İnşikâk

17,18,19,1,2,3,4,5) Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? Sonra bir kere daha, Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? Din Günü, kimse kimseye efendilik yapamaz. Ve o gün; gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman buyruk, Allah'a aittir.
Amellerin kayıt altına alınmasının sonuçları bu ayetlerde de yine karşıtlık metodu ile açıklanmaktadır. "Ebrar"dan olanlar "Naim" cennetlerine; "Füccar"dan olanlar ise cehenneme gidecektir.

Ebrar ve Füccar terimleri ile ilgili Abese suresinde yaptığımız açıklamaları burada da naklediyoruz:

BİRR VE EBRAR KAVRAMLARI

"Takva" sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan Birr" sözcüğü, "her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik" demektir. Sözcük, bu geniş anlam alanıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır.

"Birr", Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır:

177Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz "iyi adamlık" değildir. Ama "iyi adamlar", Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah'a/mala/vermeye sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin ta kendileridir. [Bakara/177]

"Birr" sözcüğü isim olarak kullanıldığı gibi, ism-i fail olarak da kullanılır ve bu takdirde "çok çok iyilik yapan" anlamına gelir. Meselâ müminler çok çok iyilik yaparak "birr"in bizzat kendisi hâline gelirler. Kur'an böyle kimseleri "berr" sözcüğünün çoğulu olan "ebrar" sözcüğü ile tanımlamış ve bu sözcüğü "müttekîn [iyiler, Allah'a saygılı insanlar]" anlamında kullanarak "muttekin"e sunulan nimetlerin "ebrar"a da sunulacağını bildirmiştir:

198Ama, Rablerinin koruması altına girmiş kişilere gelince, onlar için, Allah katından bir yolcu ikramı olarak, altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Ve Allah katındaki, "iyi adamlar" için daha iyidir. [Âl-i Imran/198]

18-21Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! "Ebrar"ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!–

22-28Şüphesiz ki "Ebrar/iyi adamlar", elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– [Mutaffifin/18- 28]

Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan "birr", takva sahibi müminlerin olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat "takva" denmese de, "takvalı olma hâli" denebilir. Zaten Rabbimiz de bize bu özelliğe sahip kişiler ile, yani "ebrar [iyiler, yardımseverler]" ile beraber ölmeyi istememizi tavsiye etmektedir:

"Rabbimiz! Evet, 'Rabbinize inanın!' diye imana çağıran bir sesleniciyi duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve canımızı ebrar [iyiler, yardımseverler] ile birlikte al." [Âl-i Imran/193]

FÜCUR VE FÜCCAR KAVRAMLARI

"Fücur" sözcüğü sözlükte "yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak" olarak tarif edilmiştir. Kur'an, bu eylemin olumlusu için "fecr", olumsuzu için "fücur" sözcüklerini kullanmıştır.

Kur'an'ın olumsuz anlamda kullandığı "fücur" sözcüğü, gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından "Şakku setri’d-diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]" olarak ifade edilmiştir. Bu şekilde din-iman örtüsünü yırtıp atanlara "facir" denir. Bu sözcüğün çoğulu da "füccar" veya "fecere" şeklinde ifade edilir:

5Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: 6Soruyor: "Kıyâmet günü ne zamanmış?" [Kıyamet/5, 6]

26-28Ve Nûh dedi ki: "Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır." [Nuh/26-28]

İmanın dışa yansıması nasıl ki "takva" ya da "amel-i salih" ise, küfrün dışa yansıması da "fücur"dur. Yani fücur işlemek, gerçek imana sahip olmayanların bir karakteridir. Çünkü Allah inancı, insanın haram-helal, hayır-şer, cennet-cehennem gibi kategorilerin bilincinde olmasını sağlar. Dolayısıyla bu bilinç insanın fücur işlemesine engel olur. Zaman zaman hataya düşen insan için daima "tövbe etme" imkânı vardır. Ancak insan aynı hatayı tekrarlamamak şartı ile Allah'ın affediciliğine sığınmalıdır. Tövbeden sonra sözünde durmamak, yalan söylemek tam anlamıyla fücur işlemektir.

Sınırları dinle belirlenmiş davranışlara karşı çıkmak, din adına kural tanımamak, dinle getirilen kısıtlamaları kabul etmemek, dolayısıyla her türlü irili ufaklı günahı işlemek facirlerin en belirgin özelliklerindendir. Bu insanlar dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerine inanmadıklarından ya da Allah'a döneceklerini düşünmediklerinden, her türlü fücuru işlemekten çekinmezler.

Kur'an, fücuru işleyenlerin kâfir ve cehennemlik olduklarını bildirmiştir:

14-16Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır. [İnfitar/14]

7-13Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, "din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar"ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. –Ve "Siccin"in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, "Eskilerin masalları" demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.– [Muttaffifin/7-13]

28Yoksa, iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, yeryüzündeki o bozguncular gibi mi yaparız? Yoksa Allah'ın koruması altına girmiş o kimseleri din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar gibi mi yaparız? [Sad/28]

İslâm dışı yaşayan, Allah'a teslim olmayan, din-iman tanımaz kimseler olan fücur ehli, takva karşıtı olan davranışları sonucunda, kendilerini oradan hiç kimsenin kurtaramayacağı cehenneme girecek, kesinlikle müminler [muttakiler] ile bir tutulmayacak, onlarla aynı kefeye konulmayacaktır:

7İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik.

Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. [Şûra/7]

14Ve Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar.

15Şimdi iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler. [Rum/14- 15]

16O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’–

17Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. [Mu'min/16-17]

Son ayetteki "... O gün [Din günü], kimse kimseye malik olmaz [efendilik yapamaz]. Ve o gün buyruk Allah’a aittir" ifadesinde asiler için büyük bir tehdit bulunmaktadır:

214Ve en yakın oymağını uyar. [Şuarâ/214]

26İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. [Furkan/26]

Fatiha 1-7"Yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli Allah adına: "Tüm övgüler, âlemlerin Rabbi, yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli olan, herkesin iyi ya da kötü yaptığı tüm edim ve eylemlerin karşılığını göreceği âhiret gününün sahibi, yöneticisi Allah'adır; başkası övülmemelidir. Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz. Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!" [Fatiha/1- 4]

Ve En’am/94, Kasas/74,75, Bakara/48, Bakara/254.

15-17Ve onlar: "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?" diyorlar.

18De ki: "Evet, siz de çok aşağılanmış olarak diriltileceksiniz..."

19,20Artık o zorlu bir haykırıştan ibarettir. Bir de bakmışsın ki, onlar karşıda duruverirler. Ve "Eyvah bizlere! İşte bu, Din Günü'dür!" derler.

–"
21İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü'dür!"– [SAFFAT/15- 21]









83/İNŞİKAK SURESİ

GİRİŞ

Adını 1. ayetteki " انشقّتinşakkat" fiilinin mastarı olan " الإنشقاقinşikak" sözcüğünden alan sure Mekke’de 83. sırada inmiştir.

Sure, bir önceki sure olan İnfitar’ın devamı mahiyetinde olup ilk beş ayeti "zaman zarfı" olarak İnfitar’ın son ayetinin öğesi durumundadır. "Zaman zarf"ı olan bu bölümde kıyametin nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği anlatılmış ve kıyametin gerçekleşeceğine ilişkin deliller gösterilmiştir. İnfitar suresinde yer alan kıyamet ve ahiret günü gibi konular burada hem teyit edilmiş hem de detaylandırılmıştır.

İyilerle kötülerin kıyamet günündeki halleri açıklanmış ve kâfirler kesin bir ifadeyle uyarılıp kınanmışlardır.







İnşikak 1-5gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman ...

Surenin ilk beş ayetinden oluşan bu pasajda kıyamet günü tasvir edilmektedir. Tasvir edilen bu durumlar, İnfitar suresinin son ayetindeki "O gün" ifadesinin açılımıdır. Bu durum, tıpkı Vakıa suresinin 1-6. ayetlerinin durumu gibidir.

Şöyle ki: Vakıa suresinin ilk altı ayeti nasıl bir önceki sure olan Ta Ha suresinin 135. ayetinin "hal, zaman zarfı" öğesi durumunda olup anlamca onun açılımı ise, bu ayetler de İnfitar/19’un anlamca açılımı olup onun "hal, zaman zarfı" öğesi durumundadır. Aynı durum ileride "zilzal" suresinde de gelecektir.

Bu durum dikkate alınarak pasajın takdiri şöyle yapılabilir:

"Din Günü’nün ne olduğunu sana ne bildirdi? Sonra bir kere daha, Din Günü’nün ne olduğunu sana ne bildirdi? O gün [din günü], kimse kimseye malik olmaz [efendilik yapamaz]. Ve o gün; Gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman, buyruk Allah’a aittir."

Klasik kaynaklarda ise surenin başındaki ayetlerin doğru anlaşılabilmesi için şu yollar aranmıştır:

"Şartların Cevabı

Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın, bu sûrenin başından buraya kadar olan ifadeleri, bir şart cümlesi [cümleleri]dir. Binâenaleyh, bunların mutlaka bir cezası, cevabı olması gerekir. Âlimler bu cevabın ne olduğu hususunda ihtilaf etmiş ve şu izahları yapmışlardır.

1- Keşşaf sahibi şöyle der: "Burada, "İzâ" edatının cevabı, anlayan herkesin [hayal gücünü çalıştırarak] her şeyi anlayabilmesi için hazfedilmiştir. Böylece de bu, daha fazla korkutucu ve ürkütücü olmuştur."

2- Ferrâ ise şöyle der: "Burada bu şartın cevabı getirilmemiştir. Çünkü şartın cevabının ne olacağı malumdur. Zira, bunun manası, Kur'ân'ın diğer ayetlerinde de defaatle geçmiştir. Dolayısıyla da maruf ve malum olmuştur. Ki, bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "İnnâ enzelnâhu fi leyleti’l-Kadri (Kadr/1" ifadesidir. Burada "Huve" zamirinin mercii olan Kur'ân kelimesi zikredilmemiştir. Çünkü bu zamirin merciinin Kur'ân olduğu diğer yerlerde açık bir biçimde geçmektedir."

3- Bazı muhakkikler de şöyle demişlerdir. Bu şartın cevabı, "Fe mulâkîhi" ifadesi olup aradaki "Yâ eyyuhe’l-insânu inneke kâdihun" ifadesi ise itiraziyye cümlesidir. Ve bu, tıpkı bir kimsenin "Şöyle şöyle olduğunda, ey insan, bu esnada yaptığın iyi ve kötü şeyleri görürsün" demesi gibidir. İşte burada da böyledir. Buna göre kelamın takdiri, "Kıyamet günü olduğu zaman, insan ameliyle baş başa kalır" şeklindedir.

4- Ayette, bir takdim-tehir vardır. Buna göre adeta sanki "Ey insan, sen, Rabbine doğru didineceksin. Derken, gök parça parça olduğunda, yarıldığında ve kıyamet koptuğunda ise, O'nunla karşılaşacaksın" denilmek istenmiştir.

5- Kisâî, bu cevabın "Fe emmâ men ûtiye kitabehu (İnşikâk/7)" ifadesi olduğunu; "Yâ eyyuhe’l-insânu inneke kâdihun" ifadesinin ise araya giren bir cümle-i mu'teriza olduğunu, buna göre kelamın takdiri manasının "Gök yarıldığında ve şöyle şöyle ... olduğunda, kime de kitabı sağdan verilirse, şöyle şöyle; kime de kitabı arkasından verilirse şöyle olur..." şeklinde olduğunu söylemiştir. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın "Şayet benden size bir hidayet rehberi gelir de, kim de benim hidayetime tabi olursa, onlara korku yoktur (Bakara/38)" ayetidir.

6- Kâdî şöyle demiştir: "Şartın cevabı, "İnneke kâdihun" ifâdesinin delalet ettiği şeydir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki "Ey insan, yaptığını görüyorsun. Binâenaleyh, ahirette nimetler elde etmen için, bu gün için çalış çabala, didin" demek istemiştir." [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

Kıyametin dehşetinin anlatıldığı bu ayetlere göre, o gün göğün ve yeryüzünün düzeni bozulacaktır. Durum gerçekten dehşet vericidir. Gökte milyarlarca yıldızın düzeni bozulmuş, gök paramparça olmuştur. Yeryüzü de küreselliğini kaybetmiş, dümdüz olmuş, içi dışına çıkmıştır. Artık gök ve yeryüzü Rabbinin emrine boyun eğmiştir. Evren O’nun planladığı programa aynen uymuş ve plan gerçekleşmiştir. İşte, bu ortamda buyruk sadece Allah’ındır. Allah’tan başka kimsenin herhangi bir şeye müdahalesi söz konusu değildir.

Paragrafta yer alan fiiller "mutavaat" veya "edilgen" kalıplarla gelmiştir. Fiillerin bu kalplarla yer almasından, gelişen olayların kendi kendine olmadıkları, Allah tarafından bir plan ve program gereği oluşturuldukları anlamı çıkmaktadır.

11Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" dedi. İkisi de, "Biz isteyerek geldik" dediler. [Fussılet/11]

Evrendeki oluşumlar ile ilgili olarak konumuz olan pasajda yer alan ayrıntı bundan evvelki surelerde de birçok kez (Ta Ha/105- 107, Zilzal/1, 2, İnfitar/1-5, Adiyat/9- 11) dile getirilmişti:

6) Ey insan! Şüphesiz sen Rabbine doğru koştukça koşan birisin. Sonunda da O'na kavuşacaksın.
Bu ayette Rabbimiz doğrudan insana hitap ederek aklını başına toplamasını istemektedir. Bu ifadesi ile insana gidecek başka yerinin olmadığını hatırlatmaktadır.

* Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: Soruyor: "Kıyâmet günü ne zamanmış?" İşte, göz şimşek gibi çaktığı, ay tutulduğu ve güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, "Kaçış nereye/kaçacak yer neresi?" der. Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Sığınak diye bir şey yoktur. O gün varıp durmak sadece Rabbinedir/o gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. [Kıyamet/5-12]

Ayette "Ey insan!" diye seslenilen varlık, İnfitar suresinde de konu edilmiş olan insan cinsidir; "Ey Âdemoğlu!" demektir. Ona "Sen doğduğun andan itibaren koşarak Rabbine gidiyorsun. Sonunda da ona kavuşacaksın" denilmektedir.

Burada konu edilen "insan"ın belirli bir şahıs olduğu da ileri sürülmüştür:

"Mukatil dedi ki: Bu (insan ile) el-Esved b. Abdi'l-Esed kastedilmektedir. Ayrıca Ubey b. Halef’in veya bütün kâfirlerin kastedildiği de söylenmiştir. "Ey kâfir, sen ... çalışıp çabalamaktasın. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]

"İbn Abbas (r.a)'a göre bu ifadeyle Ubeyy İbn Halef kastedilmiş olup, onun didinmesi ise dünyayı elde etmede, Hz. Peygamber (s.a.s)'e eziyet etmede ve küfründe ısrar etmesindeki çaba ve gayret göstermesi kastedilmiştir. Ama doğru olanı ise ayetteki bu ifadenin genel [cins] manasına alınmasıdır. Çünkü böyle alınması daha çok mana temin eder. Bir de, Cenâb-ı Hakk'ın "Kime kitabı sağından verilirse ..." ifadesi ile "Kime kitabı arkasından verilirse ..." ifadesi, o cinsin iki türü gibidirler. Bu ise, o ifadenin cins olması durumunda tam ve mükemmel olur." [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

Ayetteki "Ey İnsan! Şüphesiz sen, Rabbine doğru koştukça koşan birisin" ifadesinden bizim anladığımız ise şöyledir:

"Ey İnsan! Sen, dünyada bir dizi zorluk ve sıkıntı çekmekte, yorulmaktasın. Aslında hiç huzurun ve rahatın yok. Aklın varsa bu çabayı, mesaiyi sana yarayacak konularda harca! Yorulduğuna, sıkıntı çektiğine değsin. Heba olup gidecek şeyler için yorulma, sıkıntı çekme!"
7,8,9) Artık, kitabı sağ eline verilen kişiye gelince; o, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve o, sevinçli olarak yakınlarına dönecektir.
Bu ayetlerde, dünyayı iyi değerlendiren kimselerin ahiretteki durumları nakledilmektedir.

Temiz inanca ve iyi amele sahip olanların amel defterleri, yaptıklarının kayıtlarının yer aldığı kitap [hayat tutanağı] sağ ellerine verilmekte, hesapları kolaylaştırılmakta ve bu kimseler mutlu olarak cennetteki yakınlarının yanına gönderilmektedirler.

Ayetteki " اهلehl [yakınlar]" ifadesi Kur’an bütünlüğü çerçevesinde ele alındığında, bununla "Allahın cennette sunacağı yakınlar"ın ve "dünyadaki yakınlarından imanlı olup da cennete girebilmiş olanlar"ın kastedildiği anlaşılmaktadır

10Öne geçenler de, öne geçenlerdir.

11İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.

12İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.

13,14Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26Sadece söz olarak: "Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!"

27-34Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.

35Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38Ki onları, sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık.

39,40Bir cemaat, çoğu öncekilerdendir. Bir cemaat da sonrakilerdendir. [Vakıa/10- 40]

16İşte bilgeleşmiş, bilinçlenmiş bu kimseler, vaat olunup durdukları doğru bir vaat olarak ve kendileri haksızlığa uğratılmadan, Allah'ın onlara amellerini tam olarak ödemesi için kendilerinden, yaptıklarının en güzelini kabul edeceğimiz ve cennet ashâbı içinde kötülüklerden koruyacağımız kimselerdir. [Ahkaf/16]

17-20Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –"Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için!"–

21Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz, onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.

22Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.

23Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar.

24Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.

25-28Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: "Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir." [Tur/17- 28]

51-57Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar, orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. [Duhan/51- 57]

10,11,12,13,14) Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi.
15) Hayır, şüphesiz Rabbi onu çok iyi görendi.
Bu ayet grubunda, amellerinin kayıtlı olduğu kitap kendilerine arkalarından verilenlerin durumu aşağılayıcı bir üslup ile verilmektedir. Kitabı arkasından verilen o bedbaht kişi, bir zamanlar forslu ve havalı birisiydi. Ölüp Allah’a döneceğine de inanmazdı. Şimdi ise hesap vermesi çok çetin geçmekte, utancından kitabını arkadan almakta, durumunu saklamaya çalışmaktadır.

29Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/elçilere gülüyorlardı. 30Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı. 31Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı. 32Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman; "Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır" diyorlardı. [Mutaffifin/29- 32]

18Rablerine uyanlar için "en güzel" vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır! [Ra’d/18]

25-29Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: "Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti" der. [Hakka/25- 29]

41Ve solun ashâbı, nedir o solun ashâbı?

42-48Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Şüphesiz solun ashâbı bundan önce varlık içinde zevk ve eğlenceye dalanlar idiler. Ve büyük günah; Allah'a ortak kabul etme üzerine ısrar ediyorlardı. Ve "Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra mı, biz gerçekten kaldırılacağız? Önceki atalarımız da mı?" diyorlardı. [Vakıa/41- 48]

11Aslında onlar kıyâmeti yalanladılar. Biz ise kıyâmeti yalanlayanlara çılgın alevi hazırladık.

12O çılgın alev onları uzak bir yerden görünce, onun öfkelenmesini ve uğultusunu işittiler.

13Ve elleri boyunlarına bağlanmış olarak cehennemden dar bir yere atıldıkları zaman, oracıkta ölümü isterler.

14Bugün bir ölüm değil birçok ölüm isteyin!– [Furkan/11-14]
16,17,18,19) O hâlde, o şafak, gece ve içinde barındırdığı şeyler derlendiği zaman o ay kanıttır ki, siz kesinlikle hâlden hâle biniyorsunuz [sürekli değişeceksiniz, asla yok olup gitmeyeceksiniz].
Bu ayetlerde; şafak, gece, içinde barındırdığı şeyler ve dolunay kanıt gösterilmek suretiyle insanların da halden hale girmeleri kanıtlanmaktadır. İnsanların dikkatleri evrendeki değişime çekilerek Sünnetüllah’ta [Allah’ın koyduğu düzende] her şeyin bir plan çerçevesinde gerçekleştiğine, değişimin bu plandaki temel süreçlerden biri olduğuna, bu sürecin kıyamete kadar sürüp gideceğine işaret edilmektedir.

Açıkçası hepimiz bir tür ‘mutasyon’ geçirmekteyiz. Bu süreç gittikçe artan bir ivme ile hız kazanmaktadır ve kesintisiz biçimde devam edecektir.

İnsan da evrenin bir parçası olarak sürekli bir değişim içindedir; "nutfe"den sonra "alak"a, sonra bir çiğnem ete, sonra da canlı ve akıllı bir varlık haline gelmektedir. Bunu bebeklik, çocukluk, delikanlılık, yaşlılık aşamaları takip etmektedir. Sosyal bakımdan ise zenginlik ve fakirlik, sağlıklılık, hastalıklılık gibi değişimlere uğramaktadır. En sonunda ise yaratılmış bir varlık olarak yeni bir değişime tabi olmakta ve ölmektedir.

Konumuz olan ayetteki "hâlden hâle biniyorsunuz" ifadesiyle, insanın tabi olduğu bu değişim yasasının ölümle de sona ermeyeceğini; dirilme, toplanma, hesap, ödül ya da ceza görme aşamalarıyla ahirette de devam edeceğini; insanın bunu asla aklından çıkarmaması gerektiğini öğütlemektedir.
20,21) O hâlde onlara ne oluyor? İman etmiyorlar ve kendilerine Kur'ân okunduğu vakit boyun eğip teslimiyet göstermiyorlar/ikna olmuyorlar?
Bu ayetlerde, 15- 19. ayetlerde gösterilen kanıtlar tam anlamıyla ortada iken insanların akılsızlık ederek iman etmeyişlerinin, kendilerine haber verilen akıbete ikna olmayışlarının nedeni sorgulanmaktadır:

O halde onlara ne oluyor? İman etmiyorlar ve kendilerine Kur’an okunduğu vakit boyun eğmiyorlar [ikna olmuyorlar]?

Buradaki soru bir hayret mesajıdır. Yani "Bu inkârcı tavır, şaşılacak, akıllı insanın göstermeyeceği bir tavırdır" denilmektedir.
22) Aksine kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler yalanlıyorlar.
23) Hâlbuki Allah, içlerinde sakladıklarını en iyi bilendir.
24) Artık sen onlara elem verici bir azabı müjdele.
Bu ayetler, bunca kanıta rağmen gözlerini, gönüllerini kapatanların halini ortaya koyarak Rabbimizin onlara hazırladığı akıbeti haber vermektedir. Küfrettikleri gibi bir de yalanlama cihetine giden bu katmerli inkârcıların akıbeti nükteli bir üslupla ele alınmaktadır.

Birçok ayette açıklandığına göre; bu kâfirler, iman etmeyi gerektiren deliller çok net ve açık olmasına rağmen ya atalarını taklit ettikleri için, ya kıskançlıklarından dolayı, ya da iman ettiklerini ortaya koyduklarında dünyevi bir takım makam ve menfaatlerin ellerinden çıkacağı endişesiyle yalanlama cihetine gitmişlerdir.

Klasik kaynakların birçoğunda [Mukatil] bu ayetlerde konu edilen kişilerin Amr b. Umeyroğulları olduğu nakledilmiştir. Ancak ayetin mesajı, bu karakterdeki tüm kâfirleri kapsamaktadır.

24. ayette, inkârcılarla ilgili anlatım bırakılarak Resulullah’a hitap edilmiş ve "Artık sen onlara elem verici bir azabı müjdele!" denilmiştir. İnkârcılar hemen müjdenin ne olduğuna kulak kabartsalar da, buradaki müjde sevindirici bir müjde değildir.

100,101Ve Biz, cehennemi o gün, Beni hatırlatan alâmetlerimden/göstergelerimden gözleri bir örtü içinde olan ve vahye kulak vermeye güçleri olmayan kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için genişlettikçe genişlettik.

102Peki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, Benim astlarımdan birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir konuk ziyafeti (!) olarak hazırladık.

103De ki: "Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104Onlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir."

105İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/hiç bir değer vermeyiz.

106İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, Benim âyetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir. [Kehf/100-106]

106,107İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesna.– Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır.

108Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.– [Hud/106- 108]

137Şüphesiz iman edip sonra küfreden; bilerek reddeden /inanmayan, sonra iman edip tekrar küfreden; bilerek reddeden /inanmayan, sonra da Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişlerini artırmış şu kimseler; Allah onları bağışlayacak ve onları bir yola kılavuzlayacak değildir.

138,139Mü’minlerin astlarından, küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sapanları yol gösterici, koruyucu yakın edinen şu münâfıklara, şüphesiz, çok acıklı bir azabın kendileri için olduğunu müjdele! Onların yanında şan ve şeref mi arıyorlar? Oysa şan ve şerefin tümü Allah'ındır. [Nisa/137, 138]

3,4Ve "en büyük hac" günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış kimseler hariç, şüphesiz Allah'ın ve O'nun Elçisi'nin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah'tan ve Elçisi'nden insanlara bir bildiri: "Artık eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o zaman şüphesiz kendinizin, Allah'ı âcizleştiren olmadığını biliniz." Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar kendilerine verdiğiniz sözlerinizi tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever. [Tevbe/3,4]

25) Ancak iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler bunun dışındadır, onlar için tükenmez bir ücret/ödül vardır.
Kendilerini acı bir akıbet bekleyen kâfirlerin aksine, inanmış ve salihatı işlemiş müminler tükenmez; başa kakılmaz, boğaza takılmaz, mükemmel ödüllere kavuşmakla müjdelenmiştir.

SALİHATI İŞLEMEK

Kur’an’da kullanıldığı bağlam dikkate alınarak "salihat" ve "salihatı işlemek" konusunda şunları söylemek mümkündür: oruç, zekât "salihat" olmadığı gibi, oruç tutmak, zekât vermek de "salihatı işlemek" değildir. Ancak öğüt verme yolu ile, zekât vermeyeni zekât verir hale getirmek, oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirme; toplumdaki tüm yanlışları düzeltmek; düzeltmeye gayret etmek "salihatı işlemek"tir. Bu kavramı toplumsal boyuta taşıdığımızda, bulunduğumuz zaman ve zeminde adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve benzeri alanlarda her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak uygulama, salihatı işlemek kapsamına girer.

"Dışa yansımayan güzel işler" demek olan "hasenat" ile "salihat" arasındaki fark iyi anlaşılmalıdır. Bu iki konu arasındaki farka Kur’an şu şekilde işaret etmiştir: Rabbimiz her bir haseneye on karşılık verirken [En’âm 160] salihat karşılığında ise cenneti vaat etmektedir.

"Salihatı işlemek" konusu Asr suresinin tahlilinde genişçe ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

108Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.– [Hud/108]

10Onların oradaki duaları, "Allah'ım! Sen her türlü eksiklikten arınıksın!"dır. Ve onların oradaki selâmlaşmaları, "Selâm"dır [sağlık, esenlik, mutluluktur]! Dualarının sonu da, "Tüm övgülerin, Âlemlerin Rabbi Allah'a olduğu!"dur. [Yunus/10]