabı ve teraziyi/ ölçüyü hakla indiren Zat’tır. Ve sana ne bildirir ki, belki de o kıyâmetin kopuş zamanı çok yakındır! 
Ona inanmayan kimseler kıyâmetin çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki kıyâmetin kopuş zamanı hakkında tartışanlar kesinlikle geri dönüşü olmayan bir sapıklık içindedirler.
Allah kullarına çok armağan verendir. Dilediğini/ dileyeni rızıklandırır. Ve O, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır.
Her kim âhiret ekinini isterse, Biz onun ekininde, onun için arttırırız. Ve her kim dünya tarlasını isterse ona da ondan veririz. Ve onun için âhirette hiçbir nasip yoktur.
(62/42, Şûrâ/16-20) 
-252-

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapanlar!
Yoksa onların, Allah’ın dinde izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılmış ortakları mı vardır? Eğer “Fasl Sözü” olmasaydı, aralarında kesinlikle işleri bitirilmişti. Ve şüphesiz şirk koşarak yanlış yapanlar; kendileri için acı bir azap olanlardır.
Kendilerine vaki olduğunda kazandıkları şeylerden dolayı şirk koşarak yanlış yapan o kimselerin ürktüklerini görürsünüz. İman etmiş, düzeltmeye yönelik işleri yapmış kimseler de cennetlerin bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlar için istedikleri şeyler vardır. İşte bu, büyük armağanın ta kendisidir. 
İşte bu, Allah’ın, iman eden, düzeltmeye yönelik işler yapan kullarına müjdelediği şeydir. –Deyin ki: “Biz bu tebliğimize karşı sizden yakınlıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyoruz”– Ve her kim bir iyilik-güzellik yaparsa, Biz onun için onda iyiliği-güzelliği artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, karşılığını verendir.
Ya da onlar, “Allah’a karşı yalan uydurdunuz” mu diyorlar? İşte eğer Allah dilerse sizin de kalbinizi mühürler; bâtılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O, göğüslerde bulunan şeyleri çok iyi bilendir.
(62/42, Şûrâ/21-24) 
-253-

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapanlar ve tüm insanlar!

Ve O, kullarının tevbesini kabul eder, kötülüklerden affeder ve sizin işlemekte olduğunuz şeyleri bilir. 
Ve O, iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapanlara karşılık verir ve onlara armağanlarından daha fazlasını verir. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler ise, şiddetli bir azap onlar içindir.
Ve eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı/ döşeseydi [bol bol verseydi], kesinlikle yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Velâkin Allah dilediğini belli bir ölçüye göre indiriyor. Şüphesiz ki O, kullarından en çok haberi olandır, en iyi görendir.
Ve O, insanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayandır. Ve O, övülmeye lâyık olandır, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakındır.
Ve göklerin, yeryüzünün yaratılması ve göklerde ve yerde her dâbbehden/canlıdan türetip yayması, O’nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Ve O, dilediği zaman onların hepsini toplamaya gücü yetendir.
Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor. 
Ve siz yeryüzünde âciz bırakıcılar değilsiniz. Ve sizin, Allah’ın astlarından, bir yakınınız yoktur, yardımcınız da yoktur.
Denizde dağlar gibi akıp gidenler de O’nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Eğer O dilerse rüzgârı durdurur da giden gemiler denizin sırtında duruverirler. Şüphesiz bunda tüm çok sabreden ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını çok çok ödeyen kimseler için nice alâmetler/ göstergeler vardır. Yahut Allah, onların kazandıkları şeyler sebebiyle o gemileri değişime/ yıkıma uğratır. Birçoğunu da bağışlar. Ve âyetlerimiz/ alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında mücâdele edenler kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilirler.
İşte, verilen herhangi bir şey basit dünya hayatının kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar [nimetler, ödüller] ise;
iman etmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler için,
günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler için,
Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı oluşturan-ayakta tutan], işleri de kendi aralarında görüşme, danışma olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunan kimseler için
ve kendilerine bir haksızlık ve saldırı isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
(62/42, Şûrâ/25-39) 
-254-

Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış iş yapanları sevmez.
Kim de haksızlığa uğradıktan sonra hakkını alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur. 
Yol ancak, insanlara haksızlık eden ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık eden kimseler aleyhinedir. İşte onlar, kendileri için acı bir azap olanlardır. 
Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, şüphesiz işte bu, kesinlikle işlerin azmindendir. 
Ve Allah her kimi saptırırsa artık bundan sonra onun için hiçbir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın yoktur. 
Ey Kur’an ile uyarı görevi yapanlar!

Siz, azabı gördüklerinde şirk koşarak yanlış iş yapanların: “Geri dönüş yerine bir yol var mıdır?” dediklerini göreceksiniz. 
Ve siz, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken ateşe sunulduklarını göreceksiniz. İman etmiş kimseler de: “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve ailelerini, yakınlarını kıyâmet günü zarara uğratmış olan kimselerdir” dediler. Gözünüzü açın! Şüphesiz şirk koşarak yanlış iş yapanlar devamlı bir azap içerisindedirler.
Onlar için Allah’ın astlarından kendilerine yardım edecek hiçbir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın yoktur. Allah kimi de saptırırsa, artık onun için herhangi bir yol yoktur.
Allah’tan, kendileri için dönüş yeri olmayan geri çevrilemeyecek gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrılarına karşılık veriniz. O gün, sizin için sığınacak bir yer yoktur, sizin için tanımayacak hâle getirmek/ tanınmamak da yoktur.
Buna rağmen eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz Muhammedi ve Kur’an ile uyarı görevi yapanları onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Onlara düşen sadece tebliğdir. Ve Biz, şüphesiz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevindi; eğer elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir kötülük isabet ederse de, o zaman görürsün ki şüphesiz o insan çok nankördür.
(62/42, Şûrâ/40-48) 
-255-
Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk bahşeder, dilediğine de erkek çocuk bahşeder.
Yahut Allah onları erkek ve kız olmak üzere eşleştirir. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O, en iyi bilendir, çok güçlü olandır.
Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle/ bilgisiyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah’ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O, çok yüce ve yücelticidir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. 
İşte böylece Biz Muhammed’e de Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. O, kitap nedir, iman nedir bilmezdi. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz o ve Kur’an ile uyarı görevi yapanlar da dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan o Allah’ın yoluna kılavuzluk etmekteler. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah’a döner. 
(62/42, Şûrâ/49-53)