Dikkat, dikkat, dikkat! Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!
Ahıreti yalanlayanlar; Kur’ân’ı sihir, şiir, esatir, uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, iman edenler olmuyorlar diye siz kendinizi suçlamayın ve bu konuda kendinizi yıpratmayın!
Eğer Biz dilersek, o yemincilere indirdiğimiz şey gibi onlara gökten bir alâmet [gösterge; ışın, radyasyon ve meteorlar, tayfun, sel] indiririz de onların boyunları, ona boyun eğenler oluverirdi. Ve kendilerine Rahmân’dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’tan] yeni bir öğüt geldi mi, kesinlikle ondan yüz çeviren kimseler oldular. Sonra da, kesinlikle yalanladılar. İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir. İşte, andolsun Rabbine ki, Biz, kesinlikle onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz. 
Ve onlar yeryüzüne bakmadılar mı? Biz orada her güzel eşten nicelerini bitirdik. Şüphesiz ki bunda kesinlikle alâmet/gösterge vardır; ama onların çoğu iman edenler olmadılar. Ve şüphe yok ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/1-6+54/15, Hicr/90-93)+Şu‘arâ/7-9) 
-133-

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler! Tarihi olayları hatırlayın ve hatırlatın. Ki bundan dersler ibretler alınsın.

Bir vakit de Rabbiniz, Mûsâ’ya: “Git o yanlış yapan topluma; Firavun toplumuna, hâlâ Allah’ın koruması altına girmeyecekler mi?” diye nida etmişti.
Mûsâ: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn’a da elçilik ver. Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım” dedi.
Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi, ikiniz Firavun’a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları’nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.
Firavun: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de…” dedi.
Mûsâ: “Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları’nı kendine köle edinmiş olmandır” dedi.
Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.
Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.”
Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.
Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.
Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi.
Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi.
Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi.
Mûsâ: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.
Firavun: “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” dedi.
Bunun üzerine Mûsâ, birikimini ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki Mûsâ’nın birikimi, apaçık bir “silip süpüren”dir.
Gücünü de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o güç, izleyenlere çok mükemmel, hiç kusursuzdur.
Firavun, yanı başındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir etkin bilgin! Sizi etkin bilgisiyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” dedi.
İleri gelenler dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok etkin bilginleri sana getirsinler.”
Böylece, etkin bilginler belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
İnsanlara da, “Siz toplanıyor musunuz?” denildi.
–“Bizim etkin bilginlere uymamız için, kendilerinin galip gelen kimseler olmaları gerekir!”–
Etkin bilginler geldiklerinde Firavun’a: “Şâyet biz üstün gelirsek, kesinlikle bize bir ücret var mı?” dediler.
Firavun: “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi.
Mûsâ onlara, “Ortaya koyun ne koyacaksanız!” dedi.
Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini ortaya koydular ve “Firavun’un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler.
Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!
Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar:
“Biz, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine iman ettik” dediler.
Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama/ardarda kestireceğim ve kesinlikle hepinizi astıracağım!”
Etkin bilginler: “Zararı yok, şüphesiz biz Rabbimize dönenleriz. Biz mü’minlerin ilkleri olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret edeceğini; suçlarımızı bağışlayacağını umuyoruz” dediler.
Sonra Mûsâ’ya: “Vur birikimini o bol suya/nehire!” diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.
Ve Biz, Mûsâ’ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.
Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: “Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz.” Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.
İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ’nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler.
Mûsâ: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.
Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk.
Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları’nı mirasçı/son sahip yaptık. Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/10-51, 63, 52-56, 60-66, 57-59, 67-68) 
-134-

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!

Onlara İbrâhîm’in haberini de okuyun!
Bir zaman, babasına ve toplumuna “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti.
Onlar: “Birtakım putlara kulluk ediyoruz. Onlara kulluk etmeye devam edeceğiz” dediler.
İbrâhîm: “Yalvarıp yakardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı veya size yarar sağlıyorlar mı yahut zarar veriyorlar mı?” dedi. Onlar, “Tam tersi, biz babalarımızı böyle yapar bulduk” dediler.
İbrâhîm: “Peki, siz ve en eski babalarınızın nelere tapmış olduğunuzu hiç düşündünüz mü? İşte onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi ayrı. O, beni yaratandır. Ve bana doğru yolu O gösterir. Ve O, beni yedirenin, içirenin ta kendisidir. Hastalandığım zaman O bana şifa verir. Ve O, beni öldürecek, sonra beni diriltecektir. Ve O, din günü, kusurumu bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana ‘hüküm’ ver ve beni iyilere kat! Ve beni, sonra gelecekler için doğrulukla anılanlardan kıl! Ve beni nimeti bol cennetin mirasçılarından kıl! Ve babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan oldu. Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple/gerçek imanla gelenlerden başkasına yarar sağlamadığı ve cennetin Allah’ın koruması altına girenlere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi.
(47/26, Şu‘arâ/69-91) 
-135-

Ey insanlar! Ahırette kesin yaşanacak bir tablo bildiriyoruz. Bundan  ders çıkarın.

Ve onlara: “Allah’ın astlarından taptığınız şeyler nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denilmiştir.
Sonra da putlar ve azgınlar ve İblisin/düşünce yetisinin askerleri; iyiden iyiye düşünmeden hareket edenler toptan cehennemin içine fırlatılmışlardır.
Onlar, onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: “Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içinde idik. Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk. Ve bizi yalnızca o günahkârlar saptırdı. Artık bizim için yardımcılardan, torpilcilerden hiçbir kimse ve candan bir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın yoktur. Ah keşke bizim için bir geri dönüş olsaydı da biz de mü’minlerden olsaydık!”
Şüphesiz bunda bir alâmet/gösterge vardır. Ama onların çoğu iman edenler değillerdi.
Ve şüphe yok ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/92-104) 
-136-

Ey insanlar! Şu tarihi kıssalardan da ibret, öğüt alın.

Nûh toplumu gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
Bir zamanlar kardeşleri Nûh onlara demişti ki: “Siz Allah’ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık, Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Artık, Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin!”
Onlar: “Sana çok düşük kimseler uyarken, biz sana inanır mıyız?” dediler.
Nûh dedi ki: “Onların yaptıklarına dair bir bilgim yoktur. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Eğer düşünürseniz! Ve ben iman edenleri kovucu değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
Onlar dediler ki: “Ey Nûh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, kesinlikle sen taşlanarak öldürülenlerden olacaksın!”
Nûh: “Rabbim! Toplumum beni yalanladı. Artık benim aramla onların arasında sen hükmet. Ve beni ve mü’minlerden benimle beraber olan kimseleri kurtar!” dedi.
Bunun üzerine Biz de o’nu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde kurtardık. Sonra da arkalarından arta kalanları suda boğduk.
Şüphesiz ki bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!

Şüphesiz ki Rabbiniz, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/105-122) 
-137-
Âd, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
Hani kardeşleri Hûd onlara demişti ki: “Siz Allah’ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi üzerinedir. Her yüksek tepeye, alâmet bir bina kurarak mı eğleniyorsunuz? Sonsuzlaşmanız için/sanki sonsuzlaşacakmışsınız gibi sanayi üreten yerler [fabrikalar/kaleler] mi edinirsiniz? Yakaladığınız vakit de zorbaca mı yakaladınız? Artık Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Size o bildiğiniz şeyleri verenin [davarlar, oğullar, bağlar, bahçeler, pınarlar verenin] koruması altına girin. Şüphesiz ki ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum.”
Onlar dediler ki: “Sen, öğüt versen de yahut öğüt verenlerden olmasan da bizim için değişmez. Bu, sadece öncekilerin hayat tarzlarıdır. Ve biz azaba uğratılacaklar değiliz.”
Bunun üzerine o’nu yalanladılar da Biz kendilerini değişime/yıkıma uğrattık. Şüphesiz ki bunda kesinlikle mutlak bir alâmet/gösterge vardır, ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!

Şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/123-140) 
-138-

Semûd, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
Hani kardeşleri Sâlih onlara demişti ki: “Allah’ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum da. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Siz burada; bahçelerde, pınarlarda ve ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacak mısınız? Ve siz dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Ve yeryüzünde bozgunculuk yapıp ıslah etmeyen o aşırı giden kimselerin emrine uymayın.”
Onlar dediler ki: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerdensin! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir alâmet/gösterge getir.”
Sâlih: “İşte bu Destek Kurumu’dur, onun yaşaması için desteklenmesi gerekir; kazancınızın bir bölümü onun için ayrılmalıdır. Onu ayakta tutun. Yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir” dedi.
Buna rağmen onlar Destek Kurumu’nu, gelir kaynaklarını kurutarak yok ettiler de pişman olanlar olarak sabahladılar.
Bunun üzerine onları azap yakalayıverdi. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır, ama onların çoğu iman etmediler.

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!

Şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhametlinin ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/141-159) 
-139-
Lût’un toplumu, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
Hani kardeşleri Lût onlara demişti ki: “Siz Allah’ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Gelin artık, Allah’ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Ve buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Rabbinizin sizler için yarattığı eşleri bırakarak âlemler içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? İşin aslı siz sınırı aşan bir toplumsunuz.”
Onlar: “Ey Lût! Vazgeçmezsen, kesinlikle çıkarılanlardan olacaksın” dediler.
Lût: “Şüphesiz ben, sizin işiniz için buğz edenlerdenim” dedi.
–Rabbim! Beni ve ailemi onların yapageldiklerinden kurtar!–
Bunun üzerine Biz de o’nu ve ailesinin –geride kalanların içindeki zavallı karı hariç– tamamını kurtardık, sonra da geridekilerin hepsini değişime/yıkıma uğrattık. Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Bak işte uyarılanların yağmuru ne kötüdür!
Şüphesiz ki bunda bir alâmet/gösterge vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!
Şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/160-175) 
-140-
Eyke Ashâbı, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
Hani Şu‘ayb onlara demişti ki: “Siz Allah’ın koruması altına girmeyecek misiniz? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle Allah’ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir. Ölçeği tam ölçün ve hak yiyenlerden olmayın. Ve doğru terazi ile tartın. Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Ve, sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan o Zat’ın koruması altına girin.”
Onlar: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şâyet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver!” dediler.
Şu‘ayb: “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
Bunun üzerine o’nu yalanladılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Şüphesiz o büyük bir günün azabı idi.
Şüphesiz bunda bir alâmet/gösterge vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler!

Şüphesiz Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhametli olanın ta kendisidir.
(47/26, Şu‘arâ/176-191)
-141-

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler ve tüm insanlar!

Ve şüphesiz ki bu apaçık kitap, kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir. O apaçık kitapla, uyarıcılardan olsun diye apaçık bir Arapça lisan ile elçisi muhammed’in kalbine Güvenilir Can [ilâhi mesajlar, güvenilir bilgi] indirilmiştir. Ve şüphesiz Güvenilir Can [güvenilir bilgi], kesinlikle öncekilerin kitaplarında da vardı.
Ve İsrâîloğulları bilginlerinin kendi kitaplarında güvenilir bilginin varlığını bilmesi, onlar için bir alâmet/gösterge olmadı mı?
Ve Biz apaçık kitabı yabancılardan/Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi.
Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.
(47/26, Şu‘arâ/192-201)

-142-

Ey insanlar!

Şüphesiz ölüm, kıyamet onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir.
Sonra da onlar, “Biz süre tanınanlardan mıyız?” diyeceklerdir.
Onlar Bizim azabımızı oldukça çabuklaştırmak mı istiyorlar?
Gördün mü/hiç düşündün mü, onlara senelerce kazanç sağlatsak, sonra kendilerine vaat edilen gelip çatıverse, o kazandıkları şeylerin kendilerine hiçbir yararı olmayacaktır.
Ve Biz sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti değişime/yıkıma uğrattık.
Öğüt! Ve Biz, haksızlık edenler değiliz.

Ey Kur’an ile uyarı görevi sürdürenler ve tüm insanlar!

Ve apaçık, açıklayıcı kitabı şeytanlar Muhammed’in kalbine sokmadı.
Bu onlara yaraşmaz, onlar güç yetiremezler de.
Şüphesiz onlar duyumdan/vahiyden kesinlikle uzak tutulmuşlardır.
O hâlde sakın Allah ile beraber başka ilâha yalvarmayın, sonra azaplandırılmışlardan olursunuz. Ve en yakın oymağınızı uyarın. Ve mü’minlerden size uyan kimselere kanadınızı indirin. Şâyet size karşı çıkarlarsa, “Şüphesiz biz sizin yaptıklarınızdan kesinlikle uzağız” deyin. Ve siz kalktığınız / uyarı görevi yapmak için ortaya çıktığınız ve boyun eğip teslimiyet gösterenler arasında dolaştığınız zaman sizi gören en üstün, en güçlü, en şerefli, yenilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, engin merhamet sahibine sonucu havale edin. Şüphesiz ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
Şeytanların kime inip durduğunu/kimlerin kafasına bir şeyler soktuğunu size haber vereyim mi? Şeytanlar, tüm iftiracı günahkârlara iner dururlar/onların kafasına bir şeyler sokarlar. Onlar, duyum bırakırlar, hâlbuki onların çoğu yalancıdır. –Şüphesiz bu Kur’ân ise elçi Muhammed’e, yasalar koyan ve en iyi bilen Allah tarafından senin içine işletilmektedir.–
Ve şu şairler, şüphesiz onlara azgın sapıklar uyar.
Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekten yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmediniz mi/hiç düşünmediniz mi? Ancak iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar, Allah’ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna. Haksızlık edenler, hangi dönüşüme döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.
(47/26, Şu‘arâ/202-223+48/27, Neml/6+Şu‘arâ/224-227)