1) Elif/1, Lâm/30, Mîm/40, Râ/200.[#380] İşte bunlar, Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen şey haktır/gerçektir. Lâkin insanların çoğu inanmıyorlar.
2,3,4) Allah, gökleri gördüğünüz şekilde, direkler olmadan yükselten, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran,[#381] güneşe ve aya boyun eğdiren/varlıkların yararlanacağı özelliklerde yaratan Zat'tır. -Hepsi adı konmuş bir süre sonuna akıp gidiyor.- O, işi yönetir, Rabbinize kavuşacağınız güne kani olursunuz diye âyetleri ayrıntılı olarak açıklar. Ve O, arzı uzatan, orada sabit dağlar ve ırmaklar oluşturandır. Ve O, orada bütün meyvelerden iki eş yaptı. O, geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır. Ve O, yeryüzünde bir tek su ile sulanan birbirine komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar oluşturandır. Ve Biz, meyvelerinde, kokularında, tatlarında onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kılıyoruz. Şüphesiz aklını kullanan bir toplum için bunda birtakım alâmetler/göstergeler vardır.
Paragrafın kendileriyle başladığı "huruf-ı mukatta‘a"nın [kesik harflerin] verdiği mesajı henüz bilmiyoruz. Bunların birer uyarı aracı olması ve verilecek bilgilere dikkat çekiyor olması mümkündür. Uyarılardan sonra paragraf, İşte bunlar, Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen şey hakktır/gerçektir. Lâkin insanların çoğu inanmıyorlar denilerek inançsızlara sitemle devam etmekte; ardından da Allah'ın sonsuz kudretine; göklerin ve yeryüzünün yaratılış ve işleyişine, bu kudretin eseri olan nimetlerin çeşitliliğine, yaratılmasındaki amaca ve bunların kullara verilmesine dikkat çekilmektedir. Burada, yeryüzü ve yeryüzündeki bitkiler Arabistan coğrafyasına göre beyân edilmiştir. Bu âyetleri okuyan kimse kendi bulunduğu bölgedeki yeryüzü nimetlerini dikkate almalıdır. Burada zikredilen nimetler, evrendeki sistemler, oluşumlar; hepsi Allah'ın varlığına, birliğine ve rabbliğine [planına, programcılığına] delalet etmektedir: 65Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini [hep sizin yararlanacağınız ölçülerde yarattığını] ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Göğü de Kendi izni/bilgisi olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. [Hacc/65] 5Bir tek, kahredici Allah, gökleri ve yeri hak ile oluşturdu, geceyi gündüzün üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı yararınıza olan yapı ve işleyişte yaratarak hizmetinize sunmuştur. Hepsi de adı konmuş bir süre sonuna akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır. [Zümer/5] Burada konu edilen âyetler ve insanlara verilen nimetler, birçok âyette (Hicr/22, Nebe/6-7, İsrâ/12, A‘râf/54) zikredilmişti. Paragrafın sonunda, Şüphesiz aklını kullanan bir toplum için bunda birtakım deliller vardır buyurularak, bu hususta bireysellikten öte toplumsal bir gözlemleme önerilmiştir. Bu uyarılar birçok kez (Nahl/10-18, Rûm/22-25, 46, 26, Âl-i İmrân/190-194) tekrarlanmıştır: 3. âyette, Orada bütün meyvelerden iki eş yarattı buyurularak, insanlığa Allah'ın bir mucizesi; bitkilerdeki erkeklik-dişilik daha hatırlatılmıştır. Bitkilerdeki erkeklik- dişilik, bitkilerdeki uyum, toprağın titreşerek kabarması, ile ilgili Bilim- Teknik kitaplarında ayrıntılı bilgi mevcuttur. Burada bir de, Gökleri gördüğünüz şekilde, direkler olmadan yükselten ifadesiyle başka bir mucize daha gösterilmiştir. Bu mucizeyle ilgili de şu güzel açıklamayı naklediyoruz: DİREKSİZ YÜKSELMİŞ GÖKYÜZÜ Allah, şu gördüğünüz gökleri direksiz yükseltendir. (Ra‘d/2) Kur’ân'ın, Peygamberimiz dönemindeki bilgi seviyesiyle söylenmesi mümkün olmayan bilimsel gerçekleri söylemesi, mucizevî yönlerinden biridir. Bu kitabımızda bu mucizeleri göstermeye çalışırken, daha çok son yüzyılda veya son yüzyıllarda ancak anlaşılabilen bilimsel gerçeklerin, 1400 küsur yıl önce söylendiğine yer verdik. Peygamberimiz dönemindeki araştırmalarla, gözlemlerle bilinmesi imkânsız olan bilgilerden biri yukarıdaki âyetteki ifadedir. Fakat bu gerçek diğer başlıklarımızdaki konular gibi son asırlarda keşfedilen bir olgu değildir. İnsanlar çok uzun zaman önce gökyüzünün direkler üzerinde yükselmediğini öğrendiler. Fakat Kur’ân'ın indiği dönemde, toplumun böyle bir ortak kanaati yoktu. Kur’ân'ın indiği dönemden sonra bile gökyüzünün dünyanın iki ucundaki dağlara yaslandığı fikrine inananlar vardı. Örneğin Yeni Amerikan İncîli'nin eski baskılarından birinde gökyüzü tersine çevrilmiş bir tasa benzetilmektedir ve gökyüzü direklerle ayakta durmaktadır (bkz. The New American Bible, St Joseph's Medium Size Edition, s. 45). İbn Abbâs (ö. hicrî 68/miladî 687), Mücâhid (ö. hicrî 100/miladî 718), İkrime (ö. hicrî 115/miladî 733) gökyüzünü ayakta tutan direklerin [dağların] varlığına inanıyorlardı. Bu şahıslar, Kur’ân'ın âyetinin sadece görünen kısmı belirttiğini, görünmeyen alanda gökleri ayakta tutan direklerin var olduğunu savundular. Gökyüzünün, dünyanın ucundaki dağlara yaslandığı fikrini, Bâbilliler gibi târihte savunan topluluklar oldu. Peygamberimizin yaşadığı dönemde insanlar, yeryüzünün küre şeklinde olduğunu ve yeryüzünde her iki yöne gidilince, yine aynı noktaya gelinebileceğini bilmiyorlardı. Bu yüzden gökyüzünün direkler üzerinde yükseldiği veya yükselmediği iddiası Peygamberimizin içinde bulunduğu dönem için belirsiz, bilinemez, isbatlanamaz bir iddiadır. Kendi döneminde bilinmeyen ve şüpheli bir konuyu, doğru olarak açıklaması Kur’ân'ın bir mucizesidir. Kur’ân'ın belirttiği bu gerçek, Peygamberimizin zamanında isbatlanamadığı için, Kur’ân'daki bu âyetin varlığı Peygamberimize bir avantaj sağlamamaktadır. Hatta bu âyet, o dönemde isbatlanamaz olduğu için bu âyetin ifadesi yüzünden Kur’ân'a itirazlar yöneltilmiş olması da mümkündür. Kur’ân'ı Peygamberimizin yazdığı iddiasını ileri sürenlerin, Peygamberimizin dönemindeki kanaatlere karşın Kur’ân'da niye böyle bir ifade geçtiğini açıklamaları mümkün olmayacaktır. Kur’ân'daki anlatımların değerini daha iyi kavramamız için Peygamberimizin dönemine hayalen gidip, o dönemin insanlarının kafa yapısını anlamaya çalışmamızın gerekliliği bu konuyla da anlaşılmaktadır. Kur’ân, uçakların, arabaların olmadığı, dünyanın ne şeklinin bilindiği, ne de haritasının olduğu, çoğunluğun okuma-yazma bilmediği bir ortamda vahyedilmiştir. Kur’ân'ı, Peygamberimizin, ya da Peygamberimiz dönemindeki insanların yazdığını söyleyenlerin iddialarına karşı bu tabloyu hatırlatalım. Eğer, Kur’ân'ın ifade ettiği bu konuların, o dönemde söylendiğini göz önünde bulundurursak, Kur’ân'ın mucizelerini daha iyi anlayacağımız kanaatindeyiz. GÖKYÜZÜ NASIL DURUYOR Binlerce yıllık dünya târihinde insanoğlu atmosferin niteliğinden, faydalarından, yaşamımız için olmazsa olmaz şart olmasından habersiz yaşadı. Tüm tabakalarıyla atmosfer denen gaz topluluğu nasıl olmuştur da bir araya gelmiştir? Nasıl oluyor da sâbit kalıyor? Gökyüzünün koruyucu bir tavan olması (19. bölüm), geri döndürücü özellikleri (20. bölüm), ayrı tabakalardan oluşması ve her tabakanın kendi görevlerini yerine getirmesi (17. bölüm) gibi, gökyüzünün direksiz bir şekilde durması da (21. bölüm) Allah'ın muhteşem sanatın bir sonucudur. Güneş sistemimizin gezegenlerinde yapılan araştırmalar, hiçbir gezegenin çevresinde yaşamı olanaklı kılacak bir atmosfer olmadığını göstermiştir. Dünyamızın çevresindeki atmosferin varlığı ve daha da önemlisi bu atmosferin yaşam için her türlü olanağı sağlayacak, yaşamı koruyacak şekilde yaratılması; Allah'ın içinde bulunduğumuz dünyayı, yaşamı burada yaratmak için seçtiğinin bir delilidir. Gezegenin yüzeyinde, yakınlarında ortaya çıkan gaz molekülleri süratli bir şekilde hareket eder. Eğer gezegenin çekim gücü bu sürate üstün gelirse, gezegen gaz moleküllerini çeker ve gezegenin yüzeyi gaz moleküllerini emer. Eğer gaz molekülleri süratle hareket ederlerse ve gezegenin çekim alanından kurtulurlarsa, uzaydaki seyahatlerine devam ederler. Görüldüğü gibi atmosfer ve buna bağlı oluşan dengeler, dünyanın oluşumundan sonraki bir aşamada meydana gelmiştir. Bu da Kur’ân'ın, Göğü yükseltti ve dengeyi koydu (Rahmân/7) âyetinde belirtilen, göğün sonradan oluşması ve dengenin kurulması ile ilgili ifadelerle mucizevî bir şekilde uyumludur. Gaz moleküllerinin dünyamızın çevresinde olduğu gibi bir atmosfer şeklinde oluşması ve durması çok düşük olasılıktaki bir dengenin sağlanmasıyla mümkündür. Bu denge, yerkürenin çekimiyle gaz moleküllerinin hızının tam bir dengede durması hâlidir. Allah gökyüzünü direksiz yükseltirken böyle hassas bir denge sağlamıştır. Fakat iş bununla bitmemektedir. Bu dengenin sağlanması kadar sürekli devam etmesi de gereklidir. Allah yeryüzünü ve atmosferi yaratırken bunun devamı için gerekli tüm dengeleri de kurmuş ve bu dengenin devamını sağlamıştır. Bilimin ilerlemesiyle öğrendiğimiz bu dengenin sürekliliğinin önemine, Kur’ân şöyle işaret etmektedir: Allah gökleri ve yeri yok olmasınlar diye tutuyor... (Fâtır/41) Bu denge için çok fazla verinin ayarlanması zorunludur. Örneğin yerkürenin güneşe göre konumunun ayarı önemlidir; çünkü bu ayar sayesinde yeryüzünün ısı dengesi sağlanacaktır ve de bu gaz moleküllerinin hareketini etkilemektedir. Yeryüzünün dönüş hızı da yine ısının homojenliği açısından önemlidir. Bu dönüş hızlanırsa atmosfer dağılır, yavaşlarsa homojenlik bozulur, çünkü arka yüzdeki atmosfer toprak tarafından emilir. Atmosferin devamı için ekvator ve kutup bölgeleri arasındaki ısı farkı da, bu ısı farkından ortaya çıkacak hava akımlarının korkunç sonuçlarını önleyen Himalayalar'daki, Toroslar'daki, Alpler'deki sıra dağlar da çok önemlidir. Sıradağlar yerküremizin yüzeyinde rüzgârları bloke ederek, soğuk havayı yüksek kesimlerde toplayarak dengenin korunmasına katkıda bulunurlar. Ayrıca atmosferimizin bileşimindeki gazlar da atmosferin devamı için önemlidir. Örneğin atmosferde yüzde olarak çok az miktarda bulunan karbondioksit, toprağı gece yorgan gibi örterek ısı kaybının olmasını önler. Atmosfer için yüzey ısısının kararlı kalması, gece ısı kaybının önlenmesi önemlidir. Görüldüğü gibi sıra dağların varlığından karbondioksitin yaratılmasına, dünyanın büyüklüğünden güneşe konumuna, yüzey ısısının dengelenmesinden atmosferdeki gazların hızlarına ve özelliklerine kadar her şey çok ince bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olarak ayarlanmış ve bu sayede göğün direksiz yükselmesi mümkün olmuştur. Tüm bu yaratılışlar ve buraya sığdıramadığımız birçok ince oluşum sayesinde atmosfer, dünyanın çekimiyle dünyaya yapışmadan, kendi hızına rağmen uzaya dağılmadan, tepemizde durmakta ve bize hizmet ettirilmektedir. Bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette deliller vardır. (Ra‘d/4) Gökyüzünün yaşamamızı mümkün kılacak şekilde var olması, Yaratıcımızın her şeyi çok mükemmel şekilde plânlaması sayesindedir. [Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize.]
5) Ve eğer sen şaşıyorsan, asıl şaşırtıcı olan, onların: "Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir oluşturuluşta mıyız?" sözleridir. İşte bunlar, Rablerine inanmamış kimselerdir. Ve işte bunlar, boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar, Ateş'in yâranıdırlar, onlar orada sürekli kalıcıdırlar.
Bu âyette, kâfirlerin şaşılası durumları ortaya konuyor. Onların, çevrelerindeki ve bünyelerindeki bunca delile rağmen direnmeleri, Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir yaratılışta mıyız?demeleri naklediliyor ve onlar, boyunlarındaki demir halkalar yüzünden gerçeği göremeyip kâfirlik ettiklerinden kınanıyorlar. Kâfirlerin bu akıl dışı tutumları birçok âyette nakledilmiştir: 1Kaf/100. Çok şerefli/şanı yüce Kur’ân kanıttır ki 22kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun. 2,3Ama onlar, kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler, "Bu, şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu, uzak bir dönüştür" dediler. 4Biz, yerin onlardan neyi eksilttiğini elbette bilmişizdir. Yanımızda da çok iyi kaydedip koruyan bir kitap vardır. 5Aksine, gerçek kendilerine geldiği zaman onu yalanladılar, onun için onlar karmakarışık bir iş içindedirler. 6Peki, onlar üstlerindeki göğe bakmadılar mı ki, onu Biz hiç yarığı olmadan nasıl bina etmişiz ve süslemişiz! 7,8Ve Biz, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona öğüt olarak yeri yayıp döşedik ve ona sabit dağlar bıraktık. Orada görünüşü iç açıcı-göz alıcı her çiftten bitkiler bitirdik, 9-11Biz, gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilecek taneler, kullara rızık olmak üzere tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları bitirdik. Ve Biz, onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte diriliş böyledir. [Kaf/1-11] 33Onlar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü oluşturan ve onları oluşturmakla yorulmamış olan Allah'ın ölüleri diriltmeye de güç yetiren olduğunu görmediler mi/düşünemediler mi? Evet şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir. [Ahkâf/33] 10Ve onlar: "Biz, yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir oluşturuluşta olacağız?" dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı; O'nun huzuruna varmayı bilerek reddeden /inanmayan kimselerdir. [Secde/10] Burada konu edilen boyunlarındaki halka, Mü’min/69-76'da, Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara, "Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?" denir. Onlar, "Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk" derler. İşte Allah, inkârcıları böyle saptırır: "İşte bu, yeryüzünde hakksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!" –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!"– şeklinde anlatılan cezalandırma şekli değildir. Buradaki halka, Yâ-Sîn/8'de zikredilen halkadır. O nedenle âyetin daha iyi anlaşılabilmesi için Yâ-Sîn sûresi'ndeki pasajı tekrar sunuyoruz: 8Şüphesiz ki Biz, onların boyunlarının içinde demir halkalar geçirdik. Öyle ki onlar çenelerine kadardır. Böylece onlar burunları yukarı kaldırılmış olanlardır. 9Ve Biz, onların önlerinden bir set, arkalarından bir set oluşturduk. Böylece Biz, kendilerini sarmışızdır. Artık onlar görmezler. 10Ve onları uyarmışsın yahut uyarmamışsın onlara göre birdir, onlar inanmazlar. [Yâ-Sîn/8-10] Bu âyet grubu, 7. âyetteki, onlar inanmazlar ifadesinin gerekçelerinin beyânı mahiyetinde olup inanmayacak olanların psikolojik durumlarını açıklamaktadır. Âyette geçen مقمحون[muqmehûn] sözcüğünün mastarı olan إقماح[iqmâh], "başı kaldırıp gözü yummak" demektir. Bu sözcükle inatçı kâfirlerin bir tiplemesi yapılmış, bu tiplerin yapılan daveti reddettiklerini gösterir anlamda başlarını arkaya doğru kaldıran kibirli insanlar oldukları bildirilmiştir. Bu tipe giren kişilerin onca delili görmezden gelip kabul etmemelerine sebep olan kibir ve inatları ise, boyunlarındaki demir halka ile simgeleştirilmiştir. ÖNLERİNDEKİ ve ARKALARINDAKİ SET İnkârcıların gerçekleri görmezden gelmeleri, geçmişten ders almayıp geleceği düşünmeyerek burunlarını havaya dikmeleri, bir başka âyette de şöyle dile getirilmiştir: 25Ve Biz onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan "Söz" onların üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler. [Fussilet/25] Fussilet/25'ten anlaşılacağı gibi, inanmayacak olanların önlerindeki ve arkalarındaki set, aslında çevrelerindeki birtakım yakınların [İblislerinin] olan-biteni onlara süslü göstermeleri ve onların da tutkuları yüzünden bu süse yatkın olmaları durumudur. Buradan da onların, süslü gösterilen mallar, makamlar ve oğullar sebebiyle burunlarını havaya kaldırıp gerçekten uzaklaşmamaları ve tutkularından kurtulup akıllı davranmaları hâlinde kendilerini kurtarabilecekleri anlaşılmaktadır. Bu paragrafta Rasûlullah'ın hayret edişine dikkat çekilmiştir. Zira Rasûlullah müşriklerin tavırlarına çok üzülüyordu: 33Biz onların söylediklerinin seni kesinlikle üzdüğünü elbette biliyoruz. Ama onlar aslında seni yalanlamıyorlar; ama şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler Allah'ın âyetlerini bile bile reddediyorlar. [En‘âm/33] 76O hâlde onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz ki Biz, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını da biliyoruz. [Yâ-Sîn/76] 176Küfürde Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmekte yarışan şu kişiler de seni üzmesin. Onlar, Allah'a hiçbir şekilde asla zarar vermezler. Allah onlara âhirette herhangi bir pay vermemeyi istiyor. Ve onlar için çok büyük bir azap vardır. [Âl-i İmrân/176] 23Kim de küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık onun küfrü; bilerek reddetmesi seni üzmesin. Onların dönüşü yalnızca Biz’edir. O zaman Biz onlara yaptıkları şeyleri haber vereceğiz. Gerçekten Allah, kalplerin özünü çok iyi bilendir. [Lokmân/23]
6,7) Ve onlar senden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmanı isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara iz bırakan cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten senin Rabbin, yanlış işlerine karşılık insanlar için cidden bağışlama sahibidir. Ve kesinlikle senin Rabbin, azabı/kovuşturması cidden çok çetin olandır. Ve küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden /inanmayan şu kimseler: "Rabbinden o'na bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi?" diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her toplum için bir yol gösteren vardır.
Bu âyetlerde kâfirlerin inatçı, meydan okuyucu, karşı çıkıcı durumları ve Elçi'yi, âhireti inkâr için ileri sürdükleri gerekçeler açıklanmakta ve eleştiri üslubuyla onlara cevap verilmektedir. Kendi akıllarına göre Rasûlullah'tan, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmasını isteyen ve Rabbinden o'na bir âyet indirilmeli değil miydi? Diyen bu kâfirlere, –akıllarını kullanmaları için– Hâlbuki onlardan önce onlara iz bırakan cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten senin Rabbin, zulümlerine karşılık insanlar için cidden mağfiret sahibidir. Ve kesinlikle senin Rabbin, azabı/kovuşturması cidden çok çetin olandır. Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her toplum için bir yol gösteren vardır şeklinde karşılık veriliyor. Bunların mucize beklentileri birçok âyette (İsrâ/90-94, Furkân/7-9, Furkân/21, Nisâ/153, En‘âm/7-9, Enfâl/32-33, Hicr/6-8) konu edilmişti. Görülüyor ki kâfirler kıyâmete, cezalandırılacaklarına inanmadıklarından dolayı azabın çabuklaştırılmasını istiyor, mucizeler bekliyorlar. Peki istedikleri mucizeler gösterilse inanacaklar mı? Hayır: 45Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar! 46Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. 47Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. 48Ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapıp duran nice kentler; Ben, kendilerine süre tanıdım, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş, sadece Bana'dır. [Hacc/45-48] 202İşte bu onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir. 203Sonra da onlar, "Biz süre tanınanlardan mıyız?" diyeceklerdir. 204Onlar, Bizim azabımızı oldukça çabuklaştırmak mı istiyorlar? 205-207Gördün mü/hiç düşündün mü, onlara senelerce kazanç sağlatsak, sonra kendilerine vaat edilen gelip çatıverse, o kazandıkları şeylerin kendilerine hiçbir yararı olmayacaktır. 208Ve Biz, sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti değişime/yıkıma uğrattık. [Şu‘arâ/202-208] 53Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir. 54,55Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, "Yapmış olduklarınızı tadın!" der. [Ankebût/53-55] 45Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde küçük-büyük hiçbir canlıyı bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda süre sonları geldiği zaman da artık şüphesiz Allah, Kendi kullarını en iyi görendir. [Fâtır/45] 96,97Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime'si hak olmuş olan kimseler, kendilerine bütün alâmetler/göstergeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. [Yûnus/96-97] Pasajdan açıkça anlaşıldığına göre, küçümsemelerine rağmen tehdit edildikleri azabı isteme hususunda gayr-i ciddi olan müşriklere, Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her toplum için bir yol gösteren vardırdenilerekcevap verilmek sûretiyle Elçi'den beklenen görev, kafalarına balyoz gibi indiriliyor. Âyetteki, Ve her toplum için bir yol gösteren vardır ifadesiyle, tüm toplumların uyarıldığı beyân edilmiştir, ki bu rahmân sıfatının tecellisi birçok kez vurgulanmıştır: 47Ve her önderli toplum için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında adalet gerçekleştirilmiştir. Ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar. [Yûnus/47] 73Ve Biz onları, Bizim emrimizle kılavuzluk yapan önderler yaptık. Ve Biz onlara hayırlar işlemeyi, salâtı ikame etmeyi [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturma-ayakta tutmayı], zekâtı/vergiyi vermeyi vahyettik. Ve onlar, sadece Bize kulluk yapanlar idiler. [Enbiyâ/73] 24Şüphesiz Biz, seni hak ile bir müjdeci, bir uyarıcı olarak gönderdik/elçi yaptık. Her ümmetin de içinde bir uyarıcı kesinlikle gelip geçmiştir. [Fâtır/24]
8) Allah, "Her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır" bilir. Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir.
9) Allah, görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği ve açıkta olanı bilendir, pek büyüktür, yüceler yücesidir.
10) Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir.
11) Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından -Allah'ın işinden olarak-, onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.
Bu âyet grubunda ilk önce Allah Kendisini ilim sıfatı açısından tanıtmıştır:Allah, "Her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır" bilir. Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir. (Allah) ğaybı ve açıkta olanı bilendir, pek büyüktür, yüceler yücesidir. Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir. Onun [her kişi] için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak– onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Allah'ın ilminin kapsayıcılığı birçok âyette (Necm/32, Nisâ/108, Yûnus/61, Mü’min/19, Lokmân/34, Zümer/6, Mü’min/12-14, Tâ-Hâ/7, Neml/22-26) zikredilmişti. 8. âyette, Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir buyurularak, her şeyin Allah'ın ilminde takdir edilmiş bir kader [ölçü] çerçevesinde meydana geldiğini bildirmektedir. Evrendeki hiçbir şey boşuna, amaçsız, plânsız, rastgele meydana gelmemiş, her şey belirli bir amaca yönelik olarak önceden yapılmış bir plân dâhilinde yaratılmıştır. Kamer sûresi'nde (49. ayet) merhum Seyyid Kutub’un bir incelemesini sunmuştuk. Onun okunmasını öneririz. 8. âyetteki, Ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır bilir ifadesiyle, Allah'ın, ana rahmine yerleşmiş olan nutfenin aşama aşama tüm gelişimini, oluşan organ ve fonksiyonlarda neyin artıp eksildiğini bildiği beyân buyurulmaktadır. 11. âyette ilk önce, Onun [her kişi] için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak– onu gözetip koruyan izleyiciler vardır buyurularak, Allah'ın insanların tüm davranışlarını bildiği, kaydettiği uyarısı yapılmıştır. 16Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. 17,18Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. [Kaf/17-18] Daha sonra da, Gerçekte, bir halk, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir velî [yardım eden, koruyan, yol gösteren] de yoktur buyurularak sosyal bir olguya dikkat çekilmiştir: 53Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah'ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir. [Enfâl/53] Âyetteki, Bu, şüphesiz bir kavim [toplum], kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah'ın, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı, şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir ifadesinden anlaşılıyor ki, siyasî, iktisadî ve ahlâkî bozulmaların neticesinde toplumların cezalandırılmasının nedeni, toplumun fertleridir. Zira sünnetullah, beşerî değişimin ilâhî değiştirmeye sebep olacağı şeklinde câri olmaktadır. Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre, insanların zaman zaman maruz kaldıkları cezalandırma amaçlı musibetler, felaketler, zâlim yöneticiler durduk yerde ortaya çıkmıyor. Bilakis bunlar, insanların kendi yanlış tutum ve davranışları neticesinde meydana geliyor. Yaşanan zillet, esaret, mustaz‘aflık, yoksulluk, o toplumun hayat biçiminin sapıklığa, boş vermişliğe ve bozgunculuğa dönüşmüş olması sebebiyledir. Bu, her zaman ve mekânda siyasî, iktisadî, ictimaî ve askerî açıdan olabilir. Bunu salâtın ikâmesi ve salâtın zayiini konu alan âyetler ile somut olarak gösterebiliriz: 45Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/izle ve salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu oluştur-ayakta tut]. Kesinlikle salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu], aşırılıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. [Ankebût/45] 59-61Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki, salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı] kaybettiler/hayatlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler cennete; Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarına –görmedikleri hâlde– vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O'nun vaadi kesinlikle yerini bulacaktır. [Meryem/59-61] 11Semûd azgınlığı sebebiyle yalanladı; 12âhirette en mutsuz olacak olanları/liderleri görevi kabul edip gittiği zaman, 13Allah'ın elçisi onlara demişti ki: "14Allah'ın devesine önem verin!" ve "Onun su içmesini, yaşamasını sağlayın!" 15,16Fakat onlar, onu yalanladılar, bunun sonucundan korkmayarak da Allah'ın devesini, inciklerini kesip öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla onları yerlebir ediverdi. [Şems/11-15] 71Ve eğer hak onların tutkularına uysaydı; kesinlikle gökler, yeryüzü ve bunlarda bulunan kimseler bozulup giderdi. Aslında, Biz onların şanını/öğütlerini getirdik; sonra da onlar, kendi şanlarından/öğütlerinden yüz çevirenlerdir. [Mü’minûn/71] Toplumun değişimi iyi yönde oluşacak, hakktan yana değişim gösterecek olursa, Allah da iyilik-güzellik halk edecektir: 96Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik. [A‘râf/96] 65Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve Allah'ın koruması altına girmiş olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık. 66Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine Rablerinden indirilen Kur’ân'ı ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] besleneceklerdi. Onlardan bir kısmı orta yol tutan; bazısına inanıp bazısına inanmayan, inanmadığı hâlde inanmış gözüken önderli bir toplumdur. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! [Mâide/65-66] 103Ve onlar eğer inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı! [Bakara/103]
12) O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve o yağmur yüklü bulutları ortaya çıkarandır.
13) Gök gürültüsü, O'nun övgüsüyle birlikte, doğal güçler/zorba yöneticiler de O'nun korkusundan dolayı O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, akılları baştan alan korkunç ses gönderir de onunla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücâdele edip duruyorlar. Oysa Allah, çarpması pek çetin olandır.
Bu âyetlerde de insanoğlunun yakından tanıdığı, ilgiyle izlediği gökyüzü olaylarına değinilerek onların Allah ile olan ilişkileri, özellikle de gök gürültüsü ve yıldırımın Allah'ı tesbih ettiğine dikkat çekilmiştir. "Allah'ın her türlü noksanlıklardan arınık ve tüm kemal sıfatlarıyla donanmış olduğunun haykırılışı" demek olan tesbih ile burada, gök gürültüsü ve yıldırımın tesadüfler sonucu olan bilinçsiz olgular olmayıp, bir plân ve programa dayalı olarak meydana geldiği ve bu programın sahibinin de Allah olduğuna işaret edilmiştir. Doğadaki bu olay; buharlaşan suların bulutları oluşturması, bulutların rüzgârlar vasıtasıyla belirli yerlere taşınması, yağmur yağması, gök gürültüsü ve yıldırımın oluşması, ancak Allah'ın eseridir. Allah'tan başka bunu yapabilecek bir güç, söz konusu bile olamaz. Hangimiz şimşek çaktığında ürpermeyiz ki? Aslında ışık değil de arkasından gelen sestir bizi ürperten. Ancak şimşeğe ne mucizevî vazifeler yüklendiğini bilseydik ondan ürpermez, ona ibretle bakardık. Her şimşek çaktığında, havadaki oksijen molekülündeki oksijen atomları (O2) birbirinden ayrılır. Ancak birbirinden ayrılan oksijenler tek başlarına kalamazlar. Hemen diğer oksijen molekülleriyle (O2) birleşerek O3’ü, yani namı diğer ozonu meydana getirirler. Ozona yüklenen vazifeyi herhalde bilmeyeniniz yoktur. Dünyaya gelen zararlı ışınları kırarak canlıların zarar görmesini engelleme vazifesi ozona verilmiştir. Eğer ozon tabakası olmasaydı insanların ve diğer canlıların büyük çoğunluğu kanser gibi hastalıklara yakalanır ve kısa bir süre içerisinde dünyada hayat sona ererdi. Her şimşek çaktığında havada meydana gelen ısıyla beraber, havadaki azot (N2) oksijen molekülüyle (O2) birleşerek azot oksitleri meydana getirir. Azot oksitleri ise yağmur damlacıklarında çözünerek nitröz ve nitrik asit meydana getirir. "Nitröz ve nitrik asitler de neyin nesi?" diyebilirsiniz. Bunlar toprağı gübreleyen ve bitkiler için çok önemli olan azot kaynağıdırlar... Sadece gök gürültüsü değil, evrendeki her varlık Allah'ı tesbih eder: 44Tüm gökler/uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı noksan sıfatlardan arındırırlar. O'nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır, çok bağışlayandır. [İsrâ/44] 41Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların [kuşların, arıların, bulutların, boranların] Allah'ı her türlü noksanlıktan arındırdıklarını görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Hepsi kendi arındırmasını ve desteğini/doğaya yapacağı katkıyı kesinlikle bilmektedir. Allah da, onların işlemekte olduklarını en iyi bilendir. [Nûr/41] Ve ayrıca Hadîd/2; Haşr/1, 24; Saff/1; Cuma/1; Teğâbün/1; Zümer/75; Mü’min/7; Fussilet/39 ve Şûrâ/5. âyetlere de bakılabilir. 13. ayette konu edilen melekler, doğadaki güçler olabileceği gibi toplumdaki güçlü kimseler, zorba iktidarlar da olabilir. Ki onlar da dara düştükleri, ölümle burun buruna geldikleri zaman Firavun gibi hemen Allah’a yönelirler. "Konuyu İman-ı yeis ve İman-ı beis" olarak Kıyamet suresinde (7- 10. ayetler) açıklamıştık. Ayrıca İsrâ7 67, Yunus/22, 23, Lokman/31, 33, Rum/33, Nahl/53,54 ve Ankebut/65’e bakılmalıdır.
14) Gerçeğin yakarışı yalnızca O'nadır. Ortak koşanların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler; onlar, kendilerine hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar, ancak ağzına gelmemesine rağmen ağzına su gelsin diye iki avucunu açan gibidir. Ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin duası sadece bir sapıklık içindedir.
15) Ve yerde ve göklerde olan kimseler ve gölgeleri, ister istemez her zaman yalnızca Allah'a boyun eğip teslimiyet gösterirler.
Bu âyetlerde de müşrikler uyarılmaya devam edilmekte, kâfirlerin yanlış ve çarpık durumları değerlendirilmektedir. Öncelikle gerçek anlamda yakarışın; cidden, gerçekten istenecek şeylerin istenmesinin sadece O’na yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Yukarıda varlıkların tesbihi konu edilmişti, şimdi ise varlıkların secdesi, ilâhî sisteme teslimiyetleri konu edilmektedir. Gölgelerin secde etmesi de, onların ilâhî sisteme boyun eğmeleridir. Bu hususa başka âyetlerde de dikkat çekilmişti: * Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" dedi. İkisi de, "Biz isteyerek geldik" dediler. [Fussilet/11] * Onlar, gölgeleri Allah'a boyun eğerek, küçülenlerin ta kendisi olarak sağdan sola dönen, Allah'ın oluşturduğu birtakım şeyleri görmediler mi/bunları hiç mi düşünmediler? [Nahl/48] * Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler, O, kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok iyilik bilmeyen biridir! [İsrâ/67]
16) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Allah'ın astlarından o kendi kendilerine yarar sağlamaya ve zarar vermeye gücü olmayanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz?" De ki: "Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?" Ya da Allah'a, O'nun gibi oluşturan birtakım ortaklar buldular da, bu oluşturma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: "Allah, her şeyin oluşturucusudur. Ve O, birdir, her şeye üstün ve kahredicidir."
17) Allah, gökten bir su indirdi de vadiler, kendi ölçüsünde sel olup aktılar. Sonra da sel, suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir zînet eşyası veya bir yarar sağlamak için, ateşte erittiklerinin üzerinde de benzeri bir köpük vardır. -Allah, hak ve bâtılı böyle örnekler.- Sonra köpük atılır gider, insanlara yararı olan ise yerde beklenti sağlar. İşte Allah, örnekleri böyle verir.
Burada, çevredeki onca âyete dikkat çekilip müşriklerin densizliği ortaya konulduktan sonra kendilerine şu sualler sorulmuştur: • Göklerin ve yerin Rabbi kimdir? • Allah'ın astlarından o kendi kendilerine fayda ve zarar vermeye gücü olmayanları velîler mi ediniyorsunuz? • Hiç kör ile gören bir olur mu? • Hiç karanlıklarla aydınlık bir olur mu? • Allah'a, O'nun gibi yaratan birtakım ortaklar buldular da, bu yaratış kendilerince birbirine benzer mi göründü? Bu sorulara, Allah'ın, Elçisi'nin ağzından verdiği cevaplar, müşriklerin de itiraz edemeyecekleri cevaplardır. Zira birçok âyette [Ankebût/43, Lokmân/25, Yûnus/31, Mü’minûn/84-86, Zuhruf/9, 87] bildirildiği üzere müşrikler, Allah'ı kabul etmektedir, fakat Allah'ın rabbliğini, evrene ve insana müdahalesini kabullenmemektedirler. Onların rabbleri, şirk koştukları kişi ve nesnelerdir. Bu cevaptan sonra onlara uyarı amaçlı örnekleme yapılmaktadır: O [Allah], gökten bir su indirdi de vâdiler kendi ölçüsünde sel olup aktılar. Sonra da sel, suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir zînet eşyası veya bir yarar sağlamak için ateşte erittiklerinin üzerinde debenzeri bir köpük vardır –Allah, hakk ve bâtılı böyle örnekler–, sonra köpük atılır gider, insanlara faydası olan ise yerde kalır. İşte böyle Allah örnekleri verir. İşte bu âyetlerde bunların akılsızlıkları kınanmakta yaptıklarının; düşünce sistemlerinin ve ideolojilerinin işe yaramaz köpük ve cüruftan başka bir şey olmadığı, şartlar normale döndüğünde onların yok olup gittiği, sadece gerçek olanın meydanda kaldığı beyân edilmektedir. Böylece, Allah'ı bir yana bırakarak, Allah'ın astından âciz, kendilerine bile bir yarar sağlama ya da bir zararı defetme gücüne sahip olmayan düzmece ilâhları kendilerine velî [yardımcı, koruyucu] edinenler kınanmaktadır. Bâtıl gidicidir: 81Ve de ki: "Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl yok olup gider." [İsrâ/81] 16Ve Biz göğü, yeryüzünü ve aralarındaki şeyleri, oyun oynayanlar olarak oluşturmadık. 17Eğer Biz, bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu Kendi katımızdan edinirdik, eğer Biz, yapanlar olsaydık.
18) Rablerine uyanlar için "en güzel" vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır!
18Tam tersi Biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın bâtıl yok olup gitmiştir. Ve Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden dolayı size yazıklar olsun! 19,20Göklerde ve yeryüzünde olan kimseler de yalnızca O'nundur. O'nun katında olan kimseler de O'nun kulluğundan büyüklenmezler ve usanmazlar, gece-gündüz ara vermeyerek Kendisini noksan sıfatlardan arındırırlar. [Enbiyâ/16-20] 104-106De ki: "Ey insanlar! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız, iyi bilin ki, Allah'ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana/Allah'a taparım. Ve ben mü’minlerden olmamla ve ‘Tüm benliğini ortak koşmaktan, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten Hakk'a dönen biri olarak Din'e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma! Ve Allah'ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerden olursun’ diye emrolundum." [Yûnus/104-106] Ve Enbiyâ/66-67, En‘âm/71-72, Hacc/11-13, Mâide/76. 18Rablerine uyanlar için "en güzel" vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır! Bu âyette önce Allah'ın evrendeki âyetlerini tanıyan ve Kur’ân'daki âyetlere uyan kimseler için "en güzel" olduğu açıklanmıştır, ki en güzel ifadesiyle, "cennet ve Allah'ın vereceği ödüller" kastedilmiştir: 31,32Göklerde ne var, yerde ne varsa; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, iyileştiren-güzelleştiren kimseleri; –bazı küçük sürçmeler dışında– günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınan kimseleri de "En güzel" ile ödüllendirmesi için Allah'ındır. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O'dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. Allah'ın koruması altına girmiş kimseyi O daha iyi bilir. [Necm/31,32] 26Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, aşağılık, aşağılanma da. İşte bunlar, cennet ashâbıdırlar. Onlar, orada sonsuz olarak kalıcıdırlar. 27Kötülük kazanmış olan kimseler de, kötülüğün cezası, bir benzeri iledir. Ve onları bir aşağılık kaplar. Onlar için Allah'tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashâbıdırlar. Onlar orada sonsuza dek kalacaklardır. [Yûnus/26-27] 89Kim bir iyilik-güzellik getirirse, onun için getirdiğinden daha hayırlısı/getirdiğinden dolayı bir hayır vardır. Ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır. [Neml/89] 133-135Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever. [Âl-i İmrân/134] 69Ve Biz, Bizim uğrumuzda gayret gösterenleri, elbette Kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah, iyilik-güzellik üretenlerle beraberdir. [Ankebût/69] Âyetin son bölümünde kâfirlere de hesabın en kötüsünün olacağı ve onların, yeryüzünde bulunanların tümü ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verecekleri, ama kendilerinden kabul edilmeyeceği, varacakları yerin –yerlerin en kötüsü olan– cehennem olacağı bildiriliyor ve böylece onların korkup akıllarını başlarına almaları sağlanmak isteniyor: 91Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. [Âl-i İmrân/91] 53Ve "O azap gerçek mi?" diye senden haber almak istiyorlar. De ki: "Evet. Rabbime andolsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz, âciz bırakanlar değilsiniz." 54Ve eğer ki, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi/kurtulmalık verirdi. Ve onlar, azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında adalet kesinlikle gerçekleşecektir. Ve onlar, haksızlığa uğramazlar. [Yûnus/53-54] Ayrıca Zümer/47-48, Mâide/36-37, Hadîd/14-15.
19,20,21,22,23,24) Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren, Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş], kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!"
25) Allah'a yeminle 'kesin söz' verdikten sonra bozan ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri; iman ve ameli kesen/birbirinden ayıran ve yeryüzünde kargaşa çıkaran kimseler; işte onlar, dışlanma kendileri için olanlardır. Yurdun kötüsü de onlar içindir.
26) Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit dünya hayatı ile ferahladılar. Oysa basit dünya hayatı, âhirette sadece basit, işe yaramaz bir kazançtır.
Ya da o, gece saatlerinde kalkan, secde ederek, kıyam durarak, daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman kimse, (öyle yapmayan gibi midir)? De ki: "Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?" Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler. (Zümer/9) Bu açıklamadan sonra, kavrama yetenekleri olan kişilerin, yani gerçek akıllıların nitelikleri sayılmıştır. Şöyle ki: • Allah'ın ahdini yerine getiren, • Antlaşmayı bozmayan, • Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren, • Rabb'lerine haşyet duyan, • Hesabın kötülüğünden korkan, • Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabreden, • Salâtı ikâme eden, • Kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak eden, • Çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran. Bunlar, Rasûlullah ile birlikte olma lütfuna eren kimselerin bir çoğunun sahip olduğu niteliklerdir, ki bu niteliklere sahip olmayan kimsenin gerçek bir mü’min olduğu söylenemez. Bu nitelemeden sonra da, İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!" buyurularak, bu niteliklere sahip olanlar müjdelenmiş; ardından da, Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozan ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri koparan ve yeryüzünde fesat çıkaran kimseler; işte onlar, lanet kendileri için olanlardır. Yurdun kötüsü de onlar içindir buyurularak, Allah'a karşı gelenler tehdit edilmiştir. Sonra da, Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, âhirette sadece bir kazanımdır buyurularak, inançsızların dünyadaki değersiz, geçici şeylerle kendilerini aldattıkları beyân edilmiştir. Burada Allah'ın ahdi ve buna riâyet ön planda tutulmuştur, ki buna birçok yerde dikkat çekilmişti. Bu hususa dair Nahl sûresi'ndeki pasajı burada da veriyoruz: 91Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın ahdini/Allah'a verdiğiniz sözleri yerine getirin. Yeminlerinizi/sözleşmelerinizi sağlama aldıktan ve Allah'ı kendinize kesin olarak kefil kıldıktan sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah, işlediğiniz şeyleri bilir. 92Bir ümmet, diğer bir ümmetten daha çoktur diye, yeminlerinizi aranızda aldatma aracı edinerek, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra, onu söküp bozan kadın gibi de olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla sınıyor. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri kıyâmet günü size kesinlikle açıklayacaktır. [Nahl/91-92] Bu âyetlerde, toplumsal yaşamın düzgün yürümesi için hayatî öneme sahip bir ahlâk kuralı konularak, bu ahlâkî kurala uygun davranıp davranmamanın mü’minler için bir sınama olacağı bildirilmektedir. Sözü edilen ahlâk kuralı, toplumsal yaşamın olmazsa olmazı sayılan "sözleşmelere sadakat" ilkesidir. İnsanlar, verdikleri sözde durmalı, yaptıkları sözleşmelere uymalı, yeminler ve sözler kesinlikle bir aldatma aracı olarak kullanılmamalıdır: 34Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da –en güzel bir şekilde olması dışında– yaklaşmayın. Ahdi/verilmiş sözünüzü de yerine getirin. Şüphesiz verilen sözde sorumluluk vardır. [İsrâ/34] 152Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.- ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.- söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-" [En‘âm/152] ALLAH'IN AHDİ Allah'ın ahdi ile, insanın kendi irade ve ihtiyarıyla üstlendiği her söz kastedilmiştir. Yüce Allah, insanların kendi istek ve tercihleri ile yaptıkları anlaşmaları bozmalarını kınamakta, böyle yapanları şiddetli bir şekilde azarlamaktadır. Ahdi [sözü] bozmak, Allah'ın lanetlediği fiillerin başında gelir. Bunun nedeni, ahdi bozmanın toplumda büyük zararlara sebebiyet vermesidir. Ahdini bozanlar Felâk sûresi'nde, "düğümlere tükürüp üfleyenler" olarak da nitelenmiştir: 1-5"Oluşturduğu şeylerin kötülüğünden ve çöktüğü zaman karanlığın kötülüğünden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin/sözleşmelere uymayanların kötülüğünden ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden çatlamaların Rabbine; sıkıntıları ortadan kaldıran Allah'a sığınırım" de! [Felâk/1-5] 8Ve onlar, emanetlerine ve antlaşmalarına riâyet eden kimselerdir. [Mü’minûn/8] 22Ancak "salâtçılar" [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı ilkeleştirmişler] bunun dışındadır. 23Salâtçılar ki salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarını; toplumu aydınlatmayı] sürdürenlerdir. 24,25Ve salâtçılar, kendi mallarında, isteyen ve istemekten utanan yoksullar için belli bir hak olan kimselerdir. 26Ve salâtçılar, ceza gününü tasdik ederler. 27Ve salâtçılar, Rablerinin azabından korkanlardır. –28Şüphesiz Rablerinin azabından güvende olunmaz.– 29-31Ve salâtçılar, ırzlarını koruyanlardır. –Ancak eşleri ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar sınırı aşanların ta kendileridir.– 32Ve salâtçılar, emanetlerine ve ahitlerine riâyet ederler. 33Ve salâtçılar, şâhitliklerini yerine getirirler. 34Ve salâtçılar, salâtları [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ilkeleri] üzerine korumacıdırlar. 35İşte bu salâtçılar, cennetlerde ağırlanırlar. [Me‘âric/22-35] Ayrıca Bakara/40, 177, Ahzâb/15, 23, Ra‘d/20, Âl-i İmrân/76. Yemin eden, ahitleşen ve ahdini sağlamlaştırıp pekiştirdikten sonra bozan kimselerin durumu, konumuz olan âyette, yününü eğirip sağlam bir şekilde büktükten sonra onu tekrar çözen bir kadının durumuna benzetilmektedir. Bir kadının kendi eğirip büktüğü yünü tekrar çözmeye kalkması, ahitlerini bozanları karakterize etmek için yapılan bir tasvirdir. Arap örfüne göre yapılan bu benzetmenin belirli bir kadını işaret ettiği nakillerde yer alsa bile, karakterize ettiği kişiliğin ahitlerini bozan tüm erkek ve kadınları kapsadığı açıktır. Âyetle ilgili olarak klasik eserlerde şu nakil yer almaktadır: Rivâyet olunduğuna göre, Mekke'de Amr b. Ka‘b b. Sa‘d b. Teym b. Murre kızı Rayta diye bilinen ahmak bir kadın varmış. Bu kadın bu şekilde yaparmış. İşte bu benzetme onadır. Bu açıklamayı el-Ferrâ yapmıştır. Abdullah b. Kesîr ve es-Süddî de bunu nakletmekle birlikte kadının adını vermemişlerdir. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.] Ne yazık ki, ekonomik, politik ve kişisel çıkarlar söz konusu olduğunda, toplumda büyük tanınan ve çeşitli özellikleriyle temayüz etmiş pek çok kişinin kolayca ahitlerini bozduğu, çeşitli mazeretler ileri sürerek verilen sözleri yerine getirmemeye çalıştığı gözlenmektedir. Müslüman toplumların bu konudaki ahlâkî disiplinsizliği, sosyal bir yara olarak nitelenebilecek kadar yaygın bir tablo arz etmektedir. Müslümanlar daha birçok ahlâkî değer gibi, sözünde durma, ahitlerini yerine getirme, yeminlerinin muktezasına uyma... konularında da Allah'ın koyduğu ilkeleri iyi anlayıp uygulamalı ve diğer toplumlara örnek olmalıdırlar. 89Allah, sizi, kasıtsız olarak yaptığınız/ağız alışkanlığı yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız/sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden sizi sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından/en iyisinden on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, karşılığını ödersiniz diye âyetlerini sizin için böyle açığa koyar. [Mâide/89] 25. âyetteki, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyler ifadesi, –Bakara/27'de de açıkladığımız gibi– "iman ve amelin birleştirilmesi"dir. Âyetteki, Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi kesen ifadesi, genellikle "akrabalık bağını kesen" şeklinde anlaşılmıştır. Hâlbuki burada, "amel ile imanın birleştirilmesi" kastedilmekte; salt imanın yetmeyeceği, imanın mutlaka sâlihâtı işlemek ile birleştirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Böylece münâfıkların, "İnandık" demekle yetinerek, diğer dinî vecibeleri yerine getirmedikleri beyân edilmektedir: 2,3İnsanlar, denenmeden, "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve andolsun ki Biz, onlardan öncekileri de saflaştırılmaları için ateşlere/sıkıntılara sokmuştuk. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da kesinlikle bildirecektir. [Ankebût/2-3] 26. âyette, Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, âhirette sadece bir kazanımdır buyurularak, mala-mülke güvenilmemesi ihtar edilmiştir: 15Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. Allah ise, büyük ödül Kendi katında olandır. [Teğâbün/15] 9Ey iman etmiş kimseler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa, artık işte onlar, zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerin ta kendileridir. [Münâfikûn/9] Allah'a haşyet duyma, hesabın kötülüğünden korkma, Allah'ın rızasını kazanmak arzusuyla sabretme, salâtı ikâme etme ve kendilerine verilen rızıklardan gizli ve açık infak etme ile ilgili de onlarca âyet geçmişti. Onları tekrar zikretmeye gerek görmüyoruz. Burada üzerinde durulacak bir husus da âyetteki, "çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırma" niteliğidir, ki birçok âyette mü’minin düzeltici, güzelleştirici ve iyileştirici olması gerektiği bildirilmiştir: 114Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı oluştur-ayakta tut], çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür. [Hûd/114] 33,34Ve Allah'a çağırıp/yakarıp sâlihi işleyen ve "Ben, Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır. 35Bu olgun davranışa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur. [Fussilet/33-35] Bu yüce niteliklerle mücehhez kullar, İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!" buyurularak onurlandırılmıştır. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler ifadesi, Kur’an ayetlerinin, insanların her türlü sorunu karşısında insanlara çözüm gösterdiğini, her zaman, her yerde hiç kısıtlama olmadan onlara yardımcı oldukların beyanıdır. Buradaki müjdeler başka âyetlerde (Tevbe/72, Nahl/30-32, Fâtır/32-33, Sâd/49-52) de zikredilmiştir:
27,28,29,31) Yine o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: "Ona Rabbinden bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur'ân olsaydı..." diyorlar. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar." Gözünüzü açın! Kalpler, yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek; kurtulamayacaklar. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz.[#382]
31. âyet, teknik olarak 27. âyete bağlıdır. O nedenle bu paragrafta meallendirilmiştir. Bu âyetlerde müşriklerin inanmamak için, Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı... diye ileri sürdükleri sudan bahaneler ve onlara, Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla yatışan kişileri Kendisine kılavuzlar. Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur. İman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimseler; tuba [güzellikler, müjdeler] ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır diye verilen cevaplar yer almakta; böylece inanmama nedenlerini kendilerinde aramaları istenerek, kâfirlerin ileri sürdükleri bahaneler ile asıl inanmama gerekçelerinin alâkasının olmadığı bildirilmektedir: 5Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: 6Soruyor: "Kıyâmet günü ne zamanmış?" [Kıyâmet/5-6] 5Aksine onlar: "Bunlar, karmakarışık düşlerdir; yok yok onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir alâmet/gösterge getirsin" dediler. 6Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler? 7Ve Biz, senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz olgun kimseleri gönderdik/elçi yaptık. Haydi, siz bilmiyorsanız Öğüt/Kitap Ehli olanlara/vahiy bilgisi olanlara soruverin. 8Ve Biz o elçileri yemek yemez birer ceset yapmadık. Onlar sürekli kalıcılar/ölümsüz de değillerdi. [Enbiyâ/5-8] Ayrıca En‘âm/109-111, İsrâ/59, Ankebût/50-55. Kâfirlerin konumu detaylıca açıklandıktan sonra mü’minlere, İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne hidâyet ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir belâ çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz ifadesiyle, kendilerinin nimetlere mazhar olmuş kimseler oldukları müjdesi verilirken, kâfirlerin de mutlaka cezalarını çekecekleri beyân ediliyor: 99Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inanan kimseler olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? [Yûnus/99] Bu âyet grubunda, Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur buyurularak, Allah'ın zikrinin önemine dikkat çekilmiştir. Allah'ı zikretmek, kısaca "Allah'ın kulları üzerindeki hakklarını ve bahşettiği nimetleri düşünmek, O'na karşı sorumlulukların yerine getirilip getirilmediğini daima kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve sürekli bu bilinç içerisinde olmak" demektir. Burada zikrin önemine vurgu yapılırken, başka âyetlerde Allah'ın zikrine engel olacak şeylere dikkat çekilmiştir: 9Ey iman etmiş kimseler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa, artık işte onlar, zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerin ta kendileridir. [Münâfıkûn/9] 37Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve düzeltmeye yönelik işleri yaparsa, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar, yüksek köşklerinde güven içindedirler. [Sebe/37] 36-38Allah'ın, yükseltilmesine, içersinde Kendi isminin anılmasına izin verdiği evlerde, devamlı olarak Kendisini arındıran öyle er kişiler vardır ki, ticaret ve alış-veriş onları, Allah'ı anmaktan, salâtı ikame etmekten [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaktan, ayakta tutmaktan] ve zekâtı/vergilerini vermekten alıkoymaz. Onlar, Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile karşılık versin ve kendilerine armağanlarından artırsın diye kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. Ve Allah, dilediği kişileri hesapsız rızıklandırır. [Nûr/36-38]
30) İşte böyle, seni, onlar Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] inanmazlarken, sana vahyettiklerimizi onlara okuyasın diye, kendilerinden önce nice önderli toplumlar gelip geçmiş olan bir önderli toplum içinde elçi yaptık. De ki: "Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], benim Rabbimdir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben, yalnızca O'na işin sonucunu havale ettim, dönüşüm de yalnızca O'nadır."
32) Andolsun ki senden önceki elçilerle de alay edildi. Ve Ben, kâfirlere; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden /inanmayan kişilere süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim, haydin bakalım Benim azabım nasılmış!
38) Andolsun ki Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve nesil [oğlan-kız çocuklar] verdik. Hiç bir peygamber için Allah'ın izni/bilgisi olmadan herhangi bir alâmet/gösterge getirmek de yoktur. Her süre sonu için bir yazı vardır.
39) Allah, dilediğini imha eder, dilediğini de yerinde bırakır. Kitabın anası; bilginin kaynağı da yalnızca O'nun katındadır.[#383]
38-39. âyetler de anlam olarak bu paragrafa bağlı olduklarından beraber tertip ettik. Bu âyetlerde Rasûlullah teselli edilmiş, Rahmân'ı inkâr edip dururlarken, kendisine vahyedileni onlara okuması kendilerinden önce nice ümmetler gelip geçmiş bir ümmet içinde elçi olarak seçilmiştir. Bu nedenle onlara, O [Rahmân], benim Rabbimdir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben, yalnızca O'na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnızca O'nadır diye haykırmalıdır. Rasûlullah'a bu görev verildikten sonra, Ve andolsun ki, senden önceki elçilerle alay edildi. Ben de o inkâr etmiş kişilere süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim; haydin bakalım Benim azabım nasılmış! Andolsun ki, Biz, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet [nesil/oğlan-kız çocuklar] verdik. Hiç bir peygamber için Allah'ın izni olmadan herhangi bir âyet getirmek de yoktur. Her ecel için bir yazı vardır. Allah, dilediğini imha eder, dilediğini de yerinde bırakır. Kitabın anası da yalnızca O'nun katındadır buyurularak elçilik misyonuna dair açıklamalar yapılmıştır. Bu pasajın iyi anlaşılabilmesi için esbâb-ı nüzûlüne göz atılması gerekir: Mukâtil ve İbn Cüreyc der ki: Bu buyruk, Hudeybiye barışı esnasında barış şartlarını yazmak istedikleri sırada inmiştir. Bu sırada Peygamber (s.a), Ali'ye, (r.a) "Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yaz" diye emretmişti. Süheyl b. Amr ile müşrikler ise, "Biz Rahmân olarak ancak Yemame'nin sahibini (–bununla Müseylime el-Kezzâb'ı kastetmişlerdi–) biliyoruz. O bakımdan Bismikellahumme [Senin adınla ey Allahım] yaz" dediler. İşte câhiliye dönemi insanları böyle yazıyorlardı. Peygamber (s.a) de bunun üzerine Hz. Ali'ye, "Yaz, bu Allah'ın Rasûlü Muhammed'in (s.a) üzerinde barış yaptığı şartlardır" dedi. Ancak Kureyş müşrikleri, "Sen gerçekten Allah'ın Rasûlü olduğun hâlde biz seninle savaşsak ve seni engellemiş olsak, elbette sana zulmetmiş oluruz. Ama bunun yerine sen, ‘Bu Abdullah'ın oğlu Muhammed'in üzerinde barış yaptığı şartlardır’ diye yaz" dediler. Peygamber'in (s.a) ashâbı, "Bize izin ver de bunlarla çarpışalım" dedilerse de Hz. Peygamber, "Hayır, bunun yerine istedikleri gibi yaz" dedi ve bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. İbn Abbâs da der ki: Bu buyruk, Kureyş kâfirleri hakkında, Peygamber (s.a) kendilerine, "Rahmân'a secde edin" dediğinde, onların "Rahmân da kimmiş?" demeleri üzerine inmiştir. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.] Rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a) Kureyşlilerle Hudeybiye'de antlaşma yaptığı zaman, antlaşma metnine, "Bu Allah'ın Rasûlü Muhammed'in" ifâdesini yazdırınca, müşrikler, "Eğer sen, Allah'ın Rasûlü idiysen, biz seninle savaştık, böylece de zulmetmiş olduk. (Oysa biz bunu kabul etmiyoruz). Fakat sen, ‘Bu, Muhammed ibn Abdullah'ın (...) yaptığı antlaşma metnidir’ diye yazdır" dediler. Bunun üzerine de, aynen öyle yazıldı. Antlaşma metnine Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yazıldığında, müşrikler, "Rahmân da kim, biz onu tanımıyoruz?" dediler. Çünkü onlar, mektuplarının başına, "Ey Allahım! Senin isminle..." diye yazarlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara, "Siz nasıl istiyorsanız, öyle yazın!" dedi. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.] Müşriklerin, Allah'ın Rahmân sıfatına karşı olan tavırları İsrâ sûresi'nde de zikredilmişti: 110De ki: "Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O'nundur. Salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanı; toplumu aydınlatmaya çalışmanı] açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara." [İsrâ/110] Bu pasajda, başına gelenlerin yeni bir şey olmadığı, geçmişte de yaşandığı bildirilerek Rasûlullah teselli edilmiştir. Bu tarz teselliler birçok kez yapılmıştır: 42-44Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, Semûd, İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış! 45Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar! 46Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. 47Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. 48Ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapıp duran nice kentler; Ben, kendilerine süre tanıdım, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş, sadece Bana'dır. [Hacc/42-48] 37Sen, onların doğru yolda olmaları için hırs göstersen de, artık Allah, saptırdığı kimseyi doğru yola kılavuzlamaz. Onlar için yardımcılardan da kimse yoktur. [Nahl/37] 41Ey Elçi! Kalpleri iman etmediği hâlde ağızlarıyla "İnandık" diyen kimseler ve Yahudileşmişlerden, durmadan yalana kulak veren ve sana gelmeyen kimseler için dinleyen/casusluk eden, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddediş içinde koşuşan şu kimseler seni üzmesin. Onlar, kelimeyi yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah, bir kimseyi dinden çıkma ateşine düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve âhirette onlara çok büyük bir azap vardır. [Mâide/41] Ve Bakara/118, En‘âm/10, Hicr/11, Kehf/106, Enbiyâ/41, (Zuhruf/6-8. 38. âyetteki, Andolsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet [nesil/oğlan-kız çocuklar] verdik ifadesinin bir benzeri de Furkân sûresi'nde de geçmişti: 7,8Ve inkâr etmiş olanlar: "Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece O'nunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!" dediler. Bu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar: "Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz" da dediler. [Furkân/7-8] 20Biz, senden evvel de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderdik. Ve Biz sizin bir kısmınızı bir kısmınız için saflaştırmak için sıkıntı malzemesi yaptık. –Sabrediyor musunuz!– Ve senin Rabbin çok iyi görendir. [Furkân/20] Ayetteki "Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet [nesil/oğlan-kız çocuklar] verdik" ifadesinden her ne kadar bize bilgi verilmemiş olsa da İsa peygamberin de eşinin ve çocuklarının olduğu anlaşılabilir.
33) Peki, o, kazandığı şeyler ile birlikte her bir kişinin üzerinde dikilen/görüp gözeten kimdir? Onlar ise Allah'a ortaklar edindiler. De ki: "Onları isimlendirin! Yoksa siz, O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz? Aslında kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilere plânları güzel gösterildi de Yol'dan saptırıldılar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur.
34) Onlar için şu basit dünya hayatında bir azap vardır. Âhiret azabı ise kesinlikle daha ezicidir. Onları Allah'tan koruyacak biri de yoktur.
35) Allah'ın koruması altına girmiş kişilere söz verilen cennetin örneği şöyledir: Onun altından ırmaklar akar, nasiplikleri; meyveleri, renkleri, tatları ve gölgeleri süreklidir. İşte bu, Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin âkıbetidir. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin âkıbeti de Ateş'tir.
Bu âyetlerde ilk önce müşriklerin kafalarına bir balyoz indirilmektedir: Peki, O, kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde dikilen [görüp gözeten] kimdir? Onlar bu soruya ister istemez, "Allah'tır!" diye cevap vereceklerdir. Evet, onlar, Allah'ı kabul ediyorlar, ama Allah'a ortaklar koşuyorlar. O nedenle yeni bir soru daha geliyor: Onları isimlendirin! Yoksa siz O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz? Ayetteki "De ki: "Onları isimlendirin! Yoksa siz, O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz?" ifadesi, müşriklere kendileri için iki yolun olduğunu ihtar etmektedir; Ya Allah’ın bilmediği (haşa) bir şeyleri haber vermek. Ki diyecekleri şeyler, yalan, dolan batıl şeyler olacaktır. Ya da Allah’ın bildirdiği açık bilgileri kabullenip; yola gelip açık açık gerçeği haber vermek. Ayetteki "sözden açık olanı mı haber vereceksiniz" bölümünü, Tevbe/8, Al-i Imran/167 ve Maide/41. ayetlerin delaletiyle, "kalben; özden inanmamakla beraber göz boyamak için ağızlarınızla birtakım safsatalarımı ortaya koyacaksınız?" diye de anlayabiliriz. Bunların akılsızlıkları birçok kez yüzlerine vurulmuştur: 61Ve sen, hangi işi yaparsan yap, Kur’ân'dan onun hakkında ne okursan oku ve siz ne işte çalışırsanız çalışın, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, Biz, sizin üzerinizde şâhitiz. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinizden uzak kalmaz. Ve bundan küçüğü ve daha büyüğü ancak apaçık bir kitaptadır. [Yûnus/61] 59Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. [En‘âm/59] 6Ve yeryüzünde hiçbir küçük-büyük canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Allah, onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. [Hûd/6] 7Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O'nundur. [Tâ-Hâ/7] 4O, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, yeryüzüne gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. [Hadîd/4] Âyetteki, Onları isimlendirin! ifadesiyle, değersiz putlara isim verilmesi kınanıyor. Ki putlara isim vermek [onları değerli kılmak], geçmişteki müşriklerin bir ilkesiydi. 70Onlar dediler ki: "Demek sen Allah'a; başkasını karıştırmadan kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!" 71Hûd dedi ki: "Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!" [A‘râf/70-71] 37-41Yûsuf: "Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben, Allah'a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhiretibilerek reddedenlerin; inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de asılacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti" dedi. [Yûsuf/37-41] 23Bunlar, Allah, haklarında bir kanıt indirmediği hâlde sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Andolsun, onlara, Rablerinden doğru yolun kılavuzluğu geldiği hâlde onlar, sadece zanna, bir de nefislerinin hoşlandığı şeylere uyuyorlar. [Necm/23] Bu soruların ardından da dikkatli olmaları ve kurtuluşa özenmeleri amaçlanarak şu açıklamalar yapılmaktadır: Aslında şu küfre sapmış olan kişilere plânları güzel gösterildi de yol'dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. Onlar için şu basit hayatta [dünya hayatında] bir azap vardır. Âhiret azabı ise kesinlikle daha ezicidir. Onları Allah'tan koruyacak biri de yoktur. Muttakilere söz verilen cennetin misali şöyledir: Onun altından ırmaklar akar, nasiplikleri [meyveleri, renkleri, tatları] ve gölgeleri süreklidir. İşte bu, takvâlı davrananların âkıbetidir. Kâfirlerin âkıbeti de ateş'tir. 25Ve Biz onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan "Söz" onların üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler. [Fussilet/25] 35. âyette özendirmek amacıyla cennet, Onun altından ırmaklar akar, nasiplikleri [meyveleri, renkleri, tatları] ve gölgeleri süreklidir diye nitelenerek örneklenmiştir. Malumdur ki cennet, herkesin arzu duyacağı nimetler olarak nitelenmektedir: "68-70Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz." [Zuhruf/68-73] Başka bir örnekleme de Muhammed sûresi'nde zikredilmektedir: 14,15Peki, Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve boş-iğreti arzularına uyan kimseler gibi; Ateş'te sonsuz olarak kalacak olan ve kaynar su içirilip de bağırsakları paramparça olan kimseler gibi midir? Allah'ın koruması altına girmiş kişilere vaat edilen cennetin örneği: "Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. [Muhammed/14-15]
36) Ve kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen ile sevinirler. Karşıt grup oluşturanlardan, onların bir kısmını tanınmaz hâle getiren kişiler de vardır. De ki: "Ben, ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na ortak kabul etmemekle emrolundum. Ben yalnızca O'na davet ediyorum, dönüşüm de yalnız O'nadır."
37) Ve Biz, böylece Kur'ân'ı Arapça; mükemmel bir yasa olarak indirdik. Ve eğer sana gelen bilgiden sonra onların boş-iğreti arzularına uyarsan, Allah'tan sana "bir yardımcı, yol gösterici yakın ve bir koruyucu" yoktur.
40) Ve onlara vaat ettiğimizin bir bölümünü sana göstersek yahut sana geçmişte yaptıklarını ve yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırsak, şüphesiz yine de sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir.[#384]
41) Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir.
42) Onlardan önceki kimseler de hileler yapmışlardı. Fakat bütün hileleri bozup cezalandırmak Allah'a aittir. O, her kişinin ne kazandığını bilir. Bu yurdun âkıbetinin kim için olduğunu, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler de yakında bilecekler.
43) Ve küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler: "Sen elçi değilsin" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda en iyi tanık olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi bulunan kişi yeter."
Bu âyetlerde Rasûlullah'ın çevresindeki bir grup övülerek konuya girilmekte ve Rasûlullah'ın elçilik misyonu ile ilgili detay verilmektedir. Kendilerine Kitap verilen kimseler, Rasûlullah'a indirilen ile sevinirler. Ama hizipleşenlerden, onların bir kısmını inkâr eden kişiler de vardır. Burada insaflı Yahûdilerin Kur’ân'a bağlandıkları, yeni bir elçi ve kitabın gelişine sevindikleri, hizipleşenlerin de kısmi inkâr ettikleri bildiriliyor. Ehl-i Kitabın insaflı olanları hakkında bazı âyetlerde bilgi verilmişti: 121Kendilerine kitabı verdiğimiz kimseler onu, okumasının-izlemesinin hakkını vererek okurlar-izlerler. İşte onlar, ona iman ederler. Her kim de Kitabı bilerek reddederse, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir. [Bakara/121] 107,108De ki: "Siz Kur’ân'a ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine bilgi verilenler; Kur’ân onlara okunduğunda onlar, boyun eğip teslimiyet göstererek çeneleri üstü kapanırlar. Ve "Rabbimiz her türlü kusurdan arınıktır. Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşecektir" derler." 109Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve Kur’ân, onların saygılarını, alçak gönüllüğünü artırır. [İsrâ/107-109] 199Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –Allah'a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah'ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. [Âl-i İmrân/199] Ayrıca Âl-i İmrân/114'te Ehl-i Kitabın hepsinin aynı olmadığı bildirilmişti. Bunlardan başka birçok âyette [Bakara/62, Mâide/82-83, Ahkâf/10, En‘âm/114, Kasas/52-53] bu durum beyân edilmiştir. Bu bildiriden sonra Rasûlullah'a tüm insanlara kendi konumunu, Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben yalnızca O'na davet ediyorum, dönüşüm de yalnız O'nadır diyerek ilan etmesi emrediliyor. Daha sonra yine Rasûlullah'a birtakım bilgiler, öğütler veriliyor ve öneriler yapılıyor: • Biz, Kur’ân'ı Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına uyarsan, Allah'tan sana bir yakın kimse ve bir koruyucu yoktur. • Onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek yahut seni vefat ettirsek, şüphesiz yine de sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir. • Onlar Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah, hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çok hızlı görendir. • Onlardan önceki kimseler de hileler yapmışlardı. Fakat bütün hileler [hileleri bozup cezalandırmak] Allah'a aittir. O, her nefsin ne kazandığını bilir. Bu yurdun âkıbetinin kim için olduğunu kâfirler de yakında bilecekler. • Şu küfretmiş olan kişiler, "Sen, gönderilmiş [elçi] değilsin" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda en iyi tanık olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi bulunan kişi yeter." Burada Rasûlullah'a yönelik zikredilen görevler birçok kez (Yûnus/15, Zümer/11-16, En‘âm/56-57, Mü’min/66, Kehf/110) beyân edilmişti: 37. âyette, Ve Biz böylece onu [Kur’ân'ı] Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Ve eğer sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına uyarsan, Allah'tan sana bir yakın kimse ve bir koruyucu yoktur buyurularak Rasûlullah; müşriklerin, münâfıkların ve Ehl-i Kitabın hevâlarına uymaktan, onlara taviz vermekten menedilmiştir. Bu husus birçok kez (Mâide/48-49, En‘âm/148-150, Şûrâ/14-15, 10, Câsiye/17-19, Mâide/48-49, En‘âm/148-150, Şûrâ/14-15, 10, Câsiye/17-19) vurgulanmıştı. 41. âyetteki, Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? İfadesinin anlattığı yeryüzünün sürekli küçülüşü ve döndükçe kutuplardan basıklaşma olayı ile ilgili Bilim- Teknik kitaplarında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Oralardan ayrıntılı olarak okunmasını öneririz. Bu konuda Enbiya/44’te de açıklamalarımız olmuştu. Bilim adamlarının teorilerie göre ki sonradan ispatlanmıştır; Yerküre oluşurken ve henüz çok sıcak ve eriyik halde iken geçen milyonlarca yıl zarfında üst kısmı uzayın derin donduruculuğunda bir miktar soğuyup ince bir kabuk tutma aşamasını yaşarken mars büyüklüğünde bir gezegen ya da gezegenimsi kütle yerküreye bir açı ile yaklaşarak çarpmış, aynı bıçağın portakalın üst tepesini aldığı gibi traşlamış ve dünyadan eksiltmiştir. Bu eksiltilen ve parçalanıp uzaya dağılan dünyanın parçaları, çekim gücüyle zaman içinde birbirine yapışıp-birleşerek yerkürenin uydusu AY'ı oluşturmuştur.Bunun kanıtı da da şöyledir: Demir ve Nikel ağır elementlerdir ve bu yüzden büyük oranlarda dıştan içe çökmüş ve dünyanın çekirdeğini oluşturmuş, kabuk kısmında ise çekirdeğe göre çok daha az bir oranda kalmıştır. Astronotlar aya gidip ay taşı ve kayaçlarını dünyaya örnek olarak getirdiklerinde yapılan çeşitli analizlerde demir miktarının dünya kabuğundan bile az olduğunu görmüşlerdir. Zira bu taşlarda dünyaya çarpan gezegenin kendi yapısının da bu taşlara geçtiği anlaşılmıştır. Ay dünyadan kopmamış (kopsaydı aynı demir oranına sahip olacaktı) dünya ilebir başka gezegen çarpışması sonucu uzaya dağılan ve dünyadan da eksiltilen parçacıklardan oluşmuştur. Bunu bilim adamları bilgisayar canlandırmaları ve matematiksel hesaplarla da bulmuş ve artık bu teori kabul görmektedir...Yüce Allah dünyadan eksilterek ayını oluşturmuş, birbirine gerekli yaşamın oluşması için bağlamıştır. Ekte ilgili belgeselden çektiğim fotografları bulacaksınız. Belgeselin youtube adresi: https://www.youtube.com/watch?v=ys5hmBkyvag 42. âyette, Onlardan önceki kimseler de hileler yapmışlardı. Fakat bütün hileler [hileleri bozup cezalandırmak] Allah'a aittir. O, her nefsin ne kazandığını bilir. Bu yurdun âkıbetinin kim için olduğunu kâfirler de yakında bilecekler ifadesiyle inkârcılar tehdit edilmişlerdir. Zira Allah'a karşı hiçbir plân ve tuzak işlemez: 50Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık. 51İşte bak! Onların tuzaklarının âkıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan yerle bir ettik. 52İşte, onların, şirk koşmak sûretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet/gösterge vardır. [Neml/50-52] 43. âyette müşrikler, Sen gönderilmiş [elçi] değilsin demişlerdir, ki kâfirlerin elçileri yalanlaması yeni bir şey değildir: 27Buna karşılık, toplumunun kâfirlerinin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlarının ileri gelenleri: "Biz seni sadece bizim gibi sıradan bir insan olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan/ayak takımımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Tam tersine biz, sizi yalancılar sanıyoruz" dediler. [Hûd/27] Müşriklerin bu iddiasına karşı Allah da Elçisi'ne, Benimle sizin aranızda en iyi tanık olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi bulunan kişi yeterdemesini emretmektedir, ki bunun detayı, Rahmân ve İnsan sûrelerindedir. O nedenle bağlantıya dikkat edilmelidir.