1) Elif/1, Lâm/30, Râ/200.[#213] İşte bu, o apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
2) Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye Arapça bir Kur'ân olarak indirdik.
3) Sana bu Kur'ân'ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini[#214] anlatıyoruz. Hâlbuki sen, bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız/bilgisizlerdendin.
4) Hani bir zaman Yûsuf, babasına: "Babacığım! Şüphesiz ben onbir yıldız, güneş ve ay'ı gördüm; onları bana boyun eğip teslimiyet gösterirlerken gördüm"[#215] demişti.
5,6) Babası: "Yavrucuğum! Gördüğünü kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmandır. Ve işte böyle, Rabbin seni seçecek ve sana olayların/sözlerin ilk anlamlarının ne olduğuna dair bilgiler öğretecek. Bundan önceki iki atana; İbrâhîm'e ve İshâk'a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Ya'kûb soyuna tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır" dedi.
7) -Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar/isteyenler için nice alâmetler/göstergeler vardır.-
8,9) Hani Yûsuf'un kardeşleri bir zaman: "Yûsuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgili, biz ise güçlü ve tutkun bir grubuz. Şüphesiz, babamız kesinlikle çok açık çıkmaz bir yoldadır. Yûsuf'u öldürün ya da bir yere atın ki, babanız hepten size kalsın, sonra da siz sâlih bir toplum olursunuz" demişlerdi.
10) Onlardan bir sözcü, "Yûsuf'u öldürmeyin, o'nu o kuyunun dibine bırakın da oradan geçen kafilenin biri o'nu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın" dedi.
11,12) Onlar dediler ki: "Ey babamız! Sen bize Yûsuf için neden güvenmiyorsun? Hâlbuki biz kesinlikle o'nun iyiliğini istiyoruz. Yarın o'nu bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın. Ve şüphesiz biz o'nu kesinlikle koruyucularız."
13) Babaları dedi ki: "Onu götürmeniz beni üzer ve siz o'na karşı duyarsız/ilgisiz iken o'nu kurt yemesinden korkarım."
14) Yûsuf'un kardeşleri dediler ki: "Andolsun ki biz böyle güçlü kuvvetli bir topluluk iken o'nu kurt yerse, o zaman şüphesiz biz kesinlikle zarara/kayba uğrayıp acı çekenlerden olmuş oluruz."
15) Sonunda Yûsuf'un kardeşleri, Yûsuf'u götürdüler ve hep birlikte o kuyunun dibine bırakmaya karar verdiler. Biz de Yûsuf'a vahyettik: "Andolsun ki sen onlara ilerde onlar hiç farkında değilken bu işlerini haber vereceksin."
16) Ve akşam vakti, ağlayarak babalarına geldiler.
17) Onlar dediler ki: "Ey babamız! Şüphesiz biz yarış yaparak gittik. Yûsuf'u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de baktık ki, o'nu kurt yiyivermiş. Ve biz doğru kimseler olsak da sen bize inanmazsın."
18) Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirdiler. Babaları dedi ki: "Tam tersine, nefisleriniz aldatıp size bir iş yaptırtmış. -Artık güzel bir sabır!- Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah'tır."
19) Ve bir yolcu kafilesi geldi de sucularını gönderdiler. O da kovasını kuyuya saldı, "Müjde hey, müjde! İşte bir delikanlı oğlan!" dedi. Ve o'nu bir ticaret malı olarak gizleyip korudular. Allah ise onların ne yapacaklarını biliyordu.
20) Ve o'nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yûsuf'un satılmasında azla yetinenlerden idiler.
21) Ve o'nu satın alan Mısırlı kişi, kadınına: "Bunun yerini şerefli tut. Bize yararlı olabilir ya da o'nu evlat ediniriz" dedi. Ve Biz, Yûsuf'u böylece yeryüzünde yerleştirdik ... ve kendisine olayların/sözlerin ilk anlamlarının ne olduğuna dair bilgileri öğretelim diye... Ve Allah, emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
22) Ve Yûsuf, tam erginlik çağına gelince, kendisine bilgi ve hüküm verdik. Ve işte Biz, güzelleştirenlere böyle karşılık veririz.
23) Ve evinde bulunduğu hanım, o'nun nefsinden murat alıp yararlanmak istedi, kapıları kilitledi ve "Haydi beri gel!" dedi. Yûsuf: "Allah'a sığınırım! Kesinlikle kocan, benim efendim/Rabbim; Allah, benim mevkiimi güzel yaptı. Şüphesiz yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar iflah olmazlar" dedi.
24) Ve andolsun o hanım, o'na niyeti kurmuştu. Eğer Yûsuf Rabbinin açık kanıtını görmese idi, o kadına niyeti kurmuştu. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyledir. Şüphesiz o, Bizim arıtılmış kullarımızdandı.
25) Ve ikisi de kapıya koştular. Hanım, o'nun gömleğini arkadan yırttı. Ve kapının yanında o hanımın efendisiyle karşı karşıya geldiler. O hanım; "Senin ehline kötülük yapmak isteyen kişinin cezası, zindana atılmaktan veya acıklı bir azaptan başka ne olabilir?" dedi.
26,27) Yûsuf: "O, benden, kendimden yararlanmak istedi" dedi. Ve o hanımın yakınlarından bir şâhit şâhitlik etti: "Eğer Yûsuf'un gömleği önden yırtılmış ise hanım doğru söylemiştir, Yûsuf da yalancılardandır. Ve eğer Yûsuf'un gömleği arkadan yırtılmış ise hanım yalan söylemiştir, Yûsuf da doğrulardandır."
28,29) Artık ne zaman ki Yûsuf'un efendisi, Yûsuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu gördü, "Şüphesiz bu, siz kadınların fendinizdendir. Gerçekten de sizin fendiniz çok büyüktür. Yûsuf! Sen bundan uzak dur. Kadın! Sen de günahın için bağışlanma dile. Şüphesiz sen hata edenlerden oldun" dedi.
30) Şehirde kadınlar da, "Aziz'in kadını, delikanlısının nefsinden murat almak istermiş. Kesinlikle sevgi onun yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz, kesinlikle onu apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz" dediler.
31) Sonra Aziz'in kadını, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını işitince, onlara elçi gönderdi ve onlara yastık/meyve; şahane bir sofra hazırladı. Ve onlardan her birine bir bıçak verdi. Ve "Çık karşılarına!" dedi. Ve şimdi onlar Yûsuf'u görür görmez o'nu gözlerinde çok büyüttüler ve ellerini kestiler. Ve "Hâşâ! Allah için, bu bir beşer değil, ancak çok şerefli bir melektir."/"Hâşâ bu satın alınmış bir köle değil ancak çok şerefli bir prenstir" dediler.
32) Aziz'in kadını: "İşte, bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınızdır. Andolsun ki ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de, o namuslu davrandı. Yine andolsun ki kendisine emrettiğimi yapmazsa, kesinlikle zindana atılacak ve kesinlikle itibarsızlığa uğrayanlardan olacaktır" dedi.
33) Yûsuf: "Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bunların tuzaklarını benden döndürmezsen, ben onların tuzağına düşerim ve cahil kimselerden olurum" dedi.
34) Bunun üzerine Rabbi, o'na cevap verdi de ondan onların tuzaklarını döndürdü. Şüphesiz O, evet O, hakkiyle işitenin, hakkiyle bilenin ta kendisidir.
35) Sonra bu kadar delili gördükten sonra bir süre için o'nu zindana atmaları açığa çıktı.
36) Ve zindana o'nunla birlikte iki delikanlı girdi. Onlardan birisi: "Şüphesiz ben, kendimi şarap sıkarken gördüm" dedi. Öteki de: "Şüphesiz ben başımın üstünde ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. Bize bunun te'vîlini haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik/güzellik üretenlerden görüyoruz" dedi.
37,38,39,40,41) Yûsuf: "Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun te'vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben, Allah'a inanmayan bir toplumun -ki onlar âhireti bilerek reddedenlerin; inanmayanların ta kendileridir- dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım İbrâhîm, İshâk ve Ya'kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yapacak, taş ocaklarında çalışacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti" dedi.
42) Ve Yûsuf o iki kişiden, kurtulacağını kesin olarak bildiği kişiye, "Efendi/hükümdar edindiğin kişinin yanında beni an!" dedi. Sonra benliği ona hatırlatmayı terk ettirdi. Böylece Yûsuf, beş-on sene zindanda kaldı.
43) Ve hükümdar dedi ki: "Şüphesiz ben yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz görüntü/vizyon tabir ediyorsanız beni bu görüntü hakkında ikna edip aydınlatın."
44) İleri gelenler dediler ki: "Karmakarışık görüntülerdir. Biz ise böyle karmakarışık görüntülerin te'vîlini bilenler değiliz."
45) Ve o ikiden kurtulmuş olan kişi iş işten geçtikten sonra anarak dedi ki: "Ben size o görüntünün kesin olarak neyi ifade ettiğini haber veririm, hemen beni gönderin."
46) "Yûsuf! Ey doğru sözlü! Bize, insanlara bilgilenerek dönmem ve onların öğrenmesi için 'Yedi semiz ineği, yedi cılız inek yiyor. Ve yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak' hakkında ikna edici bilgi ver."
47,48,49) Yûsuf dedi ki: "Yedi sene âdet üzere ziraat edeceksiniz; her türlü gıda ürününü üreteceksiniz, sonra da ürettiğiniz ürünleri yiyeceğiniz miktar hariç, başağında bırakınız; stoklayınız. Sonra onun arkasından yedi kurak sene gelecek. Bu kurak seneler önceki biriktirdiklerinizin biraz saklayacağınızdan başkasını yiyecek. Sonra da onun arkasından bir sene gelecek ki, insanlar onda yağmura kavuşacak ve onda sıkıp sağacaklar; zeytin yağı, üzüm suyu, pekmez gibi gıdaya da kavuşacaklar; hayat normale dönecek."
50) Ve o hükümdar, "Onu bana getirin!" dedi. Sonra ne zaman ki elçi Yûsuf'a geldi, Yûsuf ona dedi ki: "Efendine geri dön de ona sor bakalım, o ellerini kesen kadınların zoru ne imiş? Hiç şüphe yok ki, Rabbim, onların oyunlarını çok iyi bilir."
51,52,53) Hükümdar: "Yûsuf'un nefsinden murat almaya kalktığınız zaman durum ne idi?" dedi. Kadınlar: "Hâşâ, Allah için, biz o'nun aleyhinde hiçbir fenalık bilmedik" dediler. Aziz'in kadını da: "Şimdi hak ve hakikat olduğu gibi ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murat almak istedim. O ise şeksiz şüphesiz doğrulardandır. -İşte bu, Yûsuf'un, ıssız bir yerde benim o'na hainlik etmediğimi ve kesinlikle Allah'ın hainlerin hilesine kılavuz olmadığını bilmesi içindir.- Ve ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz ki nefis, şiddetle kötülüğü emredendir. Ancak Rabbimin esirgediği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki, Rabbim çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir" dedi.
54) Ve hükümdar, "Onu bana getirin, onu kendim için atayayım" dedi. Sonra o'nunla konuşunca da, "Şüphesiz sen bugün yanımızda gerçekten önemli bir mevki sâhibisin, güvenilir birisin" dedi.
55) Yûsuf dedi ki: "Beni yeryüzünün hazineleri üzerine görevlendir. Şüphesiz ben, iyi koruyan, çok iyi bilenim."
56,57) -Ve işte Biz böylece Yûsuf için o yerde iktidar; ülke yönetimi verdik. Neresinde isterse orada konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin ödülünü kaybetmeyiz. Ve iman eden ve Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için elbette âhiret ödülü daha hayırlıdır.-
58) Yûsuf'un kardeşleri geldiler de o'nun yanına girdiler. O, onları hemen tanıdı, onlar ise o'nu tanıyamayan kimselerdi.
59,60) Ne zaman ki onların teçhizatlarını hazırladı, "Babanızdan olan kardeşinizi bana getirin. Görüyorsunuz ya, ben ölçeği tam ölçüyorum ve ben konuk ağırlayanların en iyisiyim. Siz eğer onu bana getirmezseniz, bir daha size hiç tahıl yok, yanıma da yaklaşmayın!" dedi.
61) Onlar: "Onu babasından istemeye çalışacağız ve şüphesiz biz kesinlikle yapanlarız" dediler.
62) Ve Yûsuf memurlarına: "Ailelerinin yanına dönünce farkına varmaları için ve yine gelmeleri için sermayelerini yüklerinin içine koyuverin!" dedi.
63) Böylece, babalarına döndükleri vakit, "Ey babamız! Bizden tahıl men edildi; bize zahire verilmeyecek. Onun için bu kere kardeşimizi bizimle gönder ki, tahıl alabilelim. Ve biz onu kesinlikle koruyacağız" dediler.
64) Babaları dedi ki: "Ben onu size emanet eder miyim? Bundan önce kardeşini; Yûsuf'u emanet ettiğimde olan gibi olması başka! İşte Allah en hayırlı koruyandır. Ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."
65) Ve yüklerini açtıkları zaman sermayelerini kendilerine geri verilmiş olarak buldular. Dediler ki: "Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte, sermayelerimiz bize iade edilmiş. Bununla ailemize zahire alır getiririz, kardeşimizi de koruruz, üstelik bir deve yükü daha fazla zahire alırız. Bu aldığımız, çok kolay/pek az bir tahıldır."
66) Babaları dedi ki: "Etrafınız kuşatılmadıkça/hepiniz çaresiz kalmadıkça, onu bana kesinlikle getireceğinize dair Allah'tan bir üstlenme vermedikçe, onu kesinlikle sizin ile birlikte göndermem." Onlar, babalarına teminatlarını verince, babaları, "Bu söylediklerimize Allah, belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır" dedi.
67) Ve dedi ki: "Ey yavrularım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah'tan hiçbir şeyi sizden gideremem. Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben, sadece O'na sonucu bıraktım. Artık sonucu bırakanlar da sadece O'na sonucu bırakmalıdırlar."
68) Ve ne zaman ki şehre vardılar, o zaman babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiler. Bu, onlar hakkında Allah'tan hiçbir şeyi önleyemezdi, bu sadece Ya'kûb'un içinden geçirdiği bir isteğin gerçekleşmesi oldu. Ve şüphesiz o, o'na öğrettiğimiz için bilgi sahibiydi. Velâkin insanların çoğu bilmezler.
69) Ve Yûsuf'un yanına girdikleri vakit, Yûsuf, kardeşini yanına aldı: "Şüphesiz ben, senin kardeşinin ta kendisiyim! İşte bundan dolayı onların yapmış olduklarına üzülme!"
70) Sonra Yûsuf onlara önemli eşyalarını, malzemelerini hazırlayınca, su kabını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir müezzin; ünleyici seslendi: "Hey kervan! Şüphesiz siz kesinlikle hırsızsınız!"
71) Kafile onlara dönerek, "Ne kaybettiniz?" dediler.
72) Görevliler dediler ki: "Hükümdarın su kabını kaybettik ve onu getirene bir yük zahire var. Ben de buna kefilim."
73) Kafiledekiler: "Allah'a yemin ederiz ki kati sûrette, siz de bildiniz ki, biz yeryüzünde/burada kargaşa çıkarmak için gelmedik. Biz hırsızlar da değiliz" dediler.
75) Kafile dediler ki: "Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, işte kendisi, onun cezasıdır/o, alıkonur, bedelini kendisi öder. Biz yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara işte böyle ceza veririz."
76) Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin kabından önce onların kaplarını aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin kabının içinden çıkardı. İşte Yûsuf'a Biz böyle bir oyun öğrettik.[#216] Melikin dininde/ülkenin yasalarında, kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. -Ancak Allah dilerse o başka. Biz dilediğimiz kişileri derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir daha iyi bilen vardır.-
77) Kafile dedi ki: "Eğer o, yükünde su kabı bulunmasıyla hırsız oluyorsa, o zaman onun kardeşlerinden herhangi biri de; yani bizden biri de, daha evvel buğday bedeli olarak ödediğimiz paraların memleketimize vardığımızda yükümüzden çıkmasıyla; kesinlikle hırsız oldu gitti!!! Hâlbuki hiç kimse tarafından içimizden biri hırsızlıkla suçlanmamış; bize yine buğday verilmiştir. Bu durumda kardeşimiz hırsızlıkla suçlanamaz." O vakit Yusuf olup biteni sırlaştırdı ve onlara bu konuda açıklama yapmadı, "Siz çok fena bir mevkidesiniz. Sizin nitelediğiniz şeyi de Allah en iyi bilendir" dedi.
78) Onlar dediler ki: "Ey Aziz! Şüphesiz ki, bunun çok yaşlı bir babası var. Onun için onun yerine bizim birimizi al. Şüphesiz biz seni iyilik edenlerden görüyoruz."
79) Yûsuf dedi ki: "Eşyamızı yanında bulduğumuzdan başkasını yakalamaktan/alıkoymaktan Allah'a sığınırız. Şüphesiz biz öyle yaparsak kesinlikle yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar oluruz."
80,81,82) Artık ne zaman ki o'ndan ümit kestiler, o zaman fısıldaşarak bir yana çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına ahit aldığını ve daha önce Yûsuf konusunda aşırı gittiğinizi bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar ben artık buradan ayrılmam. Ve Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Siz dönün de babanıza deyin ki: Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı/hırsızlıkla suçlandı. Biz de ancak bildiğimize şâhitlik ettik. Ve biz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin bekçileri değiliz. Hem içinde bulunduğumuz kente ve içlerinde geldiğimiz kervana sor. Ve şüphesiz ki, biz kesinlikle doğru kimseleriz."
83) Babaları dedi ki: "Aksine, nefisleriniz sizi aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık güzel bir sabır! Umarım ki Allah üçünü [Yûsuf'u, küçük kardeşini ve büyük kardeşini] birden bana getirir. Şüphesiz O, en iyi bilenin, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri koyanın ta kendisidir."
84) Ve Ya'kûb, onlardan yüz çevirdi. Ve "Vah Yûsuf'la olan hasretim vah!" dedi. Ve üzüntüden iki gözü bembeyaz oldu [sararıp soldu, derbederleşti]. Artık Ya'kûb, yutkundukça yutkunan; derdini içinde tutan biri idi.
85) Dediler ki: "Allah'a yemin olsun ki sen Yûsuf'u anıp duruyorsun. Sonunda eriyip gideceksin yahut değişime/yıkıma uğrayanlardan olacaksın."
86,87) Ya'kûb dedi ki: "Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah'a şikâyet ediyorum. Ve ben Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın vereceği ferahlıktan ümit kesmeyin, kesinlikle kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumundan başkası Allah'ın vereceği ferahlıktan ümit kesmez."
88) Sonra Yûsuf'un huzuruna girince, dediler ki: "Ey Aziz! Bize ve ehlimize sıkıntı dokundu. Ve biz az bir sermaye ile geldik. Sen bize yine ölçek ver. Ve bize sadaka da ver/bize, kamu gelirlerinizden, geri ödemek üzere destek sağla". Şüphesiz Allah sadaka verenlere karşılıklar verir."
89) Yûsuf dedi ki: "Siz cahiller iken Yûsuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?"
90) Yûsuf'un kardeşleri: "Yoksa sen, sahiden Yûsuf musun?" dediler. Yûsuf: "Ben Yûsuf'um, bu da kardeşim. Kesinlikle, Allah bizi nimetlendirdi. Şüphesiz kim Allah'ın koruması altına girer ve sabrederse, artık hiç şüphesiz Allah, iyi-güzel işler yapanların ödülünü kaybetmez" dedi.
91) Onlar dediler ki: "Allah'a yemin olsun, Allah seni gerçekten bize üstün yaptı. Ve biz gerçekten hatalılar idik."
92,93) Yûsuf dedi ki: "Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah sizi bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun, o, ayıplanan/dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş hâle gelir/derbederlikten kurtulur. Ve bütün ailenizi bana getirin."
94) Ve ne zaman ki, kafile ayrıldı, babaları dedi ki: "Eğer bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf'un kokusunu buluyorum."
95) Dediler ki: "Vallahi şüphesiz sen hâlâ o eski şaşkınlığındasın."
96) Fakat ne zaman ki, gerçekten müjdeci geldi, gömleği Ya'kûb'un yüzüne koydu, hemen ayıplanan/dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş hâle geldi. "Ben size demedim mi, ben Allah'tan sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.
97) Dediler ki: "Ey babamız! Bizim için günahlarımıza bağışlama dile. Şüphesiz biz hatalılar idik."
98) Ya'kûb dedi ki: "Sizin için Rabbimden ilerde bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz O çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir."
99) Ne zaman ki onlar Yûsuf'un yanına girdiler, işte o zaman Yûsuf anasını ve babasını kucakladı, bağrına bastı, yanına aldı ve "Allah'ın dilemesiyle güven içinde Mısır'a girin!" dedi.
100) Ve anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine yükseltti. Ve hepsi boyun eğip teslimiyet göstererek o'nun için yere kapandılar. Ve Yûsuf: "Babacığım! İşte bu durum, o gördüğümün te'vîlidir. Gerçekten Rabbim onu hak kıldı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu. Şüphesiz Rabbim dilediği şeye armağan vericidir. Şüphesiz O, en iyi bilen, hüküm koyanın ta kendisidir."
101) -"Rabbim! Sen bana hükümdarlık verdin ve bana olacakların/sözlerin ilk anlamlarının ne olacağı bilgisinden öğrettin. Gökleri ve yeri yoktan var eden! Sen benim dünya ve âhirette yardım edenim, koruyanımsın, benim canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihler arasına kat!-
102) İşte bu, sana vahyettiğimiz görmediğinin, duymadığının, bilmediğinin haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip kötü plân yaparlarken sen onların yanında değildin.
103) Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir.
104) Ve sen buna karşılık onlardan herhangi bir ücret istemiyorsun. Kur'ân, âlemlere sadece bir öğüttür.
105,106) Ve göklerde ve yerde nice alâmetler/göstergeler var, onlar ondan uzak duran kimseler olarak üzerlerinden gelir geçerler. Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a iman etmezler.
107) Yoksa bunlar Allah'ın azabından hepsini saracak bir felaket gelmesinden veya farkında değillerken ansızın kendilerine saatin/kıyâmetin kopuş anının gelmesinden güven içinde midirler?
108) De ki: "İşte bu, benim yolumdur; aklın, bilginin, sağduyunun gereği olarak Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar... Ve Allah arınıktır. Ve ben ortak koşanlardan değilim."
109) Ve Biz senden önce de yalnızca, kentlerin kendi halkından, kendilerine vahyettiğimiz birtakım olgun kişileri elçi olarak gönderdik. Şimdi o yerlerde şöyle bir gezip dolaşmadılar mı? Ki kendilerinden önce gelip geçenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bir baksalar! Elbette âhiret yurdu Allah'ın koruması altına giren kişiler için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
110) Sonunda elçiler ümit kesecek hâle gelince ve kendilerinin yalanlandıkları kanaatine varınca, kendilerine yardımımız geldi. Sonra da dilediklerimiz kurtarıldı. Ve suçlular topluluğundan Bizim azabımız geri çevrilemez.
111) Andolsun ki Yûsuf, babası, kardeşleri kıssalarında kavrama yeteneği olanlar için bir ibret vardır. Kur'ân, uydurulan bir söz değildir. Ancak sadece, içinde konu edilenlerin doğrulaması, inananlar için her şeyin ayrıntılı açıklaması, bir yol gösterme ve rahmettir.