Ey insanlar!

Katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab’ı indiren Allah’ı tüm övgüler ile övün.
Allah, eş, çocuk edindi diyen kimselerin ve atalarının Allah’ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar.

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!
Sapık kimseler bu Kur’ân’a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendinizi harap etmeyin; siz rahat olun, onları Allah’a bırakın!
(69/18, Kehf/1-6) 
-293-

Ey insanlar bu açıklamaya dikkat edin.
Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık.
Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.
Şu iki adamı örnek alın: Biz bunlardan birine her türlü üzümlerden iki bağ verdik ve iki bağın etrafını hurmalarla donattık. Aralarında da bir ekinlik yaptık.
Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarında da ırmak yardık/akıttık.
Bu iki bağın sahibi için ayrıca başka gelir de vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşına konuşarak: “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi.
Ve bu adam, kendine haksızlık ederek bağına girdi: “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Var sayalım ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi.
Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah’tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh” [Allah ne isterse o olur. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ, kaygan bir toprak hâline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi.
Ve o iki bağ sahibi kişi, serveti ile kuşatma altına alındı/bitirildi. Bunun üzerine bağında yaptığı harcamalara karşı ellerini ovuşturmaya başladı. Bahçe, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, o da “Ah ne olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. O kişi için Allah’ın astlarından yardım edecek bir topluluk olmadı. Ve kendisi de öç alacak/kendi kendine yardım edecek biri değildi.
İşte burada egemenlik/yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik ancak hak olan Allah’a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olandır.
Şu örneklemeyi de dikkate alın:
O basit dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah her şeye muktedirdir.

Ey insanlar!
Mal ve oğullar, basit dünya hayatının süsüdür. Kalıcı düzeltmeye yönelik işler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır.
Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; -siz yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksiniz- Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.”
Ve Kitap/amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksiniz. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.

Ey Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlar!
Siz Rabbinizin kitabından size gönderileni okuyun/izleyin! Rabbinizin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve siz O’nun astlarından bir sığınak bulamazsınız, tek sığınak Rabbinizdir.
Ve kendinizi, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kılın. Basit dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırmayın. Ve de siz, Bizim anılmamızdan kalbini ilgisiz/ duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uymayın.
Ve deyin ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen örtsün/ inanmasın.” Şüphesiz Biz şirk koşarak yanlış yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; şüphe yok ki Biz, işi güzel yapanların karşılığını kaybetmeyiz. İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel karşılıktır! Ve ne güzel kalma yeri!
(69/18, Kehf/7-8, 32-49, 27-31)

-294-

Ey insanlar! Aslında siz yeniden dirilişi bilimsel olarak kanıtlayabilirsiniz.
Aranızda başkalarının, asırlar evvel yaşamış insanların bellek hücrelerini emaneten taşıyan kimseler  (Ashabı Rakim) var. Bunları çok sakin bir labaratuarda hipnoz yöntemiyle uyutun. O kişideki başkasına ait bellek hücresini aktive edin.

Göreceksiniz ki o kişi, bir başkasının geçmişte yaşadığı olayları, kendi yaşamış gibi size nakledecektir.
Böylece ölen, çürüyen bedenlerin kaybolmadığını görecek ve ileride yeniden yaratılacağınıza inanacaksınız.

 (69/18, Kehf/9-13, 16, 14-26)

-295-

Ey insanlar! Sizin enerjik yapınızda size hiçbir zaman boyun eğmeyecek, sürekli ham düşünce üreten İblis adlı varlık var. Sakın o seviyesizi ve onun yandaşlarını Veli edinmeyin. Onlar sizin düşmanınızdır. Onlar sizi aldatıp felaketinize sebep olurlar.

Ben onları, göklerin ve yeryüzünün yaratılışına ve kendilerinin yaratılışına şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
Ve o gün Ben: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” diyeceğim. Sonra onlar da onları çağıracaklar da onlar kendilerine cevap vermeyecekler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.
Ve şüphesiz Biz, bu Kur’ân’da insanlar için her örnekten geniş geniş açıkladık. İnsan ise, tartışma yönünden her şeyden daha çok olandır.
Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman, insanların iman etmelerine ve Rablerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece “evvelkiler ile ilgili uygulamaların kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın gelmesi” konusu engel oldu.
Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan kişiler de hakkı, bâtılla iptal etmek/ortadan kaldırmak için mücâdele ediyorlar. Ve onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar.
Ve Rabbinizin âyetleriyle öğüt verilip/hatırlatma yapılıp da onlardan mesafelenip uzaklaşan ve iki elinin önden gönderdiklerini/ yaptıklarını unutan [terk eden, dikkate almayan] kimseden daha yanlış iş yapan kim olabilir? Şüphesiz Biz onların kalpleri üzerine, Kur’ân’ı iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da ağırlık oluşturduk. Sen onları doğru yola çağırsan da, onlar bu durumda asla kılavuzlandıkları doğru yola girmezler.
Bununla beraber sizin rahmet sahibi Rabbiniz çok bağışlayıcıdır. Eğer sizin rahmet sahibi Rabbiniz, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen yakalayacak olsaydı, onlara azabı kesinlikle acele verirdi. Aksine onlara vaat edilen bir zaman vardır. Onlar, O’nun astlarından bir sığınak asla bulamazlar.
Ve işte, şirk koşarak yanlış iş yaptıkları zaman değişime/ yıkıma uğrattığımız kentler! Biz onların değişime/ yıkıma uğramaları için de belirli bir zaman tayin etmiştik.
(69/18, Kehf/50-59) 
-296-

Mûsâ, kendisine verdiğimiz, Firavunu öldürme görevini alınca bunalıma düştü. Bu bunalımdan kurtulmak için bilgileneceği birilerini aramaya başladı ve delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.
Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.
Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.
Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.
Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi.
Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi.
Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.”
Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi.
Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.
Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.
Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi.
Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi.
Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim:
“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle benonu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri gasp edip alan bir kral vardı.
Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.
Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Veben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!”

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapanlar! Sıkıntıya düştüğünüz zaman siz de bilginlere başvurun. Onlardan yardım alın. 
(69/18, Kehf/60-82)

-297-

Ey insanlar! Size işte bir muamma! Bunu çözün. Ve Bu muammayı Muhammedin düzüp düzmediği konusunda düşünce üretin.

“Ve sana iki çağ sahibinden soruyorlar. De ki: “Size ondan, bir hatırlatma/öğüt okuyacağım:
Şüphesiz Biz iki çağ sahibi için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.
Sonra o, bir sebebe tâbi oldu.
Sonunda o, vahyin battığı yere vardığı zaman, vahyi, kara bir balçıkta batıyor buldu [orada ilâhi ilkeler hayattan çıkarılmıştı]. Bir de bunun yanında bir toplum buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi-güzel davranırsın.”
O dedi ki: “Kim şirk koşarak yanlış yaparsa kesinlikle ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve sâlihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu.
Sonunda, vahyin doğduğu yere vardı. Vahyi bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlar için, vahiy olmayan bilgilerle bir siper yapmıştık.
İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri bilgi yönünden kuşatmıştık.
Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu.
Sonunda iki sözleşme arasına ulaştığında iki toplumun [Medîne ve Mekke toplumlarının] astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir toplum [Hayber Yahudilerini] buldu.
Söz anlamaz toplum [Hayber Yahudileri] dediler ki: “Ey iki çağın sahibi! Şüphesiz akıncılar ve komutanı [Muhammed ve ordusu] bu topraklarda bozguncudur [ziraattan anlamıyorlar, araziye yazık ediyorlar]. Onun için, bizimle onlar arasında bir vesika yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?”
İki çağ sahibi dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu imkânlar daha hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onların arasında çok sağlam bir sözleşme/ vesika yapayım. Bana, ince zekânızla hazırladığınız teklif metinlerini getirin.”
Sonunda hedef eşitleştiği zaman: “Hazırlayın sözleşmeyi!” dedi. Sonunda sözleşme hazırlanınca, ‘Getirin ben de imzalayayım’ dedi.
Artık söz anlamaz o toplum, sağlamca yapılan sözleşmeyi aşmaya güç yetiremediler, onu delmeye de güç yetiremediler.
İki çağ sahibi dedi ki: “Sağlamca yapılan bu sözleşme Rabbimden bir rahmettir. Artık Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.”
Ey insanlar! Bu Muamma’daki Zülkarneyn’in kim olduğunu ancak olaylar gerçekleştikten sonra herkes çözdü. Geleceğe ait olaylar ile muammayı kim hazırladı bir düşünsenize!!!!!
(69/18, Kehf/83-98)

-298-

Ey insanlar!
Ve Biz, kıyâmet günü ortak koşan kimseleri dalgalar hâlinde birbirlerine girer hâlde bırakıvermişizdir. Sûr’a da üflenmiştir. Böylece ortak koşan kimselerin hepsini bir araya toplayıvermişizdir.
Ve Biz, cehennemi o gün, Beni hatırlatan alâmetlerimden/ göstergelerimden gözleri bir örtü içinde olan ve vahye kulak vermeye güçleri olmayan Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler için genişlettikçe genişlettik.
Peki, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kimseler, Benim astlarımdan birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kimselere bir konuk ziyafeti (!) olarak hazırladık.

Ey Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlar!
Deyin ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? Onlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na ulaşmayı örtmüş/ inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz.
İşte, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeleri, Benim âyetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir. 
Şüphesiz iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış şu kimseler, içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler.
Deyin ki: “Rabbimizin sözleri için, deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.”
Deyin ki: “Muhammed de ancak sizin gibi bir beşerdi. Ona ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolundu. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.”
(69/18, Kehf/99-110)