Dikkat, dikkat!
Bunlar, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren ve âhirete de kesin olarak inanan kişilerin ta kendileri olan mü’minler için doğru yol rehberi ve müjdeci olmak üzere Kur’ân’ın ve apaçık/açıklayıcı bir kitabın âyetleridir.
(48/27, Neml/1-3) 
-144-

Ey insanlar!
Şüphesiz Biz âhirete inanmayan şu kimselerin işlerini kendilerine süslü gelmekte de onlar şaşırıp kalmaktadırlar.
İşte bunlar, azabın kötüsü kendileri için olan kimselerdir ve bunlar, âhirette en çok ziyana uğrayacakların ta kendileridir.

Bunun en güzel örneğini Musa’da, davud’da ve Süleyman’da görmektesiniz.
Bir zamanlar Mûsâ, yakınlarına: “Şüphesiz ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber getireceğim yahut ısınmanız için bir kor ateş getireceğim” demişti.
Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi bolluklu kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden arınıktır!
“Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah’ım!
“Ve birikimini ortaya koy!” –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. -Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.–
“Ve koynundaki gücünü; yedekteki gücünü devreye sok; kardeşin Harun’u yanına alarak dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun’a ve onun toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum olmuşlardır.”
Sonra da âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz onlara parlak bir şekilde gelince, “Bu apaçık bir göz boyama, insan kandırmadır” dediler.
Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!–
***
Ve andolsun ki Biz Dâvûd’a ve Süleymân’a bilgi verdik. O ikisi de: “Bizi mü’min kullarının birçoğuna fazlalıklı kılan Allah’a sonsuz övgüler olsun!” dediler.
Ve Süleymân Dâvûd’a vâris oldu. Ve Süleymân: “Ey insanlar! Bize kuşların mantığı [seslerinden, davranışlarından anlam çıkarma] öğretildi ve bize her şeyden verildi” dedi. –Doğrusu bu apaçık bir armağandır.–
Ve yerli ve yabancılardan ve kuşlardan oluşturulmuş orduları Süleymân için bir araya getirildi. –Sonra onlar düzenli olarak sevk edilirler.–
Sonunda Karınca Vadisi’ne geldikleri zaman, bir karınca: “Ey karıncalar! Evlerinize girin, Süleymân ve orduları bilinçsizce sizi kırıp geçirmesin!” dedi.
Sonra da Süleymân, dişi karıncanın sözünden/kararından dolayı gülerek tebessüm etti. Ve “Rabbim! Bana, anne-babama lütfettiğin nimetinin karşılığını ödememi, hoşnut olacağın sâlihi işlememi gönlüme getir ve rahmetinle beni sâlih kullarının içine kat” dedi.
Ve Süleymân kuşları gözden geçirdi de sonra, “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplardan mı oldu? Onu kesinlikle çetin bir azap ile azaplandıracağım yahut onu boğazlayacağım yahut da bana apaçık bir delil/güç getirecek” dedi.
Derken, çok beklemeden Hüdhüd geldi de, “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Şüphesiz ki, Sebelilere hükümdarlık eden, kendisine her şeyden verilmiş ve çok büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Onu ve toplumunu, Allah’ın astlarından güneşe boyun eğip teslimiyet gösterirler/taparlar buldum. Şeytan da göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a boyun eğip teslimiyet göstermesinler/kulluk etmesinler diye kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için de onlar kılavuzlanan doğru yolu bulamıyorlar. –Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, büyük arşın sahibidir–” dedi.
Süleymân dedi ki: “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu götür, onu kendilerine bırak, sonra onlardan biraz geri çekil de bak, neye dönecekler.”
Süleymân’ın mektubunu alan Sebe melikesi: “Ey ileri gelenler! Şüphesiz ki bana kesinlikle çok saygın/şerefli bir mektup bırakıldı. Şüphesiz ki o mektup, Süleymân’dandır ve ‘Bana karşı büyüklük taslamayın, teslimiyet göstererek/Müslüman olarak bana gelin!’ diye yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden, engin merhamet sahibi Allah adınadır” dedi.
Melike dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bu işimde bana fetva verin. Siz bana tanık olmadan hiçbir işi kestirip atmam.”
İleri gelenler dediler ki: “Biz, kuvvet sahibiyiz ve savaşmayı çok iyi bilen kimseleriz, buyruk ise senindir; artık ne emredeceğini düşün!”
Melike: “Hiç şüphesiz ki krallar bir memlekete girdikleri zaman hemen orayı bozarlar ve halkının ulularını aşağılarlar. Onlar da böyle yapacaklardır. Ben onlara bir hediye göndereyim de bakalım elçiler ne ile dönecekler!” dedi.
Elçi Süleymân’a gelince Süleymân, “Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? İşte, Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Tersine siz, hediyenizle böbürlenirsiniz. Onlara geri dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları, kesinlikle hor ve aşağılanmış olarak çıkarırız!” dedi.
Süleymân dedi ki: “İleri gelenler! Onlar teslim olanlar olarak bana gelmeden önce, hanginiz onun tahtını bana getirir?”
Cinlerden bir ifrit, “Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Ve hiç şüphesiz ben onun üzerine güçlü ve güvenilirim” dedi.
Kitap’tan yanında bilgi olan kimse: “Ben onu sana bakışın kendine dönmeden önce getiririm” dedi. 
Sonra Süleymân Melike’nin tahtını yanında durur bir hâlde görünce: “Bu, kendime verilen nimetlerin karşılığını ödeyecek miyim, yoksa iyilikbilmezlik mi edeceğim diye beni belâlandırmak için Rabbimin fazlındandır. Ve kim kendisine verilen nimetlerin karşılığını öderse hiç şüphesiz kendisi için karşılığını öder. Kim de iyilikbilmezlik ederse, hiç şüphesiz ki Rabbim çok zengin ve kerîm’dir.”
Süleymân dedi ki: “Onun için tahtını belirsizleştirin [ona sıradan bir kişi muamelesi yapın], bakalım o, kılavuzlanan yolu bulanlardan mı yoksa kılavuzlanan doğru yolu bulmayanlardan mı olacak [Müslümanlığında samimi mi değil mi görelim]!”
Melike geldiği zaman, “Senin tahtın böyle mi?” dendi. Melike: “Sanki bu, odur. Ve bize ondan önce bilgi verilmiş ve biz Müslümanlar olmuş idik.”
Ve onu, Allah’ın astlarından taptığı şeyler alıkoymuştu. Şüphesiz ki o Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler toplumundandı.
Ona, “köşke gir!” denildi. Sonra o, onu görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti. Süleymân; “Bu billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir” dedi. Melike, “Rabbim! Ben gerçekten kendime haksızlık etmiştim. Süleymân ile beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.
(48/27, Neml/4, 5,7-44) 
-145-

Ey insanlar! Bu konuda şu kavimlerin yaşantısını ve akıbetlerini de dikkate alın.

Andolsun ki ‘Allah’a kulluk edin’ diye Semûd’a da kardeşleri Sâlih’i elçi gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
Sâlih dedi ki: “Ey toplumum! İyilikten önce niçin kötülüğü çabuklaştırmak istiyorsunuz? Merhamet olunmanız için Allah’tan bağışlanma dileseniz ne olur!”
Onlar, “Senin sebebinle ve seninle beraber olan kişiler sebebiyle başımıza uğursuzluk geldi/seni ve beraberindekileri uğursuzluk belirtisi sayıyoruz” dediler. Sâlih, “Uğursuzluğunuz Allah katındadır. Daha doğrusu siz, kendini ateşe atan/imtihana çekilen bir topluluksunuz” dedi.
Ve o şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuz kişilik bir grup vardı. Allah’a yeminleşerek, “Gece o’na ve ailesine baskın yapacağız, sonra da velîsine/haklarını koruyacak yakınlarına, ‘Biz, o ailenin yok edilişine şâhit olmadık/olay sırasında orada değildik ve biz kesinlikle doğru olanlarız’ diyeceğiz” dediler. Ve onlar böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık.
İşte bak! Onların tuzaklarının âkıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan yerle bir ettik. İşte, onların, şirk koşmak sûretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet/gösterge vardır.
İman eden ve Allah’ın koruması altına girmiş olan kişileri de kurtardık.
***
Lût’u da elçi olarak toplumuna gönderdik. Hani o, toplumuna, “Göz göre göre hâlâ o aşırılığı/hayâsızlığı yapacak mısınız? Şehvet yönünden kadınlardan aşağı olan erkeklere yaklaşacak mısınız? Aslında siz cahillikte devam edegelen bir toplumsunuz!” demişti.
Sonra da toplumunun cevabı sadece, “Lût ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış!” demeleri oldu.
Bunun üzerine o’nu ve geride kalmasını ayarladığımız karısı dışındaki yakınlarını kurtardık. Ve onların üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Ne kötü idi uyarılanların yağmuru!
(48/27, Neml/45-58) 
-146-

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar!

Deyin ki: “Tüm övgüler, Allah’a mahsustur. Esenlik, güvenlik de seçip arı-duru hâle getirdiği kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştuğu şeyler mi?”

Ey insanlar! İyi düşünün bakalım:

Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da gökleri ve yeryüzünü yaratan, gökten sizin için su indiren mi? Sonra da Biz onunla, bir ağacını bile bitirmenizin söz konusu olmadığı güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah’la beraber başka bir ilâh mı var! Aksine onlar şirk koşmak sûretiyle yanlış işte devam eden bir toplumdur.
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar.
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah’ın yanında başka bir ilâh mı var? Çok az düşünüyorsunuz!

Ey Kur’an ile uyarıda bulunanlar!
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size kılavuz olan, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir.
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da önce yaratan, sonra onu iade edecek olan ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? Deyin ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, kesin delilinizi getiriniz!”

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar!

Deyin ki: “Göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği Allah’tan başka kimse bilmez. Ve onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar.
Aslında onların âhiret hakkında bilgileri ardarda gelmektedir. Fakat onlar bundan bir şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar bundan kördürler.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten şu kimseler de, “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı gerçekten biz mi dirilip çıkartılacağız. Andolsun, bu azap ve dirilme tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza tehdit olarak söz verilmişti. Bu, ancak geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” dediler.
Deyin ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da suçluların sonlarının nasıl olduğuna bir bakın!”
–Sen onlara karşı hüzne de kapılma ve onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı da sıkıntı içinde olma!–
Ve onlar, “Eğer doğru kimseler iseniz, bu tehdit olarak söylenen söz/azap ne zaman?” diyorlar.
Deyin ki: “Belki de çabuklaştırmakta olduğunuzun bir kısmı size yetişmiştir bile.”

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar!

Ve hiç şüphesiz, sizin Rabbiniz, insanlara karşı büyük armağan sahibidir, velâkin onların çoğu sahip olduklarının karşılığını ödemiyorlar. Ve şüphesiz ki, sizin Rabbin, onların göğüslerinin gizli tutmakta olduklarını ve açığa vurduklarını kesin olarak bilmektedir.
Ve gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın.
(48/27, Neml/59-75) 
-147-

Ey insanlar! Bunları iyi bilin.
Hiç şüphesiz ki, bu Kur’ân İsrâîloğulları’na, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu aktarıp anlatmaktadır.
Ve hiç şüphesiz gerçekten Kur’ân, kesinlikle mü’minler için bir kılavuz ve bir rahmettir.

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar!

Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, onların arasında Kendi hükmünü gerçekleştirir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, çok iyi bilendir.
Öyleyse siz, Allah’a işin sonucunu havale edin, şüphesiz ki siz apaçık olan hak üzerindesiniz.
Şüphesiz ki siz, ölülere dinletemezsiniz ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsiniz.
Siz körleri düştükleri sapıklıktan çekip doğru yolu gösterici de değilsiniz; siz ancak, âyetlerimize iman edenlere –ki onlar teslim olanlardır– dinletebilirsiniz.
(48/27, Neml/76-81) 
-148-

Ey insanlar! Ahırete ait şu bilgileri; sahneleri özümseyin ve gereğini yapın.
Ve Söz üzerlerine vaki olduğu/gerçekleştiği zaman onlar için, insanların âyetlerimize gerektiği gibi inanmadıklarını onlara söyleyen/anlatan, topraktan/maddeden yapılmış hareket eden, konuşan bir varlık çıkardık.
Ve her önderli topluluktan âyetlerimizi/alâmetlerimizi/göstergelerimizi yalan sayanlardan bir grup topladığımız gün, artık onlar tutuklanıp dağıtılırlar.
Ve geldikleri zaman, Allah der ki: “Siz Benim âyetlerimi/ alâmetlerimi/ göstergelerimi, bilgi bakımından onu kavramadığınız hâlde yalanladınız mı? Ya da ne yapıyordunuz?
Ve şirk koşarak, inanmayarak yanlış yapmalarına karşılık, Söz kendi aleyhlerine gerçekleşmiş bulunmaktadır, artık onlar konuşmazlar.
(48/27, Neml/82-85) 
-149-

Ey insanlar!

Ahıret gününü kabullenmeyen kimseler görmediler mi ki, dinlensinler diye geceyi yarattık, gündüzü de gördürücü, aydınlık yarattık. Şüphesiz ki bunda iman eden bir toplum için kesinlikle alâmetler/göstergeler vardır.
Ve Sûr’a üflendiği gün, artık Allah’ın diledikleri hariç olmak üzere göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılırlar. Ve hepsi değerlerini yitirmiş olarak O’na gelirler.

Ey Kur’an ile uyarı görevi yapan kullar!

Siz dağları görürsünüz; siz onları donuk, durgun sanırsınız. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır:
Kim bir iyilik-güzellik getirirse, onun için getirdiğinden daha hayırlısı/getirdiğinden dolayı bir hayır vardır. Ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır.
Ve kim kötülükle gelirse, artık yüzleri ateşte sürtülür. –Siz yaptığınız amellerden başkasıyla mı karşılı göreceksiniz?–
Siz, “Biz ancak her şeyin sahibi olan ve burayı dokunulmaz kılan Mekke’nin Rabbine kulluk etmekle emrolunduk. Ve biz Müslüman olmamızla ve Kur’ân’ı okumamızla emrolunduk. Artık kim kılavuzlanan doğru yola düşerse, yalnız kendisi için kılavuzlanan doğru yola düşmüş olur; kim de saparsa hemen ‘Biz sadece uyarıcılardanız.’ Ve, bütün övgüler Allah’a mahsustur. O, âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini size gösterecek de siz onları tanıyacaksınız” deyin.
–Ve Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.–
(48/27, Neml/86-93)